Materyalizm bilimseldir, Bilim Materyalisttir
Düşünce tarihinin başlangıcında, Yunan antikçağında,
bilimsel
bilgiler, hemen hemen hiç yok denecek gibiydi; ilk
bilginler,
aynı zamanda filozof idiler; çünkü o çağda, materyalist felsefe
ve
doğmakta olan bilimler, bir bütün oluşturuyordu, biri
ötekilerin
uzantısı oluyordu.
Ancak, zamanla, bilimler, dünya olaylarının açıklanmasına,
idealist
filozofların dogmaları ile çelişen ve tedirginlik yaratan
açıklıklamalar getirmeye başlayınca, idealist felsefe ile
bilimler arasında bir çatışma başladı.
Ama, bilimlerle birlikte doğan, aynı zamanda da bilimlerin
gelişmesine yol açan ve onlara bağlı ve bağımlı
olan materyalizm, Marx ve Engels'in diyalektik materyalizmine
dönüşene dek bilimlerle birlikte ilerledi ve gelişti.
Bilim, materylist felsefenin başarılarından, materyalist
felsefe de bilimin başarısızlıklarından örülmüştür.
Materyalist dünya görüşü çeşitli bilim dallarının temelidir.
Her çeşit bilimsel çalışmalara sağlam bir temel, kısaca teori denen şeyi
sağlayarak, evrenin genel bir açıklamasını oluşturur.
Materyalizm, düşünsel, algısal değil, maddenin, evrenin,
doğanın doğaüstü güçlerden ve herhangi bir bilinçten bağımsız olarak ve önce var
olduğunu, herhangi bir bilinçten önce var olduğunu, evrenin ve yasalarının
bilinebileceğini ve bilgi sürecinin evrensel yaşamla birlikte pratikle
doğrulanarak sonsuzca gelişeceğini kabul eden dünya görüşüdür.
Materyalizm belli ilkelerden hareket ederek doğa
görüngülerini ve bunun doğal sonucu olarak toplumsal yaşamın görüngülerini
anlama ve yorumlama tarzıdır.
Materyalizm, doğanın doğaüstü güçlerden ve herhangi bir
bilinçten bağımsız olarak var olduğunu ve bilinebileceğini kabul eden dünya
görüşüdür.
Materyalizm; doğayı, canlıyı, insanı, toplumu doğaüstü bir
bilinç, doğaüstü güçler gibi onlara yabancı hiçbir şey katmaksızın olduğu gibi
ele almak, anlamak ve yorumlamaktan başka bir şey değildir.
Bilimin yaptığı da budur.
Bilim de nesnel dünyanın varolduğu ve tarafımızdan
bilinebileceği temel düşüncesinden hareket eder.s.95 (Aklın isyanı)
Tüm bilimin ve genel olarak akılcı düşünüşün altında yatan
temel kabul, fiziksel bir dünyanın var olduğu, fiziksel gerçekliğe hükmeden
fiziksel, (doğal, nesnel) yasaların var olduğu ve bu yasaları anlamanın mümkün
olduğudur.
Bilim, doğanın işleyişini açıklayabilecek genel yasaların
aranmasına dayanır.
Bilmenin bütün amacı ve görevi, nesnel dünyayı, onun altında
yatan yasallık ve zorunlu ilişkileri mümkün olduğunca sadık biçimde
yansıtmaktır. Hegel’in dediği gibi, “hakikat her zaman somuttur.”
Bilimin görevi bu yasaları açığa çıkarmak ve bu somut
gerçekliğe mümkün olduğunca çok yaklaşmaktır, bilimin görevi mümkün olduğunca
tüm bilinmeyenleri bilmek, tanrı konusu da dahil tüm bilinmeyenlere bir açıklık
getirmek, toplumda yanlış bilinenleri düzeltmektir.
"Din ve tanrı konuları binlerce yıldır teologların
tekeli altında kaldı. Oysa bu konular “biz kimiz”, “nerden geldik”, “bu dünya
nasıl oluştu”, “zeka nedir”, “ahlakın kökeni nedir” gibi insanların en temel
sorularına cevap sağlamakta ve teologlara bırakılamayacak kadar önemli konular.
Modern bilimin gelişmesiyle bu sorulara cevap verilmeye başlandı. Artık bu
soruların cevabını teologlar değil bilim vermekte…" Doç. Dr. Kerem
Cankoçak
Bilimin bir tanrı inancı yoktur! Üstelik bir tanrı inancı ve
varsayımı ilkelerine, yöntemlerine, verilerine, maddesel, insanlardan bağımsız
nesnel gerçekliğe aykırıdır. Bilim bilinmeyenleri bilmeye çalışırken doğaüstü
Tanrısal bir güce başvurmaz, ihtiyacı da yoktur, tanrısal bir güçten bağımsız
bilimsel düşünüşle, bilimsel yöntemlerle bilinmeyenleri tek tek açıklamış,
açıklamaya da devam etmektedir. Bilim, günümüze kadarki bilimsel veriler,
evrenin, canlının, bilincin, toplumun oluşumunu, gelişimini, nereden gelip
nereye gittiğimizi, tanrısal bir gücün olamayacağını ortaya koymuş durumdadır,
bundan sonraki araştırma ve keşifleri bunların ayrıntıları üzerine olacaktır.
Ancak, bu ayrıntı bilinmeyenler var oldukça ve bilim tarafından bilinenler
insanlık tarafından kabul oluncaya dek felsefe de var olacaktır...
Dolayısıyla henüz pozitivist evrede olduğu için bilim adına
açıklamaya yanaşmasa da, bilim materyalist olmasının yanı sıra ateisttir de.
"Bilgi ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa,
hiç değilse bilgi savaşçıları olun."
~Friedrich Nietzsche
Çağdaş materyalizm, Marks ve Engels’in oluşturduğu diyalektik
ve tarihsel materyalizmdir.
Diyalektik materyalist felsefe, materyalist tarih
anlayışıyla tümlenmiş ve somutlanmıştır
Diyalektik Materyalizm
Diyalektik materyalizme gelinceye kadar metafizik düşünce,
ister idealist ister materyalist yönde olsun, ne doğayı, ne toplumu ve ne de
düşünceyi çözümleyememişti. Doğa nedir ve nasıl işler, toplum nedir ve neden
böyledir, düşünce nedir ve insan neden böyle düşünür? Bütün bunlar saçmasapan
nedenlere bağlanıyor, hayal ürünü varsayımlarla açıklanmaya çalışılıyordu.
Tarihte ilk kez insan doğanın nasıl gördüğümüz hale geldiğini, nasıl
işlediğini, nereden gelip nereye gittiğini, neden insan olduğunu ya da olması
gerektiğini anlamıştır.
Tarihsel ve diyalektik materyalist öğreti, ham mekanik ve
metafizik yapılı materyalizmi aşıp yeni ve bilimsel birer anlam kazanan
eytişimle özdekçiliğin bağımlılığını ortaya koymakla oluşmuştur. Bu oluşma
bilim ve felsefe tarihinde tek ve en büyük bir devrimdir. Bu oluşma sonucudur
ki doğasal, toplumsal ve bilinçsel tüm olay ve olgular aydınlanmış, kolaylıkla
anlaşılır olmuş, gerçekler meydana çıkmıştır. Bu oluşma sonucudur ki bilim
felsefeleşmiş ve felsefe bilimleşmiştir bilim ve felsefe birbiriyle kaynaşarak
tek ve bütün bir bilgi olmuştur. Eytişimsel özdekçilik’le; idealizm olduğu
kadar materyalizm de aşılmıştır, metafizik olduğu kadar eytişim de aşılmıştır,
özdekçilik eytişimselleşirken eytişim özdekselleşmiştir. Eytişimle özdekçilik
arasındaki bileşim, evrenin anlaşılmasını olduğu kadar değiştirilmesini de
zorunlu ve olanaklı kılmıştır. Bu yüzdendir ki eytişimsel ve tarihsel
özdekçilik öğretisi hem bilimsel-felsefesel bir kuram, hem de ve aynı zamanda
bilimsel-felsefesel bir yöntemdir. Tek ve biricik dünya görüşü eytişimsel
özdekçiliktir.
Bu yeni dünya görüşü, insanlık tarihinin gerçeğe yanaşma
sürecinde en büyük ‘aydınlanma’dır.
Eytişimsel Özdekçilik (Diyalektik Materyalizm), her türlü
gelişmenin genel yasalarını saptayan bilimidir.
Eytişimin üç büyük yasası özdeksel doğadan, tarihsel toplumdan
ve bilinçsel düşünceden gözlemlenerek şöylece saptanmıştır:
Karşıtların birliği ve savaşımı yasası, nicelikten niteliğe
ve nitelikten niceliğe geçiş yasası, olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası
Bu yasalar, evrende varolan her şeyin, bizzat nasıl devinip
geliştiğinin, süreklilikte kesintinin, ve karşıtların birdenbire dönüşümlerle,
nasıl aşıldığının, eskinin yıkılıp yeninin nasıl oluştuğunun anahtarını verir.
Eytişimsel özdekçilik hem bilme ve hem de yapmanın öğretisi olmakla, kuramla
kılgının (teoriyle pratiğin) bağımlılığını da ortaya koymuştur.
Eytişim, doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının
çatışarak aşılmasıyla durmaksızın devindiren ve geliştiren bir süreç’tir.
Demek ki doğanın işleyiş mekanizmasıdır, toplumun
geliştirici gücüdür, düşüncenin gerçeğe varmak için kullanabileceği tek
bilimsel yöntemdir.
Eytişim, hem evrensel bütünlüğün ‘gelişme yasası’ hem de bu
gelişmenin ‘inceleme yöntemi’dir.
Bilimsel veriler göstermiştir ki doğa, toplum ve bilinç
eytişimsel olarak işlemektedir; öyleyse bunların olay ve olgularını incelemek
için bunlara aynı yöntemle, eşdeyişle eytişimsel bir düşünüşle yaklaşmak
gerekir. Eytişimsel olarak işleyen doğa, toplum ve bilinç olaylarına onlara
ters düşen metafizik yöntemle yaklaşılamaz.
Eytişimsel düşünme ve uygulama tekniği. Doğasal, toplumsal
ve bilinçsel bütün olgular eytişimsel gelişme yasalarıyla oluşur. Öyleyse bu
oluşmayı anlamak için ona eytişimsel yöntemle yaklaşmak zorunludur. Eytişim bu
yüzden gelişmenin yasası olduğu kadar, onu inceleme yöntemidir. Aynı zamanda,
inceleme ve bilme yöntemi olduğu kadar, gerçekliği değiştirme yöntemidir.
Metafizik yöntem olay ve olguları bütünlüklerinden
soyutlanmış olarak, tekyanlı, bağımsız, devimsiz, çelişmesiz, değişmesiz ve
gelişmesiz bir durumda ele alır ve öyle görür.
Eytişimsel ve tarihsel özdekçiliğe göre eytişim, metafiziğin
tam karşıtıdır.
Eytişim, doğayı, toplumu ve bilinci
1-bütünsellikleri
2-çok yanlılıkları
3-bağımlılıkları
4-devimsellikleri
5-gelişmeleri
6-değişkenlikleri
7-gelişkenlikleri
İçinde inceler.
Eytişimsel kavrayış, çok yönlü bir kavrayıştır; bu yüzden de
formüllere bağlanıp reçetelenemez. Her şeyden önce metafizik ve mekanik düşünme
alışkanlığından kurtulmak gerekir, bunun için de (metafiziğin ve N.) eytişimin
iyice bilinmesi başlıca koşuldur.
Karşıtların çelişerek çatışması ve bu çatışma sonunda
aşılması yoluyla, teksözle eytişimsel olarak gelişen doğa, bilinç ve toplum
olgularının gerçeğine ancak eytişimsel bir bakışla varılabilirdi.
Eytişim yöntemi doğa, toplum ve bilinç olaylarını tanımanın
ve onlar üstünde düşünmenin yöntemi olduğu kadar onları değiştirmenin ve
yeniden kurmanın ve geliştirmenin de yöntemidir.
Değiştirmenin ve geliştirmenin yöntemi olan eytişimsel
yöntem bu yüzden yenici ve ilerici, bunun tam karşıtı olan değişmezliğin
yöntemi metafizik yöntemse bu yüzden tutucu ve gericidir.
Eytişim ‘devrim ve gelişme’, özdekçilik ‘doğanın insan
düşüncesinden bağımsız olarak varlığı’ anlamındadır.
Bu dünya görüşü eytişimseldir; çünkü doğasal, toplumsal ve
bilinçsel tüm olaylara yaklaşma ve onları inceleyip kavrama yöntemi eytişimdir;
Eytişimseldir, çünkü:
1-Metafiziğin tam tersi olarak, doğayı; birbirinden bağımsız
ve birbirine ilgisiz soyutlanmış nesne ve olayların rastlantısal bir yığını
olarak değil, (zorunluluk ve rastlantının birlikte hüküm sürdüğü N.T) birbirine
organik olarak bağlı ve bağımlı birtürden nesne ve olayların kaynaşmış bir
bütünü olarak görür.
2-Metafiziğin tam tersi olarak, doğanın, devimsizlik ve
değişmezlik içinde değil, her an değişip yenileşen ve gelişen bir süreç
olduğunu ileri sürer.
3-Metafiziğin tam tersi olarak, gelişme sürecinin, basit bir
büyüme süreci olmayıp(yalnızca küçük birikimlerle evrimsel gelişme olmayıp
N.T.), niceliksel değişmelerden niteliksel değişmelere sıçramalarla geçen bir
süreç (sıçramalı, devrimli evrim N.T) olduğunu savunur.
4- Metafiziğin tam tersi olarak, gelişmenin, alt olandan üst
olana doğru sarmal bir gelişim izleyerek gerçekleştiğini ve bunun nesne ve
olayların özündeki çelişmelerden doğduğunu, eski ve yeni arasındaki çatışmanın
son çözümlemede yeniye yol ve yön verdiğini meydana koyar.
bu dünya görüşü özdekçidir; çünkü doğasal, toplumsal ve
bilinçsel tüm olayları yorumlayışı özdekçidir;
Özdekçidir, çünkü:
İdealizmin tam tersi olarak, özdeğin bilinçten önceliğini ve
bağımsızlığını, devinen olayların devinen özdeğin farklı biçimleri olduğunu,
olayların ve nesnelerin bağlılıklarıyla bağımlılıklarının özdeğin gelişme
yasası olduğunu ve evrensel gelişmenin bu nesnel yasaya göre oluştuğunu
ilerisürer.
İdealizmin tam tersi olarak, özdeksel dünyanın, düşüncede ve
algılarda varolmayıp nesnel bir gerçeklik olarak varbulunduğunu ve düşünceyle
özdeğin ayrıştırılamayacağı gibi aynılaştırılamayacağını da savunur.
İdealizmin tam tersi olarak, evrenin ve yasalarının bilinebileceğini
ve bilgi sürecinin evrensel yaşamla birlikte pratikle doğrulanarak sonsuzca
gelişeceğini saptar.)
Bu dünya görüşü bilimseldir; çünkü
bilimsel verilere dayanır ve ancak bilimsel verilerle
biçimlenmesiyle gelişir. Bilimseldir, çünkü bilimle çelişmez, tersine bilimsel
sonuçlarla upuygundur. Bilimseldir, çünkü evrene, fantastik peşin yargılarla
değil, evrene özgü gerçek ilişkileri çözümleyerek yaklaşır. Bilimseldir, çünkü
evrenin bilimle bilinebileceğini savunur. Bilimseldir, çünkü hiçbir boş inanç ve
gericilikle bağdaşmaz.
Öylesine ki bilimsel gelişme olgusunu bütün öğretiler içinde
tek başına temsil eder. Her bilim, gerçeğin farklı alanlarındaki gelişmesini
ancak o alanlarda geçerli özel yasalara bağlar, eytişimsel özdekçilikse bizzat
gelişme olgusunu genel yasalara bağlar. Bu genel yasalar kurgusal varsayımlar
değil; bizzat doğanın, toplumun ve bilincin işleyişinden çıkarılmış ve onlara
uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır.
Bilimin gelişmesiyle kendini sınırlamayan ve başıboş bir
özgürlük içinde alabildiğine pratik gerçekten uzaklaşan düşünce, zorunlu olarak
metafiziği gerektirmiştir. Her an gelişen bilimle sınırlanan ve bilimsel
pratikle kendini denetleyerek gelişme yoluna giren düşünce de böylece zorunlu
olarak eytişimi gerektirmektedir.
Görüldüğü gibi bu bilimsellik kimilerinin sandığı gibi
yakıştırılmış bir bilimsellik değil, bilime dayanan ve bilimi savunan, bilimle
güçlenen ve bilimin gelişmesiyle oluşan bir kuramın gerçek bilimselliğidir.
Gerek idealizmin ve gerek ham materyalizmin bilimsel olmadıkları ise doğa
bilimlerine ters düşen kavramlarından ve yorumlarından kolaylıkla anlaşılır.
‘’Bilimin her gelişmesinde eytişimsel özdekçi bilgilerin geçerliliği yeniden
denetlenmeli ve geliştirilmelidir.’’.
Bir usta şöyle der: ‘’Her büyük bilimsel buluşta ve doğa
bilimlerindeki her dönüşümde özdekçilik yeniden ele alınacak,
derinleştirilecek, temel kavramları doğrulanıp geliştirilecektir.
Eytişimsel özdekçiliğin bilinmesi, bilimsel gelişmeyle
sınırlı olarak, bilimin elverdiği ölçüde tüm olay ve olguların bilinmesi ve
ilerde olacak olanların da doğru olarak tahmin edilmesi demektir.
Bilimsel yöntem, Bilgi ve Bilim
İnsanın, toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel
dünyanın yasalı ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimi...
İnsanla çevresi arasında kurulan ilişki, eşanlamda ‘bilgi’,
ilk düşüncelerden bu yana çeşitli açılardan değerlendirilmiştir. Kimileri bu
ilişkinin asla kurulamayacağını (bilginin edinilemeyeceğini N.), kimileri
kısmen kurulabileceğini, kimileri ancak tanrısal düzeyde kurulabileceğini,
kimileri de bağıntılı (göreli N.) olarak
her an kurulmakta olduğunu ilerisürmüşlerdir.
Bilginin kaynağı, özü ve sınırı üstündeki araştırmalar
çeşitli öğretiler doğurmuştur. Usçuluk, görgücülük, deneyselcilik, sezgicilik,
eleştiricilik, kuşkuculuk, bilinemezcilik, olguculuk, uygulayıcılık, inakçılık,
inancılık, olasıcılık, anlıkçılık, iradecilik, doğuştancılık, bilgicilik vb.
bilginin insan için olanaklı olup olmadığı yolunda çeşitli savlar
ilerisürmüşlerdir.
İdealistler bilgiyi tümüyle düşüncenin ürünü sayarak
bilgilenme sürecinde düşüncenin rolünü saltıklaştırmışlar, duyumun rolünü
yadsımışlardır.
Burjuva özdekçiliği ise bilgilenme sürecinde duyumun rolünü
saltıklaştırmış ve düşüncenin rolünü yadsımış ve duyumla düşünce arasındaki
eytişimsel bağlantıyı keşfedememiştir.
Oysa duyulur veriler, duyumsal bilginin olanakları
sınırlıdır, örneğin ışığın saniyede üç yüz bin kilometre hızla koştuğunu
bildiremezler. Bunu biz düşüncemizde tasarımlarız. Ama bu, bilginin ancak soyut
düşüncemizde ve tasarımlarımızda olduğu anlamına gelmez. Çünkü soyut
düşüncemizin tasarımlarını hem duyularla algıladığımız nesnelerden esinlenmiş,
hem de yaptığımız aletlerle bu tasarımımızı nesnel dünyaya aktararak pratikle
doğrulamışızdır. Bu doğrulamayı gerçekleştirmemiş olsaydık, ışığın
tasarımladığımız hızı bir bilgi değil bir boşsöz olurdu. Nitekim nesnel dünyada
insanın tasarımını aşan gerçeklikler de vardır. örneğin mezonlar gibi kimi
elementer zerrelerin varlık süreleri saniyenin yüz milyonda biri kadar tahmin
edilmektedir ki hiçbir insan bu niceliği tasarımlayamaz. İnsanın pratik eylemi
olan bilimler bu duyudışı ve tasarımdışı olgulardan eylemsel sonuçlar
çıkarırlar ve onları pratikte kullanırlar.
Duyu organları insanın dış dünyaya açılan kapılarıdır... Ne
var ki duyumsal bilgi, nesnel gerçekliğin iç yapısını ve evrim yasalarını
bildirmez. Ama duyumsal bilgi olmadan da nesnel gerçekliğin iç yapısının ve
evrimsel yasalarının bilgisine ulaşılamaz. Bundan ötürüdür ki duyumsal bilginin
tamamlanabilmesi için, duyumlarımızla algıladığımız gereçlerin usumuzda
değişime uğratılması gerekir.
İnsanın toplumsal çalışmayla elde ettiği bilgi, doğanın
bilinçte yansıtılmasıdır. Oysa bu, aynanın doğayı yansıtması gibi basit bir
fiziksel yansıtma değil, birtakım karmaşık işlevleri gerektiren bilinçsel bir
yansıtmadır. Bilgi, nesnenin kendisinden başlar. Duyularla algılanır. İnsan
bilincinde çeşitli soyutlamalara ve bireşimlere uğrar. Kavramlaşır, ulamlaşır,
yasalaşır (ve hipotezleşir N.). Sonra yeniden doğaya, nesneye döner ve kendini
pratikle denetler, doğrular (ve kuramlaşır N.). İnsan bilincinde kavramlaşan,
ulamlaşan, yasalaşan yansı, yeniden doğaya dönerek pratikle doğrulanmadıkça
bilgi olmaz. Bilgi, somuttan gelir, soyuttan geçer ve yeniden somutta gerçekleşir.
Bilim öncesi özdekçiliğin büyük yanılgısı sadece özdeksel
olanı, idealizmin büyük yanılgısı sadece düşünsel olanı görmüş olmasıdır.
Bilimsel özdekçiliğin büyük başarısı, özdeksel olanla düşünsel olan arasındaki
sıkı bağımlılığı meydana çıkarmaktır. Bilgilenme sürecinin duyumsal ve düşünsel
iki basamağı da birbiriyle sıkıca bağımlıdırlar; duyumsal bilgide düşünsel
öğeler bulunduğu gibi düşünsel bilgide de duyumsal öğeler vardır. İnsanlar
algılarken (duyumsarken N.) de düşünürler, eşdeyişle algıladıkları nesneyi
anlayarak algılarlar. Kabaca örneklersek diyebiliriz ki; ellerle beyin birlikte
çalışır.
Düşünce nesnel gerçekliği yansıtırken daima nesnel
gerçeklikten kopmak ve birtakım kuruntular da düşlemek tehlikesiyle karşı
karşıyadır.
Bu tehlike, eşdeyişle idealist yanılgılar, düşünce ürünleri
pratiğe vurularak ve pratikle denetlenerek önlenir bilim, düşüncenin sürekli
olarak pratikle etkileşimi yoluyla gelişmiştir. Gerçek bilim, ancak ve ancak,
kuramsal düşüncenin pratiğe (eşdeyişle, nesnel gerçekliğe) vurulmasıyla
ilerler. Tüm idealist saçmalıklar, düşünceyle duyum (eşdeyişle, kuramla kılgı,
soyutla somut, varsayımla nesnel gerçeklik) arasındaki bağlantının
koparılmasından meydana gelmiştir.
Sanat, evreni, artistik imgelerle, din fantastik imgelerle,
bilimse mantıksal kavramlarla açıklar. Ne var ki kavramlar göreli bir
bağımsızlığıa sahiptirler, sürekli insan pratiğiyle nesnel dünyaya bağımlı
kılınmadıkları hallerde kendi kendilerine yeter bir duruma gelmek ve
gerçeklerden kopmak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. İdealizmi doğuran bu
kopuş, bilimi doğuransa insan pratiğinin sağladığı bu bağımlılıktır. Eylemsel
pratikle düşünsel teorinin karşılıklı ve sürekli etkileşimi, bilimsel
gelişmenin başkoşuludur. Bilim, evreni, gerçeklikleri insan eylemleriyle
doğrulanmış kavramlar, ulamlar ve yasalarla yansıtır. Bilimin itici gücü,
toplumun üretim gereksileridir. ‘’Toplumun teknik gereksileri, bilimin
gelişmesinde on üniversiteden daha etkindir’’. Buna karşı, bilimi doğuran insan
pratiği bilim olmaksızın olanıksızlaşır(eksik kalır N.). Bilim insanlara nesnel
yasaların bilgisini verir ki insanlar pratik eylemlerini gerçekleştirebilmek
için bu bilgiye muhtaçtırlar.
Bilgi, ne idealist usçuların sandıkları gibi tek başına
usla, ne de materyalist duyumcuların sandıkları gibi tek başına duyumla elde
edilebilir. İlkin o, insan pratik’iyle üretilir. Bu üretme iki aşamada
gerçekleşir; her ikisi de pratikte denetlenmiş olarak birinci aşama duyumsal
aşama, ikinci aşama mantıksal aşama’dır. Bilgi üretiminin denetimi de gene
pratiğe dönüp bilgiyi doğrulamakla yapılır. Bilgi süreci böylelikle tamamlanır.
Ancak, Bilme, usun, tanımakta olduğu nesnel gerçekliğe her
adımda biraz daha yaklaşımıdır; bilgisizlikten bilgiye, eksik ve yetersiz (ve
yanlış N.) bilgiden daha tam ve daha yeterli (daha doğru N.) bilgiye doğru
sonsuzca ilerleyen bir süreçtir.
Bilgi, her zaman tamlığın doğrultusunda ilerleyen eksik ve
tamamlanmamış bir süreçtir, her zaman da böyle kalacaktır. Ama bu da, hiçbir
zaman tam (kesin, bitmiş, saltık) bilgiye erişilemeyecektir anlamına gelmez.
Çünkü her eksik bilgi tamlığını, başka bir deyişle her göreli bilgi
saltıklığını(gerçekliğini, doğruluğunu) içermektedir.
’’Canlı algılamadan soyut düşünceye ve buradan da pratiğe;
işte gerçeği tanımanın, bilgi edinmenin diyalektik yolu budur’’. Pratik,
bilginin hem çıkış noktası hem de doğruluğunun ölçütüdür. ‘’Yaşamın, eşdeyişle
pratiğin bilgi kuramının temeli olduğu görüşü bizi kaçınılmaz olarak
özdekçiliğe götürür’’
Çağdaş bilim zorunlu olarak diyalektik özdekçiliği
doğurmaktadır.
Modern bilim, Engels’in “son tahlilde, doğa diyalektik
olarak işler” şeklindeki iddiasını bütünüyle doğrulayan bir malzeme bolluğu
sunmaktadır. Engels’in ölümünden bu yana geçen yüz yılda bilimin keşifleri bu
görüşü bütünüyle doğrulamaktadır.
Engels’in özellikle ‘’Doğanın Diyalektiği’’ adlı yarım
kalmış eserinde de göstermeye çalıştığı gibi doğa ve gelişen bilim hem
materyalizmin hem de diyalektiğin, yani diyalektik materyalizmin doğruluğunu
kanıtlamaktadır. Çoğu bilimci de felsefeye kayıtsız olduğu, materyalizme
tepkili olduğu halde bu kanıtlamaya bilinçsizce ya da ister istemez
katıldıkları gibi bu kanıtlar da giderek artan sayıda bilimcinin dikkatini
diyalektik materyalizme çekmektedir.
Modern fizik, diyalektiğin yasaları için zengin örnekler
sunmaktadır.
Atomaltı parçacıklardan popülasyon çalışmalarına kadar
çeşitli alanlardan elde edilen ve diyalektik materyalizm teorisine giderek daha
büyük ağırlık kazandıran artan sayıda örnek vardır. s.32
Doğada nereye bakarsak bakalım karşıt eğilimlerin bir arada
varolma dinamiğini görürüz. Yaşamı ve hareketi doğuran bu yaratıcı gerilimdir.
Bu, Herakleitos (İ.Ö. 500 dolayları) tarafından iki bin beş yüz yıl önce
anlaşılmıştı.
Karşıtların birliğine ilişkin bu evrensel olgu, gerçekte
doğadaki tüm hareketin ve gelişmenin motor gücüdür. Hareketi ve değişimi
açıklamak için dış itki kavramını işin içine sokmaya gerek olmamasının nedeni
işte budur, ki bu da tüm mekanik teorilerin temel zaafıdır. Kendisi bir çelişki
içeren hareket, ancak çatışan eğilimlerin ve maddenin tüm biçimlerinin bağrında
yatan iç gerilimlerin bir sonucu olarak mümkündür.
Bütün hareket çekme ve itmenin karşılıklı oyunundan oluşur.
Çekme ve itme, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi yasasının bir uzantısıdır. Bu yasa, en küçük olgulardan en büyüklerine kadar doğanın bütününe nüfuz etmiş bir yasadır.
Biçimsel mantığın yasaları modern fizik alanında aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu alanda, atomaltı düzeyde gerçekleşen çelişkili süreçlerle uğraşılırken bu yasaların umutsuz biçimde yetersiz kaldığı ortaya çıktı.
Çelişkiler doğanın tüm düzeylerinde bulunur ve bunu yadsıyan mantığın vay haline.
Nilüfer Tekin
Kaynaklar:
Felsefenin Başlangıç İlkeleri-George Politzer
Orhan Hançerlioğlu Felsefe Sözlüğü
Aklın İsyanı-Marksist Felsefe ve Modern Bilim-Alan Woods, Ted
Grant