21 Mart 2014 Cuma

Hristiyanlıkta Kadın 3

1 Korintliler 7'de kadın konusu önemli bir yer tutar.

Evlilik

Pavlus, şehvetin esiri olup ahlaksızlık yapmaktansa evlenmenin iyi bir davranış olduğunu ama yine de evli bir kadın ya da erkeğin Tanrıyı ihmal edeceğini düşünerek kendini kontrol edebilenlerin yani nefislerine hakim olabilenlerin evlenmemelerini tavsiye eder. Evli olanların ise boşanmalarının gereksizliğine işaret eder. Tanrıya bağlanma konusunda insanların önünde bulunan dünyevi bir engel olarak gördüğü evlilik müessesini eleştiriyor. Ancak ne Yahudi hukukunda olduğu gibi evliliği zorunlu bir dini yükümlülük olarak öneriyor ne de kesinlikle yasaklıyor.Sadece kendi tercihini ''kızını evlendiren iyi eder, evlendirmeyen ise daha iyi eder." ifadesinde olduğu gibi evlenmeme yönünde ortaya koyuyor. 1Korintliler 7


Papazlar ve rahipler evlenebilir mi?


“Hristiyanlık dinine göre Rahiplerin evlenmesini tanrı yasaklamıştır. Rahipler kilisede sürekli ibadetle meşgul oldukları için aile hayatı ve kadınlarla vakit geçirmeleri sakıncalı olarak görülmüştür. Aynı şekilde rahibeler de evlenemez. Onların tek amacı tanrıya(yani isa`ya) hizmet etmektir.”


Hristiyanlıkta Rahiplerin evlenmesinin yasak olduğu söylenir ve Rahipler evlenmezler. Ancak, Hristiyanlıkta rahiplerin evliliği yasaklanmamıştır, yalnızca önerilmiştir.

İmandan Dönüş
4Ruh açıkça diyor ki, son zamanlarda bazıları yalancıların ikiyüzlülüğü nedeniyle aldatıcı ruhlara ve cinlerin öğretilerine kulak vererek imandan dönecek. Vicdanları adeta kızgın bir demirle dağlanmış bu yalancılar evlenmeyi yasaklayacak, iman edip gerçeği bilenlerin şükranla yemesi için Tanrı’nın yarattığı yiyeceklerden çekinmek gerektiğini buyuracaklar. 
4Oysa Tanrı’nın yarattığı her şey iyidir, hiçbir şey reddedilmemeli; yeter ki, şükranla kabul edilsin. 
5Çünkü her şey Tanrı’nın sözüyle ve duayla kutsal kılınır.


Katoliklerde hiçbir din görevlisi evlenemez
Ortodokslarda papazlar evlenebilir, üst rütbeli rahipler evlenemez
Protestanlarda tüm din görevlileri evlenebilir.


(Latin kültürünün egemen olduğu Batı Roma Katolik
Grek kültürünün egemen olduğu Doğu Roma ise Ortodokstur.
Katolikliğe karşı yoğunlaşan tepkiler üzerine Alman papazı Martin Luter’in birlikte dinde reformu sonucunda da Katolik Kilisesi’nden bir kopuş daha yaşandı ve 16. yüzyılda Protestan mezhebi ortaya çıktı.)

Rahiplerin evliliğinin yasaklanması sonucu birçok rahip taciz ve tecavüz suçu işlemektedir:


Yahudilikte erkekler birden fazla eş alabilirken İncilin hiç bir yerinde evliliğin tek eşle olacağına veya çok eşle evliliğin yasak olduğuna dair hiçbir emir yoktur, ancak çok eşli evlilikten bahsedilmezken evlilikle ilgili söylemler tek eşli evlilik yönündedir.

Kitabı Mukaddes çok eşle evliliği yasaklamaz. Aksine Eski Ahit ve Rabbilerin yazmaları çok eşle evliliğin meşru olduğunu kabul eder. Hz Süleymanın 700 hanımı ve üç yüz cariyesi olduğu rivayet edilmektedir (1. Kırallar 11:3). Yine, Hz. Davud’un çok sayıda hanımı ve cariyesi olduğu rivayet edilir (2.Samuel 5:13). Kitabı Mukadde’te terekenin murisin diğer eşlerinden olma erkek çocukları arasından paylaştırılacağına dair emirler yer alır(Sayılar 22:7). Poligami üzerindeki tek sınırlama kız kardeşlerin aynı anda bir kimsenin nikahı altında bulunamamasıdır (Levililire 18:18) Talmud en fazla dört kadını tavsiye eder[1]. Avrupa Yahudileri onaltınca asra kadar çok eşliliği devam ettirdiler. Doğu Yahudileri de çok eşliliğin yasak olduğu İsraile göçünceye kadar bu uygulamayı devam ettirdiler. Fakat, bazı durumlarda sivil hukuku geçersiz kılan dini hukuk  altında çok eşle evliliğe izin verilir[2].
Yeni ahit çok eşlilik hakkında ne söyler? Papaz Eugene Hillman nın açıklayıcı kitabına göre çok eşle evliliği yeniden inceler; “İncilin hiç bir yerinde evliliğin tek eşle olacağına veya çok eşle evliliğin yasak olduğuna dair hiçbir emir yoktur”[3]. Dahası, Hz İsa kendi toplumu Yahudilerde çok eşlilik uygulaması olmasına rağmen çok eşle evliğe karşı çıkmaz. Peder Hillman Roma kilisenin Grek-Roma kültürüne (cariye ve fahişeliğe müsaade ederken tek eşle evliliği emreder) uymak amacıyla çok eşle evliliği yasakladığının altını çizer. O St. Augustine’nin ‘Şimdi bizim zamanımızda Roma adetlerine uymak için başka bir eş almaya artık izin verilmemektedir’[4]sözünü nakleder. Afrika kiliseleri ve Hristiyanları Avrupalı kardeşlerine sık sık Kilisenin çok eşle evliliği yasaklamasının kültürel bir adet olduğunu Hristiyanlığın emri olmadığını hatırlatırlardı. http://kadin.rasthaber.com/1101_YAHUDI-VE-HRISTIYAN-GELENEGINDE-POLIGAMI.html



Çok eşli evliliğin yanı sıra boşanma da yasaklanmıştır.

Boşanma

11İsa onlara, “Karısını boşayıp başkasıyla evlenen, karısına karşı zina etmiş olur” dedi. 
12“Kocasını boşayıp başkasıyla evlenen kadın da zina etmiş olur.”Markos 10

...Boşanmış bir kadınla evlenen de zina etmiş olur. Matta:5-32 

18“Karısını boşayıp başkasıyla evlenen zina etmiş olur. Kocasından boşanmış bir kadınla evlenen de zina etmiş olur.” Luka 16

31“Bunun için adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.” 
32Bu sır büyüktür; ben bunu Mesih ve kiliseyle ilgili olarak söylüyorum. 
33Size gelince, her biriniz karısını kendisi gibi sevsin. Kadın da kocasına saygı göstersin.


11İsa onlara, “Karısını boşayıp başkasıyla evlenen, karısına karşı zina etmiş olur” dedi. 
12“Kocasını boşayıp başkasıyla evlenen kadın da zina etmiş olur.”


Boşanmayla İlgili Soru
10İsa oradan ayrılıp Yahudiye’nin Şeria Irmağı’nın karşı yakasındaki topraklarına geçti. Çevresinde yine kalabalıklar toplanmıştı; her zamanki gibi onlara öğretiyordu.
2Yanına gelen bazı Ferisiler O’nu denemek amacıyla, “Bir erkeğin, karısını boşaması Kutsal Yasa’ya uygun mudur?” diye sordular.
3İsa karşılık olarak, “Musa size ne buyurdu?” dedi.
4Onlar, “Musa, erkeğin bir boşanma belgesi yazarak karısını boşamasına izin vermiştir” dediler.
5İsa onlara, “İnatçı olduğunuz için Musa bu buyruğu yazdı” dedi. 
6“Tanrı, yaratılışın başlangıcından ‘İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.’ 
7-8‘Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.’ Şöyle ki, onlar artık iki değil, tek bedendir. 
9O halde Tanrı’nın birleştirdiğini insan ayırmasın.”
10Öğrencileri evde O’na yine bu konuyla ilgili bazı sorular sordular. 
11İsa onlara, “Karısını boşayıp başkasıyla evlenen, karısına karşı zina etmiş olur” dedi. 
12“Kocasını boşayıp başkasıyla evlenen kadın da zina etmiş olur.”



Matta:5-32 ...Boşanmış bir kadınla evlenen de zina etmiş olur.


Matta5:
Zina ve Boşanma
27 “ ‘Zina etmeyeceksin’ dendiğini duydunuz. 
28Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur. 
29Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. 
30Eğer sağ elin günah işlemene neden olursa, onu kes at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir.
31“ ‘Kim karısını boşarsa ona boşanma belgesi versin’ denmiştir. 
32Ama ben size diyorum ki, karısını fuhuş dışında bir nedenle boşayan onu zinaya itmiş olur. Boşanmış bir kadınla evlenen de zina etmiş olur.”

Luka:16-18 «Karısını boşayıp başkasıyla evlenen her adam zina etmiş olur. Kocasından boşanmış bir kadınla evlenen de zina etmiş olur.

18“Karısını boşayıp başkasıyla evlenen zina etmiş olur. Kocasından boşanmış bir kadınla evlenen de zina etmiş olur.”



Kadınların yararına gibi görünen, o dönem için istediği zaman karısını boşayıp sokağa atan kocanın evlilik üzerindeki tek taraflı keyfiyetine son vermiş, kadınlar için bir güvence ve hak kazanımı olmuş olan bu yenilik, aslında özellikle günümüz için eşlere yarardan çok zarar getirmiştir:
Yahudilikte erkeklere tanınan boşama hakkı, Hristiyanlıkta erkekle birlikte kadına da tanınmış değil, aksine kadına verilmeyen ve erkekler için mevcut olan bu hak, erkeklerden de geri alınmak sureti ile diğer bazı dinlerin sınırlı olarak verdiği boşanma hakkı tamamen ortadan kaldırılmış olmaktadır. Bu yasakla bir hata yaparak evlenen ya da sonradan anlaşamayan eşler, bir ömür boyu birbirlerine mahkum edilmişlerdir.

Recm

Tevrat'ta recm
Yasanın tekrarı
22: 22 Eğer bir adam başka birinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek. İsrail'den kötülüğü atacaksınız.
22: 23 Eğer bir adam kentte başka biriyle nişanlı ergen bir kızla karşılaşır ve onunla yatarsa,
22: 24 İkisini de kentin kapısına götürecek, taşlayarak öldüreceksiniz. çünkü kız kentte olduğu halde yardım istemek için bağırmadı; adam da komşusunun karısıyla ilişki kurdu. Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız.[13]

Levililer

27“ ‘Cincilik yapan ve ruh çağıran ister erkek olsun, ister kadın olsun kesinlikle öldürülecektir. Onları taşlayacaksınız. Ölümlerinden kendileri sorumludur.’ ”



Çölde Sayım 5

27Eğer kadın kocasına ihanet etmiş, kendini kirletmişse, lanet getiren suyu içince acı duyacak; karnı şişip kalçası eriyecek. Halkı arasında lanetli olacak. 
28Ama kendini kirletmemişse, temizse, zarar görmeyecek, çocuk doğurabilecek.
29“ ‘Kıskançlık yasası budur. Bir kadın yoldan çıkar, kocasıyla evliyken kendini kirletirse, 
30ya da bir koca karısını kıskanır, ona karşı yüreğinde kuşku uyanırsa, kâhin kadını RAB’bin önünde durduracak, bu yasayı ona uygulayacak.
31Kocası herhangi bir suçtan suçsuz sayılacak, kadınsa suçunun cezasını çekecek.’ ”


İncil’de Recm

İsa, zina suçundan kadınların taşlanarak ölüme mahkûm edildiği(recm)  bir toplumda ünlü “günahsız olan ilk taşı atsın”  sözüyle bu uygulamayı kaldırarak önemli bir reform yapmıştır. (Yuh 8.5-9).


8İsa ise Zeytin Dağı’na gitti. (YC2009) 
2Ertesi sabah erkenden yine tapınağa döndü. Bütün halk O’nun yanına geliyordu. O da oturup onlara öğretmeye başladı. (YC2009) 
3-4Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler. (YC2009) 
5“Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?” (YC2009) 
6Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı.
İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. (YC2009)
7Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi.
(YC2009)
8Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı. (YC2009) 
9Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. (YC2009) 
10İsa doğrulup ona, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu.
(YC2009)
11Kadın, “Hiçbiri, Efendim” dedi.
İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, artık bundan sonra günah işleme!”
(YC2009)


Hıristiyanlık’ta kadınla ilgili tutumunun belirlenmesinde Hz. İsa’nın davranışları ve sözlerinden çok, kendisinden sonra Hıristiyanlığın kurucularından olan Pavlus’un etkisi olmuştur. Hıristiyanlıkta kadının yerini belirleyici ifadelere çoğunlukla Resullerin mektuplarında ve özellikle de Pavlus’un mektuplarında rastlanmaktadır.

Pavlus'un Hristiyanlığa Yansıttığı Kadın Anlayışı

Hristiyanlık, Musevi/Yahudi kültürünün katılıklarına, yozlaşmasına, baskılarına, geriliklerine bir tepki olarak doğmuş olmasının yanı sıra bu dinin bir devamı, bir tamamlayıcısı olarak bunların çoğunu içermektedir de.

Aynı şekilde, Pavlus’un da kadını erkekle eşit gören onu bir insan olarak değerlendiren ifadeleri olduğu gibi tam tersine, kadının Tanrı'nın suretinden uzak olarak yaratıldığını, kesin olarak erkeğe itaat etmesi gerektiğini, hatta öğrenme
amaçlı olarak bile cemaat içerisinde soru sarmamasını zira kadının
hocasının kocası olması gerektiği şeklinde kadının yaratılış itibariyle kötü
olduğu düşüncesine zemin hazırlayan görüşleri vardır.

Pavlus'un genel olarak ve kadın konusundaki yaklaşımını olumlu ve olumsuz yönleriyle birlikte daha doğru bir şekilde anlamak için onun içinde yaşadığı kültürün yani Ortadoğuda karşılaşan hem Yahudi hem de Roma kültürünün kadın algısına bakmak gerekmektedir. Pavlus'un kadın konusundaki yaklaşımı, kendi döneminin Ortadoğu toplumunun kadın algısını yansıtır.

Koyu bir Musevi/Yahudi, aynı zamanda da Roma vatandaşı olan Pavlus, Roma kültürünün ve stoacılığın merkezlerinden olan Tarsus’ta Roma eğitimi ve kültürü almıştır.

Eski Ahid külliyatının son şeklini aldığı ve Talmud metnini oluşturacak olan Mişna külliyatının teşekkül devresinde yaşayan Pavlus ve ilk devir Hıristiyanları, Yahudi kültürünün ve pagan (putperest) Roma kültürünün kadına bakışından da oldukça etkilenmişlerdir.


Yahudi kültüründe kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması ve yasak meyveyi yemesi ve eşine yedirmesi sebebiyle ikincil konumdadır ve cezaya çarptırılmıştır. Cezasını, zahmet ve gebeliğinin daha da çoğaltılmasıyla, ağrı ve sancı ile evlat doğurması, arzusunun kocasına karşı olması, kocasının kendisine hakim olmasıyla çekeceğini bildirmiştir. Kadının birinci vazifesi çocuk doğurmak, yuvaya bakmaktır. Zina eden ya da kocasının şüphelendiği ya da kıskandığı recmedilir (taşlanarak öldürülür). Kadın din görevlisi olamaz. Kadınlar cemaatte sayılmaz ve cemaatte ibadete iştirak edemez. Sadece uzaktan seyredebilirler. Cenaze merasimlerine katılamazlar. Kadın kocasında, erkek kardeşi varsa babasından mirasçı olamaz. Başını örtmesi gerekir. Başı açık kadının bulunduğu evde kutsal metinler okunamaz. Yabancıyla aynı sofrada oturamaz. Her gün sabah ibadetlerinde “Rabbim beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun” derler. Ayrıca kadınlar geveze, açgözlü, kıskanç, kavgacı, güvenilmez ve baştan çıkartıcı gibi sıfatlarla yerilir.

http://hakkiyigit.com.tr/?p=760

Yahudi toplumunun bu önemli fıkhi kitabında kadının yaratılış şekli ve kadının Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığının sebebi hakkında şu açıklama yer almıştır:
“Ben, kadını hafif meşrepli olmasın ve kibirden başını yüksekte tutmasın diye Adem’in başından yaratmadım. Çok araştırmasın diye de gözlerinden yaratmadım. Gizlice kulak vermesin ve laf taşımasın diye de kulağından yaratmadım. Geveze ve konuşkan olmasın diye de ağzından yaratmadım. Haset etmesin diye de kalbinden yaratmadım. Eli boş şeylere uzanmasın diye de elinden yaratmadım. Boş yere gezmesin diye de ayaklarından yaratmadım. Ben kadını Adem’in bedeninden sürekli örtülü ve gizli olan bir parçasından yarattım ki her zaman örtülü ve iffetli kalsın.”


Yahudi toplumunda ‘Her erkeğin günde bir defa şu üç konuda şükür duasını dile getirmesi gerekirdi: Tanrı’nın kendisini İsrailoğlu’na mensup kıldığı, kadın olarak yaratmadığı ve kendisini cahillerden ve köle yapmadığı için.  Talmud Menahot 43b – 44a:


Yahudiler kadın olarak doğmadıklan için Tanrı’ya şükran duasında bulunurlarken
Yunanlı erkekler de kadın olmamayı talihlilik olarak algılamaktadırlar:

Sokrat'a ait olduğu iddia edilen bir Tales öyküsünde "öncelikle hayvan olarak değil insan olarak doğduğum için; ikinci olarak kadın değil erkek olarak doğduğuın için; son olarak da Barbar olarak değil Yunanlı olarak doğduğum için kendimi talihli addediyoruın." ifadesi yer alır. http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D01949%5C2008_31/2008_31_BATUKC.pdf

Ancak Romalılarda kadın İÖ 3. yüzyıldan itibaren Yunanlılarla daha sık etkileşmeye başlamalarıyla ve ard arda yapılan savaşlarla birlikte özgürleşmeye başlamıştır. Yunanlılara göre Romalılarda kadın daha özgürdür. Kız çocukları okutulmaktadır. Evlilik tek eşlidir. Augustus Dönemi’ne gelindiğinde (M.Ö. 27-M.S. 14), ekonomik bağımsızlığını, boşanma hakkını kazanmış, başkasıyla da evlenebilmektedir. Zina edenler artık öldürülmez hale gelmiştir. Kadın kapalı değil, şık kıyafetler giyip süslenebilmekte, şarap içebilmektedir.


Eski Ahid’de Kadın: İki Yaratılış, İki Kadın, İki Kader

Hristiyanlığın esas aldığı Tevrat’ta kadının yaratılışı iki kıssaya dayanır. Birinci kıssaya göre, kadın erkeğe eşit, ikisi de tanrı suretinde yaratılmıştır. İkinci kıssaya göre ise, kadın erkeğin kaburga kemiğinden onun yardımcısı olarak yaratılmıştır. Bu farklılık kadına karşı geliştirilen iki farklı tavrı yansıttığı gibi iki farklı tavra da kaynaklık ederler.


26Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
27Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. 
28Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. 

Adem ile Havva
4 Göğün ve yerin yaratılış öyküsü: RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında, 
5yeryüzünde yabanıl bir fidan, bir ot bile bitmemişti. Çünkü RAB Tanrı henüz yeryüzüne yağmur göndermemişti. Toprağı işleyecek insan da yoktu. 
6Yerden yükselen buhar bütün toprakları suluyordu. 
7RAB Tanrı Adem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu.
8RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem’i oraya koydu. 
9Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
10Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. 
11İlk ırmağın adı Pişon’dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar. 
12Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur. 
13İkinci ırmağın adı Gihon’dur, Kûş sınırları boyunca akar. 
14Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir, Asur’un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.
15RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. 
16Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, 
17“Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
18Sonra, “Adem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.” 
19RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. 
20Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı.
21RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. 
22Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
23Adem,
“İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik,
Etimden alınmış ettir” dedi,
“Ona ‘Kadın’ denilecek,
Çünkü o adamdan alındı.”
24Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. 
25Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.


Kadın düşmanları ikinci kıssayı benimserler ve öyle davranırlar: “kadın erkeğin kaburga kemiğinden, kemiğin de eğri olanından yaratılmıştır”!
Bu demektir ki, kadının fıtratı/zihniyeti/karakteri doğuştan eğridir !..”

Cahillikler Kitabı’nın 73 ve 74. sayfalarında Gilbert ve Zevit adlı iki uzman, insanlık tarihini- daha doğrusu Semavî Dinleri- altüst eden şu büyük(!) iddiada bulunmuşlar: “Havva’nın, Adem’in eğri kaburga kemiğinden yaratıldığı iki nedenden ötürü yalandır! Birinci neden; kadınla erkek aynı sayıda kaburga kemiğine sahiptirler... İkinci neden ise; primatlarda, sadece erkeklerde ve örümcek maymunlarında penis kemiği yoktur. Öyleyse kadın, erkeğin penis kemiğinden yaratılmıştır..”! http://288757.forumromanum.com/member/forum/entry.user_288757.2.1111584754.m_toloj_ve_d_nlerde_kadin_due_manli_i-piya.html

(  bunun için 4 dayanakları olanlar da vardır:1- ibranicedeki penis anlamının arapçadaki kaburga kelimesiyle aynı olması 2- erkeklerde kaburga kemiğinin eksik olmaması 3- erkeklerde (insanlarda) diğer memelilerde olduğu gibi penis kemiğinin olmaması 4- erbezindeki sanki yarılıp içinden bir şey alınıp geri kapatılmış gibi olan iz.)

Yahudi toplumunun bu önemli fıkhi kitabında kadının yaratılış şekli ve kadının Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığının sebebi hakkında şu açıklama yer almıştır:
“Ben, kadını hafif meşrepli olmasın ve kibirden başını yüksekte tutmasın diye Adem’in başından yaratmadım. Çok araştırmasın diye de gözlerinden yaratmadım. Gizlice kulak vermesin ve laf taşımasın diye de kulağından yaratmadım. Geveze ve konuşkan olmasın diye de ağzından yaratmadım. Haset etmesin diye de kalbinden yaratmadım. Eli boş şeylere uzanmasın diye de elinden yaratmadım. Boş yere gezmesin diye de ayaklarından yaratmadım. Ben kadını Adem’in bedeninden sürekli örtülü ve gizli olan bir parçasından yarattım ki her zaman örtülü ve iffetli kalsın.


İlk Günah
Hıristiyanlığın üzerine temellendiği bir diğer çok önemli kavram ise ilk günah kavramıdır. Tevrat’ta yer alan ve mitlerden bir mit olan yaratılış efsanesine göre Tanrı, Adem’in kaburga kemiğinden ona bir eş yarattıktan sonra, yarattığı hayvanlardan en kurnazı olan yılan,  iyiyle kötülüğü bileceklerini ve Tanrı gibi olacaklarını söyleyerek Havva’yı Tanrı’nın yenmesini yasakladığı ağacın meyvesinden yemesini sağlayarak kandırır. Havva bunu Adem’e de yedirerek onun da aldanmasına, kendisinin doğum sancısına ve eşine itaate mahkum olmasına,  Adem’in de çalışmaya mahkum olmasına, ölümlü ve lanetli insanlar olarak cennetten kovulup yeryüzüne sürülmesine ve tüm insanlığın kirlenmesine, lanetlenmesine, günahına neden olur. Adem herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan söz konusu meyveyi yediyse de, ödüllendirilircesine kadın ‘Adem’in yönetimine’ verilir.

İnsanın Günahı
3RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.
2Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, 
3“Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”
4Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, 
5“Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
6Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. 
7İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.
8Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. 
9RAB Tanrı Adem’e, “Neredesin?” diye seslendi.
10Adem, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim” dedi.
11RAB Tanrı, “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?”
12Adem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim” diye yanıtladı.
13RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu.
Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi.
14Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, 
“Bu yaptığından ötürü
 
Bütün evcil ve yabanıl hayvanların
 
En lanetlisi sen olacaksın” dedi,
 
“Karnının üzerinde sürünecek,
 
Yaşamın boyunca toprak yiyeceksin.
 
 
15Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu 
Birbirinize düşman edeceğim.
 
Onun soyu senin başını ezecek,
 
Sen onun topuğuna saldıracaksın.”
16RAB Tanrı kadına, 
“Çocuk doğururken sana
 
Çok acı çektireceğim” dedi,
 
“Ağrı çekerek doğum yapacaksın.
 
Kocana istek duyacaksın,
 
Seni o yönetecek.”
17RAB Tanrı Adem’e, 
“Karının sözünü dinlediğin ve sana,
 
Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için
 
Toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi,
 
“Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.
 
 
18Toprak sana diken ve çalı verecek, 
Yaban otu yiyeceksin.
 
 
19Toprağa dönünceye dek 
Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın.
 
Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın
 
Ve yine toprağa döneceksin.”
20Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi.
21RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. 
22Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” 
23Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı.
24Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.


Bu efsane, Pavlus tarafından Yeni Antlaşma’ya geçirilmiş ve kullanılmıştır.

Kadın, dinin öğretildiği ve ibadet edildiği toplantılara katılabilir, öğrenebilir, ancak kadın erkeğe bir şey öğretemez, din hocalığı yapamaz, öğretemediği gibi soru da soramaz, kadın sessizce dinlemelidir, bir sorusu varsa evde kocasına sormalıdır, kadın süslenmemelidir, onun süsü dindarlara yakışır biçimde sade giyinip erkeğe itaat etmesidir, erkek kadının egemenidir, çünkü önce Adem, sonra Havva yaratılmıştır, aldatılan da Adem değil, kadındır, kadın aldatılıp suç işlemiştir: 

Kadınlara toplantıda konuşma yasağı!

1Korintliler:14
34Kadınlar toplantılarınızda sessiz kalsın. Konuşmalarına izin yoktur. Kutsal Yasa’nın da belirttiği gibi, uysal olsunlar. 
35Öğrenmek istedikleri bir şey varsa, evde kocalarına sorsunlar. Çünkü kadının toplantı sırasında konuşması ayıptır.

Timoteos 1/2
11Kadın sükûnet ve tam bir uysallık içinde öğrensin. 
12Kadının öğretmesine, erkeğe egemen olmasına izin vermiyorum; sakin olsun. 
13-14Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratıldı; aldatılan da Adem değildi, kadın aldatılıp suç işledi. 
15Ama doğum yapıp kurtulacaktır; yeter ki, sağduyuyla iman, sevgi ve kutsallıkta yaşasın.
Yeni Çeviri 2009

Örtünme

Erkek başını örtmemeli, kadın ise örtmelidir, çünkü:

1Korintliler 11:

3Ama şunu da bilmenizi isterim: Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır. 
4Başına bir şey takıp dua ya da peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. 
5Ama başı açık dua ya da peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür. Böylesinin, başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. 
6Kadın başını açarsa, saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün. 
7Erkek başını örtmemeli; o, Tanrı’nın benzeri ve yüceliğidir. Kadın da erkeğin yüceliğidir. 
8Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı.
9Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. 
10Bu nedenle ve melekler uğruna kadının başı üzerinde yetkisi olmalıdır.

Kadınlar inançlı, dindar kadınlara yaraşır şekilde sade giyinmeli, süslenmemeli, kocalarının sözünden çıkmamalı, onlara efendim diye hitap etmelidirler. Kadınlar inançlı, dindar kadınlara yaraşır şekilde sade giyinmelidir.

9-10 Kadınların da saç örgüleriyle, altınlarla, incilerle ya da pahalı giysilerle değil, sade giyimle, edepli ve ölçülü tutumla, Tanrı yolunda yürüdüklerini ileri süren kadınlara yaraşır biçimde, iyi işlerle süslenmelerini isterim. 1. Timoteos 2

1-2 Bunun gibi, ey kadınlar, siz de kocalarınıza bağımlı olun
3 Süsünüz örgülü saçlar, altın takılar, güzel giysiler gibi dışla ilgili olmasın.
4 Gizli olan iç varlığınız, sakin ve yumuşak bir ruhun solmayan güzelliğiyle süsünüz olsun. Bu, Tanrının gözünde çok değerlidir.
5 Çünkü geçmişte umudunu Tanrıya bağlamış olan kutsal kadınlar da kocalarına bağımlı olarak böyle süslenirlerdi.
6 Örneğin Sara İbrahimi "Efendim" diye çağırır, sözünü dinlerdi. İyilik eder, hiçbir tehditten yılmazsanız, siz de Saranın çocukları olursunuz. 1 Petrus 3

Bir taraftan "Vaftizde Mesih'le birleşenlerinizin hepsi Mesih'i giyindi. Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi ayrımı vardır. Hepiniz Mesih İsa'da birsiniz."3 deyip kurtuluş açısından kadın ve erkeğin eşitliğini ortaya koyarken diğer taraftan İnsanın aldanmışlığının sorumluluğunu Havva'ya/kadına yükleyerek kadını arka plana iter.
Her ne kadar Mesih karşısında cinsiyetin bir anlamı olmadığını söylese de
Tanrı, Mesih insan ilişkisini açıklarken bir hiyerarşiden söz eder. Buna göre her erkeğin başı, bir anlamda üstü Mesih ve Mesihin üstü Tanrı iken,
kadının başı ya da ondan sorumlu olan üstü erkektir: "Ama şunu da
' bilmenizi isterim: her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek ve Mesih'in
başı Tanrı'dır."

22 Ey kadınlar, Rab’be bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun. 
(Efesliler 5/22)
23Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. 
24Kilise Mesih’e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar.
(Efesliler 5/23,24)
3Ama şunu da bilmenizi isterim: Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır. 1Korintliler 11/3)


Karı Koca İlişkileri
22 Ey kadınlar, Rab’be bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun. 
23Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. 
24Kilise Mesih’e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar.
25Ey kocalar, Mesih kiliseyi nasıl sevip onun uğruna kendini feda ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin. 
26Mesih kiliseyi suyla yıkayıp tanrısal sözle temizleyerek kutsal kılmak için kendini feda etti. 
27Öyle ki, kiliseyi üzerinde leke, buruşukluk ya da buna benzer bir şey olmadan, görkemli biçimde kendine sunabilsin. Amacı kilisenin kutsal ve kusursuz olmasıdır. 
28Aynı biçimde kocalar da karılarını kendi bedenleri gibi sevmelidir. Karısını seven kendini sever. 
29Hiç kimse hiçbir zaman kendi bedeninden nefret etmemiştir. Tersine, onu besler ve kayırır; tıpkı Mesih’in kiliseyi besleyip kayırdığı gibi. 
30Çünkü bizler O’nun bedeninin üyeleriyiz. 
31“Bunun için adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.” 
32Bu sır büyüktür; ben bunu Mesih ve kiliseyle ilgili olarak söylüyorum. 
33Size gelince, her biriniz karısını kendisi gibi sevsin. Kadın da kocasına saygı göstersin.

3Ama şunu da bilmenizi isterim: Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır.



Böylece Pavlus tarafından [Kadın à Erkek à Mesih à Tanrı] sıralamasıyla bir hiyerarşi oluşturulup kadının Tanrı’ya ulaşabilmesi ve onu razı edebilmesi için hem kocasına ve hem de Mesih’e itaat etmesi dini bir zorunluluk haline getirilerek erkeğe itaati fiziksel şiddetin yanı sıra dinsel olarak da sağlanmış olmaktadır.


Bu mitolojik efsaneler, kadının tarih boyunca aşağılanıp ikincil konumda olmasının ve erkeğe itaat etmesinin, özellikle Ortaçağ’da cadı oldukları bahanesiyle yakılmalarının hem gerekçesi hem de kaynağı olmuştur.

Ortaçağ’da daha çok Tevrat hükümleri esas alınmıştır. Batı Ortaçağı için Batılıların Yahudileşmesi denilebilir.

Yahudi kültüründe kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması ve yasak meyveyi yemesi ve eşine yedirmesi sebebiyle ikincil konumdadır ve cezaya çarptırılmıştır. Cezasını, zahmet ve gebeliğinin daha da çoğaltılmasıyla, ağrı ve sancı ile evlat doğurması, arzusunun kocasına karşı olması, kocasının kendisine hakim olmasıyla çekeceğini bildirmiştir. Kadının birinci vazifesi çocuk doğurmak, yuvaya bakmaktır. Zina eden ya da kocasının şüphelendiği ya da kıskandığı recmedilir (taşlanarak öldürülür). Kadın din görevlisi olamaz. Kadınlar cemaatte sayılmaz ve cemaatte ibadete iştirak edemez. Sadece uzaktan seyredebilirler. Cenaze merasimlerine katılamazlar. Kadın kocasında, erkek kardeşi varsa babasından mirasçı olamaz. Başını örtmesi gerekir. Başı açık kadının bulunduğu evde kutsal metinler okunamaz. Yabancıyla aynı sofrada oturamaz. Her gün sabah ibadetlerinde “Rabbim beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun” derler. Ayrıca kadınlar geveze, açgözlü, kıskanç, kavgacı, güvenilmez ve baştan çıkartıcı gibi sıfatlarla yerilir.

Tevrat, Çölde Sayım 5

27Eğer kadın kocasına ihanet etmiş, kendini kirletmişse, lanet getiren suyu içince acı duyacak; karnı şişip kalçası eriyecek. Halkı arasında lanetli olacak. 
28Ama kendini kirletmemişse, temizse, zarar görmeyecek, çocuk doğurabilecek.
29“ ‘Kıskançlık yasası budur. Bir kadın yoldan çıkar, kocasıyla evliyken kendini kirletirse, 
30ya da bir koca karısını kıskanır, ona karşı yüreğinde kuşku uyanırsa, kâhin kadını RAB’bin önünde durduracak, bu yasayı ona uygulayacak.
31Kocası herhangi bir suçtan suçsuz sayılacak, kadınsa suçunun cezasını çekecek.’ ”



Tevrat, Levililer

27“ ‘Cincilik yapan ve ruh çağıran ister erkek olsun, ister kadın olsun kesinlikle öldürülecektir. Onları taşlayacaksınız. Ölümlerinden kendileri sorumludur.’ ”


Cadı Avı

Cadı avı; cadı olduğuna inanılan kimselerin yakalanması, yargılanarak veya yargılanmadan cezalandırılması. Tarihte cadı avları genellikle cadıların yakılarak veya linç edilerek öldürülmesi ile sonuçlanmıştır. Günümüzde cadı avı kavramı daha çok, "fikirleri topluma tehdit olarak olarak görülen kimselere karşı düzenlenen kampanya" anlamında metafor olarak kullanılmaktadır.[1]
Tarihçe
Cadı avı Batı dünyasında klasik dönemini erken modern dönemde (1480-1750) yaşamıştır. Bu süreçte 40.000-60.000 arası kişinin cadılık suçlamasıyla idam edildiği tahmin edilmektedir.[2] Cadılık ilk olarak İngiltere'de 1736 tarihinde suç olmaktan çıkarıldı. Cadılık Kanununda yapılan değişiklikle -cadı olmak yerine- cadı olduğunu iddia etmek; büyü yapabildiğini, kayıp eşyaları bulacağını vs. iddia etmek suç haline getirildi. Bunu diğer Avrupa devletleri takip ettiler.
Günümüzde cadı avlarına halen Sahra altı Afrika toplumlarında, Hindistan'da ve Papua Yeni Gine'de rastlanır.[kaynak belirtilmeliSuudi Arabistan ve Kamerun yasalarında halen cadılıkla ilgili maddeler mevcuttur.[kaynak belirtilmeli]

13. asırdan itibaren Hıristiyanlık, Batı'da insanlığın başına korkunç bir felaket hazırlayacaktır. Büyücü avı, Şeytanla cinsi ilişkiye giren ve böylece insanlar arasında fuhşu ve kötülüğü yaymak isteyen birçok kadın vardır. Şu halde kilisenin insanlığı tehdid eden bu belayı defetmede aktif bir rol alması kaçınılmazdır. Böylece kilisenin büyücü avına çıktığına ve birçok masum insanı diri diri yaktığına ya da suda boğduğuna tanık olmaktayız.
Kilise büyücülerin kökünü kazımak istedikçe, yakılan masum insanların sayısı da giderek artıyordu. Yayınladığı bir bildiride imanlarını hiçe sayarak cinlerle cinsel ilişkide bulunan birçok kadın ve erkeğin bulun­masından duyduğu derin üzüntüyü dile getiren Papa VI-II. innocent'in büyücü avına bilimsel bir mahiyet kazandırmak istediğini görüyoruz. Bu amaçla büyücü avcılığında mahir ve tecrübeli iki müfettişini Jacob Sprenger ve Henri Institor'u, büyücülüğün kökünü kazı­mak için en etkin metod ve yolları belirleyen bir kitap yaz­makla görevlendirir. Bu iki mütehassıs, iki senelik ciddi bir çalışma sonucunda ortaya koydukları eserlerini Papa'ya sunarlar. Eserin adı manidardır: Malleus Maleficarum, yani büyücülerin kafasını ezecek balyoz. Bundan böyle avcılarının elinde büyücüleri vuracak bir silah vardır, in­sanlık tarihi için yüz karası olan bu eserin ilk baskısı 1487 yılında yapılır. Nihayet, 1669 yılında ise ilaveli ve gözden geçirilmiş 28. baskısına ulaşılır. Eserin muhakeme usulü hakkında birkaç söz söylemede yarar vardır: Soruşturmayı yürüten müfettiş büyücü kadına 35 soru sormak mecburiyetindedir. Ama aslında ilk soru onu ateşte yakılmaya göndermek için yeterlidir. İlk soru şöyledir; Büyücülere inanıyor musun? Sanık şayet "evet" derse bunun anlamı büyücülerle ilişkisi olduğudur. Şayet "hayır" derse bu sefer de dinsiz olmuş olacaktır. Şayet inkarda ısrar edecek olursa onu işkence masasına yatır­mak ve aleyhinde şahitlik yapması için bilhassa düşmanı olan diğer büyücüleri çağırmak gerekecektir. Hâlâ suçlu­luğu üzerinde bazı şüpheler varsa Allah'ın hükmüne başvurmak kaçınılmaz olacaktır: Kadın elleri ve ayakları bağlı olduğu halde suya atılacaktır: Batarsa, bu onun büyücü olduğunu gösterir. Yok batmaz da yüzerse bu yine onun büyücü olduğunun delilidir. Zira vaktizindeki su onu reddetmektedir. 1836 yılında bile Dântzig'de bu yön-
Eflatun, Devlet, 1st. 1971, s.143; Aristotoles, Politika ist. 1975, s.8-13. Zikreden: N. Arat, a.g.e., s.27-28.
14
Oevres de Platon, Le Banquet, Trad. nouv. E. Chambry, Paris 1922,
320-420.
Doç.Dr.Kurban Özuğurlu, Evlilik Raporu, 1st. 1985, s.29.
Prof.M.Tayyib Okiç, islâmiyette Kadın Öğretimi, Ank. 1979, s.7.
Richard Lewinsohn, Histoiree de la vie sexuelle, Paris, 1957, s.102. Kurban Özuğurlu, a.g.e., s.32.
Hemenbütü n tarihçilere göre Batı Roma Imparatorluğu'nun yıkılması­
na nüfusun azalması yol açmıştır ki bunda da en önemli etken günah ve kirlenme korkusu olmuştur. Bu konuda bkz. R. Lewinsohn, a.g.e., s.104. 20
August Bobel, Kadın ve Sosyalizm, Ank. 1978, s.46.
tem sonucu bir kadının büyücü diye boğulduğuna tanık olunmuştur.
Malleus Maleficarum'un bütün medeni ülkelerde büyük bir rağbet gördüğünü ve beynelmilel bir kanun düzeyine ulaştığını görüyoruz. Alexandre VI., Jules II, Leon X, gibi rönensansın büyük papaları bu eserin geçerliliğini büyük bir memnuniyetle onaylamışlardır. Zira mahkumların serveti müsadere ediliyordu. Gayet tabii ki, soruşturmayı yürüten müfettişlere de, insanlığa yaptıkları bu büyük hizmet karşılığı müsadere edilen malların bir kısmı mükafat olarak veriliyordu.21
İlgiltere'de büyücü avı Kraliçe Elizabeth zamanında zirvesine ulaşmıştır. Artık münferit olaylar değil, insan­lığın kitle halinde yok edilmesi söz konusudur. Bir Sakson hakim, Kitab-ı Mukaddesi 53 kez okumuş ve bu arada 20 bin büyücüyü ölüme mahkum etmiş olmakla övünebilmiştir.22 Yeri gelmişken ifade edelim tarihçiler yakılan büyücü sayısının 2 milyon dolayında olduğunu tahmin etmektedirler.23
işte bu korkunç zulmün ve sürekli aşağılanmanın doğal bir sonucudur ki, Feminizm hareketleri ilk defa Batı'da ortaya çıkmıştır.
Kaynak:

Tarih Boyunca ve Kuranı Kerîmde Kadın


Günümüzde Cadı Avı

Hristiyan Batı’da Kadın Düşmanlığı

Ortaçağ’ın Batılı ünlü düşünürlerinden Malebranche (1638-1715) “Hakikatin Araştırılması” isimli eserinde “…Zevke ait her şey, kadınlara kalmış bir iştir. Ancak, genel olarak araştırılıp bulunması biraz güç hakikatleri kavramak, kadınların elinden gelmez. Soyut olan her şey, onlar için anlaşılmaz bir şeydir…” (II, 100-101. Krş. Keklik, Fil. Özel., 136-137) diyerek onların soyut gerçekleri anlayamadıklarını ve böyle bir yetenekten mahrum olduklarını iddia etmektedir.

Keza “İrâde ve Tasavvur Olarak Dünya” adlı eserin yazarı XIX. Asrın ünlü Alman filozofu Schopenhauer (1788-1860), kendi pesimist (karamsar) felsefesinde kadına da bir yer bulmuş ve “…Kadınlar, kendi gönüllerince hayal ederler ki erkekler para kazanmak ve kadınlar da bunu harcamak için yaratılmışlardır.” (Essai, s. 132, N. K eklik’ten naklen, age., s. 139) demektedir. Bununla bir anlamda erkeklerin harcamayı bilmediklerini ifâde etmek isterken öte yandan kadınların, erkeklerin masraf kapısı olduğunu da söylemekte beraber kadınların, erkeklerin paralarını nasıl harcayabiliriz şeklindeki hayal dünyalarının etkisi altında yaşadıklarını belirtmektedir. K adını sadece bu paralelde görmeyen onu daha da kötü hatta riyâkar bir varlık gibi göstermeye çalışan Schopenhauer, bir başka yerde şunları söylemektedir:“…Arslanın dişleri ve pençeleri vardır, filin ve yaban domuzunun büyük dişleri vardır; boğanın boynuzları vardır, mürekkep balığının da, çevresindeki suları bulandıracak mürekkebi vardır. Fakat tabiat kadına, kendini savunmak ve korunmak için riyâkarlık vermiştir…En zarifinde olduğu kadar, en ***** kadında da riyâkarlık, fıtrîdir. Bu sebebledir ki, mutlak olarak dürüst ve samimi bir kadına rastlamak hemen hemen imkânsızdır…” (Essai, 133; Keklik’ten naklen, 139)

Ünlü Alman filozofu Friedrich Nietzche (1844-1900) kadın konusunda fikrini şöyle beyan etmektedir: “Kadınla konuşacağın zaman kırbacı eline almayı unutma” (Bkz. Ş. C an, Hz. Mevl. s. 195)

Kadının eşitliği ve özgürlüğü hususunda görüş ileri süren Batılı yazarlar, ferdî ve toplum hayatında onların eşit olmadığını söylerken özgürlük hususunda da onu nasıl kullanacağı bilgisinin kadına verilmesi gerektiği kanaatindedirler. Meselâ Pierre-Joseph Proudhon (1809-1865): “ Erkek ve kadın Mutlak’ın önünde denk olabilirler. Onlar hiç eşit değildirler, onlar ne ailede ne de şehirde eşittirler” (De la Justice dans la révolution et dans l’Eglise, C. F . 462) demektedir.

Kadının özgürlüğünü dile getiren Emile Zola ( 1840-1902) da şunları söylemektedir: “ Kadını özgürlüğüne kavuşturmak harika bir şeydir. Ama her şeyden evvel özgürlüğün nasıl kullanılmasını ona öğretmek gerekecektir. ( Chronique, La Tribune, 1868, C. F ., 585)XVI.

Asrın ünlü Fransız yazarlarından Molière (1602-1673), “Demir kafesler ve kapı sürgüleri kadınları ve kızları namuslu yapmaz” (l’Ecole des Maris, s. 1 , 2 Ariste., C. F . 395) diyerek, kapalı tutmaktan ve toplumdan tecrit etmekten ziyade onların namus duygularının geliştirilmesi gerektiği kanaatindedir.

Halbuki Montaigne: “Bir kadın için en faydalı ve en onurlu bilim ve meşguliyet, ev işleri bilimidir” demekteydi ( Essai. III, 9, C. F . 4 07) Batılı düşünürlerden bazıları “kadın-kilise” ikilisi hakkında pek olumlu kanaat sahibi değildirler.

Bunlardan Charles Baudlaire (1821-1867), “Kadınların kiliselere girmelerine izin verilmiş olmasına her zaman şaşırmışımdır. Onlar Allah’la hangi diyalogu kuruyorlar?” ( Mon Coeur mis à nu, C. F ., 54) derken
Armond Salacrou (- 1899) da: “Papazlar günah çıkartan kadınları dinledikleri zaman evlenmemiş olmakla teselli buluyorlar” demektedir.( Une femme libre, Gallimard, C. F. 529)

Kadının tabiatı konusunda kalem oynatan yazarlar ve düşünürler onu daha ziyade menfi sıfatlarla tasfir etmektedirler. Meselâ Tristan Bernard ( 1866- 1947): “Kadın kadının kurdudur” ( La volonté de l’Homme, C. F . 72) derken Jules de Goncourt (1822-1896): “Kadın ***** görünmemeyi çok iyi becerir” (Journal,, F asquelle, C. F . 243) demektedir.

Jules Renard (1864-1910) da: “Kadınlara en fazla zevk veren şey, zekâları üzerine yapılan bayağı bir pohpohtur.” (Journal, 21, Mai, 1895, C. F . 489)Batı düşüncesinde bütün bunlara mukabil François Mauriac (1885-1970) kadını en önemli bir yönüyle ele almakta ve hatta onun olgunluğunun ana temasını vermektedir. Nitekim o diyor ki: “Birçok kadın için kemâle giden en kısa yol şefkattir.” (Asmodée, Grasset, C. F . 379)

Batı’da bu problemi kadın-erkek ilişkileri açısından ele alan yazarlar yine de kadına pek olumlu bakmazlar. Charles Baudelaire (1821-1867): “Kadın ruhla bedeni ayırmayı bilmez” (age. C. F . 54) derken bir yandan kadının karşısındakini bir bütün içinde gördüğünü söylerken, diğer yandan da ruhî ve ruha ait değerleri bedenden ayrı görmez, hatta ayıramaz diye eleştirmektedir.

Jules Renard (1864-1910): “Şayet kadınların hoşuna gitmeyi istiyorsanız, onlara, sizin olduğu söylenen şeyi istemediğinizi söyleyiniz” (Journal, 29,, A vril, 1898, C. F . 491) ifâdesiyle kadınların haris olmayan ve kendini gözü tok gösteren erkekleri tercih ettiğini vurgulamaktadır. Chamfort (1741-1794), kadınla erkeği birbirlerine karşı besleyebilecek kötü düşünceler açısından karşılaştırmakta ve şöyle söylemektedir: “Bir erkek kadınlar hakkında ne kadar kötü düşünürse düşünsün, hiçbir kadın yoktur ki, ondan daha da kötüsünü düşünmemiş olsun.” (Maximes et pensées, C. F. 117)

İnsan tabiatının önemli yönlerinden biri hiç şüphesiz kıskançlıktır. Bu açıdan kadına bakan André Suarès (1868-1948): “Kadınlar her şeyi kıskanırlar hatta mutsuzluğu bile” (Variables, Emile-Paul, C. F . 544) demekle kadınları çok kıskanç bir tabiatın sahibi gibi görmektedir.

 Bunun yanı sıra George Courteline (1860-1929) kadın tabiatına bir başka zaviyeden bakarak hükmünü verir: “Kadın kendisi için yapılanı asla görmez o ancak yapılmayanı görür” (La paix chez soi, Flammarion, C. F . 156)

Batı düşüncesinde kadın tabiatı ele alınırken onun güzellik ve zeka yönü ile kadının hareketliliği ve konuşkanlığı da ihmal edilmez. Montesquieu (1689-1755): “Genç kadınlarda güzellik zekâyı telâfi eder, yaşlılarda ise zekâ güzelliği ikmâl eder” (Lettres persanes, C. F . 412) demektedir.

Voltaire (1694-1778)’e göre: “Kadınlar rüzgâr güllerine benzerler. Paslandıkları zaman sabit kalırlar” ( Le Sottisier, C. F . 580).

Guillaume Bouchet (1514-1594) de : “Kadınları konuşturmanın bin yolu vardır ama susturmanın bir yolu yoktur” (Les sérées, C. F. 89) demektedir.



Sonuç olarak, diyebiliriz ki, “Tarih, insanlarla hayvanlar, egemenlerle emekçiler, erkeklerle kadınlar arasındaki savaşımdır. Erkeklerin baskıyla, şiddetle savaşımına karşı kadınların sinsi oyunlarla savaşımı, dinlere kadınların şeytana aldanan, aldatan, aciz, baştan çıkarıcı, açgözlü, kavgacı, güvenilmez, kıskanç, ahlaksız, kötülüğün kaynağı ve temsilcisi olduğu şeklinde yansımıştır. Hristiyanlıkta, Grek-Roma kültürün etkisiyle Musevi/Yahudi kültürün içerdiği katılıklar az da olsa yontulmuştur.

Hristiyanlık, Ortadoğu’da karşılaşan iki farklı toplumun kadın algılarının bir sentezini yansıtır. Hristiyanlık o dönemde, Yahudiliğin katı kadın algısını günümüzün kırsal alan kesiminin ve her dinden dindar kesiminin genel kadın algısı düzeyine çıkarmıştır. Ancak o dönem için büyük bir gelişme olan bu algı, günümüzün kültürel, cinsel, sosyal, ekonomik olarak erkekle tam bir eşitlik içinde olması gerektiği şeklindeki çağdaş kadın algısına göre elbette çok geridir. Günümüzde ise Hristiyan kadınların özgürlüğü, Hristiyan dünyada ortaya çıkan aydınlanmanın da etkisiyle diğer dinsel kültürlerde yaşayan kadınların özgürlüğünden çok daha fazladır.


Marksistlere göre, her çeşit baskının ve sorunun temel nedeni toplumun sınıflara bölünmesidir.
Marksizm, kadın sorununu, işbölümüyle ve toplumun sınıflara ayrılmasıyla birlikte ortaya çıkmış ve ancak bunların ortadan kalkmasıyla birlikte yok olacak bir sorun olarak görür.

Feministlerin büyük bir bölümüyse, kadının ezilmesini erkeğin doğasından kaynaklanan, toplumsal değil biyolojik olan sınıflar üstü bir sorun olarak ele alır.

O takdirde buradan şu sonuç çıkarılmak zorundadır; kadınlar erkekler tarafından her zaman ezilmişlerdir ve bu nedenle ezilmeye devam edeceklerdir.

Onlara göre kadın sorununa yönelik Marksist sınıfsal tahlil yanlıştır, sınıflardan önce de kadın sorunu mevcuttur ve bu sorunun ortadan kalkmasının sınıfların ortadan kalkmasıyla bir ilgisi yoktur. Sorun böyle konulduğunda, kendiliğinden bir çözümsüzlüğe de itilmiş olur. Dolayısıyla, diyalektik ve materyalist bakış açısından yoksun olan bu küçük-burjuva kavrayış, kadının kurtuluş mücadelesini sınıflardan bağımsız olarak yürütülecek tümüyle düzen içi bir mücadeleye indirger.
Marksizm durumun böyle olmadığını açıklar. Burjuva ailenin de, tıpkı sınıflı toplum, özel mülkiyet ve devlet gibi her zaman var olmadığını, kadınların ezilmesinin toplumun sınıflara bölünmesi kadar eski olduğunu gösterir. Bundan ötürü, onun ortadan kalkması, sınıfların ortadan kalkmasına, yani sosyalist devrime bağlıdır. Bu, kadınların ezilmesinin, proletarya iktidarı aldığı zaman otomatik olarak ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Erkekle kadın arasında gerçek insani ilişkilerin kurulması için gereken toplumsal koşullar yaratıldığı zaman, sınıfsal barbarlığın psikolojik mirasının üstesinden de nihai olarak gelinecektir. Fakat proletarya kapitalizmi yıkıp, sınıfsız toplum için gereken koşulları hazırlamadıkça, kadınların gerçek kurtuluşu mümkün değildir.
Sosyalist devrim için, işçi sınıfını ve onun örgütlerini, dil, din, ırk, ulus ve cinsiyet farkı gözetmeksizin birleştirmek zorunludur.

Marksizmin kadın sorunundaki tutumuyla ulusal sorundaki tutumu arasında tam bir paralellik vardır. Bizler her türlü ulusal baskıya karşı mücadele etmekle yükümlüyüz. Peki bu, milliyetçiliği desteklediğimiz anlamına mı gelir? Kuşkusuz hayır. Marksizm enternasyonalizmdir. Amacımız yeni sınırlar yaratmak değil, tüm sınırları dünya sosyalist federasyonu içinde eritmektir. Burjuva ve küçük-burjuva milliyetçiler, ezen ulusun yıllarca uyguladığı baskı ve ayrımcılığın neden olduğu anlaşılabilir nefret duygularından yararlanarak, işçi sınıfının ulusal temellerde bölünmesinde ölümcül bir rol oynarlar. Lenin ve Rus Marksistleri, bir yandan her türlü ulusal baskıya, ama diğer yandan da burjuva ve küçük-burjuva milliyetçilerin ulusal sorunu demagojik amaçlar için kullanma girişimlerine karşı amansız bir mücadele verdiler. Ulusal soruna nihai çözümün yegâne gerçek garantisini sosyalist bir federasyon olarak görürken, her ulustan işçi sınıfının, toprak ağalığına ve kapitalizme karşı mücadelede birleşmeleri gerektiğini ısrarla savundular. Diğer bir deyişle, Marksistler ulusal soruna sınıfsal bir bakış açısından yaklaşırlar.

Kadının ezilmesi karşısındaki Marksist tutum da bununla aynıdır. Her türlü ayrımcılığa ve baskıya karşı mücadele ederken, temel problemi sınıfsal sorun olarak değil, kadınla erkek arasındaki çatışma olarak gören burjuva ve küçük-burjuva feminizmini kesinlikle reddetmeliyiz.

Kapitalizmi yıkıp, sınıfsız toplum için gereken koşulları hazırlamadıkça, kadınların gerçek kurtuluşu mümkün değildir. Sosyalist devrim için, işçi sınıfını ve onun örgütlerini, dil, din, ırk, ulus ve cinsiyet farkı gözetmeksizin birleştirmek zorunludur. Kadınların ezilmesine karşı verilen mücadeleyi, işçi sınıfının kapitalizme karşı verdiği mücadeleyle sıkıca bağlamak zorunludur. Zaferi kazanmanın tek olası yolu budur.

Bu, kadınların acil iyileşmeler için mücadele etmeyi bir kenara bırakmaları anlamına gelmez. Aksine. Kapitalizm altında iyileşmeler için gündelik mücadeleler olmaksızın, sosyalist devrim imkânsız olurdu.


Kaynak:  Alan Woods
 ‘’Sınıf Mücadelesi ve Kadının Kurtuluşu’’ Başlıklı makalesi

Kadının gerçek kurtuluşu, ancak, kapitalist düzenin, sınıflı toplumun ve neticede sınıflı toplumun pisliğinden kaynaklanan dinsel köle zihniyetinin yok edilip tarihe karışmasıyla ezen ve ezilenin olmadığı, kadınların baskı, şiddet ve taciz görmediği, cinsel obje, fahişe, mal olarak görülüp aşağılanmadığı, kadınla erkeğin ekonomik, dinsel, geleneksel olarak birbirine bağımlı ve ömür boyu birbirine mahküm olmadığı, yalnızca karşılıklı isteğe dayalı beraberliklerin olduğu, ahlak anlayışının kadın üzerine değil, hak ve özgürlükler üzerine kurulduğu, kadın ve erkeğin, ‘insan’ ve eşit olduğu, erkeklerle birlikte eşit iş, sosyal güvence ve özgürlüğe sahip oldukları sosyalist bir düzende mümkün olacaktır.

Yaşamın yarısı bizsek mücadelenin yarısı da biz olmalıyız. Kapitalist düzende kadın, erkekten daha fazla ezildiği için eşit-özgür-sınıfsız-sömürüsüz bir dünyaya kavuşmak için, kavganın ön safında yerimizi almalıyız.
Kadınlar olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadınlar kurtulmaz!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!