10 Eylül 2011 Cumartesi

Materyalist Anlayışa Göre Rüya Nedir?

Rüya Arapça “görmek” demektir.

İlk insanlarda rüyanın ruhun bedenden ayrılması olduğuna, rüyada yaşanılanların gerçek olduğuna inanılıyordu. Tanrılar dönemi başladığında da tanrılardan gelen mesajlar, peygamberler için de vahiyler olduğuna inanılıyordu ama günümüzde de birçok kişi tarafından hala bunlara inanılıyor ne yazık ki. Hatta bilim otoriteleri tarafından bile, rüyaların tümüyle beyinle ilgili bir fonksiyon olup olmadığı söylenememekte, insanın bir amaçla yaratıldığı inancı gibi, rüyaların da bir amacı olduğuna inanılmaktadır. Örneğin, rüya ile ilgili özellikle günümüzdeki bilimsel makalelerde sıkça rastlandığı gibi vikipedi rüya bölümünde de rüya hakkında şöyle deniliyor:

‘’Bilime göre rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar halen esrarını korumakta olan bir inceleme alanı kabul edilmektedir. Her ne kadar rüyalarla ilgili çeşitli varsayımlar ortaya atılmışsa da, rüyaların tümüyle beyinle ilgili bir fonksiyon olup olmadığı, kökenlerinin beynin neresi olduğu, tek bir kökenlerinin mi olduğu, yoksa beynin çeşitli kısımlarının mı sözkonusu olduğu ve zihin ya da bedenle ilgili ne gibi amaçlara yönelik oldukları bilinmemektedir.’’

Oysa rüyaların biyolojik içeriği ve işleyişi henüz tam olarak anlaşılamamış olsa da rüyalar tümüyle beynin bir fonksiyonudur ve rüyaların amacı değil, nedeni olur ancak.

Rüya ve realite

Dinsel, ruhçu idealist öğretide rüyalar bedenden ayrı bir varlığı olduğu kabul edilen ruhun yaşadığı gerçeklerdir. Bu öğretilere göre asıl dünya yaşamı bir rüyadan, bir illüzyondan ibaret olup aslolan ve ebedi olan insanın ruhsal yaşamıdır, beş duyuyla algılanan değil, beş duyu olmadan algılanan realitedir (rüyalar, öldükten sonra yaşananlar, düşünceler, tahayyül edilenler).

İdealistlere göre rüyalar, doğaüstü varlıkların rüya görenle iletişime geçmesi, ona gaipten haberler getirmesi, önceki hayatlarıyla ilgili anıların görülmesi, gelecekteki olayları göstermesi, onu uyarması gibi olaylardır.

Materyalist Görüşte Ruh ve Rüya



‘’İlk insanlar, büsbütün bilgisiz

oldukları, gerek dünya, gerek kendileri hakkında hiçbir bilgileri olmadığı, dünya üzerinde etki yaratabilmek için ancak pek güçsüz araçlardan yararlanabildikleri için, kendilerini şaşkınlığa uğratan bütün olayların sorumluluğunu, doğaüstü varlıklara yüklüyorlardı. Soydaşlarını ve bizzat kendilerini canlı gördükleri düşlerinin etkisiyle, imgelemlerinde; herkesin çifte varlığı olduğu gibi bir anlayışa vardılar. Bu çift

olma fikrinin verdiği rahatsızlık ve tedirginlikle, kendi düşüncelerinin

ve kendi duyumlarının, kendi öz bedenlerinin bir eylemi olmadığı, ama bu bedende oturan ve ölüm anında bu bedenden ayrılan ayrı bir ruhun işi olduğu düşüncesine

varmışlardır (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach. ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 20.)

(Bugün bile yabanıllarda ve aşağı barbarlarda, düşlerinde kendilerine görünen insan biçimlerinin, bir an için kendi bedenlerinden ayrılmış bulunan ruhlar oldukları yolundaki anlayış hüküm sürmektedir. Bunun içindir ki, gerçek insan, düşteki görüntüsünün bu düşleri görenlere karşı işlediği eylemlerden sorumlu tutulur. (örneğin rüyasında kendisine zarar veren kişiyi gerçek hayatta dövmeye kalkışır) Örneğin İmthurn, 1884’te Guyan yerlilerinde bunu saptamıştır.-Friedrich Engels-Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu-Sol Yay.-s.21)

‘’İlkel insanlar, önce saydam eş biçiminde ve sonra ruh biçiminde, insanın ölümünden sonra da yaşadığı ruhsal ilkeyi benimseyerek, tanrıları yarattılar.’’(Felsefenin Başlangıç İlkeleri-Georges Politzer-s.74)

‘’(…)İlk insanların soyutlamaları bilimsel bir nitelik taşımaktan uzaktı.(…) İlk insanlar gök gürültüsü ve şimşeğe tanık oldular. Bu onları korkutmuş olmalıdır, tıpkı bugün hayvanları ve insanları korkuttuğu gibi. Ama hayvanlardan farklı olarak insanlar olayın genel bir açıklamasını aradılar. Herhangi bir bilimsel bilginin yokluğunda açıklama, değişmez biçimde doğaüstü bir açıklama oldu; çekiciyle örsü döven bir tanrı. Bu tür açıklamalar bize, çocukların naif açıklamaları gibi yalnızca gülünç görünür. Ancak, o dönemde bunlar son derece önemli hipotezlerdi; insanların dolaysız deneyimden ayırt ettiği ve ondan tümüyle ayrı bir şey olarak gördüğü olayın akılcı bir nedenini bulma çabası.

Erken dinin en karakteristik biçimi animizmdir: canlı ya da cansız her şeyin bir ruhu olduğu anlayışı. Kafasını çarptığı masaya tokat atan çocukta da benzer tipte bir tepki görürüz. Aynı şekilde ilk insanlar, ve bugünkü bazı kabileler de, kesmeden önce ağacın ruhundan kendilerini affetmelerini isterler. Animizm, insanlığın kendisini hayvan dünyasından ve genelde doğadan henüz tamamen ayırmadığı bir döneme aittir. İnsanların hayvanların dünyasına olan yakınlıkları­na, atların, geyik ve bizonun modern sanatçılar tarafından bir daha asla yakalanamayacak olan bir doğallıkla resmedildikleri mağara sanatının tazeliği ve güzelliği tanıklık eder. Bu, bir daha geri getirilemeyecek olan insan soyunun çocukluk dönemiydi. Bu uzak atalarımızın psikolojisini yalnızca hayal edebiliriz. Ama paleontolojinin keşiflerini antropolojiyle birleştirerek, içinden çıktığımız dünyayı en azından taslak olarak yeniden kurmamız mümkündür.

Ruhun bedenden ayrı ve bağımsız olduğu anlayışı vahşiliğin en uzak dönemine kadar uzanır. Bunun temeli çok açıktır. Biz uyurken ruh bedeni terk edip rüyalarda gezinir. Genişletme yoluyla, ölüm ve uyku arasındaki benzerlik, ruhun ölümden sonra da varolmayı sürdürebildiği fikrine ilham vermiştir. Böylece ilk insanlar kendi içlerinde kendi bedenlerinden ayrı bir şey olduğu sonucuna vardılar. Bu, bedene komuta eden ve her türden inanılmaz şeyi, beden uyurken bile yapabilen ruhtur. Bu insanlar yine bilgece sözlerin yaşlı insanların ağzından çıktığına dikkat ederek, beden ölürken ruhun yaşamaya devam ettiği sonucuna vardılar. Göçme fikrine alışkın insanlar için ölüm, yolculuk için yiyecek ve gereçlere de ihtiyaç duyan ruhun göçü olarak görüldü.

Önceleri sabit bir mekânı olmayan ruhlar, çoğunlukla bir sıkıntıya yol açarak salt gezinti yapıyor ve yaşayanları onların huzura erdirilmesi için olağanüstü mesafelere gitmeye zorluyorlardı. İşte burada dinsel seremonilerin kökenini görüyoruz. Sonuç olarak bu ruhların yardımı dua aracılığıyla elde edilebilirdi. Bu aşamada din (büyü), sanat ve bilim ayrışmış değillerdi. Kendi çevreleri üzerinde gerçek hakimiyet kurma araçlarından yoksun olan ilk insanlar, amaçlarına doğayla büyüye dayalı bir ilişki kurarak ve böylece onu kendi iradelerine tâbi kılarak ulaşmaya çalıştılar. İlk insanların kendi ruh-tanrılarına ve fetişlerine karşı tavırları son derece pratikti. Duaların niyeti sonuç elde etmekti. Bir insan kendi elleriyle bir put yapar ve onun önünde yere kapanırdı. Ama arzu edilen sonuç gelmezse, yakarış yoluyla almayı beceremediği şeyi şiddet yoluyla çekip çıkarmak için puta lânet okur ve ona vururdu. Rüyalar ve hayaletlerin bu ilginç dünyasında, ya da bu din dünyasında, ilkel akıl, olan biten her şeyi görünmeyen ruhların işi olarak görüyordu. Her çalı ve akıntı, dost ya da düşman bir canlı yaratıktı. Her şanslı olayın, her rüyanın, ağrı ya da duyumun sebebi bir ruhtu. Dinsel açıklamalar, doğa yasalarına dair bilgi eksikliğinin bıraktığı boşluğu doldurdu. Ölüm bile doğal bir olay olarak değil, tanrılara karşı işlenmiş bir suçun sonucu olarak görüldü.

İnsan soyunun varoluşunun büyük bölümünde insanların zihinleri bu tür şeylerle dolu olmuştur. Üstelik bu yalnızca, insanların ilkel toplumlar olarak görmekten hoşlandığı toplumlarla sınırlı kalmamıştır. Aynı tür batıl inançlar biraz farklı kılıklar altında bugün de varolmayı sürdürüyorlar. Uygarlığın ince cilâsı altında, kökleri, yarı unutulmuş fakat alt edilmemiş uzak geçmişte olan ilkel akıldışı eğilimler ve fikirler gizlenmektedir. İnsanlar kendi varoluş koşulları üzerinde sıkı bir denetim kurmadıkça da, bunların kökü, nihayetinde insan bilincinden kazınmayacaktır.(Aklın İsyanı-Marksist Felsefe ve Modern Bilim-Alan Woods,TED Grant-s.18)



Rüya türleri (vikipedi)



Psikolojik kaynaklı rüyalar: Psikanalizde benimsendiği gibi, bilinçaltından kaynaklanan rüyalardır. Bunlar, genellikle heyecanlar, sıkıntılar, korkular, bastırılmış duygular vs.’den kaynaklanan rüyalardır. Ruhu ya da zihni fazlasıyla meşgul eden maddi veya manevi bir sorun, uyumadan önce konuşulan bir konu ya da görülen bir film de bu tür rüyaların görülmesine neden olabilir; ayrıca sözkonusu soruna ait bazı fikir ve imajlar, görülmekte olan diğer türden rüyaların içine zaman zaman parazit olarak kayabilirler.



Fiziksel kaynaklı rüyalar: Bunlar fiziksel ortamdan gelen, bedensel ağrı ve rahatsızlıklardan ve ses, ışık, koku gibi beş duyuyu ilgilendiren uyaranlardan kaynaklanan rüyalardır. Bir rüya deneyinde, uyuyan kimsenin burnu ve dudakları bir tüy parçasıyla rahatsız edilmiş ve akabinde, uyuyan kimse, yüzüne işkence edilerek derisinin yüzüldüğüne ilişkin bir rüya görmüştür. Bir başka deneyde uyuyan kimsenin kulağı yakınlarında iki çelik bıçak birbirine sürtülünce, denek, rüyasında tarihî bir olay sırasında kentin bütün çanlarının çaldığını görmüştür.



Kimyasal kaynaklı rüyalar: Bunlar, uyuşturucular ve ilaçlar gibi, alınmaları halinde vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısında belirli değişiklikler yaratan etkenlerden doğan rüyalardır.



Bunların dışında yaratıcı rüya denilen, bir sanat eserinin, bir icadın yapılmasını ya da yeni bir kavramın doğmasını sağlayıcı ilham veren rüya vardır. Birçok sanatkar, eserlerini gördükleri yaratıcı rüyaları yaşamlarında uygulamak suretiyle meydana getirdiklerini iddia eder.

Bilinçli rüya denilen Lüsid rüyada kişi gördüklerinin ve yaşadıklarının bir rüya olduğunun farkına varmakla birlikte rüya akıp gitmeye devam eder. Lüsid rüyalar REM evresi sırasında meydana gelirler. Lüsid rüya sırasında kişi, rüya gördüğünü bilir, beş duyuyla algılamaya hemen hemen eş bir algılamaya, özgür iradeye, akla sahiptir, uyandığında hepsini hatırlayabilir, rüyasını rüya gördüğü sırada da yorumlayabilir.

Ruhçulara göre bunların dışında, doğaüstü varlıklardan haber getiren rüyalar, onlarla iletişim kurulan rüyalar, uyarıcı rüyalar, geçmiş reenkarnasyonlara ait anılarla ilgili rüyalar ve Astral seyahat denilen rüyalar vardır.(vikipedi-özet)



Rüyanın nörofizyolojisi (vikipedi-özet)



Rüyalar, fizyolojik açıdan uyku sırasındaki nöral süreçlere bir tepki ya da yanıt olarak tanımlanır, psikolojik açıdan bilinçaltının yansımalarıdır, maneviyat açısından ise en azından bazı rüyalar ya gelecek hakkında ya da başka bir konu hakkında (uyarı, yardım vs. amaçlı) haber içeren, ilahî âlemden gelen mesajlar olarak kabul edilmişlerdir.

Rüyalar konusunda rüya nörofizyolojisi psikoloji varsayımlarından birçok bakımdan ayrılır: Rüya nörofizyolojisi öncelikle rüya etkinliğinin biyokimyasal, biyolojik ve anatomik düzeyde tanımlayıcı ve işlevsel incelenmesini amaçlar. Rüya nörofizyolojisinin tanınmış öncülerinden biri Alfred Maury’dir. (1817-1892) Onun zamanına dek uyku fenomeniyle örtülü durumdaki rüyanın maddi yapısına hiçbir yaklaşımda bulunulmamıştı. Rüyaların sürekli ve periyodik olarak özel zamanlarda meydana geldiğini ve uyanmadan önceki iç ve dış uyaranlarla oluştuğuna ilişkin ilk varsayımı o ortaya atmıştır.



Bu inceleme alanı özellikle Nathaniel Kleitman ve Eugene Aserinsky’nin 1950’lerde REM evrelerini keşfetmeleriyle hız kazandı. REM uykusunu, yani uykudaki REM evresini keşfeden Aserinsky bir elektrookülogram sayesinde kaydedilebilen ve rüya evrelerine denk düşen, uykudaki "hızlı göz hareketleri" (REM) varsayımını ortaya attı. Daha sonra gözyuvarların oynadığı bu dönemlerdeki beyin dalgalarını saptamak üzere bir tür poligraf (yalan makinesi) aygıtı kullandı. Deneylerinden birinde deneğin REM döneminde olmadığı halde ağlayıp inlediğini farketti ki, bu belirtiler deneğin rüya gördüğünü doğrulamaktaydı. Aserinsky ve asistanı ses getiren bilimsel çalışmalarını 1953’te Science’ta yayımladılar. Ardından 1959’da Michel Jouvet REM evrelerinde elektroansefalograma kaydedilen dalgaların uyanık halde olunduğunda kaydedilen dalgalara benzediğine dikkat çekti ve bu özel evrelere "paradoksal uyku" adını verdi.

Aktif uyku ya da paradoksal uyku da denen REM evresinde beyin dalgaları gayet aktiftir (EEG'de beta etkinlik gözlemlenir), kas gerginliği iyice azalır, felce yakın bir kas güçsüzlüğü görülür; bu güçsüzlük yalnızca gözlerde, solunumdan sorumlu kaslarda ve kan dolaşımında görülmez. Normal bir gece uykusunda 60-90 dakikada bir başlamak üzere uykusu boyunca 4-5 kez REM dönemi yaşanır; REM evrelerinden her biri ortalama 20-25 dakika sürer ve rüyaların çoğu bu evrelerde görülür.(İlk REM evresi çok kısadır, ancak birkaç dakika sürer, fakat gece ilerledikçe sonraki REM evreleri 30 dakikanın üzerine çıkabilir.) W. Dement REM evresinde uyandırılan deneklerin % 80’inin rüyalarını hatırlamalarına karşın, uykunun "derin uyku" evresinde uyandırılan deneklerin sadece % 7’sinin rüyalarını hatırladıklarını saptadı.

Çalışmalar insan gibi çeşitli kuş ve memeli türlerinin de uykuda REM deneyimi geçirdiklerini ortaya koymuştur. Örneğin kediler, köpekler üzerindeki deneylerde de benzer sonuçlar saptanmıştır.

Fransız nörobiyolog Jouvet'ye göre rüya ne uykunun bir parçası ne de uyanıklığın bir parçası olarak ele alınabilir, bu uykudan da uyanıklıktan da farklı olan üçüncü bir bilinç halidir.

Rüya görmesi engellenen bireylerde öğrenmenin zorlaştığı ve çeşitli depresif ve psikotik tepkilerin ortaya çıktığı deneysel olarak gözlemlenmiştir.(http://tr.wikipedia.org/wiki/R%C3%BCya)

Verilen bilgi ve açıklamalardan anlaşılan rüyalar, daha çok REM evrelerinde görülmekle beraber bu evrenin dışında da görülebiliyor.

Rüyalar, ısı, ışık, ses, hareket ihtiyacı, tuvalet ihtiyacı, kaşıntı, hazımsızlık, açlık, uyuşma, ağrı, acı, vb beden dışı ve beden içi fiziksel ve kimyasal etkilerin bedenimize verdiği rahatsızlıkların uykumuzu hafiflettiği zamanlarda, ya da yeterince uyuyup uyanmaya yakın uykumuzun hafiflediği zamanlarda görülür.

Bedenimiz ve zihnimiz, az da olsa uyurken de çalışmaya devam eder, uyku hafifledikçe de çalışması artar ve bilinçlenir. Derin uykudayken, uyanıkken çalışan bölümler bir çeşit rölantiye geçerek, bedenin hayati fonksiyonunun durmamasını sağlayan soluk alma gibi refleks bölümleri devreye girer. Rölanti, zararlı maddelerin azaltılması, protein sentezinin artması, hücrelerin gelişimi, onarımı ve yenilenmesi gibi olaylarla bedenin kendini onarması, temizlemesi, tazelemesi, dinlenmesi ve enerji kazanması sürecidir. (Uyumayan ya da az uyuyan hayvanlar da buna yakın bir rölantiye geçerek bedenlerini dinlendirebilirlerve hayvanlar da rüya hatta kabus görürler)



Kabus gören Köpek videosu:



http://www.dailymotion.com/video/x8moox_kabus-goren-kopek-gorenleri-yoke-et_animals


Bu süreçte örneğin, nasıl uyanıkken bir süre hareketsiz kaldıktan sonra en azından bir pozisyon değiştirme ihtiyacı hissedersek uyurken de ara ara en azından bu ihtiyacı hissederiz ve sonunda beden refleksif uyarılmalarla kendi kendini uyarır. Bu uyarılar sonucu derin uykumuz hafifler ve beynimiz uyanıkken olduğu gibi olmasa da ona yakın çalışmaya başlar ve rüya görürüz. Ama hala uyuduğumuz ve bilincimiz tam yerinde olmadığı için rahatsızlıklarımız, beynimizde kayıtlı olanlarla karışabilir ve bilincimizin açıklık düzeyine göre anlamlı ya da anlamsız rüyalar görürüz. Rüyaların karmaşıklığında zihnin kendi karmaşıklığı da etkili olabilir. Derin uykudayken, göz hareketlenmesi esnasında ya da göz hareketlenmesi olmadan rüya görsek bile hatırlamayız genellikle. Bedenin ihtiyacı karşılandıktan bir süre sonra tekrar derin uykuya dalarız ve bu birkaç kez tekrarlanır. Beden uykusunu aldıkça uyku hafifler, rüya görme süresi uzar ve daha bilinçli ve hatırlanır hale gelir. En uzun, bilinçli ve hatırlanır rüyalar uyku süresinin sonunda görülenlerdir.

Uyku süresi sonundaki uykuyla uyanıklık arası olduğumuz bu durumlarda rüya görmek ile bilinçli düşünmeyi karıştırabilir, rüya mı görüyoruz yoksa düşünüyor muyuz anlayamayabiliriz. Bu sırada beden ve zihin yeterince dinlenmiş ve bilinç yeterince açılmışsa ve rüyada, uyanıkken öğrenilenler açık bir şekilde tekrar görülüyorsa bir kez daha pekişmiş olur. Yaratıcı rüya denilen, bir sanat eserinin, bir icadın yapılmasını ya da yeni bir kavramın doğmasını sağlayıcı ilham veren rüyalar da bilinçli rüya denilen bu evrede görülebilir ama bu tamamen zihnin kendi ürünüdür, doğaüstü bir gücün ürünü değildir.

Birçok insan rüyada gördüklerimizin gerçekleştiğine inanır. Oysa bunlar yalnızca tesadüfler ve bizim yakıştırmalarımızdır. İnsanlar gerçekleşmeyen rüyaların gerçekleşmiş gibi görünen rüyalardan kat kat fazla olduğuna dikkat etmezler.

Rüyayı astral seyahat olarak görenler de rüyaları, ruhun bedenden ayrılması olarak görenlerdir. Bunlar rüyalarında ruhlarının gezintiye çıktığını sanırlar, oysa gerçekte gezinen ya da gördükleri kendi düşünceleridir.

Rüyalar, sadece çocukluk çağlarındaki cinselliğe, başka etkileyici olaylara dayalı bilinçaltındaki olayların veya daha sonraki bazı saklı istek, arzu, korku ve kaygıların, bastırılmış ihtiyaç, anı ve duyguların su yüzüne çıkması, ya da sadece günlük olayların tekrar gözden geçirilmesi değil, bunların hepsini birden kapsar. Tıpkı uyanıkken olduğu gibi, uykudayken de geçmiş, şimdi ya da gelecekle ilgili duygu, düşünce, hayallerimiz, umutlarımız aklımıza gelir ve rüyalarımızı yönlendirir.

Rüyalar, insanın içinde bulunduğu psikolojik durumunu yansıttığı için psikolojik sağlığını da yansıtabilir. Bilinçaltına itilen olaylar, rüyalarda da genelde bilinçaltında kalırlar ama bazen tıpkı sarhoşken insanın kendini yeterince kontrol edememesi gibi uykunun hafiflediği evrede bilinç yeterince kontrol edilemediğinden bilinç düzeyine çıkabilir ama net olarak değil çeşitli simgeler halinde çıkabilir. Bu yüzden, bunlar yorumlanarak, kişinin psikolojik rahatsızlıklarının teşhisi ve tedavisinde rüyalarından yararlanılabilir.

Rüyaları Azaltmak için Ne Yapmalı?

Kötü rüyalar görenler, rüya görmek istemeyenler rahat bir uyku uyuyabilmek için yukarıda bahsedilen uykuyu bozucu etkenlerle ilgili gerekli şartları yerine getirmelidirler. Rahat bir yatak, sıcak ya da soğuk gelmeyen normal bir ısı, herhangi bir hastalık ya da rahatsızlık ve gürültü olmaması gerekir.

Ayrıca rüyaları azaltmak için insan için gerekli olan günlük 7 saat civarı uyku süresini aşıp daha fazla uyumaya çalışmamak gerekir. Çünkü bu süreden sonra uyku hafiflemeye ve çok daha fazla rüya görülmeye başlanır.

Rüya görmemenin ve rahat bir uyku uyumanın en önemli koşulu ise yatarken sıvı tüketmemeye çalışmak ve tuvalete gitmeden uyumamaktır. Çünkü uykuyu en çok bölen ve rüya gördüren etken tuvalet ihtiyacıdır.Yatmadan önce fazla sıvı alındığında gece boyunca tuvalet ihtiyacı ara ara uykuyu böler ve bu esnada rüya görülür, geceki rüyalaruyku derin olduğu için genellikle hatırlanmaz, ama sabaha yakın uyku süresi sonuna doğru uyku hafiflemeye başladığından tuvalet ihtiyacı da fazlalaştığından daha sık uykuyu böler ve bol bol rüya görülür ama tuvalet ihtiyacını giderip tekrar yatıldığında normal uyku süresini aşan bir süre daha uyunabilir ve rüyasız uyunabilir.



Yeterli bir uyku günlük verimi artırır, yetersiz uyku da verimi düşürebilir. Verimi artıran rüya görme değil, rüya görebilecek kadar yeterli uyumadır. Verimi düşüren ve depresif, psikotik tepkilere neden olan da rüyanın engellenmesi, kesintiye uğramasıyla rüya görememe değil, yetersiz uyku ve uykunun bölünmesidir.

Uyuyamayanlar Ne Yapmalı?

Uyuyamayanlar önce bedensel rahatsızlık veren etkenleri kontrol etmelidirler. Uykuya dalabilmek için düşünmeyi bırakmaya çalışmak gerekir, beyin derin düşüncelerden kurtulamadığı sürece uykuya dalmak da zorlaşır, çünkü beyin her iki işi birden yapamaz.

Bunun dışında açlık da uykuyu önleyen en önemli etkenlerdendir, bu yüzden hep söylenilegelenin tam tersi uyumadan önce birşeyler yenip açlık giderilmelidi, çünkü yemekle uyku arasında büyük bir bağlantı vardır. ''Yemeğin rahatsız etmemesi ve rahat uyumak için, yemek, yatmadan en az iki saat önce yenmeli'' denir, oysa gerçekler bunun tersini göstermektedir. Dikkat edilirse karınlarını doyuran hayvanlar uyurlar, insanlar yemek yediklerinde bir ağırlık ve uyku bastırır, açken ise uyuyamaz, açken çok daha zor uykuya dalar. Bu yüzden uyuyamama durumunda, daha kolay uykuya dalmak ve rahat uyumak için ağır, rahatsız edici ve çay, kahve gibi uyku açıcı yiyecek ve içecekler olmamak şartıyla bir şeyler yemelidir, uyku getirici yiyecek ve içecekler olusa çok daha kolay uykuya dalınabilir, örneğin yoğurt, sirke gibi mayalı yiyecek ve içecekler atıştırarak yatmanın uykuya dalmaya ve rahat uyumaya büyük faydası olacaktır.



Sonuç olarak rüyaların psikolojik etkilerinin ve mesajlarının dışında doğaüstü bir mesajı olmadığı gibi rüya görüp görmemenin bir yararı ya da zararı ve doğaüstü ya da evrimsel bir amacı da yoktur, ancak nedenleri vardır. Rüyalar, gaipten mesajlar değil, zihin faaliyetinin uyku bölündüğünde ve hafiflediğinde zihinde kayıtlı olanların, iç ve dış etkilerle karışmasıdır yalnızca.


Nilüfer Tekin