13 Mart 2011 Pazar

Sünni Osmanlı Despotizmine Karşı Alevi Türkmen İsyanları

‘'Osmanlı’nın ilk dönemlerinde, iktidarda temsil edilen dinsel anlayış da alabildiğine gevşek ve kurallardan uzaktır.’’ S.72

Türkmenlerin ve Osmanlı’nın başlangıcındaki egemenlerin Sünni katılıktan uzak heterodoks bir inanç kavrayışına sahip olmaları Anadolu’nun yerleşik Hıristiyan halkının İslamlaşmasını kolaylaştıran ciddi bir işlev görüyordu. S.76 İlk Osmanlılar Hıristiyan halka genellikle Bizans imparatoru ve feodallerinden daha adil davranıyorlar, gerektiğinde onları diğer beyliklerin saldırılarına karşı koruyorlardı. Hıristiyan halk da hem kendilerini koruma gücünü yitirmiş hem de dinsel bağnazlık ve ağır vergilerle boğan Bizans yerine Osmanlı’yı tercih ediyordu S.76

Osmanlı’nın kuruluş sonrası egemenler kendi yararlarına bir iktidar etme ideolojisine olan gereksinimleriyle tıpkı Selçuklu Devleti gibi, başlangıçtaki heterodoks inanç devlet kurumlaşması ve eşitsizliğe uygun olmadığından, Sünni ideolojinin ise çok köklü bir devlet tecrübesi ve esasen bir iktidar ideolojisi olmasından Sünnileşmişler, daha sonra da aynı gerekçelerle Sünniliğin Hanefi ekolünü benimsemişlerdir. Türkmen halkı, 2. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve sonraki dönemin katliamlarıyla giderek azınlığa düşürülseler de kendisine yukarıdan dayatılan şeraite karşı 17. yüzyılda hala kırılmayan oldukça etkin bir sivil itaatsizlik göstermekten geri durmayacaktır. S.71

Özellikle Kanuni döneminde Şeyhülislamlığa getirilen Ebusuud sonrasında şeriatçı taassubun devlet içinde kurumlaşması artmış, Osmanlı’nın Müslüman ve Sünni olmayan halklara karşı yabancılaşması ve baskı süreci başlamıştır. Bir yandan Osmanlı gerilemeye ve bağımlılaşmaya başlamaktadır, diğer yandan da İslamcılaştırmaya. s.46

Selçuklu dönemi Babai ayaklanmasının artıklarının bir kısmı devletle uzlaşırken diğerleri dışlanmaya başlıyor, pay alanlar Osmanlı’ya eklemleniyor, alamayanlar ya da dayatmalara boyun eğmeyip karşı çıkanlar merkezden çevreye dışlanıyordu.s.362

Bektaşi tarikatı, ilk Osmanlı sultanları tarafından fethedilen ülkeleri Türkleştirmek ve İslamlaştırmakla görevliydi.s384

Bektaşi dergahı, Sünnileştirilmesi sürecinde halkın direncini kıran önemli bir faktör olmuştur.s.390

Hace Bektaş-ı Veli’nin halifesi Bektaşi önderi Abdal Musa’nın karşı çıkmasına rağmen ya da onun izniyle Bektaşi örgütüne halkı eğitip yola sokma görevi yüklenerek kökü Babai ayaklanmasında ve tepkilerin kaynağı olan halkın sisteme muhalefeti önleniyordu.s.360 14. yüzyılda Yeniçeri ve Bektaşi örgütü birbirine bağlanıyrodu.s.361,384 Osmanlıların dergaha yaptıkları bağışlar 2. Beyazit’ten sonra son buldu.s.362 2. Beyazıt Balım Sultan’ı Anadolu’daki Kızılbaşları, Şii-Safevi etkisinden kurtarmak için Hacı Bektaş dergahının başına görevlendirir.s.386 Bu nedenle dergahtan umudunu kesen Anadolu Kızılbaş halkı, bu dönemde, Şahkulu isyanı ile başlayarak peşpeşe ayaklanmaya başlayacaktır.s.386

Gerek bu ayaklanmalar gerekse de 1514’te Yavuz ile Şah İsmail arasındaki Çaldıran Savaşı’na eşlik eden Alevi kırımları sürecinde sessiz kalan, Bektaşi Dergahı, Balım Sultan’ın ölümünden sonra Kalender Çelebi döneminde tam tersi yönde değişmeye başlayacak, elini Osmanlı’dan çekip halka uzatacaktır.s386,387 Kalender Çelebi ayaklanmasından sonra Dergah 26 yıl kapatılır.s.387 Ancak bu arada dergah fiili varlığını gayr-i resmi olarak sürdürdüğü için, Bektaşi-Alevi toplumunu kontrol aracı olarak dergaha olan gereksinim kendini dayatacak ve 1552’de tekrar açılacak ama Anadolu Alevi topluluğunca kabul görmeyecektir.s.387

Özetle kandaş göçebe aşiret yaşamından kozmopolit devletleşme, sınıflaşma, gaza gelirlerinin paylaşımı, ötekilerle ilişkilerin nasıl düzenleneceği, vergi toplama gibi karmaşık problemler aşamasına yükseldikleri andan itibaren Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular gibi Türk kökenli devletler gibi Osmanlılar da kandaş topluluk ideolojisi durumundaki Kızılbaşlığı aşarak devlet hukukunu geliştirmiş olan Sünni hukukun yazılı kaynaklarını esas almaya başlıyorlardı.s.370

Osmanlı, kurumlaşma ve ayrıcalıklarını halka kabul ettirmek için sadece Sünni hukuka yönelmek ve halkı tebaalaştırıcı bir inanç olarak Sünniliği yaygınlaştırmakla yetinmeyecek; adalet mekanizmasını medrese hocalarına verirken ordu kurumlaşmasını da çoğunluğu oluşturan ve Türkmen halkın etkisiyle din değiştiren bölge halkı üzerinde büyük etkisi olan heterodoks inancın en etkili kesimi olan Bektaşilikle ilişkilendirecekti. Bu iş de, kendisiyle özdeşleşen, ikna edilen veya satın alınan dervişler üzerinden gerçekleştirilecek, dolayısıyla Bektaşilikteki ilk bölünme de, bu dönemde yaşanacaktı.s.366 Nitekim, kendisi Sünnilikten uzak olduğu halde topluma cami ve devlete Sünni hukuk örgütlenmesini başlatan Orhan Bey döneminde s.368, Bektaşiliğin Bitanya’da yayılması ve örgütlenmesinde önemli bir işleve sahip olan ve Hace Bektaş’ın halifesi olan Abdal Musa Osmanlı’dan ayrılarak Antalya’ya gidecekti. Geride kalıp Osmanlı ile bütünleşenlerin Bektaşiliği ise bir başka Bektaşilik olacaktı.s.367

Bir yanda Osmanlı’ya, Selçuklu’ya ve tüm ezme ilişkilerine karşı biçimlenmiş bir Türkmen Aleviliği, diğer yanda, bu ezme ilişkilerinin ilk oluşumuna doğrudan katılmış bir başka Türkmen Aleviliği olacaktı.s.383

Yeniçeri tasfiyesine kadar İstanbul’da Bektaşi dergahları tam bir özgürlük içinde kurumlaşırken ve Balkanlar’da yayılma alanı bulurken, Anadolu’da Kızılbaşlar(Aleviler) yoğun bir Sünnileştirme baskısına uğrayacaklar, inancında direnenler ise haklarında defter tutulup katledileceklerdi.s.368

‘’Özetle Osmanlı’yı heterodoks inançlı insanlar kurmuş, ancak bunların felsefesi devlet kurumlaşması ve eşitsizliğe uygun olmadığından, Osmanlı Ortodoks bir dönüşüme uğramış ve uğratılmıştır. Aynı şekilde başta nüfusun ezici çoğunluğu bu Batınilerden oluştuğu halde daha sonra önce şehirlerde, sonra da tımar sisteminin devlete sağladığı ekonomik çıkarı dağıtma avantajının yanı sıra, 2. Bayezit, Yavuz Sultan Selim ve sonraki dönemin katliamlarıyla kırlarda da giderek azınlığa düşürülecektir. Daha sonra Alevilik adı altında toplanacak olan bu inanç geleneğinin dışlanması ve kamu hayatında meşru kabul edilmemesi geleneği, Osmanlı mirası üzerinden ne yazık ki Cumhuriyet sonrasıda da devam edecektir.’’s.75,76

Osmanlı’ya egemen olan şeriatçı zihniyetin ve despotik devletin baskıları ve katliamları sonucunda Anadolu halkının önemli bir kesimi Sünnileştirilmeye boyun eğmek zorunda kalmıştır; eğmeyenlerin bir kesimi Osmanlı’nın savunucusu durumundaki Bektaşi tekkelerinin çevresinde toplanırken geriye kalan kesimi heterodoks ideolojisini halkçı bir evrimleştirme ile Alevilik adı altında bugünlere taşımıştır.’’s.172

‘’Alevilik, esasen Arap ordularının, başta Türkler olmak üzere zorla egemen oldukları diğer halklara dayattıkları İslamiyet’in revizyondan geçirilerek hümanist bir kalıba dökülmesidir. Aleviliği alevilik yapan, yani ideolojik şekillenmesini sağlayan şey, bizzat onun karşı çıktığı ezilme ilişkileridir’’s.382


Şey Bedrettin İsyanı

Bayezit karşısında Anadolu’nun renkli siyasal haritası tarihten silinmek üzeredir. Bizans kralı Manuel’den Türkmen beyliklerine kadar herkes, Osmanlı’nın İmparatorlaşmasına karşı bir durdurucu aramaktadır artık. İşte bu kurtarıcı, 1399’da Anadolu’ya doğru, geçtiği yerleri silip süpürerek yol almakta olan Timur olacaktır. Boyun eğmiş eğmemiş tüm diğer güçler, çaresiz bir şekilde kendilerine kan kusturan büyük despota karşı uzaklardaki daha büyük despottan çare umarlar ve hep birlikte Timur’u Bayezit’le savaşmaya ikna ederler. İki ordu 1402’de Ankara Çubuk Ovası’nda karşı karşıya gelirler. Bayezit’in ordusundaki Türkmenler Timur’un ordusuna geçerek oradaki Türkmenlerle birleşirler. Bayezit’in ordusundaki Sırplar ve yeniçeri savaşmaya devam ederler. Bayezit yenilerek esir düşer ve işkenceyle ya da zehir içerek ölür. Timur, Bayezit’in cenazesini Bursa’ya götürmesi için oğlu Musa’yı da serbest bırakır. Timur sayesinde Türkmen beyliklerinin yeniden kurulmasından sonra Timur Frankların elinde olan İzmir’i de fethettikten sonra geri çekilir..s 155

Bundan sonra Bayezit’in oğullarının(Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet) aralarında taht mücadelesi ettikleri 1413’e kadar sürecek olan Fetret Devri başlar.s.155

Daha önce Süleyman’ın elinde olan Balkanlar’ı ele geçiren Musa, Osmanlı tarihinde çok önemli bir tercih başlatmıştı. Musa, vezirden sonra gelen askeri kadı, kadıasker (kazasker) makamına, sonraki dönemde komünizan bir karaktere bürünecek halkçı bir kimliğe sahip olan ve ekseni Balkanlar’a kaymış bir Osmanlı’nın dinsel tercihlerinde Hıristiyan-İslam entegrasyonu veya eşitliğine yatkın, Hallac-ı Mansur geleneğine bağlı, panteist bir Hurifiyi, Şeyh Bedrettin’i atamıştı. Şey Bedrettin, görüşlerinde dinler arası ortak yanları içeren ve ortaklaşacılık temelinde halkın çıkarlarının savunuculuğunu yapan bir sufiydi. Rumeli’ne geçmiş olan siyasal ve toplumsal ağırlığın gereğine uygun olarak Bedrettin, diğer fikirlerinin yanı sıra, Osmanlı devlet sisteminin, Hıristiyanlığı tabi konumda tutan niteliğinin düzeltilmesini dayatıyordu. Onun fikirlerinde dinlerin eşitliği ve devlet sisteminde de ‘Hıristiyanlarla ilişkilerin düzenlenmesi ön plana geçti. Bayezit’in haraç ideolojisi de, Musa’nın gazilik fikri de (…) tamamıyla olumsuz şeylerdi. Bedrettin, geniş çaplı bir hoşgörü düşüncesiyle, Türkler ve yerli halk arasında bir kaynaşma sağlamak istiyordu. Dinlerin eşitlik ilkesini bu amaçla yayıyordu. Ancak burada sadece dinsel alandaki ayrımcılığın değil, siyasal alandaki ayrımcılığın da terk edilmesi söz konusuydu. Yenenler ve yenilenler yeni bir devlet sistemi içinde kaynaşmış bir toplum oluşturmalıydılar; (…Şeyh’in öngördüğü) böyle bir toplumda dinsel ve etnik sınırlar kalmayacaktı.’(Büyük Bir Devletin Doğuşu)s.156,157,159

"...Ve sular,parmaklarından dökülüp,tekrar göle dönerken,dedi kendi kendine, O ateş ki kalbimin içindedir,tutuşmuştur,günden güne artıyor.Dövülmüş demir olsa dayanmaz buna,eriyecek yüreğim ve huruç edeceğim,Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz ... ve kuvvetli bilimi,sırrı tevhidi gerçeklendirip...İktidar olup biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını iptal edeceğiz.." Şeyh Beddrettin-1416, Aydın
http://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/seyh_bedrettin_destani.htm


Bu fikirlerin Bedrettin’in fikirleri olduğu konusu tartışmalı olsa da bu fikirler Bedrettin’in halifesi Börklüce Mustafa tarafından net olarak ifade edilmiştir.s.160

‘’Musa’nın Balkanlar’da Süleyman’ı yenerek geliştirdiği egemenlik, hızla bir halk hareketine dönüşerek bölgenin tüm egemenlerinin ve bu arada Osmanlı’nın Rumeli beylerinin çıkarlarını tehdit etmeye başlayınca bu güçlerin hepsi, Osmanlı yüksek bürokrasisiyle birlikte çelebi Mehmet’i desteklemeye başlayacaklardı.’’s.156 Sırp ve Rum egemenlerinin desteğini alan Osmanlı merkezi bürokrasisi, bu güçlerle Musa’yı yendikten sonra onu boğdurarak hem tahtı ele geçirdi hem de Osmanlı’nın yüksek bürokrasisi dahil bölgenin tüm egemen güçlerini Musa ve Bedrettin’in neden olduğu bu halkçı kabustan kurtardı.s.156 Fetret Dönemi sona ermiş, Osmanlı tekrar ayağa kalkmıştı.s.156

‘’Mehmet döneminin en önemli gelişmesi, hiç kuşkusuz Musa’nın kadıaskeri Şeyh Bedrettin’in öncülüğünde, Anadolu’dan Balkanlar’a yayılan yoksul halkın ve diğer merkezkaç güçlerin ayaklanması ve bunun bastırılmasıydı. Bu, herhangi bir şehzade desteğinden, dolayısıyla taht beklentisinden bağımsız ayaklanma, Osmanlı topraklarındaki halkın ne denli katlanılmaz bir çaresizliğe sürüklendiğinin göstergesi olurken, aynı zamanda Fetret Dönemi’ni atlatan Osmanlı egemenlerinin ne denli büyük bir etkinlik ve gözükaralılığa ulaştığının göstergesi olarak da tarihte çok büyük bir önem taşır.’’s.157

‘’Bu yaygın ayaklanma, Ankara Savaşı’ndan (Timur-Bayezit Savaşı) beri düzeni iyice bozulmuş, sonraki taht kavgalarında zoraki birbirine kırdırılan ve büyük bir yoksulluk ve çaresizlik içinde sürüklenmiş olan, Müslümanı Hıristiyanı, Alevisi Sünnisi ve değişik etnisitelerden halkın, Şeyh Bedrettin’in şahsında bulduğu kurtarıcı etrafında Osmanlı despotizmine son verme umudunun ifadesiydi.’’s.157

‘’Çelebi Mehmet’in iktidar tümüyle ele geçirmesinin ardından, Bedrettin’in halifeleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in ayaklanmaları patlak verecektir. Börklüce Mustafa’nın 1415’te Aydıneli’nde (Aydın) başlattığı ayaklanma sırasında Bedrettin, ikamete mecbur edildiği İznik’ten kaçarak önce İsfendiyaroğulları topraklarına oradan da Balkanlar’a geçerek, Osmanlı iktidarı ve resmi görüşünün temel tehdit unsuru haline gelecekti. Bu sırada Bayezit Paşa ve Şehzade Murat komutasındaki güçler, bu ilk isyanı uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra bastıracak ve Börklüce’yi de Roma geleneği üzerinden çarmıha gererek öldüreceklerdi. Bunu takiben Şeyh’in diğer halifelerinden Torlak Kemal’in, onu takiben de Kazova’da Aygıloğlu’nun isyanı başlayacak, ancak bu isyanlar da, yürütülen tenkil politikaları sonucunda ezilecek, sağ kalanların ve tabii önderlerin başı kesilecekti.’’s.157,158

‘’Bunun üzerine Eflak’ta Sarı Saltuk tekkesini kendine merkez yapan Bedrettin, toprakları ellerinden alınmış sipahilerin, bir kısım Hıristiyanların ve kalenderi dervişlerinin de desteğini alarak 1416’da ayaklanacaktı. İdris-i Bitlisi; ‘Şeyh Bedrettin’in, din ve mezhep bağlarını ortadan kaldırmak, haramları helal saymak, şarabı ve müzik aletleri dinlemeyi mübah addetmek gibi, halktan bir kısım insanların tamah ve hırslarını, dünyevi zevklerini tahrik edecek vaatlerde bulunarak memleketi isyana katılanlar arasında paylaştıracağı propagandasını yaptığını ileri sürer’’’s.158

‘’İdris-i Bitlisi’nin bu ifadeleri, vakanüvis geleneği içindeki tarih yazımlarının ahlaksızlığını göstermek açısından belgesel nitelik taşıyor. Asgari bir gerçeklikle görüleceği gibi, hayatları tamah, hırs, istismar ve dünyevi zevklerle geçen ve memleketi kendine mülk edenler, halkın bu duruma karşı ‘yeter artık!’ diyen çığlığını ‘tahrik’ olarak kayda geçiriyorlar.’’s.158

‘’Çelebi Mehmet, ayaklanan halkla birlikte Rumeli’ne yönelen Bedrettin’in üzerine doğrudan kendisi gidecektir. Savaş meydanında sipahilerin kendisini terk etmesi üzerine Bedrettin, Edirne’de ağır bir şekilde yenilecektir. Bunun üzerine Deliorman’a sığınmayı başaran Bedrettin, güçlerini tekrar toplamaya çalışacak; ancak Akıncılar, Yörükler ve Hıristiyan reayadan oluşan güçleri, etkili bir karşı saldırı gerçekleştirmesine yetmeyecektir. Bedrettin, Mehmet’in yoğunlaşan takibatıyla yakalanacaktır.’’s.158,159

‘’Ancak isminin büyüklüğü karşısında Mehmet onu hemen öldürmeyi göze alamayıp, dönemin din egemenleri devreye sokacaktır. Bir mollalar mahkemesi, baştan belirlenmiş cezaya şer-i kılıf üretmek üzere yargılamayı başlatır. Ancak Bedrettin’in duruşuyla kararı şeriat açısından gerekçelendirmeyi başaramayan heyet, onun siyaseten, devlete isyan gerekçesiyle asılmasına karar verir. Bedrettin 18 Aralık 1416’da, ibret-i alem olsun diye Serez Çarşısı’nda halkın gözü önünde asılır.’’s.159

‘’Gerçek feodalizm ve üretici güçlerin gelişeceği ortam, imparatorluk karşısında küçümsenen küçük beylikler düzeninden çıkacaktır. Nitekim bu gerçek, sonraki süreçte Osmanlın ile Avrupa arasındaki gelişme farkında da somutlanacaktır.’’s.162

Başka bir ifadeyle, Bedrettin başarıya ulaşıp suçlanıldığı gibi memleketi isyana katılanlar arasında paylaştırmış olsaydı, büyük olasılıkla bu yeni düzenden Avrupa kapitalizminin ve gelişmesinin önünü açan Avrupa usulü feodalizm ortaya çıkacaktı.

‘’Bu yenilginin ardından Osmanlı devletindeki şeriatçı kurumlaşmanın yeni bir zaferle ve artan bir kararlılıkla yoluna devam ettiğini söyleyebiliriz.’’s.163

‘’(…)Osmanlı tarihi, Osmanlı’nın, düşmanlarına karşı kullandığı yöntemlerin aynısını kendi halkına karşı kullanarak onları köleleştirmesinin tarihi olarak şekillenecektir.’’s.166

‘’15. yüzyıl başında gerçekleşen Bedrettini direnişin ezilmesi, Osmanlı İmparatorlaşmasının önünü açan bir milat olacaktı. Bunun üzerinden kurumlaşmaya başlayacak olan yapı modern öncesi dönemin son imparatorluğuydu. Bütün imparatorluklar gibi bir fetih, talan, eşitsizlik, despotizm iradesini temsil etmekteydi. Bedrettin ise, tam tersine, bütün benzerleri gibi barışın, paylaşımın, birlikte üretip yönetme hayalinin tarihsel sesiydi.(…)’’s.165

‘’tarihin bütün dönemleri ve örneklerinde görüldüğü gibi imparatorlaşmak ve imparatorluk siyaseti, adaletsiz bir hiyerarşinin içte ve dışta kendini dayatmasıdır; boyun eğdiriyorsa sömürmesi, eğdiremiyorsa katletmesidir. Bu basit ve evrensel gerçekliği anlayabilmek için, tarihe ve bugünümüze ideolojik ön koşullamalardan kurtularak bakabilmek yeter.’’s.165

‘’Tabii imparatorluklar da sonsuz değildir ve onların ulaşabildiği zirveler, aynı zamanda çöküşün de başlamasının işaretidir. Bu dönemler, eğer çürütülmemişse halkların da tepki vermeye başladığı dönemlerdir. Bedrettin’den 100 yıl sonrasının Osmanlısı işte böylesi bir zirveyi yaşamaktadır. Osmanlı’nın Yavuz ve Kanuni namlı despotlarının dönemi, kanla, öldürme fetvalarıyla örülmüş devasa bir imparatorluğa işaret ederken, aynı zamanda zincirlerinden başka kaybedecek şeyi kalmayan halkın ‘artık yeter!’ demeye başladığı dönemdir.’’s.165,166

‘’Osmanlı’nın tarihi üç büyük direniş dalgasıyla karşılaşacaktır. Bunların birincisi Fatih dönemi de dahil kuruluştan imparatorlaşmaya geçen 14. ve 15. yüzyıllara damgasını vuran ve ilhak edilen Türk-Müslüman beyliklerin direnişleridir. İkinci dalga 16. ve 17. yüzyıl imparatorluk dönemine damgasını vuracak olan ve önce Kızılbaş sonra da Celali ağırlıklı halk ayaklanmalarıdır. Üçüncü dalga ise 19. yüzyıldaki Hıristiyan ve diğer bağlı halkların bağımsızlık mücadeleleridir.’’s.166

‘’Beyliklerin Osmanlı’ya karşı direnişlerinin son olarak Fatih döneminde iyice ezilmesi ve yine aynı dönemde ekonomik dengelerin bozulmasına bağlı yükselen pahalılık ve keyfiyetler halkı ayaklanma noktasına getirmiştir. İşte bu koşullarda Fatih’i izleyen dönemde başlayacak olan Türkmen halk hareketi de sınıfsal bir karaktere bürünecektir. Bu isyanlar resmi tarihlerce genellikle es geçilecek, gerçek nedenleri ve bunun yanı sıra alan ve nüfus yaygınlıkları ve sıklıkları gözlerden gizlenmeye çalışılacaktır. En bağnazları bu isyanları ‘sapkınlık’, ‘rafizilik’ diye açıklarken, daha usturuplu olanları ise bir Acem devleti olarak tanıtacakları ‘Safevi Devlet’nin Osmanlı’yı içten çökertme girişimlerinin sonucu,’ diye çarptıracak; böylece hem bizzat düzenin kendisinden kaynaklandıklarını gizlemeye hem de bastırılmalarını meşru kılmaya çalışacaklardır.’’s.167

Çünkü ‘’ Hep bir ağızdan yaratmaya çalıştıkları ‘600 yıllık istikrar, adalet ve huzur’ tablosunu alaşağı eden nirengi noktalarıdır bu isyanlar. Çünkü bunların yaygınlığı ve nedenleri ortaya konulduğunda, Osmanlı tablosu daha çok bir adaletsizlik ve kıyım tarihi haline gelmektedir. Kuşkusuz ki Osmanlı adaletsizlik ve kıyım tarihinden ibaret değildir; ancak bunların, Osmanlı tablosunun en temel renklerinden olduğu da açıktır. İşte bu nedenle isyanları ve nedenlerini araştırmak, onları derli toplu bir Osmanlı tablosunun olmazsa olmaz bütünlüğü içine yerleştirmek, Osmanlı gerçeğini kavramakta temel sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.’’s.167,168

‘’Kendi Türkmen ve heterodoks geleneğine yabancılaşarak beylikleri ezdikten sonra, Osmanlı egemenliğine karşı gelişen halk tepkisi, artık beylerin öncülüğünde değil, doğrudan kendi içlerinden çıkaracakları önderlerin etrafında toplanarak direnmek olacaktır. Bu geleneğin de ezilmesinin ardından iyice derinleşen çaresizlik, Celali ayaklanmalarında olduğu gibi kitlesel bir eşkıyalık biçiminde patlak verecektir.’’s.166


Baskı ve ayaklanmaların gerçek nedeni ekonomik ve siyasal.s.172

Sadece Fatih döneminde 16 krat olan Osmanlı akçesinin 1480’lerde 5.25 krata düştüğü, çift resminin 22 akçeden 32 akçeye çıkarılması gerçeği bile yaşanan enflasyon ve fakirleşmeyi göstermek açısından çarpıcıdır.

‘’Bürokrasinin artan harcamalarını karşılamak üzere vergi artırımı politikasının başlangıç dönemi de bu dönem olacak, bunu karşılamak üzere hem vergi artırımı hem de yeni vergi koyma politikasıyla halk, artan bir sömürü ve istikrarsızlığa sürüklenecektir.(…)Tüm bunların üzerine 1494-1503 yıllarında yaşanan büyük bir kıtlık ve veba, sarayı değil ama Anadolu’yu altüst edecektir. Ve bu atmosferden, farklı olması nedeniyle bir kat daha ezilen Alevilerin isyanı patlayacaktır.’’s.173


‘’Bu dönem Anadolu’sunda halk çoğunluğunun doğal inancı Alevilik, kültürel yapısı da Türkmendir.(…) Bu süreçte Anadolu’nun eski yerleşik halkının önemli bir kesimi de, kendi doğallığında bu Batıni-Türkmen kimliği benimseyecek, ortak kaderle aynı baskı ve direniş sarmalına katılacak, bu sürecin doğallığında Türkçe, Anadolu’nun hakim iletişim dili halne gelecektir. Doğallıkla diyorum, çünkü Osmanlı’nın, ulusal devlet örneklerindeki gibi topluma tek dil dayatma yönelimi olmayacağı gibi, tersine Türkmenleri temel düşmanı bellemiştir. Osmanlı’nın derdi Türkleştirmek değil, Ortodoks-Hıristiyan Kilise ve diğer kurumlar üzerinden vergi denetimi altında tuttuğu gayrı-Müslimler hariç, halkın bütününü Sünni-İslamlaştırmaktı. Geçmişte Bizans ve Ortodoks yapıya uzak kalmış halktan Rumların da bu yeni süreçteki tepkisi Türkmenlerle örtüşmüş, bu ise hem kaynaşmayı hem de Türkmenleşmeyi geliştirmiştir. Sürecin belirleyici etkeni ortak sınıfsal karakterdir. Esasen bu durum Bizans dönemindeki halk ile egemenler arasındaki saflaşmanın, Osmanlı egemenliğindeki yeni koşullarda devamıdır Dünkü Bizans sarayının yerini Osmanlı sarayı alırken, halk açısından da dünün Rumi ağırlıklı kültürel atmosferi Türkmen ağırlıklı bir yapıyla yer değiştirmiştir. 0smanlı Sarayı da onları kendine tebaalaştırmak için (tıpkı dün Bizans Sarayı’nın Ortodoks-Hıristiyanlığı yaygınlaştırmadaki amacında olduğu gibi) Ortodoks-İslamlığı topluma dayatmaktadır. Bu dayatmanın nedeni ise, hep yinelediğim gibi, sömürü ve denetimi güvence altına almak, halkı kullaştırmak ve tebaalaştırmak, yönetimin her türden savaş, vergi, göç ettirme gibi keyfiliklerine kayıtsız şartsız boyun eğmesini sağlamak, onların ruhlarını teslim almaktır. Ancak 16. yüzyıl başında henüz hem Anadolu’nun fethi tamamlanmamıştır hem de halkın ruhunun teslim alınması. Bu nedenle bu dönemde Osmanlı Sarayı, hem Anadolu ve diğer İslam coğrafyasının fethine hem de halkın mutlak tebaalaştırılmasına yönelecektir; ki bu misyonun padişahı, Yavuz lakaplı 1. Selim olacaktır.’’s.173,174,175

‘’Diğer yandan bu dönem içinde Osmanlı’nın doğusunda (İran) ortaya çıkan Safevi devletinin hızla büyümesi ve Anadolu Türkmenleri nezdinde olağanüstü bir etkinlik sağlaması da, osmanlı’nın doğu seferini zorunlu kılıyordu. Gerçekten de bu dönem Anadolu’sunun bütününde halk, Osmanlı’nın ağır vergileri (vergi çeşitleri s.177)ve Sünnileştirme politikalarına karşı direnişe yönelmekte ve kurtuluşu Safevi devletinin genç önderi Şah İsmail’de görmektedir.’’s.175

‘’(…)Osmanlı artık halkın anlamadığı bir melez dil olan Osmanlıca konuşur ve devşirme bir bürokrasiyle yönetilirken, Safeviler duru bir Türkçe konuşmakta, Türkmen geleneklerini sürdürmektedirler. Anadolu Türkmen halkıyla Şah İsmail ve onun Türkmen devleti arasında doğrudan bir dil ve kültür birliği vardır.’’s.177

‘’Bu niteliğiyle halk, kendini ezen Sünni-devşirme Osmanlı’ya muhalif olup henüz, Şiileşmekten Acemleşmekten çok uzak olan Safevi Türkmen devletleşmesine yakındır. Safevi devleti ise, dinsel ve siyasal-örgütsel yapı olarak Osmanlı’nın ilk dönem yapısıyla büyük benzerlik gösterirken devlet olarak henüz kurumlaşmasını tamamlamamıştır. Bunla birlikte alabildiğine dinamik, dolayısıyla Osmanlı’ya başlıca rakip ve Müslüman Doğu’ya bütünüyle egemen olmanın yanı sıra (Yeni yolların keşfedilmesiyle, Osmanlı’nın geç aklıyla henüz farkında olmadığı ve artık önemini yitirmeye başlayan) İpek Yolu’nu bütünüyle denetim altına almanın da önündeki fiili engeldir.’’s.175

‘’(…)Kaldı ki Yavuz, Safevi üzerine yürüken henüz kılıç zoruyla da olsa henüz halife olabilmiş değildi.’’s.176

1511’de başlayan Şahkulu ayaklanması, Bedrettin’den sonra ilk örgütlü halk hareketi olacaktır.s.185
Şahkulu ayaklanmasını, Osmanlı devleti adına araştıran görevlinin Divan’a verdiği raporda belirtildiği gibi, halk giderek ağırlaşan bir şekilde haksızlıklara uğramaktadır. Bunu bastırmakla görevli sipahiler ise ayaklanmayı neredeyse desteklemektedirler. Çünkü tımarları ve gelir kaynakları kesilmekte, ellerinden alınmakta, satılmaktadır. Alınıp satılan tımarlar altında asıl haraca bağlanan ise köylüdür. S.183Ayaklanmada Kızılbaş(Alevi) tonu belirgindir, ancak asıl faktör halkın ayaklanma dışındaki umutlarını yitirmesindeki çaresizliğinin yanı sıra tımarları ellerinden alınıp ‘Saray hademelerine verilen Türkmen sipahilerin tepkisidir.s.185 Ayaklanmanın temel nedeninin inanç ayrılığı olmadığı bizzat sipahilerin katılımından ve devlet raporunun teslim ettiği yolsuzluklardan bellidir.s.183

‘’Antalya yöresi Türkmenleri üzerinden başlayıp kısa zamanda yayılan Şahkulu ayaklanması padişah’ın ordu göndermesi üzerine bastırılarak Şahkulu öldürülür. İşte kadın erkek birlikte girdikleri bu savaşta önderlerini kaybetmeleri üzerine geriye kalanlar Safevi’ye doğru çekilirler. Bu arada 1512’de Sivas merkezli yeni bir ayaklanma, Nur halife ayaklanması başlar ancak gönderilen orduyla bu ayaklanma da bastırılarak Nur Ali Halife de öldürülür.s.186

‘’Bu arada Yavuz Selim, bir darbeyle babası 2. Bayezit’i tahttan indirp yerine geçer ve Kızılbaşları ‘kafir ve mülhid’ ilan edip kitlesel olarak katledilmelerini ‘vacip’ gören fetvayı aldıktan sonra saldırıya geçer. İlk hedef Kızılbaşlardır, ardından da Safevi’ye karşı topyekün saldırıya geçecektir.’’s.186

‘’Ancak Anadolu’da yürütülen tenkil ve ardından Şah İsmail’in yenilmesi(1516) genel hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmadığından ayaklanmalar devam eder. Şah İsmail devre dışı bırakıldığı halde halkın ayaklanmaya devam etmesinin önü alınamamıştır; çünkü sebep dışta değil içtedir, bizzat Osmanlı düzeninin kendisidir. Nitekim Yavuz Mısır seferine çıkarken Yozgat Türkmenlerinden Şeyh Celal ayaklanır. 1519’da ayaklanma dağıtılarak Şeyh Celal yakalanıp parçalanır.’’s.187

‘’Baba Zünnun ayaklanması ise, köylülere yapılan zulümle patlamıştır.’’s.185

‘’Bu arada Kanuni Süleyman gelir. Halkın iliğinden akçe çıkarmaya yönelik yeni uygulamalarla durum daha da ağırlaşır. Yozgat köylülerinden Söğlün Koca, kendisine biçilen verginin yarıya indirilmesini istediğinde, zorla sakalı kesilip aşağılanınca çevre halkı Baba Zünnun önderliğinde ayaklanır.Yıl 1525.’’s.187 Ayaklanma, gönderilen orduyla ezilir, ayaklanmacılar kılıçtan geçirilir, Baba Zünnun öldürülür.s.188

1526’da o güne kadarki ayaklanmaların en büyüğü ve ‘en tehlikelisi’ olan kalender Çelebi ayaklanması başlar. Bu ayaklanma kısa zamanda yayılır ve hemen hemen Türkmenlerin tümünü yanına alır. Ayrıca daha önceki Şeyh Celal ayaklanmasını bastıran ve Yavuz Selim tarafından Dulkadir Türkmen Beyi yapılmış olan Şehsuvar Ali Bey’in Kanuni tarafından öldürtülmüş olması bir yana tımarlarına el konulmuş sipahiler de ayaklanmanın çapını artırıyordu.s.188

Ayaklanmayı bastıracak olan orduya katılan beyleri ve güçleri de yenince Osmanlı ordusunun bütün ağırlığı Kalender Çelebi’nin eline geçer.s.189 Bunun üzerine İbrahim Paşa, çözümü ayaklanma güçlerini bölmekte bulur: Dukadirli neylerine, dirliklerini kendilerine iade ve yolsuzlukları engeleyeceğine dair gizlice söz yollayarak onları Kalender’den ayırmayı başarır. Güçleri iyice azalan Kalender’i Başsaz denilen yerde sıkıştırarak ezer, Kalender ve Ona sadık Dulkadir beylerinden Veli Dündar’ın başlarını kesip atların arkasına bağlayarak Kanuni’ye sunar. Yıl 1527.’’s.189

Son Büyük Alevi ayaklanması 1578’deki Şah İsmail ayaklanmasıdır. ‘Düzmece’ diye tabir edilen bu Anadolulu şah İsmail 1576 iran seferiyle de örtüşür. Ancak ayaklanmalar artan vergilerin dayanılmaz boyutlara ulaşmasının sonucudur.s.192 Bu dönem Osmanlısında, Alevi Sünni, reaya, suhte, ehl-i örf ehl-i şer ayrımı olmadan her kesimi ve her bölgesiyle büyük Celali ayaklanmalarına doğru hızla savrulduğu, çok ağır bir bunalım, sömürü ve zulüm yaşanmaktadır.s.193


Pir Sultan Abdal

Bu ayaklanmalar sürecinde, sadece eylemiyle değil, sözü ve sazıyla da çok önemli bir rol yüklenmiş olan halk direnişinin en önemli simgelerinden biri de Pir Sultan Abdal’dır.

Onda yaygın kullanım bulan ‘şah’ miti etrafında, o dönem Türkmenlerinin tercihlerini buluruz. O, devşirme Osmanlı’ya karşı Türkmen Safevi’den, şeriatçı baskıya karşı kendi Kızılbaş inancından ve tabii dayanılmaz baskı ve eşitsizliğe karşı adil bir düzen için mücadele misyonunun bayraktarıdır. Böyle bir tepki ve özlem, Pir Sultan’ın söyleminin temel özelliği olup, günümüz resmi tarihçiliğinin egemen otorite ve eşitsizlikçi düzenden yana çarpıtmalarına karşı bu gerçeklerin özellikle anımsatılması gerekiyor.


Pir Sultan Abdal geleneği, bize, değiştirilmesi istenen düzenin yerini alacak, özlenen, uğrunda savaş verilen toplum düzeninden çizgiler verir. Bunların en belirlisi, elinde hak ve adalet kılıcı taşıyan, yaşadığı yere bolluklar ve şenlikler getirecek olan bir güçlü varlık düşüdür. Bu yüce varlık, ara sıra kimsenin hakkını kimsede koymayan Tanrı’dır; pek seyrek olarak Muhammed’dir. Asıl ve çokluk, Ali ve onun soyundan gelen imamlardır. Hüseyin’dir, Şah’tır, Güzel imamdır, Ali neslidir ve nihayet Mehdi’dir.

Pir Sultan’ın deyişlerinde yansıyan ‘Şah’, sırasıyla Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail, daha sonra Bektaşi Tekkesi Postnişini Şah Kalender şeklinde çeşitlilik gösterir.
Şah dosttur ve gelip kendilerini ‘Rum sultanından’, daha da ötesi ‘kafir’ ve münkir addedilen Osmanlı’dan kurtaracaktır.


‘’Bu kavganın temelinde yeni bir toplum düzeni arama vardır. Ancak Pir Sultan Abdal, içinde yaşadığı düzenin sosyal ve ekonomik temelinden çok, güçlüleri ile kavgalıdır. Onun baş düşmanları, Osmanlın düzeninin (sözde) adalet dağıtıcıları, kadıları, ve müftüleri; siyasi gücü elinde tutanları, Beylerbeyileri, paşaları, valileri; sonra da onların ardındaki en büyük din ve siyaset gücü olan sultandır. Aşık şiirlerinde irili ufaklı Osmanlı memurlarını kınama, taşlama bir gelenektir. Ama padişa-sultan her zaman kötülüklerin üstünde görülmüş, ona dil uzatılmamıştır. Pir Sultan, tam tersine, en ağır yergilerini sultanın kendisine yöneltir. O ve Sivas’taki el ulağı Hızır Paşa, bütün kötülüklerin baş sorumlusudur.’’(İlhan Başgöz, Pir Sultan Abdal ve Pir Sultan Abdal Geleneği,s.48)s.197


Uğrunda kavga verilen bu düzende padişah masumları boğdurmayacak, halkın feryadına sağır olmayacak, paşalar hak söyleyen dili kesmeyecek, yetimin yoksulun hakkı yenmeyecek zulüm olmayacak, Tanrı adaleti yürüyecektir


Pir Sultan Abdal’ın kişiliğinde, Anadolu Türkmenlerinin Osmanlı karşıtı ayaklanmasının edebi destanının yanı sıra, aydın sorumluluğu anlamında da kararlı bir duruş görürüz.s.194

İşlediği konuların zenginliği, söyleminin gücü, dili ve deyimleriyle günceli ve bireysel olanı dile getirirken tarihsel ve toplumsal olanı yakalayıp ezilenlerin özlemlerini dile getirmesi, emeği kutsayıp ‘cennet’i dünyada araması’, deyişlerinin etkisini ve yaygınlık alanını artıran, onu özgün kılan öğelerdir.

‘’Dünyanın üstünde kurulu direk
Emek zay olmadan sızlar mı yürek
Bu yolu kim kurmuş bizler de bilek
Söyle canım söyle dinlesin canlar
Pir Sultan Abdal’ım farz ile sünnet
Yola gelmeyene edilmez minnet
Cümlenin muradı dünyada cennet
Söyle canım söyle dinlesin canlar’’


Mücadelenin dinamikleri ezilmiştir, acılıdır, ama yaralarını yine de azimle sarar, zamana, idama, yokluğa yenilmez:

‘’Ötme bülbül ötme şen değil bağım
Dost senin derdinden ben yana yana
Tükendi fitilim eridi yağım
Dost senin elinden ben yana yana
Haberim duyarsın peyikler ile
Yaramı sararsın şehitler ile
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin elinden ben yana yana
Pir Sultan Abdal’ım doldum eksildim
Yemeden içmeden kesildim
Hakkı pek sevdiğim için asıldım
Dost senin elinden ben yana yana

Yargılanıp idamla yargılanınca onurlu sesini şöyle yükseltecektir:

‘’Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Ancak onu astıracak olan Hızır Paşa, Osmanlı hizmetine girmezden çok önce Pir’in müridi olduğundan onu astırmakta ikirciklidir. İçinde ‘şah’ adı geçmeyen üç şiir okuması, yani ideolojik teslimiyet bildirmesi halinde onu affedeceğini söyler. Bunun üzerine Pir Sultan Abdal, tam tersine, paşanın huzurunda içinde ‘şah’ adı geçen üç şiir okur.

1-‘’Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip çatmadan
Açılın kapılar Şah’a gidelim’’

2-‘’Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Dosttan ayrılmışım bağrım delinir
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun bizi kavim kardaşa
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz’’

3-‘’Eğer Göğeriben bostan olursam
Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan şaha giderim
Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşe seliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan şaha giderim
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan şaha giderim
Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan şaha giderim’’

Diyerek zulme boyun eğmemenin bayrağı olur.

Pir Sultan asılır. Paşadan tek istediği sehpaya elleri çözülü çıkmaktır. Ardında bıraktığı yakınlarından da kendine yaraşır davranmalarını ister.s.201


‘’Bu anlamda Şahkulu ve onu takip eden ayaklanmalar, Baba İshak ve Bedrettin ayaklanmalarının devamı olacaktır.’’s.185

‘’Bu anlamda Şahkulu ve onu takip eden ayaklanmalar, Baba İshak ve Bedrettin ayaklanmalarının devamı olacaktır.’’s.185

Yenilgi sonrası canlarını kurtaran Türkmenler Safevi devleti Anadolu halkıyla aynı inanç ve aynı dili kullanan bir Türk devleti olduğundan doğal olarak Safevi’ye sığınırlar.s.184

‘’Bu arada Safevi’ye sığınan Anadolu Türkmenlerinin Safevi iktidarını da rahatsız ettiği, nitekim başta Şahkulu olmak üzere, kendilerine sığınan Anadolu’nun halk önderlerininin katledildiği bilinmektedir.’’s.184

‘’Dolayısıyla bu sığınmadan hareketle, ayaklanmaların Safevilerce örgütlendiğini iddia etmek, kendi halkının sorunlarını çözmek yerine onu sömürmeyi ve baskı altında tutmayı amaçlayan despot devlet mantığının, çözmek istemediği toplumsal sorunları ‘dış güçler’e bağlayarak saptırıcı karakterinin doğal yansıması olarak görülmelidir.’’s.184

‘’Bu ayaklanmalar ‘Osmanlı yönetiminin baskı ve zulmü ile birleşen yoksulluktan çıkmış, ancak muhalif bir dinsel kimliğe bürünmüştür.(resmi tarih tarafından da ekonomik neden gizlenerek bu dinsel neden öne çıkarılarak gerçekler çarpıtılmaktadır) Marks’ın da belirttiği gibi burada din, ‘ıstıraba karşı protesto’ aracı olarak ciddi bir işlev görecekti. Ama yalnız halk için değil, aynı şekilde egemenler açısından da halkı kontrol altında tutmanın, tutamıyorsa ezmenin kutsal gerekçesi olacaktı. Bir farkla ki, her iki tarafın da kendini ifade aracı olan dinsel kimlikler farklı farklıydı. Halk bu kimliği Osman’ın, Ede Bali’nin ve kurucu gazilerin dahil olduğu heterodoks dinde, hatta onun sınıfsal tepkiler temelinde biraz daha halklaşmış bir yorumunda, yani Kızılbaşlıkta bulurken, padişahlık, çoğu Acem’den Arap’tan gelen Sünni ulemanın kurumlaştırdığı Ortodoks anlayışta buluyordu. Biri tanrı’nın adalet imgesine vurgu yapıyordu, diğeri otoriteye.’’s.168,169

Anadolu Türkmenlerini asıl rahatsız eden ve ayaklanmalarına neden olan durum Osmanlı’nın ekonomik, siyasal ve dinsel baskılarıdır. Durum buyken Anadolu halkının Osmanlı despotizminin gelişen baskısına karşı meşru ayaklanmalarını ‘’yabancı’’ bir devletin manipülatif ajan harekeleri olarak görmenin, yapılan kıyımları, örneğin Yavuz döneminde Şah İsmail’e sığınan, onun egemenliğini isteyen 40 bin alevi Türmen’e karşı, verilen bir fetvayla cihat ilan edilerek idam ve hapis edilmelerini mazur göstermeye ve aklamaya çalışmanın en küçük bir temeli yoktur. S.178

Diğer meşru dinlere karşı, haraç(cizye) karşılığında da olsa hoşgörülü davranan devlet ve uleması bu hoşgörüyü Alevilerden esirgemektedir. Çünkü Alevilik düzeltilmesi veya cihat edilmesi ve imha edilmesi gereken, öldürülmeleri caiz, malları helal, nikahlamanın batıl olduğu, ‘’sapkın’’ bir inanç olarak meşruiyetten yoksundur. S.180,181 Dolayısıyla Osmanlı’nın çok dinliliği, hoşgörüsü ve laikliği Aleviliği kapsamamaktadır.

‘’Ayaklanmalar özellikle Bayezit döneminde belirginleşiyor ve Yavuz, Kanuni dönemlerinde artan halk katılımı ve sıklaşan aralıklarla iyice yaygınlaşıyor. Osmanlı’nın ‘en parlak dönemi’ diye anılan bu dönemde Anadolu halkı ardı arkası gelmez bir şekilde ayaklanmakta ve tabii ardı arkası gelmez bir şekilde kırılmaktadır.’’s.168
Bu noktada onu yeniden nesnel bir gözle sorguladığımızda ‘Kimin için ‘parlak dönem?’ sorusunun yanıtı, aynı zamanda ‘Kimin Osmanlı tarihi?’ sorusunun yanıtını vermektedir. Çünkü söz konusu bu ‘parlak’lığın halkın sefalet, keyfi yönetim ve zulme karşı zincirlerini kırarak başlattığı ayaklanmaları ve bir de iç yüzü vardı.s.168

‘’ ‘’İşte bu koşullarda Anadolu halkı, karşı karşıya kaldığı bu sefalet, denetim altına alınma ve ayrımcılık dayatmalarına karşı son çareye başvurarak peşpeşe ayaklanmalara başlar. Adeta çoban ateşi gibi biri bastırılırken diğeri patlamaktadır. 1510-1530 arasında Şahkulu, Nur Halife, Şeyh Celal, Kalender Çelebi ve Baba Zünnun ayaklanmaları, irili ufaklı direnişlerden ayrımla Osmanlı’nın başına bela olacak ve ancak merkezi orduların yinelenen saldırılarıyla bastırılabilecek büyük ayaklanmalar şeklinde birbirini takip eder.’’s.182

Nilüfer Tekin
Kaynak: Osmanlı Gerçeği-Erdoğan Aydın

Sünnilik, Şiilik, Kerbela Olayı, Alevilik, Kızılbaşlık, Bektaşilik, Heterodoksluk, Ezoterizm, Batınilik, Günümüz Alevileri Ne İstiyor

Sünnilik ve Şiilik

Sünnilik ve Şiilik Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifelik kavgalarıyla başlamıştır.
Sünnilik ve Şiilik İslamiyet’in iki ana kolu ya da mezhebidir. Her ikisi içinde de çeşitli tarikatlar bulunmaktadır.

Şiilik

Şia ya da Şii Muhammed’den sonra halife seçimleri sırasında halifenin Muhammed’in soyundan olanlardan (Ehl-i Beyt) olması gerektiğini ve halifeliğin Muhammed’in hem damadı hem de amcasının oğlu olan Hz. Ali’nin hakkı olduğunu savunan Ali yandaşları ve takipçilerine verilen addır.
Sünniler ise halifeliğin Hz. Ebubekir’in hakkı olduğunu savunanlardır.

Miras sorunu

Şii'lere göre Hz.Muhammed'in (sav) dul eşlerinin yanı sıra Hz.Ali ve Fatıma'nın da, Hz.Ebu Bekir'in hilafetinden hoşnutsuz olmalarının bir başka nedeni daha vardı . Hz.Muhammed (sav) vefat ettiğinde geride önemli miktarda arazi ve mal varlığı bıraktı. Bunların en meşhuru tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi'dir. Hz.Ebu Bekir'e göre bu mal ve araziler peygamber tarafından halkın yararına idare ediliyordu ve dolayısıyla devlete aitti. Hz.Ali ise "Muhammed'e gelen veraset ile ilgili vahiylerin peygamber'in mirasını da kapsadığını" iddia ederek bu duruma karşı çıkıyordu. Zira Kur'an'da vefat eden bir kişinin mirasının nasıl pay edileceği izah edilmektedir. Şiilere göre Hz.Ebu Bekir, Hz.Muhammed'in (sav) dul eşlerine devletten maaş bağlamış ancak Hz.Muhammed'in (sav) kanından olan Hz.Ali, Fatıma ve İbn Abbas'a o kadarını bile vermemişti.
Eşi Fatıma'nın ölümünden sonra Hz.Ali, Fatıma'nın peygamber'in mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir'den halifeliği devralan Ömer, Medine'deki arazileri Hz.Muhammed'in (sav) kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbas'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı (Madelung, 1997 s. 62). Şii kaynaklarına göre bu durum Hz.Muhammed'in (sav) soyundan olanlara (Ehl-i Beyt), baskıcı halifeler tarafından yapılan haksızlıkların bir başka örneğidir.

Kerbela Olayı

Kerbela Savaşı veya Kerbela Olayı, 10 Ekim 680 (10 Muharrem 61) tarihinde bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, İslam Peygamberi Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi Halifesi I. Yezid'e bağlı ordu arasında cereyan etmiştir.
Bu savaş Şii ve Alevi inanışının belkemiğini oluşturan en önemli olaylardan biridir. Peygamberin kızı Fatıma 'nın peygamberin kuzeni Ali'den olma oğlu olan Hüseyin'in ölümü, Şiilerce her sene Aşure Günü'nde yad edilir.
Şii ve Alevi Müslümanlığında bu olayın çok önemli yeri vardır. Onlara göre Ali'nin oğulları yenilmez savaşçılardır, çok yüce şahsiyetlerdir ve halifelik makamının su götürmez sahibidirler. Sünni müslümanlığında da en yüce Sahabelerden ve dört büyük halifeden birinin oğulları oldukları için çok yüce şahsiyetlerdir ve dini liderler olarak kabul edilirler. Sünnilere göre de seçilmemiş ve zorla başa gelmiş bir halife tarafından katledilmişlerdir.

Osman asiler tarafından öldürülünce Ali başa geçti. Osman'ı halife kabul edenler onun katilini bulana kadar Ali'yi halife olarak kabul etmeyeceklerini söylediler ve Müslüman toplumu ilk kez iç savaşa sürüklendi. İslam Devleti Ali ve Muaviye önderliğinde ikiye bölündü.

(Sünni inancına göre Dört Büyük Halife'den dördüncüsü ve Cennetle Müjdelenen On Sahabe'den biridir. Şii inanışına göre ise ilk halife ve Oniki İmam'ın ilkidir. Hariciler tarafından düzenlenen bir suikastte ağır yaralanmış, birkaç gün içinde de vefat etmiştir.. http://www.genckolik.net/her-telden/47749-h-z-ali-kimdir.html)
Ali, 661 yılında Haricilerden Abdurrahman bin Mulcem tarafından gerçekleştirilen bir suikastte hayatını kaybetti ve iktidar 20 yıllığına düşmanı I. Muaviye'nin eline geçti.
(Hariciler, Hz. Ali döneminde meydana gelen Sıffin savaşından sonra ortaya çıkarlar. Hz. Ali ve Hz. Muaviye taraftarları arasında meydana gelen bu savaşta,(halifeliği ele geçirme savaşı) Hz. Muaviye taraftarları yenileceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kuran sayfaları takarlar, "aramızda Kuran hakem olsun" derler. Bunun üzerine çatışmalar durur, görüşmeler başlar. İşte bu "hakem olayından" sonra bir kısım insanlar "sen insanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm ancak Allah’ındır" diyerek Hz. Alinin saflarından ayrılırlar. Bunlara "hariciler" denir. http://www.muhakeme.net/hariciler-kimdir-nasil-ortaya-cikmistir-ve-temel-ozellikleri-nelerdir-t2833.html)
Muaviye, oğlu Yezid'in kendinden sonraki halife olarak kabul edilmesini daha hayatteyken garantiye almaya çalıştı. Taraftarlarına Yezid'e bağlılık yemini ettirdi.

Muaviye'nin oğlu Yezid, Hüseyin'in iktidarda hak iddia etmesinden korkuyordu. Bu nedenle bir elçi göndererek kendisine itaat etmesini istedi. Hüseyin bu teklifi reddetmesinin bir görev olduğuna inanıyordu. Medine'den Mekke'ye doğru hac için yola çıktı.
Öldürüleceğini biliyordu ancak ölümünün Yezid'in kötülüğünü dünyaya ispat edeceğini düşünüyordu. Küfe yakınlarındaki Kerbela'da kamp kurdu.

Hüseyin'in ölümü

Hüseyin oğlunu gömdükten sonra tekrar düşmanın karşısına çıktı ve onları teslim olmaya davet etti. Birebir savaşta çok fazla kayıp veren Ömer bin Sa'd'ın ordusu Şimr bin Zi'l Cevşen'in emriyle toplu hücuma geçti ve her taraftan ok ve mızraklar Hüseyin'in üzerine yağmaya başladı. Sinan bin Enes en-Nehai [3] veya Şimr bin Zi'l Cevşen kafasını kılıçla keserek Hüseyin'i öldürdü.[2] Kafası mızrağa takıldı ve herkese gösterildi. Üzerindeki değerli eşyalar alındı ve yarı çıplak bırakıldı.

Ali bin Ebu Talib ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı sonrasında İslam Devleti ikiye bölünmüştür. Ali yönetiminde başkenti Kufe olan ve Muaviye yönetiminde başkenti Şam olan iki devlet kurulmuştur. Ali'nin bir Harici tarafından öldürülmesi, sonrasında da Hüseyin bin Ali ve Yezid arasında gerçekleşen Kerbela Savaşı ile bu ayrım derinleşmiş ve İslam'da mezhep ayrılığının temel nedenlerinden biri olmuştur.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kerbela_Sava%C5%9F%C4%B1


Şii mezhep ve tarikatlari
 Caferilik (Onikicidir): 12 İmam'a Muhammed'in hak vasi ve halifeleri ve Allah'ın masum evliya ve huccetleri olarak inanan Şia'nın esas ve yaygın olan ana koludur yani özüdür.
 Keysanilik: Ali'nin oğullarından Muhammed bin Hanifiyye'yi kabul eden kol.
 Zeydilik (Beşcidir): 5. İmam olarak Zeyd bin Ali'yi kabul eden kol.
 İsmaililik (Yedicidir): 7. İmam olarak İsmail'i kabul eden kol.
 Karmatilik (Yedicidir): Fatımiler halifelerinin İmamlığını kabul etmeyen kol.
 Dürzilik (Kısmen Yedicidir): Fatımiler 5. halifesi Hâkim'i Allah olarak kabul eden kol[kaynak belirtilmeli].
 Nizarilik (Yedicidir): Fatımiler 8. halifesi Mustansir'in oğullarından Nizar'ı kabul eden kol.
 Mustalilik (Yedicidir): Fatımiler 8. halifesi Mustansir'in oğullarından Mustali'yi kabul eden kol.
Nusayrilik (Onikicidir): Ali'ye uluhiyet isnad eden gulat fırkası

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eiilik


Sünnilik

Ehli Sünnet, İslam akımları içindeki en geniş dini grubu oluşturur, sayıları islamın 90%'ını oluşturur. İslam'ı daha farklı yorumlayan Şiilik ve Haricilik birkaç yönden Sünnilik ile ayrışır. Ehli Sünnet'in kendi içerisinde 4 farklı fıkhî mezhep bulunmaktadır.
Sünni mezhepler (fıkıh okulları) dört tanedir:
 Hanefi mezhebi
 Şâfiî mezhebi
 Maliki mezhebi
 Hanbeli mezhebi
Sünni İslam anlayışında peygamberden aktarıldığı güvenilir (sahih) kabul edilen hadis kitapları şunlardır:
 Buhârî
 İmam Müslim
 Nasa'i
 Ebû Davûd
 Sünen-i Tirmizi
 Ibn Mâce
Sünniliğin Hadis Anlayışı

Kur'an'ın İslam dinindeki yeri tüm müslüman gruplarca benimsenmekle birlikte hadis konusunda farklı İslami grupların farklı anlayışlarla sahip oldukları bilinmektedir. Hadisler İslamiyetin ilk dönemlerindeki peygamber ve yakınlarının ibadete, muamelat denilen dindeki çeşitli konulara ilişkin görüş ve davranışları yansıtan kayıtlardır. Müslüman bilginler peygamberin vefatından sonra İslam toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlara Kur'an'dan ve sünnetten sonra üçüncü kaynak kabul edilen Hadislerden delillerle çözüm getirmeye çalışmışlardır. Sünnilik, Şiiliğin aksine Muhammed döneminde yaşamış peygamberin yakınındaki tüm arkadaşlarına (Sahabi denir) dinin güvenilir kaynağı olarak yaklaşmakta olduğundan çeşitli Hadis bilginlerinin hadis kritiklerine uygun buldukları tüm hadisleri hangi sahabe kanalıyla gelirse gelsin kabul etmektedir. Yine Sünnilik ilk üç halife (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) ve Ali'yi Muhammed'den sonra gelen güvenilir ve tazime layık dini kişilikler olarak kabul ederler. Oysa Şiilik ilk üç halifeyi Ali'nin elinden halifeliği çeşitli yollarla gasp etmiş kişiler olarak bakıp tazim göstermezler. Şiiliğin bir kısım sahabeyi güvenilmez kabul edip sadece on iki imamdan gelen hadisleri doğru, güvenilir (sahih) kabul etmesine karşılık Sünniliğin güvenilirliği tüm Sahabeye genelleştirmesi her iki grubun hadis külliyatlarında bir kısım farklılıklar bulunmasına yol açmıştır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCnni

Şiilik ile Sünnilik arasındaki anlayış ve uygulama farkları
 Şiiler, Hz.Muhammed (sav)'den sonra hilafet'in Hz.Ali ve soyuna ait olduğunu savunur ve sünnilerin meşru ve dince makbul kabul ettikleri ilk üç halife (Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın) hilafeti Hz.Ali'den gasp ettiklerine inanırlar. Yezid'in babası Muaviye konusunda ise bir ayrılık vardır. Şiiler Yezid hakkındaki görüşlerin benzerini Hz.Ali'nin hilafetine karşı çıktığı için Muaviye için de sürdürürler ancak Sünniler Muaviye'nin bir "ictihad" yaptığını ve ictihadında yanılsa bile Kur'an'ın vahiy katibi ve peygamberin eshabından olduğu gerekçesiyle hakkında kötü ifadede bulunmaktan kaçınırlar. Şiiler ise peygamberin sahabesinden olmasının daha sonra yaptığı çirkinlikleri örtemeyeceğini anlatmaktadırlar.
 Sünnilere göre iktidar siyasi bir meseledir. Peygamberi bile ilgilendirse dahi bir soy meselesi olarak değil, ümmetin kendi içinde istişare ile çözeceği bir konu olarak görülür ve genellikle "devlet başkanına itaat" kültürü hakimdir, Peygamber ve akabinden gelen raşid halifeler hem devlet başkanı idiler hem de imam. Onlardan sonra bu görevlerin ayrıldığından söz edilebilir. Şiilerde ise iktidar inanç meselesidir ve meşru siyasi lider aynı zamanda ruhani liderliği de elinde bulunduran Hz.Ali ve soyundan gelen imamlara aittir. Caferi şiasında kıyamete kadar gizli kalan Mehdi dahil 12 imamın günahsız olduğuna, "Peygamberlik vahyi alma" hariç, "günahsızlık" ve benzeri konularda peygambere benzediğine inanılır.
 Küçük yaşta gaip (saklı) olan 12. imamın ölmediğine ve halen hayatta olup kurtarıcı (mehdi) olarak tekrar geri döneceğine inanırlar. Sünniler ise Mehdi'nin henüz dünyaya gelmeyen, Hz.Muhammed'in (sav) soyundan birisi olacağına inanırlar [kaynak belirtilmeli].
 Tehlike anında inancı saklamanın (takiyye) caiz olduğuna inanırlar.
 Muta nikahının (belirli bir süreyle sınırlandırılmış evlilik) sünnilerin kabullenmemesinin aksine dinen uygun (caiz) olduğuna inanırlar. Şiilere göre bunun peygamber zamanında yapılması uygun görülmüş, Kur'an-ı Kerim'de de onaylanmıştır. Anadolu da Türk şiilerinde de bu nikah vardır. Ancak Zaza ve Kürt şiilerinde bu uygulama olmamasına rağmen kabul edilir.
Şiilik, Emeviler döneminde Ehl-i Beyt (Muhammed’in soyundan olanlar) ve Şiilik düşmanlığı nedeniyle kendilerini gizleme dönemine girmişler ve Batınilik’ten etkilenerek başlangıçta yalnızca siyasi olan farklılığı inanç farklılığına dönüştürmüşlerdir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eiilik

Kızılbaşlık

Alevilik, Şiiliğin Türkiye'deki bağlılarına verilen addır. Kızılbaşlık ise siyasal Alevilere verilen addır. Başlangıçlarda kırmızı tac giyip, kırmızı sarık sardıklarından dolayı kendilerine Kızılbaş adı verilmiştir.
Kızılbaş, Osmanlı elitistleri tarafından Şiilerle Alevileri nitelendirmek için kullanılan bir tabirdir.
Osmanlı kayıtlarında "Alici Türkmenlere" kızılbaş denilirdi.
Osmanlı belgelerinde “Kızılbaş” tabiri sıklıkla Safevi Devletinin hizmetindeki Türkmenler için kullanmaktadır.[2]
Safeviye Tarikatı'nın şeyhi olan Şeyh Haydar (1460-1488), müritleri arasında birliği sağlamak için yeni bir kıyafet kabul etti. Bu kıyafetin en orijinal tarafı başa geçirilen serpuştu. Kırmızı renkte ve 12 dilimli olan bu serpuşun her diliminde 12 imamların adları yazılı idi. Bu kırmızı serpuştan sonra Osmanlılar Şiileri nitelendirmek için "kızılbaş" tabirini kullanmaya başladı.[1]
Şah İsmail'in babası Şeyh Haydarın rüyasına çıkan İmam Ali'nin emrine göre bu başlığı takmaya başladığı düşünülmektedir.
Kızılbaşlar Osmanlı Devleti ve Şeybani Hanlığı'nın "Kızılbaş ülkesi" olarak hitap etikleri Safevi Hanedanı'nın kurulmasında büyük rolü oynamış ve 'soyurghal' adlı büyük toprak sahibi olmuşlardır. Ancak siyaseti karıştırdıkları gerekçesiyle Kızılbaş ordusu yerine saray gulam (Osmanlı'daki Kapıkulu)larından modern orduyu oluşturan Şah Abbas tarafından merkezden uzaklaştırılmışlardır.(vikipedi)
http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1z%C4%B1lba%C5%9F

Özellikle Safevilerin hükümdarı Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim arasındaki çekişmeden sonra Kızılbaş tabiri giderek Alevileri ve Ali taraftarlarını aşağılamak için kullanılmaya başlanmıştır.

Kızılbaşlık tarihi süreçte, Alevi -Bektaşi inanç ve kültür öğretisinin, toplumsal yaşam tarzının siyasallaşmış doktrinel adına ve devlet iktidarını amaçlayan stratejik hedefine sosyo-ekonomik toplumsal kuramının uygulama düzeninin sistemine denmiştir. Yani Alevilik öğretisinin toplumu bilgi ve becerilerisiyle yönetme, iktidar erkiyle uygulama modeline Kızılbaşlık sistemi denir.

Bugün ise Alevilik ve Kızılbaşlık özdeş hale gelmiştir.

Kızılbaşlık siyasetinin temellerini Hâcı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Balım Sultan (1458-1519/20) ile Şah İsmail Hatayî (1487-1524) atmışlar ve teorize etmişlerdir. Anadolu Alevi ve Bektaşi'lerinin derleniş ve toparlanışlarının birincisini, Baba İlyas (?-1240) ikincisini, Sultan Hünkâr Hâce Bektaş-ı Veli (1209/10-1271/2) üçüncüsünü, Şeyh Bedreddin (1357-1420) dördüncüsünü ise Şah İsmail Hatayî gerçekleştirir.

Pir Sultan'dan bir dörtlük

Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş,
Meğer Şah'ı sevmiş dese yoludur,
Yetmiş iki millet sevmezler şahı,
Biz severiz Şah-ı Merdan Alidir.

(http://www.hubyar.net/index.php?option=com_content&view=article&id=104:kzlbalk-nedir&catid=40:alevilik&Itemid=71)

Ezoterizm

Ezoterizm (içsel, gizli anlam/ileti)bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir.
Ezoterizm, asıl olarak belirli kişilerin içselliği ile sınırlandırılmış felsefî öğretilerdir.
Bu öğretiler herkes tarafından bilinen egzoterik (dışa dönük anlam/ileti) öğretiler değil, tam tersine belirli kişilerin aşamalardan geçerek bilmeye hak kazandığı öğretilerdir. Diğer anlamı ise içsel, tinsel farkındalık yaratan, Mistizm ile eşanlamlı kabul edilen önemli ve kesin bilgilerdir. Ayrıca Ezoterizm geniş, farklı öğreti ve pratik yelpazesine sahip olan bir akımdır.
Ezoterizme göre, ezoterik bilgiler, yani hakikatler ve sırlar, herkese açıklanmamalı, ancak belli eğitimlerden geçip o bilgileri almaya hak kazanmış, layık olmuş kişilere belirli bir zaman içerisinde derece derece açıklanmalıdır. Kimseye, değerini ve anlamını anlayamayacağı böyle bilgilerin verilmemesi gerektiği gibi, kimseye kaldıramayacağı, taşıyamayacağı bilgi de verilmemelidir. Çünkü taşıyamayacağı bilgi, kişiye bir yarar vermeyeceği gibi, zararlı da olabilir. Bu bilgiler belirli semboller ve alegoriler vasıtasıyla aktarılır.Yüksek bilgiler insanlara anlayış düzeylerine göre ve anlayış düzeylerinin ilerlemesine göre derece derece açılan bir sembolizme bürünmüş şekilde verilir. Bu durum kutsal metinlerde de geçerlidir.

Tarihsel planda genel olarak, 'ezoterik bilgi' belirli grupların, farmasonlar gibi, dışarıdakilerden (halktan) sakladığı bilgiyi tanımlamakta kullanılmıştır.

Bu anlayışta, ezoterik bilgi çoğunlukla dışarıya dair bilgilerden farklı ve uzak olan derin, kişinin içinde sakladığı bir tür hikmettir.

Bir geleneğe göre ise “ezoterik” dinin daha derini “içrek sırlarına” işaret eder.

Pisagor öğrencilerinin arasında egzoterik ile ezoterik olanları birbirinden ayırarak ezoterik olanların daha dar bir çemberde, seçici bir kurul içinde olduğunu ve belirli öğretileri ayrıcalıklı olarak dinlediklerini belirtmiştir.


Ezoterizm, Platon felsefesinde içe giden yol anlamına gelmektedir.

İslami ezoterizme "bâtınî" terimi kullanılır. Yahudi ezoterismine Kabbala denir. Ancak, Kabbala inisiyasyon içermediği için ezoterik değildir. Budizm dininin ezoterik yorumuna ise Vajrayana denir. Bunun dışında Hrıstiyanlıkta da tarihte ezoterik yorumlar görülmüştür. Bunların arasında Behmenizm, Katharizm gibi mezhepler zikredilebilir.

Hıristiyan eleştirmenler ve Gnostik diye adlandırılan düşünce biçimi arasındaki temel fark, kendi öğretilerinin tekliği ve tanınan nesnelerin bir güce sahip olduğu düşüncesini yaymaktır. Bunun tam tersi kilise, insanın öğrenme isteğini sınırlamakta ve sadece dini hususlara değer vermektedir.
M.S. 4. yy.a kadar kilisenin gücü öylesine hükmedici durumdadır ki önemsiz hatalar yüzünden yakılma ya da kılıçtan geçirilme gibi ölüm cezaları yaygınlık kazanmıştır.

İlk olarak 1945 yılında Mısır’da (Nag Hammadi) Gnostisizm metinlerini “büyüler” başlığı altında toplamış ve ilk defa kendi fikirlerini eklemeden tarafsız, açıklayıcı ve net bir bakış açısı sunmuştur. Ortodoks mezhebi, toplanan bu metinleri tanımaktadır.
Ortaçağ’da Hıristiyan camiasının Antik Dönem öğretilerinin büyük bir bölümü etkisini yitirirken, İslam dünyasında bu düşünceler geçerliliğini korumaya devam etmiştir.
12.yy.da Güney Fransa’da Musevilik diniyle alakalı olan Kabala, yeni mistik düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Kabala önceleri Musevilikte bilinen bir inanışken daha sonra Ezoterizm tarihinde önemli bir role sahip olmuştur. İlk başta kutsal kitap olan Tevrat’ın açıklanması engellenmiş; fakat Kabala daha sonra kendine özgü mistik öğelere sahip inanışıyla bu engeli kaldırmayı başarabilmiştir.

Batınilik

Hasan sabbah tarafından yapılan şiiligi yayma amaçlı tüm calısmaların genel adıdır tarihte batıniilik propagandası olarak sıkca gecer.. sünnilere karsı oluşturulmustur.

Hasan Sabbah’ın tarikatının son aşamasında öğrenilen sır, yani keşful esrar, "tanrı yoktur sadece fiiller vardır"'dır.

Genel olarak kutsal kitapların açık anlamından çok gizli anlamlarını yorumlayan ve bu yorumları gerçek sayan doğu gizlemcilerinin ( tasavvuf ) öğretisidir. dinsel bir görünüm altında gerçek bir felsefe öğretisidir. eski mısır'dan başlayarak musevilik, zerdüştlük, pitagoras, platon, hristiyanlık, maniheizm inanış ve öğretileriyle İslam kültürüne girdi. amacı, insan kardeşliğini sağlamak, mal ortaklığını gerçekleştirmek, özel mülkiyeti ve toplumsal sınıfları ortadan kaldırmaktır. İslam inanışında Şiilik ile bütünleşmiştir. tarihte kurulan en önemli batıni devlet fatımi devleti'dir. türk-İslam kültüründe yer alan haydarilik, kalenderilik, babailik, bedreddinilik, mevlevi-lik, bektaşilik, hurifilik öğretileri batınilikten türemişlerdir.

http://www.nedir.net/batinilik.html

Alevilik

Alevilik, Türkler’in Müslüman olmasından sonra Şiiliği Türk adet ve görenekleriyle harmanlayıp içselleştirmiş bir koludur
Alevilikte incelenmesi gereken asıl inanç varlığın birliğidir. Alevîlik’te tanrının insan dâhil evrendeki her şeyin içinde olduğu inanışı vardır.
Alevilik Tanrı korkusu yerine sevgisini benimseyen, Kuran'ın şekline değil özünü kabul ettiklerini belirten, amacı "Seyr-ü süluk" (Ruhsal olgunlaşma) olan bir tasavvuf yoludur.[kaynak belirtilmeli] Özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine ve zerresinden oluştuğuna, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, ibadetlerinde kadın erkek ayrımı yapmadan, kendi öz diliyle, musikisiyle, semahıyla inancını icra etme biçimine denir.[kaynak belirtilmeli]
Yaşamın amacını insanın ham ervahlıktan çıkarak, insan-ı kâmil olup, özüne dönmek olarak tanımlamaktadır. [kaynak belirtilmeli]Mürşid, Pîr ve Rehber huzurunda ikrar verilerek Dört Kapı Kırk Makam aşamasından geçilir. Alevi ibadedinin uygulandığı mekân Cemevi - Pirevidir.
Cemevi
Alevilerin ibadet ettiği yere “toplanma” anlamında “cemevi” denir; bir olma, bütünleşme yeri, Yaratan’la bir olma, bütünleşme anlamındadır. Cem herhangi bir yerde yapılabilir. Evde ya da temiz olan her yerde yapılabilir. Önemli olan Allah'a sığınmak ve ibadet etmektir. Cemevi ise sadece ibadet amaçlı kullanılmıyor, Cemevleri, salt tapınma maksadı ile kullanılmamış ve kullanılmamaktadır. Alevi topluluğunun tapınma gereksinimi dışında toplumsal, bireysel sorunların çözüme kavuşturulduğu bir meclis işlevi de görmüş ve görmektedir
Duaz ve deyiş
Duaz, Duazdeh’in kısaltılmış halidir. Duazdeh Farsça olup oniki (12) anlamına gelmektedir.
Duaz, cem âyinlerinde söylenen ve Oniki İmamlar'ın adlarının geçtiği deyişlerdir. Bazen dua olarak da nitelendirilirler. Bu deyişlerde ayrıca Oniki İmamlar'ın yanı sıra başta Muhammed ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevî ulularının adları geçmektedir.
Alevîlik ve Alevîler hakkında biraz bilgi sahibi olan kişiler için duazın, nefesin, türkünün, deyişin farklı anlamlara sahiptir. Fakat günümüz gerçekliği doğrultusunda genel bir tanım olması ve bu tanımın yaygınlaşıp kabul görmesi için Deyiş tanımı en uygun olanıdır. Deyiş Alevîliği çağrıştıran her melodinin adıdır. Türkü, nefes, duaz bunlar da alt adlardır. Alevilikte Duaz ve Deyişlerin ibadet dili Türkçe'dir.
Semah
Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibâdeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".
Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Muhammed’e Salmân-ı Fârisî tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.[kaynak belirtilmeli]
Geçmişte sadece Cemlerde dönülen semahlar, günümüzde özüne aykırı düşmedikçe izleyiciler önünde de icra edilmektedir.Günümüzde en özgün semah Hubyarlılarca icra edilmektedir.
Tarihsel Gelişimi
Anadolu'nun İslâmlaşmasını sağlayan Hacı Bektaş-ı Veli'yi, Yunus Emre'yi, Abdal Musa'yı, Ebul Vefa'yı, Hoca Ahmet Yesevi'yi Şah İsmail (Hatai) Hubyar Sultan'ı önemser. Şah İsmail Alevilik inancının yayılmasında büyük etkisi olmuştur.
Erenler
Alevilik tarihinde yer edinmiş bilgili kişiler.
Ahilik ve Alevilik
Kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. "Ahîlik Teşkilatı" ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu'da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.
Babai İsyanı
Baba İshak ve Baba İlyas'ın çıkardığı bugünkü Alevi yerleşim yerlerini belirleyen isyandır. İsyan Alevilerin çoğunlukta olduğu bölgeler başta olmak üzere, Anadolu'da etkili olmuştur.
Kızılbaş ve Safeviler
Safevi ordusundaki alevi askerlerin başlarına giymiş olduğu kızıl renkli mihverin etrafına Oniki İmam inancını simgeleyen oniki kıvrımlı kumaş ile sarılmış bandı taktıkları için kızılbaş olarak adlandırılmışlardır. Aleviler Çaldıran Savaşı zamanında Safevileri desteklemiştir. Şah İsmail ise Anadolu'daki alevileri himayesine almak istiyordu. Bu yüzden aleviler kızılbaş askerlerini safevi ordusuna yollamıştır.
Osmanlı Dönemindeki Sorunlar
Tarihi İpek Yolunun kara bölümünü kontrol eden ve bu ticareti elinde bulunduran Türkmen'lerin gittikce güçlenerek Karadeniz ve Akdenizdeki limanlara inmeleri başta Osmanlı'lar olmak üzere Ceneviz ve Venediklileri telaşlandırmıştır. Safavi Şahı İsmail'in daha fazla batıya gelmemesini isteyen Osmanlılar Çaldıranda Şah İsmailin ordusunu bozguna ugratarak bölgede kesin hakimiyet sağlamıştır.Yükselme ,Varlık döneminde sessiz kalan Aleviler duraklama zamanında çiftçilerin vergi sorunu(ekonomik), Tımar sisteminin bozulması(askeri) ve iyice teokratikleşen yönetim nedeni ile Celali ayaklanmaları ile ayaklanmaya başladılar. Bu ayaklanmalar Kuyucu Murat Paşa, IV. Murat gibi padişah ve sadrazamlar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Gerileme döneminde Pir Sultan Abdalın bir vali tarafından asılması ile sorunlar yeniden baş gösterdi ve Sivas bölgesi ayaklanmaya başladı. Sonra Amasya Tokat bölgelerinde de başlayıp süren baş kaldırmalara Dağılma döneminde Tanzimat sonrası Tuncelide katıldı. Dağılma döneminde Dersim ayaklanmaları ile süren celali ayaklanmaları Türkiye devletinin kurulmasıyla bitmiştir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Alevilik


Alevilerin Kendi Sitelerinde Yaptıkları Tanımlar

Alevilik Nedir?

Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan , Hz.Ali’nin adaletinden ayrılmayan temelinde insan sevgisi bulunan her dine , mezhebe ser inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk , farkı gözetmeyen eline diline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, laik,demokrat, eiştlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, zalime ve zulme karşı gelen, mazlumun yanında olan, şeriatın bağnaz kuralllarına bağlı olmayan, ve onu reddeden, İslam dinini kendine göre ve sunni inancın dışında yorumlayan, aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri, merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvası sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde tanrıyı gören, yaradan ile yaradılan ikiliğinen Varlk Birliğine varan, edep ve ahlaklığı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hemde irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den gelen neslin imametini teberra ve tebelle ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi ile yürüten bir inanç sistemidir. Alevilik Aleviler için üst kavramı, Bektaşilik ve Kızılbaşlık ise alt kavramları oluşturur.

Alevilikte Allahtan başka Tanrı Yoktur.

EHL-İ BEYT
Hz. Muhammed’in kızı Fatıma anamızdan gelen soydur. Bu soya giren her kişi Alevi için kutsal önderdir.
Kızılbaşlık Nedir?
Kızılbaş, Allah’ı ve Resulü uğruna kendini adamış, onların yolunda canından ve malından vazgeçmiş, bu yolda ölmek var dönmek yoktur yeminini başına sardığı kırmızı sarık ile ilan eden kişilerdir.

Bektaşilik Nedir?

Türkiyede babagan ve dedegan kollarına bağlı Aleviler kendilerini Bektaşi olarak tanımlarlar.

ALEVİLİKTE AHLAK SİSTEMİNİN TEMELİ NEDİR?

Alevi sisteminin temeli ; eline , beline, diline hakim olmaktır. Eline demek, kendisine izinli olmazan şeylere dokunmamak; beline demek; kendi eşi dışında hiç kimseyle cinsel ilişkide bulunmamak; diline demek ; yalan söylememek demektir.

MUHARREM ORUCUNUN ANLAMI NEDİR?

Kurban Bayramı Hicri Takvim'e göre Zilhicce ayının 10. günü başlar. Kurban Bayramının 1'nci gününden başlayarak 20 gün sayılır. Toplam 15 gün oruç tutulur. Muharrem Ayının 13'ncü günü kurbanları tığlanır ve AŞURE dağıtılır. Kurban imam Ali Zeynel Abidin'in Kerbela Katliamından kurtuluşundan duyulan sevinci belirtir.

Muharrem Ayında eğlence yapılmaz, bıçağa ve kesici aletlere el sürülmez, düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz, karı koca ilişkileri kesilir, kurban kesilmez, et yenilmez. Kerbela şehitleri'nin çektikleri susuzluğu hissetmek için su içilmez, eğlence yerlerine gidilmez, saç ve sakal traşı olunmaz.
Günümüzde bunların bir bölümü uygulanamamaktadır. Örneğin, sakal traşı olmamak gibi...
Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay-kahve-meşrubat-meyve suyu-ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır.
Alevi inancı şekilciliğe takılıp kalmayı değil, özü benimser. Aklın ve ilmin yolundan ayrılmaz. Önemli olan imam Hüseyin'in ve diğer Kerbela şehitleri'nin çektikleri acıyı ve zorlukları beyninde, kalbinde ve gönlünde duymaktır. Onlar gibi düşünüp, onlar gibi yaşayıp, onlar gibi inanmaktır. Zalime karşı çıkıp, mazlumdan yana olmaktır. Eline-diline-beline sadık olup insanca ve onurluca yaşamaktır. Onlara layık olmaktır. Ölmeden önce ölmek, öldükten sonra yaşamaktır. Yaşayan ölü olmamaktır. Yarın onlar'ın huzuruna alnı açık yüzü pak çıkmaktır. Onlar'ın bıraktığı onurlu mirasa sahip çıkmaktır.
Belirlenmiş bir iftar vakti'de yoktur. Akşam olup güneş batınca, karanlık gözle görünce oruç açılır. Gece sahura kalkma uygulaması Muharrem Orucu'nda yoktur.
Oruç tutulmadan önce (yatmadan önce) şöyle niyet edilir. Niyetten sonra Muharrem Orucu başlar.

DEMOKRATİK MÜCADELEDE ALEVİLERİN TEMEL İLKELERİ
 • Özgürlük ilkesi: Öğretisinde insanı kutsal varlık olarak kabul eden Alevi örgütlenmesi; kişi özgürlüğünün, inanç ve düşünce özgürlüğünün en aktif savunucusudur.
 • Eşitlik ilkesi: Alevi örgütlenmesi yaşamın her alanında, gelirlerin paylaşımından öğrenime kadar, bireyin eşitliğini savunur. Hiçbir kimseye , hiçbir kuruma, hiçbir ulusa ya da inanca bu eşitliği bozucu ayrıcalıklar tanınmaz.
 • Demokrasi ilkesi: Barış: ve demokrasi birbirinin ayrılmaz parcasıdır. Demokrasi için, insan hakları için, barış için mücadele etmek ve Aleviler arasında bu düşüncelerin yayılmasına çalışmak en başta gelen görevimizdir.
 • Barış ilkes: Yurtdaşlarımız arasında yayılmak istenen savaş, şiddet, nefret duyguları yerine sevgiyi ,dayanışmayı, dostluğu egemen kılmak için çalışmalıyız.
 • Laiklik ilkesi: Alevi örgütlenmesi, devlet idaresinde laiklik ilkesini, varoluş mücadelesinin temel taşlarından biri olarak görür.
 • Emeğin üstünlüğünü savunma ilkesi: Aleviler emeğin üstünlüğüne inanır , emek verilmiş bütün çalışmalara emekçilere saygı duyar.
 • Bağımsız örgütlenme ilkesi: Hz. Ali’nin ‘haksızlık karşısında eğer susuyorsanız, yalnız hakkınızdan değil, aynı zamanda şerefinizden de olursunsuz’ ilkesi bizim ilkesidir. Alevi örgütlenmesi mazlumun yanında, zalimin karşısında her zaman taraftır.
( http://www.cemevi-gooi.nl/dosyalar/Alevilik_nedir.html)

Erdoğan Aydın’ın Yorumu

Şiilik de Sünnilik gibi Ali ile Muaviye arasındaki çatışmada Arap-İslam geleneği içinde biçimlenmiş olmakla birlikte, Sünni hegemonya ve baskı nedeniyle, ancak Acem gelenek içinde kurumlaşabilmiştir. Bazı biçimsel ayrımlar bir yana bırakılacak olursa, en az Sünnilik kadar ortodokstur ve dogmatizmle maluldür. Tıpkı onun gibi egemen sınıf ve devlet ideolojisidir. Buna karşılık Batınilik, Sünnilik kadar Şiilikten de uzak, İslamiyet’e oranla dünyevi ve kural dışıdır; göçebe ilişkiler üzerinden şekillendiğinden eşitlikçidir. Şiilikle paylaştığı tek öğe Ali ve 12 imam kültürüdür, ki bunlara yüklediği anlam da farklıdır.s.170,171

‘’16. yüzyıl sonrasında Şii ideoloji, bir yandan Akkoyunlu ve Safevi devletini kuran Türkmen dinamizmine, diğer yandan, Acem toprağının köklü kültür ve devlet geleneğine dayanarak, devletleşmesini sağlamıştır. Bir diğer ifadeyle de, Osmanlılar karşısında yenilen ve geleneksel Acem toraklarına geri çekilmek zorunda kalan, Anadolu’ya sıçrayamayan Akkoyunlu-Safevi Türkmen devletleşmesi, Çaldıran’da yenilip Türkmen halkın çoğunluğundan koparılınca, sıkıştığı Acem topraklarında giderek Acemleşmiş ve Şiileşmiştir.’’s.171

‘’Nasıl ki Sünni ideoloji Osmanlı’ya kurumlaşma ve istikrar avantajı sağlamışsa, Şii ideoloji de Safevi Devieti’ne aynı kurumlaşma ve istikrar dayanağı sağlamıştır.(…)Bu iki devletin kurucu etnisite ve ideolojik anlamda çok kesin olan ortak bir paydaları vardır; Türkmenlik ve Batıni-heterodoks ideoloji her ikisinin de kuruluşuna yataklık yapmıştır. Bir diğer ortak paydaları da, her iki Türkmen heterodoks devletin, önce Osmanlıların, çok daha sonra da Safevilerin, Ortodoks ideolojik dönüşüme uğrayarak kendi halklarına yabancılaşmalarıdır. Dolayısıyla daha sonra Alevilik adını alacak olan Anadolu halkının heterodoks inancını ‘Şiilik’ olarak yorumlamak, hem ciddi bir yanlışlık olacaktır hem de(…) Osmanlı devşirmeleri ve onların günümüze gelen ideologlarının, bu kırımları meşru göstermelerine hizmet etmekten başka bir anlam taşımayacaktır.’’s.172

‘’Şiilik hiçbir zaman ‘yoksul köylülerin ya da tımarını kaybetmiş sipahilerin dünya görüşü haline’ gelmemiştir. Bu kesimlerin küçük bir kesimi Sünni, büyük bir çoğunluğu ise başından beri Kızılbaş (Alevi) idi ve hiç Şii olmadılar. Anadolu Türkmenleri ve Kürtleri hiçbir zaman Şii olmadılar; Şii olanlar, Osmanlı’ya yenilip Anadolu’dan kopan Safevi Türkmenleridir, ki bu da daha sonraki zaman içinde gerçekleşmiştir. S.172

Heterodoks

‘’Öncelikle bilinmelidir ki, başta Osmanlılar olmak üzere gaza yapan Türkmenler arasında çok farklı bir inanç atmosferi söz konusudur. Egemen olan anlayış, Ortodoks İslam’dan temel ayrımla heterodoks, yani Ortodoks-Sünni dinsel esaslara aykırı, bu esaslara pek de itibar etmeyen ve eski geleneklerini sürdüren anlayıştır. Özetle 8. ve 11. yüzyıllarda karşılaştıkları Müslümanlaşma baskısına boyun eğmiş, ancak kendi eski inançlarını da bırakmayarak karma bir dinsel sentez sergileyen heteredoks bir toplulukla karşı karşıyayız.(…) Bundandır ki bu süreçte belirgin bir Hıristiyan düşmanlığı söz konusu değildir. Hatta Hıristiyan komşularıyla gazaya çıkıp ganimet paylaşımına bile rastlanmaktadır.(…)’’s.61

Türk boylarının kabul ettiği İslamiyet özellikle başlangıçta’’Oğuzların eski Şaman inançlarında fazla bir değişiklik getirmeyen, katılaşmamış, derme çatma bir din yapısındaydı. S.71

‘’Zaman içinde İslamiyet’i benimsemek durumunda kalan Türkler, İslamiyet’i kendi kültürlerine uydururlar. Alevilik ve Tasavvuf işte bu gizli direnişin ifadesi olarak yaygınlaşır. (Direniş gösteren ve sık sık isyan eden Alevilere ‘Kızılbaş’ Özellikle göçlerle Anadolu’ya akan Türkmenler açısından Aleviliğin, zahiri olarak İslam diye nitelenen, ancak içeriği Türklerin eski dinsel adetlerinin yanı sıra Anadolu halklarında görülüp benimsenen bir dizi ek öğeyle biçimlenmiş (Sünni karşıtı) heterodoks bir sentez ile karşı karşıyayız.(Katıksız dogmadan, bağnazlıktan çok çeşitli ibadet biçimleri ve dualardan meydana gelmişti.s.71, 72) Bu durum Selçuklu sarayı ve kısmen şehirleri dışında kalan ve başta Osmanlı olmak üzere diğer beylikleri kuracak olan asıl Türkmen kitlesinin davranış ve dini önderlerinde net olarak görülür. Aybek Baba, Buzağı Baba, Abdurahman Baba, Baba Halil, Sarı Saltuk, Barak Baba, ve Hacı Bektaş gibi Türk şeyhleri ile Yesevi şeyhleri, İslamiyet’i adeta bir Türk dinine çeviren’ heterodoks şahsiyetlerdir.’’s.70

‘’13. yüzyılda Anadolu ve Türkistan’da, bizzat Sünni İslam savunucularının ifadesiyle ‘’milyonları aşan ehlisünnet harici’’ Müslüman yaşamaktadır.’’s.71

‘’Göçebe demokrasisi içinde, daha sonraları Kızılbaş adı altında toplanacak olan Batıni inanç, bu dönem Anadolu’sunda en yaygın inanç durumundadır.

Osmanlı’nın mezhebi İmparatorluğun ve egemenlerin çıkarı doğrultusunda toplumu kaderine daha rahat razı edip kontrol edebildiği Sünnilikti. Türkmenlerin ezici çoğunluğu ise Sünni değil Kızılbaştı(Alevi).s.45

Üstelik bu durum salt kuruluş yıllarına özgü bir durum değildi; kuruluş sonrası egemenler bir iktidar etme ideolojisine olan gereksinimleriyle tıpkı Selçuklu Devleti gibi Sünnileşmişlerse de, Türkmen halkı, kendisine yukarıdan dayatılan şeriata karşı 17. yüzyılda hala kırılamayan oldukça etkin bir sivil itaatsizlik göstermekten geri durmayacaklardı.’’s.71


‘’Esasen Osmanlı’nın ilk dönemlerinde, iktidarda temsil edilen dinsel anlayış da alabildiğine gevşek ve kurallardan uzaktır.’’ S.72

Türkmenlerin ve Osmanlı’nın başlangıcındaki egemenlerin Sünni katılıktan uzak heterodoks bir inanç kavrayışına sahip olmaları Anadolu’nun yerleşik Hıristiyan halkının İslamlaşmasını kolaylaştıran ciddi bir işlev görüyordu. S.76 İlk Osmanlılar Hıristiyan halka genellikle Bizans imparatoru ve feodallerinden daha adil davranıyorlar, gerektiğinde onları diğer beyliklerin saldırılarına karşı koruyorlardı. Hıristiyan halk da hem kendilerini koruma gücünü yitirmiş hem de dinsel bağnazlık ve ağır vergilerle boğan Bizans yerine Osmanlı’yı tercih ediyordu S.76

Osmanlı’nın kuruluş sonrası egemenler kendi yararlarına bir iktidar etme ideolojisine olan gereksinimleriyle tıpkı Selçuklu Devleti gibi, başlangıçtaki heterodoks inanç devlet kurumlaşması ve eşitsizliğe uygun olmadığından, Sünni ideolojinin ise çok köklü bir devlet tecrübesi ve esasen bir iktidar ideolojisi olmasından Sünnileşmişler, daha sonra da aynı gerekçelerle Sünniliğin Hanefi ekolünü benimsemişlerdir. Türkmen halkı, 2. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve sonraki dönemin katliamlarıyla giderek azınlığa düşürülseler de kendisine yukarıdan dayatılan şeraite karşı 17. yüzyılda hala kırılmayan oldukça etkin bir sivil itaatsizlik göstermekten geri durmayacaktır. S.71

Özellikle Kanuni döneminde Şeyhülislamlığa getirilen Ebusuud sonrasında şeriatçı taassubun devlet içinde kurumlaşması artmış, Osmanlı’nın Müslüman ve Sünni olmayan halklara karşı yabancılaşması ve baskı süreci başlamıştır. Bir yandan Osmanlı gerilemeye ve bağımlılaşmaya başlamaktadır, diğer yandan da İslamcılaştırmaya. s.46

Selçuklu dönemi Babai ayaklanmasının artıklarının bir kısmı devletle uzlaşırken diğerleri dışlanmaya başlıyor, pay alanlar Osmanlı’ya eklemleniyor, alamayanlar ya da dayatmalara boyun eğmeyip karşı çıkanlar merkezden çevreye dışlanıyordu.s.362

Bektaşi tarikatı, ilk Osmanlı sultanları tarafından fethedilen ülkeleri Türkleştirmek ve İslamlaştırmakla görevliydi.s384

Bektaşi dergahı, Sünnileştirilmesi sürecinde halkın direncini kıran önemli bir faktör olmuştur.s.390

Hace Bektaş-ı Veli’nin halifesi Bektaşi önderi Abdal Musa’nın karşı çıkmasına rağmen ya da onun izniyle Bektaşi örgütüne halkı eğitip yola sokma görevi yüklenerek kökü Babai ayaklanmasında ve tepkilerin kaynağı olan halkın sisteme muhalefeti önleniyordu.s.360 14. yüzyılda Yeniçeri ve Bektaşi örgütü birbirine bağlanıyrodu.s.361,384 Osmanlıların dergaha yaptıkları bağışlar 2. Beyazit’ten sonra son buldu.s.362 2. Beyazıt Balım Sultan’ı Anadolu’daki Kızılbaşları, Şii-Safevi etkisinden kurtarmak için Hacı Bektaş dergahının başına görevlendirir.s.386 Bu nedenle dergahtan umudunu kesen Anadolu Kızılbaş halkı, bu dönemde, Şahkulu isyanı ile başlayarak peşpeşe ayaklanmaya başlayacaktır.s.386

Gerek bu ayaklanmalar gerekse de 1514’te Yavuz ile Şah İsmail arasındaki Çaldıran Savaşı’na eşlik eden Alevi kırımları sürecinde sessiz kalan, Bektaşi Dergahı, Balım Sultan’ın ölümünden sonra Kalender Çelebi döneminde tam tersi yönde değişmeye başlayacak, elini Osmanlı’dan çekip halka uzatacaktır.s386,387 Kalender Çelebi ayaklanmasından sonra Dergah 26 yıl kapatılır.s.387 Ancak bu arada dergah fiili varlığını gayr-i resmi olarak sürdürdüğü için, Bektaşi-Alevi toplumunu kontrol aracı olarak dergaha olan gereksinim kendini dayatacak ve 1552’de tekrar açılacak ama Anadolu Alevi topluluğunca kabul görmeyecektir.s.387

Özetle kandaş göçebe aşiret yaşamından kozmopolit devletleşme, sınıflaşma, gaza gelirlerinin paylaşımı, ötekilerle ilişkilerin nasıl düzenleneceği, vergi toplama gibi karmaşık problemler aşamasına yükseldikleri andan itibaren Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular gibi Türk kökenli devletler gibi Osmanlılar da kandaş topluluk ideolojisi durumundaki Kızılbaşlığı aşarak devlet hukukunu geliştirmiş olan Sünni hukukun yazılı kaynaklarını esas almaya başlıyorlardı.s.370

Osmanlı, kurumlaşma ve ayrıcalıklarını halka kabul ettirmek için sadece Sünni hukuka yönelmek ve halkı tebaalaştırıcı bir inanç olarak Sünniliği yaygınlaştırmakla yetinmeyecek; adalet mekanizmasını medrese hocalarına verirken ordu kurumlaşmasını da çoğunluğu oluşturan ve Türkmen halkın etkisiyle din değiştiren bölge halkı üzerinde büyük etkisi olan heterodoks inancın en etkili kesimi olan Bektaşilikle ilişkilendirecekti. Bu iş de, kendisiyle özdeşleşen, ikna edilen veya satın alınan dervişler üzerinden gerçekleştirilecek, dolayısıyla Bektaşilikteki ilk bölünme de, bu dönemde yaşanacaktı.s.366 Nitekim, kendisi Sünnilikten uzak olduğu halde topluma cami ve devlete Sünni hukuk örgütlenmesini başlatan Orhan Bey döneminde s.368, Bektaşiliğin Bitanya’da yayılması ve örgütlenmesinde önemli bir işleve sahip olan ve Hace Bektaş’ın halifesi olan Abdal Musa Osmanlı’dan ayrılarak Antalya’ya gidecekti. Geride kalıp Osmanlı ile bütünleşenlerin Bektaşiliği ise bir başka Bektaşilik olacaktı.s.367

Bir yanda Osmanlı’ya, Selçuklu’ya ve tüm ezme ilişkilerine karşı biçimlenmiş bir Türkmen Aleviliği, diğer yanda, bu ezme ilişkilerinin ilk oluşumuna doğrudan katılmış bir başka Türkmen Aleviliği olacaktı.s.383

Yeniçeri tasfiyesine kadar İstanbul’da Bektaşi dergahları tam bir özgürlük içinde kurumlaşırken ve Balkanlar’da yayılma alanı bulurken, Anadolu’da Kızılbaşlar(Aleviler) yoğun bir Sünnileştirme baskısına uğrayacaklar, inancında direnenler ise haklarında defter tutulup katledileceklerdi.s.368

‘’Özetle Osmanlı’yı heterodoks inançlı insanlar kurmuş, ancak bunların felsefesi devlet kurumlaşması ve eşitsizliğe uygun olmadığından, Osmanlı Ortodoks bir dönüşüme uğramış ve uğratılmıştır. Aynı şekilde başta nüfusun ezici çoğunluğu bu Batınilerden oluştuğu halde daha sonra önce şehirlerde, sonra da tımar sisteminin devlete sağladığı ekonomik çıkarı dağıtma avantajının yanı sıra, 2. Bayezit, Yavuz Sultan Selim ve sonraki dönemin katliamlarıyla kırlarda da giderek azınlığa düşürülecektir. Daha sonra Alevilik adı altında toplanacak olan bu inanç geleneğinin dışlanması ve kamu hayatında meşru kabul edilmemesi geleneği, Osmanlı mirası üzerinden ne yazık ki Cumhuriyet sonrasıda da devam edecektir.’’s.75,76

Osmanlı’ya egemen olan şeriatçı zihniyetin ve despotik devletin baskıları ve katliamları sonucunda Anadolu halkının önemli bir kesimi Sünnileştirilmeye boyun eğmek zorunda kalmıştır; eğmeyenlerin bir kesimi Osmanlı’nın savunucusu durumundaki Bektaşi tekkelerinin çevresinde toplanırken geriye kalan kesimi heterodoks ideolojisini halkçı bir evrimleştirme ile Alevilik adı altında bugünlere taşımıştır.’’s.172

‘’Alevilik, esasen Arap ordularının, başta Türkler olmak üzere zorla egemen oldukları diğer halklara dayattıkları İslamiyet’in revizyondan geçirilerek hümanist bir kalıba dökülmesidir. Aleviliği alevilik yapan, yani ideolojik şekillenmesini sağlayan şey, bizzat onun karşı çıktığı ezilme ilişkileridir’’s.382

(Osmanlı Gerçeği-Erdoğan Aydın)

Günümüz Alevileri ne istiyor?

**Alevi kimliğini resmen tanınmalıdır.
**Türkiye gerçekten laik bir ülke olmalıdır. Devlet din içinde değil, din dışında kalmalıdır.
**Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır. Çünkü laiklik ilkesi ihlali olan bu kurum gericiliği ve siyasal islamı besliyor.
**Zorunlu Din Dersleri Kaldırılmalıdır. Çünkü Alevi çocukları ve diğer farklı inanç sahibi çocuklara zorla Sünnilik eğitimi almak istemiyor. AİHM kararı bunu bir insan hakları ...ihlali olarak karara bağlamıştır
**Alevi köylerine cami yaptırma politikalarından vazgeçilmelidir. Bugüne kadar yapılan camiler derhal bir kararname ile cemevine çevrilmeli ve bu köylerdeki imamlar derhal geri çağrılmalıdır.
**Cemevlerimize derhal "ibadet yeri" statüsü verilmelidir. Bu yıllardır gasp edilmiş bir haktır. Derhal düzeltilmesi gerekir.
**Nüfus cüzdanlarındaki din hanesi tamamen çıkartılmalıdır. Çünkü bu uygulama ayrımcılık üretmekte olup, Yasalarla bireylere dinsel kanaatlerini açıklama zorunluluğunun getirilmesi, din ve inanç özgürlüğünün özünü zedelemektedir.
**Radyo ve televizyonlardaki tek yanlı yayınlara son verilmelidir. Tek yanlı yayınlar, “ötekiler” yaratarak, egemen dinin sosyal baskı mekanizmalarını üreterek, farklı olanlarını kendisini tanıtmasını kamu hizmeti adına engellemektedir.
**Ders kitapları, sözlükler, ansiklopediler ve Milli Eğitim Bakanlığınca önerilen yardımcı kitaplardaki, Aleviliği aşağılayan; tanımlamalar düzeltilmelidir.
**Basın ve yayın organları, dinsel hoşgörüsüzlüğü kışkırtan haber ve yayınları engellemek için öz denetim mekanizmalarını işletmelidir.
**Hacı Bektaş Dergahı’nın Yönetim ve Bakımı Alevilerin kurumlarına ya da yerel yönetime bırakılmalıdır.
**Alevilere karşı yapılan ayırımcılık ve haksızlık derhal düzeltilmelidir. Kanunlarda ve yasalardaki tüm ayrımcılık içeren maddeleri ayıklanmalıdır.
**Alevi eşitlik haklarından yararlanmak istiyorlar. Bu nedenle yasalar ve uygulamasında fiili eşitlik yaratılmalıdır.
**Uluslararası belgelere, insan haklarına ve temel özgürlüklere dayalı, bir toplumsal mutabakat sözleşmesi olan eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı ve çoğulculuğu esas alan demokratik bir Anayasa istemektedirler.
**Alevi kimliğinin tanınmasını, kendi özgünlüklerini yaşamak ve kendilerini, kendileri tanımlamak istiyorlar.
**Devlet “Alevilik” hakkında tanım getirmek ve Aleviliği devletleştirme projesinden vazgeçmelidir.(İzmir Büyük Alevi Mitingi duyurusundan)

Nilüfer Tekin