10 Ocak 2010 Pazar

NAMUS BEKARET DEĞİLDİR

Namus Bekaret Değildir
Bekaretin ‘El Değmemiş’ Tarihi adlı kitabında Hane Blank bekaret konusunu tartışılması gereken sorun olarak ele alır ve bekaret sorununun tarihini, M.Ö. 450 tarihlerinde bir Girit Yasası’nın bakirelerin ve bakire olmayanların tecavüzü için ayrı cezalar öngörmesine kadar götürür. Himenin(kızlık zarı) bilimsel-fizyolojik olarak incelenmesi, kızlık zarına dair inanılmış değerlerin boş, saplantılı, insanın kadın bedeni üzerinden varabileceği noktaların trajikomikliğini göstermektedir. Her kızlık zarı ilk cinsel ilişkide kanar yanılgısıyla ilk gece suçlanmamak için vajinalarını kesen kadınlar, himen tamiri üzerinden ticaret yapan doktorlar, himen estetiği, 1544’lerde ceset kaçırılarak himenin nasıl keşfedildiği, Blank’ın bekâret tartışmasında ele aldığı tartışmalardan yalnızca bir kaçı.

İnternette kızlık zarı ile ilgili şunlar geçiyor:
Kızlık zarı (Bekaret zarı)
Kızlık Zarı (Hymen) vajinanın hemen girişinde yer alan, küçük dudaklardan 1.5 ile 3 cm arasında içeride, 1.5-2 mm kalınlığındaki bir oluşumdur.

Kişinin yapısına göre kızlık zarının kalınlığı ve ne kadar içeride olduğu değişebilmektedir. Özellikle şişman kişilerde daha kalın yağ tabakasından ötürü kızlık zarı daha içeride bulunmaktadır.

Yapı olarak dış genital bölge içerisinde yer alan kızlık zarının ön kısmı deriye, vajinaya bakan arka kısmı ise mukozaya benzemektedir.

Kızlık zarı vajinal boşluğu tam olarak kapatmaz; ortasında yer alan boşluk (delik) sayesinde adet kanının dışarıya akışına izin vermektedir. İşte bu deliğin tipine göre de kızlık zarının değişik türleri tarif edilmiştir. En sık olarak görülen tip (%60-95 oranında) “yuvarlak halka (anuler)” türüdür.

Kızlık zarının ortasında bulunan delik eğer normalden büyükse içeriye penisin girişi ile zar yırtılmayabilir. Bu durumda kanama olmayacaktır (“duhule müsait zar”).

Bazen de penisin girişi ile kızlık zarı esneyip yırtılmayabilir, bu durumda da kanama gelmeyecektir. Halk arasında bu durumda "esnek zar" tabiri kullanılır.

Kızlık Zarı Neden Var

Neden böyle bir oluşumun mevcut olduğu hakkında en mantıklı açıklama şu şekilde; Kızlık zarı doğanın kadın soyunu koruması için kendi aldığı yüce akıllı bir eylemdir. Kız bebekler doğduğu zaman vajinanın uzunluğu 1-2 cm i geçmez. Rahim 1 cm kadar, döllenme boruları 2-3 cm kadar olduğundan, bir mikrobun karın içerisindeki steril dokuya ulaşması için en fazla 5-6 cm lik bir mesafe vardır. Eğer kızlık zarı olmasaydı çişini kakasını altına yapan kız çocuğunun vajinasından giren mikroplar karın zarına ulaşır ve peritonitten (karın zarı iltihabı) bütün kızlarımız ergenlik yaşına gelmeden ölürlerdi. Kızlık zarı mekanik bir engeldir yani kadınları koruyucu bir engeldir. Yapılan araştırmalar bu ince zar yapının mikroorganizmaların vajina içine girişini engellediğini göstermektedir.

Haydar Dümen

http://www.uzmantv.com/kizlik-zari-nedir

Blank, kızlık zarının bazı hayvanlarda da bulunduğunu, farklı hayvanlarda himenin işlevsel rolü olduğunu, ancak insanlar ve himeni olan diğer türlerin çoğunda himenin aslında işlevsiz bir artıktan, vajinanın girişi oluşurken geride kalan ufacık gereksiz bir et parçasından başka bir şey olmadığını söylüyor.
Kızlık zarı hayvanlarda da bulunur mu?

TÜBİTAK, internet sitesinde kızlık zarının hayvanlarda da olup olmadığı sorusuna şu cevap erilmiş:
Kızlık zarı (hymen) dişi üreme sisteminde, vajinanın alt kıvrımından oluşur ve içinde kan damarları bulunur. Bu koruyucu zar birçok karasal memelide (kobay, sıçan, köstebek, at, sırtlan, lama, lemur, vs.) bulunuyor. Evcil hayvanların tümünde de hymen bulunuyor.
Sucul memelilerdeyse yalnızca sırtıyüzgeçli balinalardan "fin balinası" olarak geçen balina türünde bulunuyor. İnsan dışında hiçbir primatta ise kızlık zarı yok(lemur hariç Y.N). Kızlık zarının evrimsel görevinin, dişinin cinsel organlarının ve iç üreme sisteminin sucul patojenlerden korunmasını sağlamak olduğu düşünülüyor. TÜBİTAK-internet sayfası
Erkeğin, kadının hamile kalmasındaki ve kalıtımdaki rolü anlaşılıp babanın tespit edilemediği evrelerde, aile ekonomik bir birlik olduğu için mirası devralacak çocukların babadan olması gerektiğinden, kadınlar üzerine kurulmuş böyle bir namus anlayışı geliştirilmiştir. Dinler de bu anlayışa göre düzenlenmiştir.
Dinlerin, geleneklerin etkisi altındaki bazı kültürlerde bekaret son derece önemlidir, kızlık zarı saflığın ve el değmemişliğin sembolü haline gelmiştir. Bakirelik adeta “namus”un bir simgesi haline gelmiştir. Örneğin 19. yüzyıl öncesinde kızlar evlenirken düğünlerinde “kendilerine en yakışan elbiseleri” giyerlerken daha sonralarında bu saflığı ve temizliği ifade eden “beyaz gelinliklere” dönüşmüştür. Bazı kültürlerde ise bekaretin kaybı hiç önemli değildir; kızlıktan kadınlığa atılmış bir adım olarak görülmektedir. Hatta rahat bir şekilde bu durum ebeveynler ile konuşulabilir.
Bizim toplumumuzda ise bekaret kavramı her ne kadar gençler arasında önemini yitirmeye yüz tutmuş olsa da özellikle dinsel inançların ve erkek egemenliğinin olduğu eğitimsiz kırsal kesimlerde, varoşlarda halen yerini korumaya devam etmekte, bazı çevrelerde ise ilk gece sonrasında “çarşaf gösterme adeti” devamlılığını sürdürmektedir. Bu tür kesimlerde ve toplumlarda namus ve ahlak anlayışı dinlere, dinlere dayanan gelenek- göreneklere ve kadınlar üzerine kuruludur.
Bu tür kesimlerde ve toplumlarda genel olarak halk arasında namus, kızların ve kadınların, açık ve vücut hatlarını belli edecek şekilde giyinmemesi, eve kapanıp gezmemesi, erkeklerle görüşmemesi, evlenmeden flört, aşk, yaşamaması, sevişmemesi, evlenmeden bekaretini yitirmeyip bakire olarak evlenmesi, evlendikten sonra zina yapmaması, eşine sadık olması, eşinin her istediğini yerine getirmesi, çocuk, yaşlı bakımı ve ev işleri dışında başka şeyle ilgilenmemesidir.
Kadınlara biçilen bu role uymayan kadınlar namussuz, ahlaksız, fahişe, kahpedir. Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, ya satılıktır ya da kiralık.(AKP Ünye Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci-http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/ortusuz-kadin-ya-satiliktir-ya-kiralik-haberi-40127) Bu kadınlardan sorumlu görülen erkekler de namussuzdur. Yani bu kesimler için kadınların bekareti namusun simgesidir.

Bu zihniyet, bekareti korumak için kadın sünneti gibi akıl almaz dehşet bir gelenek de geliştirmiştir:

Kadın Sünneti


Kadın sünnetinin sadece klitorisin bir kısmının veya tamamının kesilmesi ve dış genital(cinsel) organın sadece bir kısmının veya tamamının kesilmesi olarak iki tipi vardır.
Klitoris sünneti, kadının erkekteki penisin karşılığı olan klitorisin kesilmesidir.
Erkek sünneti, penisin ucunu örten koruyucu derinin kesilmesidir ve penise zarar vermez ama kadın sünnetinde klitorisin tamamı kesilebilmektedir ve amaç, kadındaki cinsel duyguları ve cinselliği engelleyerek bekaretini korumaktır. Kadın sünneti genellikle 4-12 yaş arasında yapılmakta ama geç dönemde yapılabilmektedir. Geleneksel koşullarda yapılan kadın sünneti sakatlıklara ve ölüme neden olabilmektedir. Günümüz Türkiye’sinde uygulanmayan bu sünnet tipi tarih boyunca dünya genelinde uygulanmış ve günümüzde dünyanın çeşitli bölgelerinde açık ya da gizli halen uygulanmakla birlikte daha çok Afrika ülkelerinde yaygındır.(http://www.doktornevra.com/cinsellik/kadin_ve_sunnet.asp) (http://www.e-cinsellik.net/kadin_sunneti.html)


Bekareti namus olarak görenler, boşanmış kadınları da tıpkı bekaretini yitirmiş gördükleri kadınlar gibi namussuz olarak görmektedirler. Dinci zihniyet ve erkek egemen toplumun etkisiyle erkeklerin geneli boşanmış kadınları ikinci el bir mal, bir fahişe, onların ilişkilerini de namussuzluk, ahlaksızlık, fahişelik, fuhuş olarak görmektedirler. Kadınları insan olarak değil, saçlarından seslerine kadar tahrik unsuru bir cinsel obje olarak gördüklerinden, başını açmayı donunu çıkarmakla bir tuttuklarından, rahatsız eden erkekleri değil, rahatsız edilen kadınları, tecavüz eden erkekleri değil, tecavüze uğrayan kadınları suçlamaktadırlar. Kadınların başlarını örtmesi gerektiğini iddia edenler de aynı şekilde başlarını örtmeyenleri ahlaksızlıkla suçlamış oluyorlar ve suçluyorlar da.

Oysa bekaretini yitirmiş olanlar, başlarını örtmeyenler namussuz olabileceği gibi, bekaretini yitirmemiş olanlar ve başlarını örtenler de namussuz olabilir. Genç kızların evlenmeden bekaretlerini yitirmeleri onların namussuz oldukları anlamına gelmediği gibi, bakire olarak evlenmeleri de namussuz oldukları anlamına gelmez. Bir genç kız bekaretini kazayla yitirebilir, bekaretini yitirmeden çeşitli şekillerde cinsel ilişkiler yaşayabilir, kızlık zarı bozulsa da diktirebilir, bakire olarak evlendiği halde eşini aldatabilir, bakire olarak evlenmediği halde eşine çok sadık da olabilir. Bekaretini korumuş olması onun namuslu olduğunun göstergesi değildir. Yani namus bekaret değildir. Asıl namus, başkalarının en doğal hak ve özgürlüklerini çiğnememek, engellememek, saygı göstermektir. Asıl namus ya da namussuzluk, ahlak ya da ahlaksızlık; başörtüsünde, bedende, bekarette değil, beyindedir, zihindedir, vicdandadır.


Erkekler evlenmeden cinsel özgürlüğe sahipken, hatta evlenmeden cinsel ilişkiye girmeyenler ayıplanırken, erkekler çok evlilik yaparlarken ya da evliyken eşlerini aldatırlarken, kadınlardan bekaret beklenmesi ve evlenmemiş ya da boşanmış kadınların en doğal haklarının engellenmesi, baskılanması, kapatılmaları çok büyük haksızlık ve yanlıştır.

Kadınlar da erkeklerin sahip olduğu cinsel özgürlüğe sahip olmalı evlenmeden cinsellik yaşayabilmelidir. Dahası daha uyumlu, sağlıklı ve mutlu bir evlilik için çiftlerin evlenmeden önce cinsellik konusunda da tanımaları, uyuşup uyuşmadıklarını, bir birlerini bu konuda da beğenip beğenmediklerini öğrenmeleri gerekir. Kadın olsun erkek olsun, cinselliği engellemek insanın hava gibi, su gibi en doğal ihtiyacını engellemektir. İnsanın bu en doğal ihtiyacını engellemek canlının, insanın doğasına aykırı olduğundan İslam şeriatında bile ‘Muta nikahı’ denilen bir çözüm üretilmesine neden olmuştur. Muta nikahı, yalnızca cinsellik için uydurulan bir nikahtır.

İnsanın en doğal ihtiyaçlarından olan cinselliğinin engellenmesi, insanın aklının sürekli cinsellikte olmasına, dolayısıyla da sağlıklı ve mantıklı düşünmesini, davranmasını, asıl sorunlara ve yaşama yönelmesini engeller. Dikkat edilirse, tıpkı beslenme, barınma gibi en doğal ihtiyaçlarını karşılamış olan insanlar gibi fiziksel olarak beğenilme, sevgi, cinsellik ihtiyaçlarını karşılayan insanların başka konulara yönelebildikleri, çok daha rahat araştırma, inceleme, okuma, yazma, çalışma yapabildikleri, algılayabildikleri, üretebildikleri, yaratabildikleri, sorun çözebildikleri, yani asıl yaşama yöneldikleri ve çok daha mutlu oldukları görülür.

Freud’un iddia ettiği gibi cinsellik etkeni psikolojik rahatsızlıkların en önemli nedenlerindendir, ancak, gerçekte tek neden değildir.

Marks’ın dediği gibi insanların her şeyden önce yiyip içmeleri, barınmaları, giyinmeleri ve bunları temin etmeleri gerekmektedir.

Hayvanlar ve insanlar önce, şiddet görmemek ve ölmemek için korunma, barınma, beslenme ve cinsellik gibi bedensel ve maddesel ihtiyaçlarını giderecekler, daha sonra da ilgi, beğenilme, sevgi ve zekasal olarak kendini gerçekleştirme gibi zihinsel ihtiyaçlarını gidereceklerdir. Elbette bedensel ve zihinsel ihtiyaçların giderilmesi çoğu zaman iç içe geçmiş durumda ve birlikte gerçekleştirilir. İnsanlarda zihinsel kapasite ve ihtiyaçlar hayvanlardan çok daha yüksektir. İnsanlarda görülen psikolojik rahatsızlıkların nedeni, tüm bu ihtiyaçların çeşitli nedenlerden dolayı giderilememesinin ve insanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak edindiği değer ölçütlerine göre kendini haksızlığa uğramış olarak görmesinin yanı sıra, haksızlık ve yanlış yapmış olduğunu düşünerek suçlamak, kendini beğenmemek, aşağılamak, utanmak, gibi etkenlerdir.

Psikolojik rahatsızlıkların büyük bir kısmı da, özellikle kadınlarda en doğal ihtiyaçlarından olan beğenilme, ilgi, sevgi, aşk ve cinsellik gibi ihtiyaçlarını engellenmelerden yasaklamalardan, baskı ve şiddetten dolayı giderememekten, çaresiz duruma düşmekten, kendini haksızlığa uğramış görmekten, cinsel taciz ve tecavüzlerden, kandırılıp kullanılmalardan, aşağılanmalardan kaynaklanır. Kadınlara uygulanan şiddetin büyük bir kısmı da kadınların bu en doğal ihtiyaçlarının dürtüsüyle bu yasakları delmelerinden kaynaklanır.

Ayrıca, kadınlara cinsel özgürlüğün olmaması demek, aynı zamanda, cinsellik yaşayabilecekleri özgür kadınların çok kısıtlı olduğundan erkeklerin de cinsel özgürlüklerini ancak kısıtlı yaşayabilmeleri demektir. Bu durum ise hormonal olmayan eşcinselliklere neden olduğu gibi kadınları kandırıp kullanmalara, taciz ve tecavüzlere de neden olur. Dahası çocuklarla cinsel ilişkilere de neden olur. Erkek ve kız çocuklarının insan olarak değil de kız ve erkek olarak yetiştirilmeleri de onların birbirlerini insan olarak, arkadaş olarak, kardeş olarak, aile üyeleri olarak değil cinsel obje olarak görmelerine neden olur. Çocukların ebevenlerinden bile kız ya da erkek olduğu için sakınılıp birbirlerine ebeveyn çocuk değil de karşı cinsler olarak gösterilmeleri de ensest ilişkilere neden olur.
Artık toplumumuzda da bekâretle ilgili kadına yönelik şiddet uygulamalarını, bakire olmadığı düşüncesiyle intihara zorlanan/intihar eden, nikahsız doğurdukları bebekleri tuvalete ya da çöpe atan, dövülen, öldürülen kadınları yaratan erkek egemen ataerkil toplumun değerlerine kültürel silahla karşı koymak ve soyut bir kavram olan bekâretin kültürlerimizde yeniden tanımlanma sürecini başlatmak gerekmektedir.
Kadınlar üzerine kurulu ahlak anlayışından başka, halk arasında yalan söylemek, sözünde durmamak, dolandırıcılık, rüşvet, hırsızlık, emanete ihanet, iftira, alay, rahatsız, israf etmek, yalnızca kendisini ve çıkarını düşünmek, çıkar karşılığı arkadaşlıklara ve cinsel ilişkiye girmek, insanları kandırmak, kullanmak, haklarını çiğnemek, haklarından mahrum bırakmak, engellemek, korkutmak, fiziksek, cinsel, sözel, psikolojik baskı ve şiddet uygulamak ve sorumlu ve zorunlu olmadıkları, istemedikleri şeyleri yapmaya zorlamak, taciz, tecavüz gibi davranışlarda bulunanlara da namussuz, ahlaksız denilmektedir ki asıl namussuzluk ve ahlaksızlık da budur, bu olmalıdır.

Ahlaklı olmak için dinlere gerek yoktur. Ahlakın kaynağı ve gerekçesi doğaüstü güçler ve dinler değil, insan doğası ve toplu yaşamın gerektirdiği insan hak ve özgürlükleri, akıl, mantık ve vicdandır.

Gerçek ahlak için tanrıya ve dine gerek olmadığı gibi, dinler bugüne kadar insanları ahlaklı da yapmamıştır. Dinler bugüne kadar, korkuya dayalı, kadınlar üzerine kurulu, cinsiyet ayrımcılığı yapan, din mezhep ayrımcılığı yapan dinsel ahlakı dayatarak tüm insanları kapsayan, ‘insan’ üzerine kurulu evrensel gerçek ahlakın oluşmasını engellemiştir. Tanrı inancı ve cehennem korkusu insanların akıl ve mantıklarını durdurarak şimdiye kadar insan hak ve özgürlüklerini engellemiş, sayısız çatışmalar, savaşlar, akıl almaz infazlar, katliamlar, yani ahlaksızlıklar yaptırmıştır. Tüm bunlar halen devam etmektedir.

Egemenler yararına ve kadınlar üzerine kurulu, dinsel ahlak anlayışının zamanı artık geçmekte, yeni bir ahlak anlayışı ortaya çıkmaktadır. Artık zamanımızda insanların doğru davranmaları için cehennem korkusuna gerek yoktur, bunun yerine bilim vardır, hukuk vardır, evrensel insan hakları vardır. Artık giderek insanlar kötülükleri cehennem korkusu yüzünden değil, insanlığın, aklın, mantığın, vicdanın ve toplu yaşamanın bir gereği olarak yapmamaya, dinden bağımsız gerçek ahlakı öğrenmeye başlamışlardır ve her şeyin geliştiği gibi, bu ahlak da zamanla daha da gelişecektir.

Herhangi bir dine, ırka, milliyete, cinsiyete, cehennem korkusuna, cennet vaadine dayanmayan bu yeni ahlak anlayışı kadınlar üzerine kurulu değildir. Aslında yeni de değildir, kökleri, İslamiyet’ten de önceye, Antik çağa, Museviliğin ortaya çıktığı dönemlere dayanır.

Kadınlar üzerine değil, hak ve özgürlükler üzerine kurulu ahlak anlayışını Antik çağa kadar dayanan şu sözler çok güzel ifade ediyor:


‘’Hiçbir karar tamamen kusursuz değil, ama aynı zamanda, yapabildiğimiz zaman insanlığın çektiği acıyı azaltmamızı talep eden bir evrensel ahlak var. ‘’- Segolene Royal

‘’Haksızlığa uğramak, haksızlık yapmaktan daha iyidir’’
Sokrates ve Demokritos

‘’Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapma!’’
Konfüçyüs

‘’İnsanların sana yapmalarını istediğin her şeyi onlara yap!’’
Hz. İsa

‘’Aynen iki elin parmakları gibi, insanlar da birbirine eşittir. Hiç kimse, kimse üzerinde hak iddia edemez. Siz kardeşsiniz.’’ - Hz. Muhammed

‘’İstediğin evrensel bir yasa olacakmış gibi davran!’’
Kant

‘’Tanrısal bir ödül beklemeksizin yapılan iyi işler, tek dürtücü etkeni tanrısal ödül olan işlerden çok daha ahlakidir.
Kötü davranışlardan kaçınmasının biricik nedeni bu tür davranışları sadece onursuzluk saymak olan bir insan, kötü davranışlarda bulunmayı yalnız öte dünyada göreceği ceza korkusuyla istemeyen bir insandan çok daha ahlaklıdır.’’
Pietro Pomponazzi

"Bir insanın ahlaki ve etik davranışları diğerlerini anlamasına, eğitimine ve sosyal ilişkilere dayalı olmalıdır, dini temele ve dini dayatmalara gerek yoktur. Zira ölümden sonra ceza korkusu veya ödül iştahı ile hareket eden kişi zavallıdır. İnsan, eğer ölümden sonra ceza korkusuyla ve ödül umuduyla kontrol altına alınmak zorundaysa, şüphesiz kötü bir yoldadır." Albert Einstein
“Milli ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle tenmiye ve takviye olunmalıdır. Bu çok mühimdir; özellikle dikkat nazarınızı çekerim. Tehdit esasına dayanan ahlak, bir fazilet olmadıktan başka güvene de şayan değildir.”(25 Ağustos 1924,
“Gerçek dayanağı dışarıda değil,içerde kendi vicdanımızda arayacağız.” M. K. Atatürk

’Gerçek uygarlık, herkesin diğerine kendisi için istediği her hakkı vermesidir. ‘’- Robert Ingersoll
"Dinsizler, tarihin her çağında insan hakları için savaştı, ve her zaman özgürlüğün ve adaletin korkusuz avukatı oldular."
Robert Ingersoll
Ben vaktimi kadınlarla geçirip cinsel arzularımı tatmin edeceğime ezilen işçi sı...nıfını bulunduğu bataklıktan çıkarmayı yeğlerim. Üstelik kadın cinsel eğlence aracı değildir. Asla böyle aşağılık bir tabakada bulunamaz. Kadını bir köpek gibi eğlenme amaçlı görenler ise Burjuvalardan başkası değildir! Friedrich Engels
Bu ahlak anlayışına göre asıl namussuzluk, bir erkeğin, kendisi çapkınlıklar yapıp başka kadınlarla cinsel ilişkiler kurduğu halde eşini baskı altında tutmasıdır. Bir erkeğin çok eşli olup da karılarının başını kapatıp eve kapatmasıdır asıl namussuzluk. Bir erkeğin, karısını, kızını, kız kardeşini, annesini bir erkekle görüştüğü için dövmesi öldürmesidir asıl namussuzluk.

Asıl namussuzluk ve ahlaksızlık kadınları kapatmamak değil, onlara fiziksel, sözel, cinsel taciz, tecavüz ve şiddet uygulamak, onları şiddetle ya da cehennemle korkutarak psikolojik ya da fiziksel baskıyla kapatmak, onların hormonlarını, duygularını yok saymak, onların ekmek gibi, hava gibi, su gibi en doğal ihtiyaçlarından mahrum bırakarak tacizcisine, tecavüzcüsüne, kullananına aşık olacak derecede onları aç susuz bırakmak, onların kadınlıklarını, insanlıklarını yaşama hak ve özgürlüklerini engellemektir, zihinlerini, psikolojilerini felç etmektir. Bu bir insanlık suçudur.

Sonuç olarak, Namus bekaret değildir. Kadınlar üzerine kurulu olmayan, insan hak ve özgürlükleri üzerine kurulu olan gerçek ahlak için dinlere gerek yoktur. Erkeklerin sahip olduğu evlenmeden cinsellik hakkına kadınlar da aynen sahip olmalıdır. Dahası, sağlıklı, mantıklı ve doğru olan, evlenilecek kişiyle cinsellik yaşanıldıktan sonra evlenilmelidir.


Nilüfer Tekin

6 yorum:

  1. Yazınızı okuma fırsatı bulduğum için teşekkürler,saygı ve hörmetlerimle.

    YanıtlaSil
  2. nefis bir yazı; halk yelpazesinin her santimetresi için faydalı, okunası bir derleme olmuş. komposizyonun anlam bütünlüğünü bozmuyor ancak dikkatimden kaçmadı, TÜBİTAK internet sitesinden yaptığınız alıntıda küçük bir çelişki var; izninizle bildirmek isterim: Himen birçok karasal memelide mevcut diyerek verilen örnekler arasında 'lemur' da var. sonraki paragrafta ise, insan dışında hiç bir primatta himen mevcut değil denmiş. oysaki lemur bir primat! sanırım gözden kaçtı.

    YanıtlaSil
  3. bu tür yazıları okudukça, dünya da ne kadar okumuş cahil insanların olduğunu görüyorum ve halime binlerce defa şükrediyorum.Teşekkürler bana bu hissi yaşattığınız için...

    YanıtlaSil
  4. Tebrik ederim harika bir makale olmuş. Kadınların bakire ya da bakire değil gibi sınıflandırılması kötü bir olay. Umarım ülke bu durumu atlatır bu düşünceden dolayı bekaretini kaybedip korkudan intihar eden bir cok genç kız var

    YanıtlaSil
  5. Milyarlarınız da olsa, köşkleriniz de olsa, saygılı bir kişiliğe ulaşmadıkça hiçbirinin anlamı olamaz. Dolayısıyla
    kendinizi kabul ettirmek için , bireysel olarak renkten renge, kılıktan kılığa girmenize üzülüyoruz. Bunu erkek egemenliği
    dayatıyor. Toplumdaki egemen erkek sistemi çıkarı dayatıyor ve siz buna bir kat daha kölelikle cevap veriyorsunuz.

    Abdullah Öcalan - Kadın ve Aile

    YanıtlaSil
  6. sen kadına kimliksizliği dayatırsan sen namussuzsun demek ki---

    kadın özgürlüğü genelin özgürlüğünü tayin eder---

    Kadın uyanmadan ve asgari özgürleşmeyi yaşamadan, diğer tüm çabalar sonuçsuz kalmaya mahkumdur---

    Kadın üzerindeki mülkiyet ve iktidar ilişkisi yıkılmadan, özgür kadın erkek ilişkisi gerçekleştirilemez.---

    ABDULLAH ÖCALAN

    YanıtlaSil