25 Ocak 2010 Pazartesi

Ölüme Çare Yok…mu?

"Bir ölüme çare yok" denir. Ölüme çare yok mudur gerçekten? Belki de yoktur ama kendini kandırmaktansa gerçeği kabul etmek daha gerçekçi, doğru ve iyidir. Gerçeği kabul etmek içinse sorgulamak, araştırmak, bulmak gerekir.

Kopernik, Galileo ve Newton’ dan sonra gelişen mekanik görüşe göre Descartes’in de belirtmiş olduğu gibi, evren gibi, canlı organizmalar da yalnızca karmaşık bir makineydi. Bu görüşe karşı çıkan vitalistlere göre ise organik süreçler fizik ve kimya yasalarına indirgenemezdi. Vitalistler, canlı organizmanın cansız maddeyle bir tutulamayacağını, yaşamın salt fizik ve kimya kurallarıyla açıklanamayacağını, bir canlının, molekül ve atom hareketlerinin toplamından daha fazlasını ifade ettiğini, zihnin ve bilincin bizi diğer nesnelerden ayırarak “biricik” kıldığını, canlı organizmanın cansız maddeden “ Yaşam gücü” denen içsel gizemli bir güçle ayrıldığını savunuyorlardı.

Bilimde doğru olduğu sanılan düşüncelerin yanlış çıkabildiği gibi yanlış sanılanın da doğru çıkabildiği için sık sık geri dönüşler olduğu bilinir. Çünkü bilim doğru bilinenleri sorgulayarak yanlışları eleyerek ilerler. Bilimdeki son gelişmeler ise mekanik görüşü haklı çıkartıp tekrar canlandıracak nitelikte. Son araştırmalara göre hayvanlar ve insanların da artık bir robot gibi, örneğin beynin çeşitli bölgelerine elektrik verilerek olmayan bir varlığı hissetmesi, neşelenmesi, korkması gibi birçok davranışı sergilemesi sağlanabilmekte ve bir robot gibi uzaktan kumandayla idare edilebilmektedir. Ayrıca diyalektik materyalizmde de yaşamın fiziksel ve kimyasal kökenleri ve bir canlının kendisini oluşturan atom ve molekül hareketlerinin toplamından daha fazlası olduğu yadsınmaz, canlı ve cansızların hareketsizliği ve değişmezliği yadsınır. Organik moleküller, hücreler, canlılar da temelde atom ve atomaltı parçacıklardan oluşmuştur fizik ve kimya yasalarına göre işlerler.

Anlaşılan o ki hayvanların ve bizim mekanik bilgisayarlardan, robotlardan çok da farkımız yok.Bizlere bir makine olamayacağımızı düşündüren, biyolojik alandaki karmaşık bilgilerin artması ve henüz tam olarak çözülememiş olması nedeniyle, Tanrı’nın insanı kendi suretinde yaratmış olduğu dinsel inancını ve bu inancın etkisindeki eski vitalist görüşü sürdürmemizdir yalnızca.


İnsanlar ölüm gerçeğini bir türlü kabul edemeyip kendilerini fiziksel olarak var olmayan başka bir dünyada yaşamaya devam etme (cennet) ya da bu dünyaya tekrar gelip yaşama (reenkarnasyon) gibi doğaüstüne dayalı inançlarla kandırıp avuta gelmişler, ömrü uzatma ve ölüme çare, insanlığın ve bilimin en büyük hedeflerinden biri olagelmiştir.

İnsanın, eski hayatını, yaşantılarını, deneyimlerini, anılarını, bilgilerini, düşüncelerini, görüşlerini ve bunların sonucu bilinçli ya da bilinçsiz edindiği felsefesini yani beyninde kayıtlı olan ve bilincini oluşturanları hatırlamadığı sürece dünyaya tekrar gelmesinin bir anlamı yoktur. Çünkü dünyaya gelen ve yaşama dönen artık o değil başka biridir. Çünkü insanların benliğini oluşturan, zekayı, biyolojik ve fizyolojik yapıyı ve mizacı belirleyen genetik yapısından ve beden görüntüsünden çok daha fazla beyinlerinde kayıtlı olanlardır. Ölüm, beynin ölmesiyle birlikte bu benliğin yok olmasıdır. Eğer beynin yapısı ve işleyişi daha iyi anlaşılıp tıpkı bilgisayarda olduğu gibi bilgisayara benzeyen beyindeki kayıtlı olanlar da kopyalanabilirse ölüme çare bulunmuş demektir.


Şimdiye kadar hayal ettiklerimizden çok farklı olan bu ölümsüzlük şeklini bize sağlayabilecek olan, yeni bir bilim ve teknoloji devrimi olarak gelişmeye başlayan nano teknolojidir. Son yıllarda elektronu bile gösteren çok hassas mikroskopların geliştirilmesiyle canlı ve cansız maddeyi molekül ve atom düzeyinde gözlemleyip inceleyebilen, üzerinde araştırmalar yapabilen, kontrol edebilen, istenmeyen özellikleri yok edip istenen özellikleri kazandırarak değiştirebilen, atom boyutlarından başlayarak yepyeni özelliklerde malzemeler sentezleyip üretebilen ve tekstil, inşaat, otomotiv, elektronik, bilişim, iletişim, kozmetik, tıp gibi her alanda kullanılabilen nanoteknoloji ölüme bilimsel bir çare bulmaya aday gibi gözükmektedir.


Günümüzde henüz başlangıç aşamasında olmasına rağmen, genetik, kök hücre, kanser, yapay organ gibi birçok alanda başarılar elde ederek umut verici araştırmalara devam eden, ürettiği sinir hücreleri boyutlarında ve sinir hücresi gibi çalışan nano-elektronik malzemelerle beyin sinir hücrelerini birleştirerek uyumlu çalışabilen nöro-elektronik malzeme üretmeyi başarmış olan nano-biyoteknoloji gelecekte atom altı, atom ve moleküllerden oluşan beyin yapısını en ince ayrıntısına kadar çözebilir, beyni elektronik olarak taklit ederek yapay beyin yapabilir, canlı beyinde kayıtlı olan tüm bilgileri kopyalayabilir, beyinlere istenen bilgileri yükleyip kayıtlı olan bilgilerden istenmeyenleri silebilir. Kişinin bu beyin kayıtları, elektronik bir belleğe kopyalanabileceği gibi genetik, kök hücre, klonlama, yapay DNA, yapay kan ve yapay organ üretimi araştırmalarının geliştirilmesiyle oluşturulabilecek yeni bir bedene ve beyne ya da kişinin klonlanmasıyla kendi beynine de kopyalanabilir. Gelecekte insanlar bedenlerinde istediği değişiklikleri yaptırabilir, beğendikleri yeni bir bedeni hatta cinsiyetlerini bile seçebilirler. Zaman makinesi hayallerinin geçmişle ilgili olanı değil ama belki gelecekle ilgili olanı gerçekleşebilir, insanların kopyalanan beyin kayıtları gelecekte yaşamak istedikleri bir zamanda uyandırılmak üzere uyutulup saklanabilir de.

Gelecekte elektronik çağın yerini binlerce kat daha yüksek hızlara sahip fotonik çağa bırakması beklenmektedir. Işığın hızı çok yüksek olduğu ve gök cisimleri de dahil her şey sürekli hareket halinde olduğu için ışık hakkındaki bilgilerimiz eksik olduğu gibi yanlış da olabilir.

Işık hızı konusunda bugüne kadar yanılmış olabiliriz. Einstein’ın hiç mi yanlışı yoktu acaba? Görelilik teorisiyle Kuantum teorisinin tam olarak uyuşturulamaması Einstein’ın da tıpkı Newton’un da olduğu gibi yanlışları olabileceğine ve düzeltilmesi gerektiğine işaret ediyor olabilir. Büyük olasılıkla Einstein’ın Newton’un yanlışlarını düzelttiği eksiklerini tamamladığı gibi Birilerinin de Einstein’ın yanlışlarını düzeltmesi ve eksiklerini tamamlaması gerekmektedir. Bilim tarihi bilimin böyle ilerlediğini göstermektedir.

Einstein, evrendeki en yüksek hızın ışık hızı olduğunu ve ışığın boşluktaki hızının sabit olduğunu söylemişti. Işık hızının tüm elektromanyetik dalgalar için de aynı olduğu söylenmektedir. Ama ışık, elektromanyetik spektrumun çok kısa bir aralığıdır ve hızı diğer elektromanyetik ışınlardan farklı olabilir. Diğer dalgaların hızları da birbirinden farklı olabilir.
Evrende en yüksek hızın kütlesiz olan elektromanyetik ışınların hızı olmalı. Yani ışık hızını ancak gene ışığın kendisi geçebilir.

Işığın boşluktaki hızının sabit olması, ışık hızının ortama ve şartlara göre yavaşlamadığı ya da hızlanmadığı anlamına gelmez. Işık hızının cam, su gibi ortamlarda doğal olarak yavaşladığı da zaten bilinen bir olgu. Bugünkü bilim, yapay olarak da ışığın hızını kontrol edebilmekte, hatta yavaşlatıp durdurabilmektedir. Işık bazı ortamlarda yavaşladığına göre neden başka bazı ortamlarda hızlanmasın? Mantıksal olarak yavaşlayabiliyorsa hızlanabilir de. Nitekim ışık hızının boşluktaki bildiğimizden hızından çok fazla olabildiği son yıllarda gözlenmiş bir olgudur.


Konuyla ilgili olarak google da şu yazıya rastladım:

(Işık hızından daha hızlı : Elektromanyetik alanların ve kütle çekim alanlarının yayılma hızı...


Konu ile ilgili ilginç bir gelişmeden söz etmenin tam yeridir. 27 Aralık 2006’da Sn. Prof. Dr. Tolga Yarman’ın “Foundation of PHYSICS LETTERS” dergisinde ilginç bir makalesi yayınlandı. “The End Results of General Relativity Theory Via Just Energy Conservation and Quantum Mechanics” adlı bu makale son yılların en çok hit alan makalelerinden biri oldu. Adından da anlaşılacağı gibi sadece enerji korunumu yasası ve Quantum Mekaniği ilkelerinden hareketle Einstein’in Genel Görelilik kuramının çözümlemesinin yapıldığı bu makalede ilginç sonuçlara varıldı. Buna göre Einstein’in öngörüsünün tersine kütlesel çekim alanının ve elektro manyetik alanın yayılma hızlarının ışık hızından çok daha fazla olduğu sonucuna varılmaktadır. Dahası Belarusya Devlet Üniversitesi’nden Prof. Alexander Kholmetskii manyetik alanın yayılma hızının ışık hızından en az dört kat daha fazla olduğunu deneysel olarak kanıtladığını belirtmektedir. Bu nedenle kütlesel çekim alanının yayılama hızının da deneysel olarak ölçülmesi son derece önemlidir.


Sayın Yarman’ın söz konusu makalesinin tamamını ve aynı konuda daha önce "Annales de la Fondation Louis de Broglie, Volume 9, Numero 3, 2004" te yayımlanan başka bir makaleyi İngilizce "Open Platform" bölümünde bulabilirsiniz. Sayın Yarman’a sitemize katkısı ve desteği için teşekkür ederiz."
http://www.realtimegravity.org/turkce anlaşılan bu siteyi bundan sonra daha sık takip edeceğiz. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgilere bu siteden ulaşabilirsiniz.-Gökhan Atmaca)

Ege Üniversitesi Astronomi bölümünden sn. Prof. Dr. Rennan Pekünlü'nün alttaki yazısında ise bu olgunun bir yanılsama olduğu belirtilmektedir:


‘’…Son zamanlara dek, baş yıldızı kara delik olan LMXB lerde jetlerin varlığı bilinmiyordu. Ancak, değişken bir kaynak olan GRS 1915+105 den ve geçici bir kaynak olan GRO 1655-40 (X-ray Nova Sco 1994) dan “ışık

Şekil 2. Bir kuazar veya radyo gökadasının özek bölgesinde, kara deliğin yakın komşuluğundaki bölgenin modeli. Kara delik üzerine doğru düşen madde önce kalın bir disk (torus) oluşturur. Orta bölgedeki huni içine sızan madde ışık hızlarına yakın hızlarla devinerek jetleri oluşturur. Bu jetler de Şekil 3 de görülen radyo şişimlerini besler (www.independent.co.uk)

hızından daha hızlı jet”ler gözlenmiştir (Hjellming & Rupen, 1995).


Şekil 5. 3C 345 kuazarının sergilediği “ışık hızından daha hızlı” olgu! Şekildeki radyograf üç yıllık bir zaman diliminde elde edilmiştir. Madde fırlatan kuazar solda sabit duran cisimdir. Sağ tarafta devinen nesne 2c – 6 c hızlarla deviniyormuş gibi görünmektedir. Şeklin en altındaki radyografda ( Jan 84) cisimler arasındaki uzaklık 0.0009 yay saniyesi denlidir ( 12 ışık yılı) ( G.L. Verschuur, 1987).


Şekil 5, 3C 345 kuazarının özeğine yakın bir bölgedeki “ilginç” bir olayı göstermektedir. Bu tür gökcisimlerinin radyo dalgaları salan “düğümleri” ışık hızından daha hızlı deviniyormuş gibi görünebilir. Bu durum jetlerde değil, özeğe yakın bölgelerdeki düğümlerde gözlenir. Kıtalararası radyo teleskop girişimölçerleriyle bu tür 20 ye yakın cismin parlak çekirdek bölgeleri incelenmiştir. VLA ve VLBI adlı girişimölçerlerin açısal çözümleme gücü miliyaysaniyesi düzeylerindedir. Şekil 5 de bölgenin özeğinden giderek uzaklaşan madde düğümünün devinmimi açıkça görülmektedir. Devinen düğümün görünürdeki hızı ışık hızının 2 – 6 katı denlidir. Şekildeki radyografta bulunan parlak düğümler arasındaki maksimum açısal uzaklık 0². 0009 denlidir. Bu açısal uzaklık, 12 ışıkyılı doğrusal uzaklığına karşılık gelir.

Kuazar ve radyo gökadalarının uzaklıklarının kırmızıya kaymalarından elde edilebileceği savunulur. Böylece ışınım yapan madde düğümlerinin yayılma hızını kolaylıkla bulabiliriz.


Işık hızından daha büyük hızlarla deviniyormuş gibi görünen nesneler ilk kez 1971 yılında gözlendi. Önce büyük bir şaşkınlık yarattı. Daha sonra bunun bir izdüşüm etkisi olduğu anlaşıldı. İki ayrık kaynaktan oluşan bir radyo cisminin bileşenlerini birleştiren doğru ile gözlemcinin bakış doğrultusu eğer hemen hemen çakışıksa, radyo düğümlerinden biri gözlemciye doğru yaklaşırken diğeri ondan uzaklaşacaktır. Bu özel geometrinin ortaya çıkardığı sonuçlardan birini Einstein’ın Görelilik Kuramı öngörmüştü. Bize yakın olan şişimdeki madde yumağının salmış olduğu ışınım maviye kayacaktır. Buna ek olarak eğer yakın maddenin hızı ışık hızına yakınsa, salınan ışınımın yeğinliği relativistik etkiler nedeniyle yükselecektir. Uzak bölgedeki düğümün saldığı ışınımın yeğinliğiyse azalacaktır…’’

Prof. Dr. Rennan Pekünlü


Eğer ışık hızının bildiğimizden daha fazla olduğu anlaşılırsa ve ışık yapay olarak da hızlandırılıp bilinen ışık hızı yeterince aşılabilirse bunun bize şu an aklımaza gelmeyen konularda ve şekillerde faydası olabilir. Nanoteknoloji ve hızlandırılmış ışık hızının beynin içindekilerin anlaşılmasına ve kopyalanabilmesine faydası olabileceği gibi ışınlanma yoluyla başka yıldızların gezegenlerine gitme ya da sanal yolla oralara gitmiş kadar olma yolumuz da açılabilir.


İnsanlığın ve bilimin en büyük hedeflerinden biri olan ölüme çare, nanoteknolojinin en büyük başarısı olacaktır. Belki bu da yalnızca bir avuntu ama en azından bilimsel, yani doğaüstüne dayanmayan, bilimin verilerine dayanan, yanlışlanma ve doğrulanma ve gerçekleşme olasılığı olan bir avuntu. Bilim, nanoteknoloji ve genetik mühendisliği sayesinde ve elbette kötüye kullanılarak ya da yanlış uygulamalarla insanlığa ve insan haklarına zarar vermemesi için kontrol altında tutularak tüm bunlar gerçekleşebilir, insanlık bilim sayesinde evrimini kendisi yönlendirebilir, hiçbir dinin, ideolojinin ve rejimin önleyemediği kötülükleri önleyebilir, hiçbirinin sağlayamadığı refah, özgürlük ve mutluluğu sağlayabilir. Yeter ki bilim ve teknoloji engellenmesin, desteklensin.

Nilüfer TEKİN