29 Mayıs 2010 Cumartesi

Okumanın Diyalektiği

Neden Kitap Okunmuyor?

Neden Okumalı, Ne Okumalı, Nasıl Okumalı?

Neden Okunmuyor?

Bir yılda Japonya'da 1 kişi 25 kitap, Türkiye'de 6 kişi 1 kitap okuyorsa, kaç yılda aradaki fark kapanmaz?

Yüzde 86 kadarımız ‘’okur-yazar’’ ız ama yüzde 1’ imiz bile okuyup yazmıyoruz. Dünya okuma anketlerinde, Türkiye en geride, Müslüman ülkelerle birlikte.

Çoğu insan, doğduğunda hazır bulduğu, çoğu da bilime aykırı ve korkutmaya dayalı inanç, bilgi ve değerleri sorgulamadan, ömrü boyunca inandığı kutsal kitabı bile okumadan, doğru kabul edip bunlara göre yaşayarak doğaya karışır gider.

Okumayan kişilerin toplumsal katman dağılımına bakılacak olursa, nedenleri bu yazının konusu olmamakla birlikte sonuçta büyük bir çoğunluğunun eğitimsiz, doğaüstü, dinsel ve batıl inançların yaygın ve egemen olduğu, bilimle uzaktan yakından ilişkisi olmayan, geçim derdiyle uğraşan kesimler olduğu görülür. Marx’ın mezarında Engels, dostunun büyük keşfinin şu olduğunu ifade ediyordu: “İnsanoğlu ilkin yemeli, içmeli, barınağa ve giyeceğe sahip olmalı ve bu nedenle politika, bilim, sanat, din vb. ile meşgul olmadan önce çalışmalıdır.”

Peki istisnalar yok mudur? Vardır elbette. Bu kesimlerden profesörlüğe yükselip de kendi mesleki alanının dışında kitap okumamış, okusa da zihni doğaüstü inançlarla aşırı zehirlenmiş olduğu için bu zehirden kurtulamayan, bilimsel düşünceyi kavramamış olan nice profesör çıkabildiği gibi, hiç öğrenim görmediği halde bilimsel düşünen, meraklı, sorgulayan, okuyan, kendisini yetiştiren nice aydın da çıkabilmektedir.

Yapılan araştırma ve istatistikler de göstermiştir ki eğitim düzeyi ve bilimsel kitap okumakla orantılı olarak bilinçlilik düzeyi artar, dinsel inançlar azalır.

Doğaüstü inançların başlama nedeni bilimsel bilgisizlik ve bilinçsizlik olduğu gibi günümüzde sürmesinin nedeni de aynı bilgisizlik ve bilinçsizliktir. Günümüzde okumayan, bilimden haberi olmayan ya da yeterince bilimsel bilgisi olmayan kişilerin bilimden önceki bilgisizlik ve bilinçsizlikle doğaüstü inançları yaratan ilk insanlardan inanma nedenleri ve gerekçeleri açısından bir farkları yoktur.

Doğaüstü inanca sahip kişi ve kesimlere göre de kitap okunmalıdır. Ancak bunlara göre kitap, bilgi sahibi olmanın yanı sıra kendi sahip oldukları dini inancı, dinsel ahlakı ve geleneksel değerleri korumak, güçlendirmek için okunmalıdır. Bilimsel kitap okuyanlar doğal olarak değişmeye başladığında ise şaşırırlar, kızarlar, suçlarlar, karşı çıkarlar. Bu tepki, kitap okumayı karalamak ve yasaklamaya, kitapları hatta okuyanı ve düşüncesini ifade edeni yakmaya kadar varabilir.

Çünkü bu kişi ve kesimler, din ile bilimin, dinsel düşünce ile bilimsel düşüncenin dinsel yaşam ile bilimsel yaşamın, dinsel kitaplarla bilimsel kitapların farkının, bilimin, bilimsel düşüncenin, bilimsel kitapların yararlarının, dinin, dinsel düşünce ve dinsel kitapların zararlarının, çoğu konuda çatıştığının, uzlaştırılamayacağının, bilimsel kitap okumanın dini inancı güçlendirmek yerine zayıflattığının, fakat dini inancın zayıflamasının ya da yok olmasının insanları ahlaksız yapmayacağının, tam tersi, daha ahlaklı yapacağının farkında ve bilincinde değillerdir.

Din ve bilim, uzlaşmaz bir çelişki ve çatışma halindedirler. Çünkü bilim evrendeki devinim ve değişime uygun olarak gerektiğinde değişerek, kendi yanlışlarını eleyerek sürekli gelişir, sorgulamaya açıktır, din ise değişime ve gelişime aykırı olarak sorgulamaya ve değişime kapalıdır. Bilim en hızlı ilerleyen din ise en yavaş ilerleyendir. Bu nedenle aralarında büyük bir uçurum vardır. Bilim, Kopernik’le dünya ve insan merkezli evren modelini, Darwin’in evrim kuramıyla evrenin ve canlıların Tanrı’nın ‘’ol’’ demesiyle yaratıldığına dayanan yaratıcılığı altüst etmiştir. Bilim, dinin söylediklerine aykırı veriler elde ettikçe din bilimin ve insanlığın ilerlemesini engellemeye çalışır, insanı bilime aykırı inanç kuralları doğrultusunda kısıtlar. Düşüncelerini ve yaşamını kurgusal dünya ve gerçek dünya olarak ikiye böler, bu dünyayı ve yaşamı yadsımaya varacak kadar, akıl almaz canilikler yaptıracak kadar aklını, psikolojisini felç eder. Özgür, akıllı, mantıklı, sağlıklı ve doğru düşünüp davranmasını engelleyerek dinsel inançları kullanan siyasilerin istedikleri yöne çektikleri sürüler haline getirir. Bu yüzden bilim de dini engellemeye çalışır. Her ikisinin de amacı evreni, canlıyı, insanı, toplumu açıklamaktır ve her biri gerçekleri ortaya koyduklarını iddia eder. Oysa aynı konudaki gerçekler ve doğrular ise tektir ve aklın yolu birdir. Evreni ya doğaüstü bir güç, bir Tanrı yaratmıştır ya da evrimleşerek kendiliğinden oluşmuştur. ’’Hakikâte yalnız bir yoldan gidilir; fakat ondan uzaklaştıran yol, binlercedir!’’( La Bruyere) Ancak doğrular, gerçekler ne kadar engellense, ne kadar saptırılsa da er geç yollarını bulurlar!

Yoktan, hiçten bir şey var olabiliyorsa, bu, Tanrı yerine neden evren olmasın? ‘’Tanrı’’ kendi kendinin nedeni olabiliyorsa ‘’evren’’ neden kendi kendinin nedeni olmasın? Bilime, akla, mantığa, nesnel gerçekliğe uygun olarak düşünüldüğünde kendi kendinin nedeni olan Tanrı değil evrendir. Tanrı ya da evrensel akıl, bilinç vs. denen şey, Doğa yasalarıdır. Tanrı denen şey, tamamen ezeli, ebedi var olma, maddesel olmama anlamında soyutluk gibi doğa yasalarının özelliklerini, niteliklerini taşır. Evren bu sayısal doğa yasalarına göre oluşmuştur. Her varlığın sayısal bir şifresi vardır. Canlılarda bu şifre kromozomlar ve genlerdir. Tıpkı bir insan öldüğünde evrenin ona göre yok ama gerçekte nesnel olarak var olmaya devam etmesi gibi evren yok olsa da doğa yasaları var olmaya devam edecektir. Evren yok olduğunda var olmaya devam edecek olan doğa yasaları evren var olmadan önce neden var olmasın? Yani doğa yasaları evren yokken de vardır. Madde ve evren bunlara göre oluşmuştur. Hidrojen ve oksijen bu yasalara göre oluştuğu gibi, ikisinin birleşiminden oluşan su da bu doğa yasalarına göre oluşur. İki hidrojenle bir oksijenin bir araya gelmesi bir rastlantı olsa da bir araya geldiklerinde suya dönüşmeleri bir zorunluluktur. Organik molekülleri oluşturan atomlar belli uygun koşullarda rastlantısal ya da yapay olarak bir araya geldiklerinde organik bir molekül oluşturmaları bir rastlantı değil bir zorunluluktur. Doğa ve canlılık yalnızca rastlantının değil rastlantı ve zorunluluğun yani belirsizlik ve belirliliğin birlikte eseridir. Doğa ve evren nedenler nedenini gerektirmez. Bitkiler hayvanlar neden varsa, insan da aynı nedenle vardır. Canlı ve cansız her şey doğa yasaları ve evrimin zorunlu sonucu olarak vardır. Yaşam yalnızca dünyaya özgü değildir. Dünyanın koşulları gibi uygun koşullar olduğunda canlı oluşmaması mümkün değildir. Doğa yasaları dışında hiçbir şey sonsuz ve ölümsüz değildir. Evren de dahil her şey doğar, yaşar ve ölür. Yerine başkaları doğar. İnsan ölünce insanın beyninde kayıtlı olan, benliğini oluşturan nitelikler de ölür. Tıpkı doğumdan önceki süreçlerden ve kendimizin bilincinde olmadığımız gibi ölümden sonra da olmayacağız. Doğa yasaları birbiriyle uyumlu ve bağımlı ama evrenden bağımsız olarak var olan bir kurallar zinciri. İnsan düşünmeye başladığından beri bu kurallar zincirini keşfetmeye ve çözmeye çalışmaktadır. Büyük ölçüde de çözüp etkileyebilir, kullanabilir duruma gelmiştir. Biz doğa yasalarını ancak kendi çerçevesinde etkileyip kullanabilir, doğayı ancak doğa yasaları çerçevesinde kontrol edebiliriz. Doğa yasaları bütün canlı ve cansızları kapsar. Doğa yasaları ve doğada yarar ve zarar kavramı düşüncesi, bilinçliliği ve amacı yoktur. Doğa, doğa yasalarından kaynaklanan zorunlulukla davranır. Doğada her şeyin kendiliğinden oluşması gibi evren de kendiliğinden oluşmuştur. Evren, henüz tespit edilemeyen elektromanyetik dalgalar da dahil var olan tüm maddeselliktir ve bir bütündür. Uzay, temel karşıtlık olan eksi artı elektrik yüklerinin birliği ve çatışmasından oluşan enerji ve maddeyle doludur. Maddenin bulunduğu ortam dışında boş uzay yoktur. Uzayın kapsadığı madde dışında var olabilecek ve evreni oluşturabilecek olan soyut şey ancak doğa yasaları olabilir. Evrenin yoktan var olamayacağını kabul etmek, evreni bir Tanrı’nın yarattığını kabul etmektir. Materyalizmin evreni ezeli ve ebedi kabul etmeleri de bu Tanrı fikrinden kaçınmak içindir. Oysa akla, mantığa daha uygun olan evrenin ezeli ebedi var olduğu yerine evrenin doğa yasalarına göre yoktan evrimleşmiş olduğunu kabul etmektir. Evren, canlı, insan ve toplum doğa ve toplum yasalarının zorunluluğunun ve rastlantının birlikte ürünüdür. Doğa yasaları ve doğa canlı cansız, bilinçli bilinçsiz ayrımı yapmaz, onlar için karıncayla insanın bir farkı yoktur. Doğa ikisini de hem var eder ve besler hem de acılar verir, yok eder. İnsanlar doğa yasalarının umrunda değildir. Yaşam olup olmaması güneşin umrunda değildir. Doğa yasalarının ve doğanın eylemlerine bir amaç ve anlam yükleyen, bunları insan suretinde bir Tanrı olarak konuşturan, doğal nedenleri doğaüstüne dayandıran biz insanlarız. Tanrıları yaratan, öküze tapan da insan aklı, hayvanların yeteneklerine yapay olarak sahip olan, doğada olmayan çeşitli madde ve araçları yapıp uzayı keşfe çıkan da insan aklıdır. Tanrı kavramı insan düşüncesinin ve aklının ilkel evresinin bir yan ürünüdür. Doğa yasaları, evren, insan, Tanrı’nın akıllı tasarımı değil, Tanrı, insanların düşünmeye başladıklarında, doğa olaylarının bilinmezliğinden, ölüm korkusundan, acısından, ölümü kabul edememeden, sığınma ve korunma ihtiyacından kaynaklanan düşünce ve akıllarıyla yarattıkları akıllı tasarımıdır. İnsanı tasarlayan Tanrı değil, Tanrı’yı tasarlayan insandır. Yani evreni, insanı yaratan Tanrı değil, Tanrı’yı yaratan insandır. İnsanlar düşleriyle sayısız tanrı tasarlayıp yarattılar ve kendi yarattıklarına taptılar halen de tapmaya devam ediyorlar ne yazık ki ama bu evre insanlık tarihi içerisinde çok kısa ve geçici bir evredir. Kendisini ve diğer insanları köleleştiren, mutsuzluğu getiren de insandır, doğaüstü inançları, sömürüyü kaldırıp eşitliği, özgürlüğü, mutluluğu getirecek olan da insandır.

Ahlaklı olmak için de doğaüstü inanç ve dinlere gerek yoktur. Doğaüstü güçlerden ve korkulardan kaynaklanan ahlak, gerçek ahlak değildir. Gerçek ahlakın kaynağı ve gerekçesi doğaüstü güçler, dinsel inanç ve korkular değil, akıl, mantık, vicdan, insan doğası, insan hak ve özgürlükleri ve toplu yaşamın gereğidir.

Bu yüzden din ve bilimi uzlaştırmaya çalışmak, birbiriyle çatıştıklarını görmezlikten gelmek, ört bas etmeye çalışmak ya da dini içeren ve eleştiren konulardan ve kitaplardan sürekli kaçınmak, bilimin ve insanlığın gelişimini engellemek ve geciktirmekten başka bir şey değildir.

Tanrı ve cehennem korkusundan zihinleri felç olmuş kişiler bilimsel kitapların dinsel inancı zayıflattığının farkına vardıklarında kitap okumayı reddeder ve kötülerler, dinsel konu ve tartışmalardan sürekli kaçınırlar. Bu tür kitaplar okumayı reddettikleri gibi dinsel kitaplar ve kutsal kitapları da okumazlar. Ama zihni zehirlenmemiş ya da bunu aşabilmiş özgür zihinli, kendine güvenen kişiler bilimsel ya da dinsel her türlü kitabı okuyabilirler.

Gerçekleri kabul edemeyip kaçan, kendilerini ve başkalarını kandırıp avutan bu kesimlerce hep denildiği ve sanıldığı gibi okumak, kafayı karıştırmaz, kafayı üşüttürmez, aklı oynatmaz; tam tersi başlangıçta daha da karıştırsa da zamanla kafanın karışıklığını giderir, karışık kafayı düzenler, aydınlatır. Ama kapasitesi yetersiz ya da zihni doğaüstü inançlarla aşırı zehirlenmiş veya bazı doğruları fark etmiş ama yeterince okumadığı için de bir boşluğa düşmüş, olaylar ve gerçekler karşısında aşırı karamsarlığa, kaygı ve üzüntüye kapılmış kişiler için bu tehlike söz konusudur ne yazık ki.

Oysa doğrular, gerçekler fark edildiğinde, doğaüstü inançların gerçek dışı olduğu kavranıldığında, bunların yerine bilimsel açıklamalar konulduğunda, dinler ve dinsel düşünce evresinin insanlık tarihi içinde çok kısa ve geçici olduğu kavranıldığında içine düşülen boşluk da kaygı da geçicidir. Doğaüstü inançlar, cahillik, gericilik, şiddet, katliam gibi olaylar ve durumlar karşısında kaygı ve karamsarlığa kapılmaya gerek yoktur. Çünkü bunlar insanlığın yaşaması gereken zorunlu ama geçici evrelerdir yalnızca, binlerce yıl sürse de er ya da geç değişecek, gelişecek, düzeleceklerdir. Çünkü biyolojik, toplumsal, sosyal, kültürel, bilimsel her türlü evrim, duraklamalar, gerilemeler, sapmalar ve sıçramalar, rastlantı ve sürprizlerle iki ileri bir geri şeklinde ilerlese de sanıldığının tersine sonuçta daha mantıklıya, doğruya, herkesin yararına ve iyiye doğru ilerlemektedir. Çünkü doğal seçilim sürekli uyum sağlayamayanları eleyerek, daha uyumluyu ve daha iyiyi seçer, dolayısıyla tek tek türlerin evrimi ve bakteriden insana varan genel evrim herhangi bir doğal ya da yapay bir engelle karşılaşmadığı sürece daha iyiye, daha yetkine doğru ilerler. Koşullara göre en uyumlu ve yetkine ulaştığında evrim durur. Daha iyiye doğru ilerleme doğaüstü bir amaç ve yönlendirme sonucu değil doğal seçilimin zorunlu sonucudur.

Fizikteki çoğu yasa ve ilke gibi ‘’en kısa yol’’ ilkesi jeolojik, biyolojik ve toplumsal evrimde de geçerlidir. Fizik, biyoloji ve toplumda geçerli olan yasa ve ilkelerin bazıları farklı olabilir ama birbirlerine aykırı olamazlar. Birbirlerini dışlamak yerine, tam tersi tamamlayıp bütünlemeleri gerekir. Evrim de mümkün olan en kısa yolda ilerlemektedir. En kısa yolun anlamı, daha bilimsel, daha mantıklı, daha doğru, daha herkesin yararına ve daha iyi olandır. Fizikteki ‘bir engel ve bir etki olmadığı sürece nesneler hareketlerini korur; giden, gitmeye devam eder, duran, durmaya devam eder’ anlamındaki eylemsizlik ilkesi jeolojik, biyolojik, toplumsal evrimde de geçerlidir. Evrim, bir engel ve etki olmadığı, şartlar ve olanakların mümkün kıldığı ölçüde daha yetkine, iyiye doğru gider. Toplumsal evrim, insanlar aracılığıyla gerçekleşir. Elbette iki ayakla yürüyen, ellerini çok iyi kullanabilen fizyolojik yapısı, zekası, düşünebilmesi, okuyup yazması, bilimi, teknolojisi, kültürü ve bilinciyle diğer canlılardan ayrılan insan, evrime müdahale edebilir, tehlikeleri, zararları, kötülükleri önleyebilir, mücadele ederek doğru yola girmesini ve daha iyiye gitmesini hızlandırabilir.

Kitap okumayan kesim, en önemli eğitim araçlarından TV den de yeterli eğitim alamadığı gibi yanlış eğitimler alır. Özellikle günümüzde TV, gerçekleri bildirip öğretmekten ve bilimsel olarak eğitmekten çok uzak olduğu gibi insan hak ve özgürlüklerine, bilime aykırı, kapitalist, dinsel, geleneksel, etnik değerleri empoze eder ve çok yanlış yönlendirmeler yapar durumdadır. Elbette gazete ve dergiler de aynı durumdadır. Günümüzde bu durumdaki medyayı izleyenler, insanları, olayları görür; okuyan, düşünen, sorgulayanlar ise davranışların ve olayların nedenlerini, kaynaklarını, çözümlerini görürler. Ama biz görmesek de medya gelişerek bilimsel kılığa bürünmüş dinsel eğitim yerine bilimsel eğitim verir duruma gelecek kitapların da her zaman ayrı bir yeri olacak ve okunmaya devam edilecektir.

Kitabelerden e-kitaba uzanan yazının ve kitabın tarihi, aynı zamanda sansürlenen, reddedilen, yakılan, yok edilen kitap ve yazarların tarihi olduğu gibi okumanın toplumda yaygınlaşmasının da tarihidir. Dinlerin kutsal kitapları ilk yazılan kitaplardandır. Her din önce kendi kitabını yazmış diğer kitapları ise yakmıştır. İskenderiye kütüphanesini önce Hıristiyanlar sonra Müslümanlar yakmıştır. Ama bu yakıp yok etmeler, canlılığın en üst düzeyi olan düşünme, sorgulama aşamasına ulaşmış, anlama, öğrenme, okuma aşkıyla yanıp tutuşanları engelleyememiştir; doğruları, gerçekleri geciktirdi ama engelleyememiştir. Okuma geçici süreler için azalsa da uzun vadede artmıştır. Günümüzde internet ve e-kitapla birlikte haber, bilgi, duygu ve düşünce paylaşımı da artmış dolayısıyla okuma ve yazma da artarak topluma yayılmaya başlamıştır.

İnsanlar ölür, kitaplar ölmez. Yol gösterici olarak dinleri değil, bilimi, esas alan, insanlara, insanlığa katkıda bulunan, doğru bilgiler, düşünceler veren, çağlarını aşmış, uzun çağları kapsayan, hümanist ve evrensel (enternasyonal) yazılmış iyi kitapların yazarları da eserleriyle yaşamaya, insanlığa yol göstermeye devam ederler.

Evreni, doğayı, canlıyı, insanı, toplumu, kendimizi tanımamız, nereden gelip nereye gittiğimizi doğru bir şekilde öğrenip algılamamız için okunması gereken kitapları okumamanın nedenleri şöyle sıralanabilir:

Yeterli düzeyde bir zihinsel kapasite, temel bilgileri içeren bilimsel bir temel ve merak olmaması.

Beslenme, barınma, sağlık, eğitim, iş, aşk, sevgi, cinsellik gibi temel ihtiyaçlar, sorunlar, geçim derdi, iş yaşamının yoğun olması yüzünden kitap okumaya vakit olmaması, vakit olsa da insanın zihninin kitap okuyamayacak kadar bu sorunlarla meşgul olması.

Bilimi, okumayı para etmeyen, evrenin oluşumuna kesin yanıtlar veremeyen, faydası olmayan boş bir uğraş olarak görmek.

Kitaplarda neler olduğundan haberi olmamak, bilmediğini ve neleri bilmediğini bilmemek, okunması gerektiğinin bilincinde olmamak.

Çevresinde kitap okuyan birilerini görmemek, kitap okuma alışkanlığının edinilmemiş olması. Anne babaların, üniversite mezunlarının, akademisyenlerin, öğretim görevlilerinin, öğretmenlerin genelinin kendilerinin kitap okumuyor olmaları. Okumanın öneminden bahsedilmesi ama okuma alışkanlığı edindirmek üzere okumak ve kitaplar hakkında ayrıntılı eğitim verilmemesi. Okuma alışkanlığı edindirmek için kitaplardan neler öğrenilebileceğinden, çeşitli kitapların adlarından, konularından, içeriklerinden, yazarlarından, tanıtım yazılarından, bahsedilmeli, okuma dersleri olmalı, kitaplardaki konularla ilgili neler düşünüldüğüne dair sohbet ve tartışma açılarak, sorular sorularak, kitaplardan bölümler okunup yarım bırakılarak merak uyandırılmalı. Okumanın yarım bırakılarak merak uyandırma yöntemi okul öncesinden başlanmalı.

Doğaüstü güçler ve otoritelerin üstünlüğü inancına saplanmışlık, bilimi değil dini yol gösterici olarak kabul etmek.

Doğaüstü inançlar ve korkularla zihninin aşırı zehirlenmesi nedeniyle gerçeklerle ve kendisiyle yüzleşmekten, değişmekten, inancını kaybetmekten ve var olduğuna inandığı öteki dünyada cezalandırılmaktan korkmak, özgür, kendine güvenli, cesur, meraklı bir zihne ve iradeye sahip olmamak. İnsanı hayvandan ayıran en temel niteliklerden olan aklını, mantığını kullanma, düşünme, sorgulama, araştırma, özgün düşünce ve fikirler üretme, yaratıcılık, özgür iradesiyle hareket etme yetisinin gelişmemiş ya da köreltilmiş olması.

Kitap okumanın akıl ve ruh sağlığını bozacağının sanılması. (Okuyanlar, okumayanlardan ‘’Kafayı yiyeceksin’’ , ‘’Kafayı üşüteceksin’’şekline tepkiler alırlar hep.)

Kitapların emekçi büyük bir kesime göre pahalı olması.


Neden Okumalı?

Okumak, insanın anlama, konuşma, ifade etme ve yazma yeteneğini geliştirir. Okumak, bilgi edinmek, anlamanın, düşünmenin, ifade etmenin ve yazmanın sermayesidir. İnsan ne kadar doğru kitaplar okur ve ne kadar çok okursa bilgisi, bilinci, düşünceleri, fikirleri, yazma isteği ve becerisi o kadar gelişir.

Okumak bilgi sağlar, düşündürür. Okumak, insanı daracık çevresinden çıkarıp dünyayı, evreni gezdirir, bilmediklerini öğretir, görmediklerini gösterir, yaşamadıklarını yaşatır, geçmişi öğretir, geleceği gösterir, insanı eleştiriye, gelişmeye, değişmeye, ilerlemeye açık hale getirir, insanın daha doğruyu, iyiyi, güzeli bulmasına yardımcı olur. Okudukça insanın zihni gelişir ve özgürleşir. Daha mantıklı ve bilinçli düşünerek doğruyu yanlışı ayırt edebilir, olguları, olayları ve sorunları daha iyi anlayıp, yorumlayarak doğru ve kolay çözümler bulabilir. Geçmişi, günümüzü ve geleceği, nereden gelip nereye gittiğimizi anlayabilir, görebilir. Hayatı ciddiye alıp daha bilinçli, anlamlı, huzurlu, özgür ve mutlu yaşayıp çok daha iyi değerlendirebilir kısacık ve biricik ömrünü.

Okumak, başkalarının haklarını çiğnemek, onları haklarından mahrum bırakmak, engellemek, korkutmak, fiziksek, cinsel, sözel, psikolojik baskı ve şiddet uygulamak, sorumlu ve zorunlu olmadıkları, istemedikleri şeyleri yapmaya zorlamak, yalnızca kendisini ve çıkarını düşünmek, yalan söylemek, sözünde durmamak, insanları kandırmak, kullanmak, rüşvet, dolandırıcılık, hırsızlık, emanete ihanet, taciz, tecavüz, çıkar karşılığı arkadaşlıklara ve cinsel ilişkiye girmek gibi davranışlarda bulunmamak, farklı düşünce ve inançlara, davranışlara, tavırlara, olaylara karşı daha soğukkanlı, sakin, mantıklı, anlayışlı, sabırlı, hoşgörülü, saygılı olmak anlamında insanın davranışlarını, karakterini, ahlakını yani insanlığını geliştirir.
Haksızlıkları, baskıyı, ezilmeyi, sömürüyü fark ettirir, bunlara karşı duyarlılığı ve karşı koymayı geliştirir.

Okumak insanı yanlışlardan, hatalardan, suçlardan, kötü alışkanlıklardan, üzüntülerden, acılardan, sıkıntılardan ve depresyondan, uzaklaştırır, kendine güveni artırır. Karşısındakinin ve kendisinin hatalarını, kötülüklerini ve suçlarını affetmeyi, ders çıkarıp düzeltmeyi, başkalarıyla ve kendisiyle barışık olmayı kolaylaştırır.

Okumak zihnin gıdasıdır, ruhun gıdasıdır, daha ahlaklı, daha insan olmaktır, özgürlüktür, mutluluktur.

Okumayan, bilmediğini bilmediği gibi neyi bilmediğini de bilmez. Bilgisi olmayanın düşüncesi de olmaz. Bilgisi ve düşüncesi olmayanın her çekilen yere gitmesi, yanlış yönlendirilmesi, yanlış yollara sapması, yanlış düşüncelere ve inançlara sahip olması, yanlış, tehlikeli ve zararlı davranışlarda bulunması çok daha kolaydır.

Okumayan, bilimi ve bilimsel düşünmeyi öğrenmeyen, bilimsel gelişimi izlemeyen, reddeden insanlar ve toplumlar, bozulmaya, gerilemeye, sömürülmeye, evrim sürecinde elenmeye ve yok olmaya mahkumdurlar. Uygar olmanın, gelişmenin, değişmenin, ilerlemenin yolu kitaplardan geçer.

Aydın kişi deyince yüksek öğrenim görmüş okuyup yazan kişi anlaşılır. Oysa her okuyup yazan, aydın olamaz. Aydın, aklını, mantığını kullanmayı, bilimsel düşünmeyi, sorgulamayı ilke haline getirmiş, toplumunu ya da çağını bilimsel yönde aşabilmiş ve öğrendiklerini, fark ettiklerini, keşfettiklerini, doğru yolu insanlara göstermek, anlatmak için çabalayan kişidir. Aydınlanmak, aydın olmak doğaüstü inançlardan kurtulma ve başkalarını ve insanlığı da bunlardan kurtarma çabasıyla orantılıdır. Bu ise ancak dini değil bilimi yol gösterici kabul etmekle, bilimi ve bilimin yöntemlerini, ilkelerini, yasalarını esas almakla, inanç yerine bilimsel bilgi edinmekle, dinsel düşünce yerine bilimsel düşünceyi geçirmekle, asla doğaüstü güçlere başvurmamakla, onları reddetmekle, doğal olayların nedeninin doğa yasaları olduğunu kabul etmekle, doğanın nedenlerini doğaüstünde değil doğada aramakla yani bilimsellikle olur. Ne yazık ki henüz bilimsel düşünebilenler, aydınlananlar ve gerçek aydınlar kumsalda bir avuç kum gibidir. İnsanlık ve bilim ve bilimsel düşünce daha çok yenidir ve herkesin harcı değildir. Ama gelecekte dinsel düşüncenin yerini tamamen bilimsel düşünceye bırakması kaçınılmazdır. Bu ise düşünmek, okumak, araştırmak, doğru bilinenleri sorgulamakla olacaktır. Evrimsel gelişimde daha iyiye, ileriye götüren yenilikler, tıpkı biyolojik evrimde olduğu gibi önce küçük bir azınlıkta başlar sonra eskiler elenir, daha uyumlu yeniler çoğunluğa geçer. Bu yüzden bilim boşluklarını doldurdukça aydınlananlar ve kendi boşluklarını dolduranlar çoğunluğa geçecek, sonunda Tanrı’ya yer kalmayacaktır. İçinde bulunduğumuz evre Homo sapiens sapiens evresidir, ancak gelecekte bunlar da elenecek yeni bir insan türü ortaya çıkacaktır. Şimdiki insanlar ise geleceğin insan türleri yanında maymun türleri gibi kalacaklardır.

Günümüze geçmişten ve gelecekten bakmak gerekir. Doğaüstü inançlardan, dogmatizmden kurtulmak, insanlığın tam olarak aydınlanması ve bilimsel düşünceye tam olarak geçişi; bilim, teknoloji ve insanlığın yeniden doğuşu, asıl başlangıcı olacaktır.

İnsanı hayvandan ayıran, zeka, akıl, düşünme, sorgulama ve bilinç derecesidir. Öleceğini bilen ve Tanrı’yı yaratan yalnızca insan aklı olduğu gibi doğa yasalarının farkına varan, onları bulan, onları kavrayıp kullanan da yalnızca insan aklıdır. Tanrı kavramı insan aklının aklını kullanmaya başladığı ama henüz bilgisiz olduğu ilkel evrede ortaya çıkan bir yan ürünüdür. Bilinmezlik bilgisizlikle doğru orantılıdır. Hayvanlar bilip bilmediklerinin, neyi bilip neyi bilmediklerinin bilincinde değillerdir. İnsan bilgi edindiği, bilinçlendiği oranda hayvandan ayrılır, bilinmezliği gizemselleştirmekten, kutsallaştırmaktan kurtulur. Okumak ve yazmak, bilinçlenmeyi sağlayan ve insanı hayvandan ayıran en önemli unsurlardan biridir. Okumak ve yazmak insana özgüdür, hayvanlar okuyamaz, insan okur. İnsan, okuduğu oranda bilinçlenir, bilinçlendiği oranda hayvanlardan ayrılır, insanlaşır. İnsan okudukça, birikimlerini paylaşma gereksinimi duyar, hiç kimseye ve doğaya zarar vermeme, insanlara, toplumuna ve insanlığa yararlı olma zorunluluğu duyar.

Dolayısıyla, okumak, boş vakitlerini hoş geçirme aracı değildir. Okumak, bir zorunluluktur. İnsanın kendisine, çevresine, toplumuna ve insanlığa karşı bir borcu, bir görevidir.

Okunması gerektiğinin bilincine varabilen, okumanın heyecanına, zevkine, mutluluğuna varabilen kişi her fırsatı değerlendirir, okumak için fırsat yaratır. Kitabını, kalemini, not defterini sürekli yanında, elinin altında bulundurur; teneffüs, ara ve molalarda, bekleme salonlarında, yolculukta, sahilde, piknikte vb. her fırsatta okuduğu kitaba sarılır.


Ne Okumalı?

Yeni bir kitap alabilmek, yeni bir kitaba başlamak, yeni bilgi ve düşünceler öğrenmek, okuduklarını düşünmek, sorgulamak, eleştirmek, yanlışları bulabilmek, yerlerine daha doğruları, gerçekleri, iyileri bulabilmek, keşfedebilmek, okuma alışkanlığı edinen kişinin en büyük heyecan, sevinç, zevk ve mutluluklarındandır.

Okumak, ders kitapları, mesleki kitaplar, gazete, magazin dergileri, dinsel kitaplar okumak değildir.


Ezbercilik

Okumak, yalnızca bilgi edinmek, bunları ezberlemek değildir. Okunan ya da öğrenilenler sorgulanmayıp olduğu gibi doğru kabul ediliyorsa, yanlışlar ve doğruları aranmıyorsa, yanlış tarafları atılıp doğru tarafları alınarak sentezlere gidilmeye, yeni düşünce ve bilgiler üretilmeye çalışılmıyorsa, okunanlar, öğrenilenler konuyla ilgili başka soru ya da sorunlara aktarılamıyorsa, işlevsel hale getirilip kullanılamıyorsa bu ezberciliktir, okunan ve öğrenilenler algılanmamış, kavranmamış demektir.

Örneğin, diyalektiği öğrenen birisi her şeye siyah beyaz bakmaya, ya doğru, ya yanlış, ya iyi ya kötü görmeye devam ediyorsa, siyah ve beyaz dışında grinin yığınla tonu olduğunu, genelde her şeyin, herkesin doğru ve yanlış, iyi ve kötü tarafları olduğunu, her şeyin bir derecesi olduğunu göremiyorsa, ilerlemeleri ve gerilemeleri göremiyorsa diyalektiği kavramamış demektir.

Materyalizmi okuyup da doğadaki nedenleri doğaya değil de doğaüstüne dayandırmaya, bir yaratıcı olduğuna inanmaya devam ediyorsa materyalizmi kavramamış demektir.

Diyalektik ve tarihsel materyalizmi okuyup da burjuva kapitalist demokratik milli devletler evresinin feodal din devletlerinden ileri, sosyalist dünya devletinden geri olduğunu, milli devletler evresinin geçici bir evre olduğunu göremiyorsa diyalektik ve tarihsel materyalizmi kavramamış demektir.

Irkçılığı okuyup da siyah-beyaz ayrımında gördüğü ırkçılığı Türk-Kürt ayrımında göremiyorsa ırkçılığı kavramamış demektir.

Dinler tarihini okuyup da İslamiyet’in de diğer dinler gibi insanlar tarafından oluşturulduğunu, diğer büyük dinlerin evrimleşmiş hali olduğunu, sonunda tümünün reddedilip ateizme varılacağını göremiyorsa dinler tarihini kavramamış demektir.

Bu örnekler yığınla artırılabilir.

Okumak yalnızca roman okumak da değildir. Bunun yerine film izlemek daha iyidir. Çünkü filmler görsel romanlardır. İzlemek okumaktan kolay olduğu gibi görsellik romana renk katarak daha zevkli hale getirir. Roman yalnızca okumaya başlangıç aşamasıdır. Bu aşamadan sonra okunması gereken asıl kitaplara geçilmez ve bunlara devam edilmezse yalnızca roman okumak pek bir işe yaramaz. Aşk ve macera romanları ya da bilimi ve felsefeyi roman şeklinde anlatan, dinsel inançları roman şeklinde sorgulatan, eleştiren bilimsel ve felsefi romanlar da aklının sahibi olmayıp aklına ve inancına güvenmeyen, düşünceleri dayatma olarak kabul eden ve okunması gereken konuları direkt anlatan, düşünceleri direkt söyleyen kitapları okumaktan, etkilenmekten, inancını kaybetmekten korkan, çekinen, ağır, sıkıcı zor ve stresli bulan, başlangıç aşamasında olanlar içindir. (Düşünceler dayatma olarak kabul edilirse hiç kitap okumamak gerekir çünkü bilim öğreten kitaplarda bile yanlış ya da doğru belli bir felsefe ve ideoloji gizlidir. Bunu fark edebilmek, yanlış felsefe ve ideolojilerden etkilenmemek, bilimin saptırılıp saptırılmadığını anlayabilmek için yeterince okuyup doğru bilgi, felsefe ve ideolojiye sahibi olmak gerekir. Bu yazının konusu olmamakla birlikte burada kısaca bahsetmek gerek; felsefenin iki ana dalından bence bilimle uyuşan ve doğru olan idealizm değil diyalektik ve tarihsel materyalizmdir.)


Piyasada yığınla kitabın bulunduğu, ilerlemenin ışık hızıyla gerçekleştiği, görsel ve internet kültürüne geçtiğimiz çağımızda, nereden gelip nereye gittiğimiz, savaş, çatışma, şiddet, sömürü, yoksulluk gibi konularda bize bir şeyler katıp daha fazla bilinçlendirmeyen, yol göstermeyen, suya sabuna dokunmayan, düşündürmeyen, sarsmayan, daha fazla insan yapmayan, direkt söylemeyip lafı dolandıran, eveleyip geveleyen, kitapları okumak, vakit kaybından başka bir şey değildir.

Bu yüzden kitap alırken eskiye göre çok daha seçici olmak, bilimsel olup olmadıklarına, yani doğaüstü inançlara dayanıp dayanmadıklarına, yol gösterici olarak dini değil bilimi esas alıp almadıklarına, bilimin verilerine, ilkelerine, yöntemine aykırı olup olmadıklarına, ayrıca din, ırk, milliyet, cinsiyet ayrımı, propagandası, aşağılaması yapıp yapmadıklarına dikkat etmek gerekiyor. Bilimsel olmayanları da bir fikir edinmek, karşılaştırmak için az sayıda da olsa alıp okumak gerekir. Örneğin herhangi bir dini öven, inandırmaya çalışan kitapları o dini eleştiren kitaplarla ve o dinin kutsal kitabıyla birlikte okumak gerekir. İslamiyet’in söylediklerini hep duyar, okuruz. Bir de İslamiyet’i ve diğer dinsel inançları sorgulayan, eleştiren, reddeden kitapları okumak gerekir. Kitap en iyi dosttur, dostlar gibi iyi seçilmelidir.

Kitap seçimine, merak edilen konularda başlıkları olan kitaplarla başlanabilir. Bilgisi ve görüşü beğenilen, takdir edilen birisinden kitap önerisi alınabilir. Daha önce beğenilen bir yazarın kitabıyla veya beğenilen bir yazıda, kitapta ya da kaynaklarda adı geçen bir kitap alınabilir. Başlığı beğenilen bir kitabın konusunu ve bilimsel olup olmadığı konusunda fikir sahibi olmak ya da daha iyi anlayabilmek için kitabın yazarına, yayınevine, arkasındaki kitap tanıtım yazısına ve kitabın başlangıcındaki içindekiler bölümüne bakılabilir.

Günümüzde basılı kitapların e-kitapları çıkmaya başlamıştır. E-kitaplar, yazı yazarken başka yazarlara atıfta bulunmak istenildiğinde ya da alıntı yapmak istenildiğinde kopyala yapıştır tekniğiyle alıntı yapılacak bölümü tek tek yazma zorluğundan ve zaman kaybından kurtaran çok büyük bir kolaylık getirmiştir. Çok daha ucuz ve birçok yerde de ücretsiz olduğu için e-kitapların çıkışıyla kitap almak, okumak, yazmak çok daha kolaylaşmış, kitapları koyacak yer ve muhafaza etme sorunu kalmamıştır.

Yazmak da bilgisayarla birlikte çok daha kolaylaşmıştır. Bilgisayar, ilk akla gelenler yazıldıktan sonra istenilen cümle ve paragrafların yerlerini değiştirmek, ekleme çıkarmalar yapmak ve yazıyı düzenlemek konusunda eski elle yazmaya göre çok büyük bir kolaylık sağlamıştır.

En iyi üniversite, iyi bir kütüphanedir. Kitap en iyi öğretmen, okumak en iyi öğrenimdir. Dikkat edilecek olursa bilime katkıda bulunmuş bilimcilerin çoğu, kendi merak ve istekleriyle kendi alanları dışında bilim ve felsefe kitapları okuyanlardır.

Okunması gereken kitaplar ve konuları kabaca şöyle gruplandırılabilir:

Dinlerin kutsal kitapları

Dinler tarihi

Bilim tarihi

Felsefe (düşünce) tarihi

Etnik ve siyasi tarih

Kozmolojik ve jeolojik tarih (Evrenin ve dünyanın evrimi)

Canlılığın, yaşamın ve insanın oluşumu ve evrimi

Evrim, Görelilik, Kuantum, Büyük Patlama gibi en önemli ve en son teoriler

Bilimin yöntemleri, kavramları, ilkeleri, yasalar

Önemli keşifler yapmış bilim insanları, keşifleri ve mücadeleleri

Kişilik çeşitleri, kişilik ve davranış bozuklukları, psikolojik rahatsızlıklar ve nedenleri

Ülkemizin dinsel, etnik ve siyasi tarihi

Atatürk’ün Nutuk, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün yazdırdığı lise Tarih kitapları

Felsefenin farklı iki temel görüşü olan materyalizm ve idealizm

Kapitalizm ve komünizm

Diyalektik

Toplum yapılarının tarihsel gelişimini ve evreleri

Diyalektik ve tarihsel materyalizm

Bilimi, siyaseti, felsefeyi güncel olarak izleyen dergiler

Nasıl Okumalı?

Kitabı daha iyi anlayabilmek, kitap bittikten sonra kitabı özet şeklinde tekrar okuyabilmek, gerektiğinde yazı yazarken alıntı yapabilmek için doğru ya da yanlış görülen önemli kısımların altı çizilerek, kitap sayfasının kenarlarına, boş kısımlarına ya da ayrı bir yere özetini çıkaracak şekilde notlar alınarak, gerektiğinde düşünceler eklenerek okumalıdır.

En önemlisi de konunun uzmanı yazmış bile olsa mutlaka sorgulanarak okunmalıdır. ‘’Ben ondan daha mı iyi bileceğim’’ deyip kendimizi küçümsememeli, kendimize güvenmeli, profesör de olsa sonuçta onun da bir insan olduğunu, yanlışları, eksikleri olabileceğini, yanlış felsefeye sahip olabileceğini dikkate almak gerekir.

Bu konuda bir bilimcimiz şöyle diyor:

‘’Ortaçağ dogması ve Ortaçağ mantığında yaşaması gereken birçok insan, herhalde yanlış bir planlamadan dolayı ne yazık ki zamanımızda doğmuş; doğmakla da kalmamış bir kısmı üniversitelerde hoca olmuşlar.’’ Prof. Dr. Zafer Gençaydın (aktaran: Prof Dr. Ali Demirsoy)


Öğrencilerin ezbercilik ve sorgulamama alışkanlığı üzerine Prof. Dr. İlhan Arsel de şöyle diyor:

‘’Bütün tatlı ve mutlu anılarıma rağmen, otuz yılı aşkın Üniversite hocalığım boyunca beni daima karamsarlık içerisinde tutan bir izlenimim olmuştur ki, o da öğrencilerimin büyük çoğunluğunun, her ne kadar çalışkan ve öğrenim şevkine sahip bulunmalarına rağmen, ders sırasında ağzımdan çıkan her sözü, hiç çürütmeye kalkışmadan, hiç tartışmadan, ve daha açıkçası hiç düşünme gereği duymadan gerçeğin ta kendisi imiş gibi kabul etmeleridir. Hem de kendilerine tartışma saati ayırmış olmama rağmen.
…Yani, benim bir profesör olarak yanlış ya da tutarsız bir şey söyleyebileceğimi aklından geçirmek şöyle dursun; fakat söylediklerimi inceleme, eleştirme, sentezleme ve böylece gerçeklere kendi diyalektiği ile erişme gereksinimini duymamaktadır.

Söylenenleri(ya da belletilen şeyleri), incelemeden, hiç muhakeme etmeden, hiç akıl süzgecinden geçirmeden, olduğu gibi kabullenme geleneği, yaratıcı zekaya ve fikirsel gelişmeye oluşum fırsatı bırakmayan bir hastalıktır ki Batı dünyasını da vaktiyle, hem de 1500 yıllık uzun bir süre boyunca, karanlıklarda tutmuştur. Batı’nın 18. yüzyılda kurtulabildiği bu hastalık, bugün hala geri kalmış nice ülkelerde ve özellikle bizim gibi şeriat heveslisi toplumlarda, hükmünü sürer; sürmesinin başlıca nedeni, ‘’gerçek’’ denen şeyin, ancak dondurulmuş tek bir kaynakta (örneğin, Kutsal sanılan kitaplarda) bulunduğu inancına saplandırılmış olmaktır. Bu saplanmışlık nedeniyle kişi, ‘’gerçek’’ diye kendisine belletilenlerin, akla ters ve birbiriyle çelişir verilerden oluştuğunun farkına varmaz. Bu nedenle kafa yapısı iki atın birbirine ters yönde çektiği bir arabaya benzer.’’

Bir öğretmenin, profesörün yüzlerce öğrencisi olur, ama aydın bir öğretmeni, bir profesörü aşabilen öğrenci ya hiç olmaz ya da birkaç kişidir ancak. Bunlar öğretmenini sorgulayıp eleştirebilenlerdir. Bilimsel ve sosyal evrim bu, hocalarını, duyduklarını, okuduklarını, gördüklerini sorgulayabilen, aşabilenlerin öncülüğünde ilerler.

Bilimsel ve kültürel ilerleme doğru bilinenler sorgulanarak, doğru bilinen yanlışlar bulunarak, bunları eleyip yerlerine doğrularını koymaya çalışarak gerçekleşebilir ancak. Bilim tarihi bize ilerlemenin bu şekilde gerçekleştiğinin yığınla örneğini verir. Kopernik, Aristoteles ve Batlamyus’tan beri yüzlerce yıl yanlış bilinen dünyanın düz olduğu ve güneş ve gök cisimlerinin dünya etrafında döndüğü bilgisini sorgulamasaydı hala dünyanın düz ve evrenin merkezinde olduğunu sanacaktık. Einstein, Newton’u ve kendinden önceki bilgileri sorgulamasaydı uzayın eğri değil düz olduğunu, uzayda en yakın mesafenin bir eğri değil bir doğru olduğunu, genişleyen değil gördüğümüz düzende durağan olduğunu, zamanla birlikte dört boyutlu değil üç boyutlu olduğunu, gök cisimlerinin birbirlerini ışık hızından daha hızlı anında etki ile çektiklerini, ışığın hem tanecik hem dalga karakterinde olduğunu değil, tanecik olduğunu, ışığı esirin ilettiğini, Newton yasalarının evrensel yasalar olduğunu sanmaya devam edecektik, Newton yasalarının yalnızca dünya ve gezegenler gibi yakın mesafede geçerli olduğunu, ışık hızındaki ve uzaktaki cisimlerin hareketlerini, maddeyle enerjinin birbirine dönüşebildiğini, ikisinin aynı şeyin farklı görünümleri olduğunu ve korunduğunu bilmeyecek, maddenin enerjiden oluştuğunu anlayamayacaktık. Darwin canlıların nasıl oluştuklarını, türleştiğini ve çeşitlendiğini sorgulamasaydı, bugün oldukları şekilde yaratıldıklarına inanmaya devam edecektik, vd. Demek ki her duyduğumuzu, okuduğumuzu, gördüğümüzü sorgulamalı, henüz bilim çok yeni olduğu, bilinmeyen çok şey olduğu, büyük olasılıkla doğru bilinenler içinde yanlışlar olduğu için nerede yanlış olduğunu bulmaya, anlamaya çalışmalı, okurken, sürekli sormalıyız: Nereleri, hangileri yanlış ve eksik? Doğruları nelerdir?

Bilim herkese açıktır. İsteyen herkes bilimsel çalışma yapabileceği gibi üretilen hipotez ve bilgilerin geçerliği her an herkes tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler elenir. Bilim daha çok yanlışlar elenerek yerlerine doğruları araştırılarak ilerler.

Benim de bilgim var, benim de aklım, mantığım var diyen herkes bilimle uğraşabileceği gibi bilimi de sorgulayabilir, sorgulamalıdır da.

Bilimin ve insanlığın gelişmesinin önündeki en büyük iki engelden birisi dinsel otorite diğeri ise bilimsel otoritedir.

Bu yüzden bilim insanının olduğu gibi, okuyan insanın da ilk ilkesi ‘kendi üzerimde dinsel ve bilimsel otorite tanımıyorum’ olmalıdır.

Atatürk’ün ”Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” dediği gibi, kendine en doğru, en güvenilir yol gösterici olarak dini değil bilimi esas alan, geriye değil aydınlanma hareketi doğrultusunda ileriye yönelen, başka dünyalar hayaliyle değil bu dünyaya göre yaşayarak hızla değişen dünyaya ayak uydurabilen, putlaştıran değil aşan, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür”, bireylerden oluşan bir bilgi toplumu olmak için,

Sokrates’ in “Kendini bil”, Yunus’un ”İlim ilim bilmiktir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.” dediği gibi insanı hayvandan ayıran en önemli özelliği soyut düşünebilmek, düşüncelerini, bilgisini kültürünü aktarabilmek, kendini ve çevresini tanımak, nereden gelip nereye gittiğini merak etmek, araştırmak, kendisini geliştirmek, kontrol etmek, yönetmek, sürüden biri olmak yerine kendinin çobanı olabilmek, hayatının seyircisi olmak yerine oyuncusu olabilmek, eskilerin “insan-ı kamil”, Nietzsche’nin de “üstün insan” dediği insan olabilmek için,

Konfüçyüs’ün dediği gibi ”Kendine (ve sevdiklerine) yapılmasını istemediğini başkasına yapma”mak, kendine ve sevdiklerine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına öyle davranmak için,

Mevlana’nın “Kim olursan ol, gel” dediği gibi insanları, dinlerine, dillerine, ırklarına, milliyetlerine, cinsiyetlerine göre değil, insanlıklarına yani karakterlerine, ahlakına, hak ve özgürlüklere saygı gösterip göstermediğine göre değerlendirmek, yanlışlarımızı düzeltip, doğruya ve iyiye yönelmek için,

Nazım’ın dediği gibi “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”, yani, başkalarının hak ve özgürlüklerine ve doğaya zarar vermeden, farklı düşünüp davranabilen, gönlünce yaşayabilen, elinden geldiğince de insanlara, topluma, insanlığa faydalı olarak yaşayan, karanlığa küfredeceğine bir mum yakıp bişey yapan, üreten, yaratan, hak ve söz sahibi bir toplumcu birey olabilmek için,

Marks’ın ‘’Bütün dünyanın emekçileri birleşin’’ dediği gibi adaletsizliğe, haksızlığa, ezilmeye, sömürüye ezenlere karşı ezilenler olarak birleşip dünyayı değiştirmek için,

İslamiyet’in kutsal kitabının dediği gibi “Oku!”, beşikten mezara, bir ömür boyu.

Oku, ama sorgulayarak oku! Kendini sorgulatmayandan kuşkulanmak gerek, kendini sorgulatmayanın bir eksiği, bir yanlışı, bir çıkarı ya da bir suçu var demektir çünkü. Zoraki ya da korkuyla okuyup, anlamadan, düşünmeden, sorgulamadan, ezberlemekle; meraktan isteyerek, anlayarak, sorgulayarak, benzer ve karşıtlarıyla karşılaştırarak, bağlantılar kurup bağlantısızlıklara dikkat ederek, yanlışları atıp yerlerine doğrularını bulmaya çalışarak, sentezler yaparak bu bilgilerden yeni bilgiler üreterek diyalektik okumak ve düşünmek arasında çok fark var çünkü.

1 bölü 6 eşittir 0.16
25 bölü 0.16 eşittir 156 yıl
Yanlışı düzeltelim!

Nilüfer Tekin