20 Kasım 2014 Perşembe

Bilim Materyalisttir, Materyalizm bilimseldir





Materyalizm bilimseldir, Bilim Materyalisttir


Düşünce tarihinin başlangıcında, Yunan antikçağında, bilimsel
bilgiler, hemen hemen hiç yok denecek gibiydi; ilk bilginler,
aynı zamanda filozof idiler; çünkü o çağda, materyalist felsefe ve
doğmakta olan bilimler, bir bütün oluşturuyordu, biri ötekilerin
uzantısı oluyordu.

Ancak, zamanla, bilimler, dünya olaylarının açıklanmasına, idealist
filozofların dogmaları ile çelişen ve tedirginlik yaratan
açıklıklamalar getirmeye başlayınca, idealist felsefe ile bilimler arasında bir çatışma başladı.

Ama, bilimlerle birlikte doğan, aynı zamanda da bilimlerin gelişmesine yol açan ve onlara bağlı ve bağımlı
olan materyalizm, Marx ve Engels'in diyalektik materyalizmine dönüşene dek bilimlerle birlikte ilerledi ve gelişti.

Bilim, materylist felsefenin başarılarından, materyalist felsefe de bilimin başarısızlıklarından örülmüştür.

Materyalist dünya görüşü çeşitli bilim dallarının temelidir. Her çeşit bilimsel çalışmalara sağlam bir temel, kısaca teori denen şeyi sağlayarak, evrenin genel bir açıklamasını oluşturur.

Materyalizm, düşünsel, algısal değil, maddenin, evrenin, doğanın doğaüstü güçlerden ve herhangi bir bilinçten bağımsız olarak ve önce var olduğunu, herhangi bir bilinçten önce var olduğunu, evrenin ve yasalarının bilinebileceğini ve bilgi sürecinin evrensel yaşamla birlikte pratikle doğrulanarak sonsuzca gelişeceğini kabul eden dünya görüşüdür.


Materyalizm belli ilkelerden hareket ederek doğa görüngülerini ve bunun doğal sonucu olarak toplumsal yaşamın görüngülerini anlama ve yorumlama tarzıdır.
Materyalizm, doğanın doğaüstü güçlerden ve herhangi bir bilinçten bağımsız olarak var olduğunu ve bilinebileceğini kabul eden dünya görüşüdür.

Materyalizm; doğayı, canlıyı, insanı, toplumu doğaüstü bir bilinç, doğaüstü güçler gibi onlara yabancı hiçbir şey katmaksızın olduğu gibi ele almak, anlamak ve yorumlamaktan başka bir şey değildir.

Bilimin yaptığı da budur.
Bilim de nesnel dünyanın varolduğu ve tarafımızdan bilinebileceği temel düşüncesinden hareket eder.s.95 (Aklın isyanı)

Tüm bilimin ve genel olarak akılcı düşünüşün altında yatan temel kabul, fiziksel bir dünyanın var olduğu, fiziksel gerçekliğe hükmeden fiziksel, (doğal, nesnel) yasaların var olduğu ve bu yasaları anlamanın mümkün olduğudur.
Bilim, doğanın işleyişini açıklayabilecek genel yasaların aranmasına dayanır.

Bilmenin bütün amacı ve görevi, nesnel dünyayı, onun altında yatan yasallık ve zorunlu ilişkileri mümkün olduğunca sadık biçimde yansıtmaktır. Hegel’in dediği gibi, “hakikat her zaman somuttur.”

Bilimin görevi bu yasaları açığa çıkarmak ve bu somut gerçekliğe mümkün olduğunca çok yaklaşmaktır, bilimin görevi mümkün olduğunca tüm bilinmeyenleri bilmek, tanrı konusu da dahil tüm bilinmeyenlere bir açıklık getirmek, toplumda yanlış bilinenleri düzeltmektir.
"Din ve tanrı konuları binlerce yıldır teologların tekeli altında kaldı. Oysa bu konular “biz kimiz”, “nerden geldik”, “bu dünya nasıl oluştu”, “zeka nedir”, “ahlakın kökeni nedir” gibi insanların en temel sorularına cevap sağlamakta ve teologlara bırakılamayacak kadar önemli konular. Modern bilimin gelişmesiyle bu sorulara cevap verilmeye başlandı. Artık bu soruların cevabını teologlar değil bilim vermekte…" Doç. Dr. Kerem Cankoçak

Bilimin bir tanrı inancı yoktur! Üstelik bir tanrı inancı ve varsayımı ilkelerine, yöntemlerine, verilerine, maddesel, insanlardan bağımsız nesnel gerçekliğe aykırıdır. Bilim bilinmeyenleri bilmeye çalışırken doğaüstü Tanrısal bir güce başvurmaz, ihtiyacı da yoktur, tanrısal bir güçten bağımsız bilimsel düşünüşle, bilimsel yöntemlerle bilinmeyenleri tek tek açıklamış, açıklamaya da devam etmektedir. Bilim, günümüze kadarki bilimsel veriler, evrenin, canlının, bilincin, toplumun oluşumunu, gelişimini, nereden gelip nereye gittiğimizi, tanrısal bir gücün olamayacağını ortaya koymuş durumdadır, bundan sonraki araştırma ve keşifleri bunların ayrıntıları üzerine olacaktır. Ancak, bu ayrıntı bilinmeyenler var oldukça ve bilim tarafından bilinenler insanlık tarafından kabul oluncaya dek felsefe de var olacaktır...

Dolayısıyla henüz pozitivist evrede olduğu için bilim adına açıklamaya yanaşmasa da, bilim materyalist olmasının yanı sıra ateisttir de.

"Bilgi ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa,
hiç değilse bilgi savaşçıları olun."

~Friedrich Nietzsche


Çağdaş materyalizm, Marks ve Engels’in oluşturduğu diyalektik ve tarihsel materyalizmdir.

Diyalektik materyalist felsefe, materyalist tarih anlayışıyla tümlenmiş ve somutlanmıştır

Diyalektik Materyalizm

Diyalektik materyalizme gelinceye kadar metafizik düşünce, ister idealist ister materyalist yönde olsun, ne doğayı, ne toplumu ve ne de düşünceyi çözümleyememişti. Doğa nedir ve nasıl işler, toplum nedir ve neden böyledir, düşünce nedir ve insan neden böyle düşünür? Bütün bunlar saçmasapan nedenlere bağlanıyor, hayal ürünü varsayımlarla açıklanmaya çalışılıyordu. Tarihte ilk kez insan doğanın nasıl gördüğümüz hale geldiğini, nasıl işlediğini, nereden gelip nereye gittiğini, neden insan olduğunu ya da olması gerektiğini anlamıştır.


Tarihsel ve diyalektik materyalist öğreti, ham mekanik ve metafizik yapılı materyalizmi aşıp yeni ve bilimsel birer anlam kazanan eytişimle özdekçiliğin bağımlılığını ortaya koymakla oluşmuştur. Bu oluşma bilim ve felsefe tarihinde tek ve en büyük bir devrimdir. Bu oluşma sonucudur ki doğasal, toplumsal ve bilinçsel tüm olay ve olgular aydınlanmış, kolaylıkla anlaşılır olmuş, gerçekler meydana çıkmıştır. Bu oluşma sonucudur ki bilim felsefeleşmiş ve felsefe bilimleşmiştir bilim ve felsefe birbiriyle kaynaşarak tek ve bütün bir bilgi olmuştur. Eytişimsel özdekçilik’le; idealizm olduğu kadar materyalizm de aşılmıştır, metafizik olduğu kadar eytişim de aşılmıştır, özdekçilik eytişimselleşirken eytişim özdekselleşmiştir. Eytişimle özdekçilik arasındaki bileşim, evrenin anlaşılmasını olduğu kadar değiştirilmesini de zorunlu ve olanaklı kılmıştır. Bu yüzdendir ki eytişimsel ve tarihsel özdekçilik öğretisi hem bilimsel-felsefesel bir kuram, hem de ve aynı zamanda bilimsel-felsefesel bir yöntemdir. Tek ve biricik dünya görüşü eytişimsel özdekçiliktir.

Bu yeni dünya görüşü, insanlık tarihinin gerçeğe yanaşma sürecinde en büyük ‘aydınlanma’dır.


Eytişimsel Özdekçilik (Diyalektik Materyalizm), her türlü gelişmenin genel yasalarını saptayan bilimidir.


Eytişimin üç büyük yasası özdeksel doğadan, tarihsel toplumdan ve bilinçsel düşünceden gözlemlenerek şöylece saptanmıştır:

Karşıtların birliği ve savaşımı yasası, nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası, olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası

Bu yasalar, evrende varolan her şeyin, bizzat nasıl devinip geliştiğinin, süreklilikte kesintinin, ve karşıtların birdenbire dönüşümlerle, nasıl aşıldığının, eskinin yıkılıp yeninin nasıl oluştuğunun anahtarını verir. Eytişimsel özdekçilik hem bilme ve hem de yapmanın öğretisi olmakla, kuramla kılgının (teoriyle pratiğin) bağımlılığını da ortaya koymuştur.

Eytişim, doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının çatışarak aşılmasıyla durmaksızın devindiren ve geliştiren bir süreç’tir.

Demek ki doğanın işleyiş mekanizmasıdır, toplumun geliştirici gücüdür, düşüncenin gerçeğe varmak için kullanabileceği tek bilimsel yöntemdir.

Eytişim, hem evrensel bütünlüğün ‘gelişme yasası’ hem de bu gelişmenin ‘inceleme yöntemi’dir.


Bilimsel veriler göstermiştir ki doğa, toplum ve bilinç eytişimsel olarak işlemektedir; öyleyse bunların olay ve olgularını incelemek için bunlara aynı yöntemle, eşdeyişle eytişimsel bir düşünüşle yaklaşmak gerekir. Eytişimsel olarak işleyen doğa, toplum ve bilinç olaylarına onlara ters düşen metafizik yöntemle yaklaşılamaz.

Eytişimsel düşünme ve uygulama tekniği. Doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün olgular eytişimsel gelişme yasalarıyla oluşur. Öyleyse bu oluşmayı anlamak için ona eytişimsel yöntemle yaklaşmak zorunludur. Eytişim bu yüzden gelişmenin yasası olduğu kadar, onu inceleme yöntemidir. Aynı zamanda, inceleme ve bilme yöntemi olduğu kadar, gerçekliği değiştirme yöntemidir.

Metafizik yöntem olay ve olguları bütünlüklerinden soyutlanmış olarak, tekyanlı, bağımsız, devimsiz, çelişmesiz, değişmesiz ve gelişmesiz bir durumda ele alır ve öyle görür.

Eytişimsel ve tarihsel özdekçiliğe göre eytişim, metafiziğin tam karşıtıdır.


Eytişim, doğayı, toplumu ve bilinci

1-bütünsellikleri
2-çok yanlılıkları
3-bağımlılıkları
4-devimsellikleri
5-gelişmeleri
6-değişkenlikleri
7-gelişkenlikleri

İçinde inceler.

Eytişimsel kavrayış, çok yönlü bir kavrayıştır; bu yüzden de formüllere bağlanıp reçetelenemez. Her şeyden önce metafizik ve mekanik düşünme alışkanlığından kurtulmak gerekir, bunun için de (metafiziğin ve N.) eytişimin iyice bilinmesi başlıca koşuldur.

Karşıtların çelişerek çatışması ve bu çatışma sonunda aşılması yoluyla, teksözle eytişimsel olarak gelişen doğa, bilinç ve toplum olgularının gerçeğine ancak eytişimsel bir bakışla varılabilirdi.

Eytişim yöntemi doğa, toplum ve bilinç olaylarını tanımanın ve onlar üstünde düşünmenin yöntemi olduğu kadar onları değiştirmenin ve yeniden kurmanın ve geliştirmenin de yöntemidir.

Değiştirmenin ve geliştirmenin yöntemi olan eytişimsel yöntem bu yüzden yenici ve ilerici, bunun tam karşıtı olan değişmezliğin yöntemi metafizik yöntemse bu yüzden tutucu ve gericidir.

Eytişim ‘devrim ve gelişme’, özdekçilik ‘doğanın insan düşüncesinden bağımsız olarak varlığı’ anlamındadır.


Bu dünya görüşü eytişimseldir; çünkü doğasal, toplumsal ve bilinçsel tüm olaylara yaklaşma ve onları inceleyip kavrama yöntemi eytişimdir;

Eytişimseldir, çünkü:

1-Metafiziğin tam tersi olarak, doğayı; birbirinden bağımsız ve birbirine ilgisiz soyutlanmış nesne ve olayların rastlantısal bir yığını olarak değil, (zorunluluk ve rastlantının birlikte hüküm sürdüğü N.T) birbirine organik olarak bağlı ve bağımlı birtürden nesne ve olayların kaynaşmış bir bütünü olarak görür.
2-Metafiziğin tam tersi olarak, doğanın, devimsizlik ve değişmezlik içinde değil, her an değişip yenileşen ve gelişen bir süreç olduğunu ileri sürer.
3-Metafiziğin tam tersi olarak, gelişme sürecinin, basit bir büyüme süreci olmayıp(yalnızca küçük birikimlerle evrimsel gelişme olmayıp N.T.), niceliksel değişmelerden niteliksel değişmelere sıçramalarla geçen bir süreç (sıçramalı, devrimli evrim N.T) olduğunu savunur.
4- Metafiziğin tam tersi olarak, gelişmenin, alt olandan üst olana doğru sarmal bir gelişim izleyerek gerçekleştiğini ve bunun nesne ve olayların özündeki çelişmelerden doğduğunu, eski ve yeni arasındaki çatışmanın son çözümlemede yeniye yol ve yön verdiğini meydana koyar.

bu dünya görüşü özdekçidir; çünkü doğasal, toplumsal ve bilinçsel tüm olayları yorumlayışı özdekçidir;

Özdekçidir, çünkü:
İdealizmin tam tersi olarak, özdeğin bilinçten önceliğini ve bağımsızlığını, devinen olayların devinen özdeğin farklı biçimleri olduğunu, olayların ve nesnelerin bağlılıklarıyla bağımlılıklarının özdeğin gelişme yasası olduğunu ve evrensel gelişmenin bu nesnel yasaya göre oluştuğunu ilerisürer.

İdealizmin tam tersi olarak, özdeksel dünyanın, düşüncede ve algılarda varolmayıp nesnel bir gerçeklik olarak varbulunduğunu ve düşünceyle özdeğin ayrıştırılamayacağı gibi aynılaştırılamayacağını da savunur.
        
İdealizmin tam tersi olarak, evrenin ve yasalarının bilinebileceğini ve bilgi sürecinin evrensel yaşamla birlikte pratikle doğrulanarak sonsuzca gelişeceğini saptar.)


Bu dünya görüşü bilimseldir; çünkü

bilimsel verilere dayanır ve ancak bilimsel verilerle biçimlenmesiyle gelişir. Bilimseldir, çünkü bilimle çelişmez, tersine bilimsel sonuçlarla upuygundur. Bilimseldir, çünkü evrene, fantastik peşin yargılarla değil, evrene özgü gerçek ilişkileri çözümleyerek yaklaşır. Bilimseldir, çünkü evrenin bilimle bilinebileceğini savunur. Bilimseldir, çünkü hiçbir boş inanç ve gericilikle bağdaşmaz.

Öylesine ki bilimsel gelişme olgusunu bütün öğretiler içinde tek başına temsil eder. Her bilim, gerçeğin farklı alanlarındaki gelişmesini ancak o alanlarda geçerli özel yasalara bağlar, eytişimsel özdekçilikse bizzat gelişme olgusunu genel yasalara bağlar. Bu genel yasalar kurgusal varsayımlar değil; bizzat doğanın, toplumun ve bilincin işleyişinden çıkarılmış ve onlara uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır.

Bilimin gelişmesiyle kendini sınırlamayan ve başıboş bir özgürlük içinde alabildiğine pratik gerçekten uzaklaşan düşünce, zorunlu olarak metafiziği gerektirmiştir. Her an gelişen bilimle sınırlanan ve bilimsel pratikle kendini denetleyerek gelişme yoluna giren düşünce de böylece zorunlu olarak eytişimi gerektirmektedir.

Görüldüğü gibi bu bilimsellik kimilerinin sandığı gibi yakıştırılmış bir bilimsellik değil, bilime dayanan ve bilimi savunan, bilimle güçlenen ve bilimin gelişmesiyle oluşan bir kuramın gerçek bilimselliğidir. Gerek idealizmin ve gerek ham materyalizmin bilimsel olmadıkları ise doğa bilimlerine ters düşen kavramlarından ve yorumlarından kolaylıkla anlaşılır. ‘’Bilimin her gelişmesinde eytişimsel özdekçi bilgilerin geçerliliği yeniden denetlenmeli ve geliştirilmelidir.’’.
Bir usta şöyle der: ‘’Her büyük bilimsel buluşta ve doğa bilimlerindeki her dönüşümde özdekçilik yeniden ele alınacak, derinleştirilecek, temel kavramları doğrulanıp geliştirilecektir.

Eytişimsel özdekçiliğin bilinmesi, bilimsel gelişmeyle sınırlı olarak, bilimin elverdiği ölçüde tüm olay ve olguların bilinmesi ve ilerde olacak olanların da doğru olarak tahmin edilmesi demektir.

Bilimsel yöntem, Bilgi ve Bilim

İnsanın, toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimi...

İnsanla çevresi arasında kurulan ilişki, eşanlamda ‘bilgi’, ilk düşüncelerden bu yana çeşitli açılardan değerlendirilmiştir. Kimileri bu ilişkinin asla kurulamayacağını (bilginin edinilemeyeceğini N.), kimileri kısmen kurulabileceğini, kimileri ancak tanrısal düzeyde kurulabileceğini, kimileri de bağıntılı (göreli N.)  olarak her an kurulmakta olduğunu ilerisürmüşlerdir.

Bilginin kaynağı, özü ve sınırı üstündeki araştırmalar çeşitli öğretiler doğurmuştur. Usçuluk, görgücülük, deneyselcilik, sezgicilik, eleştiricilik, kuşkuculuk, bilinemezcilik, olguculuk, uygulayıcılık, inakçılık, inancılık, olasıcılık, anlıkçılık, iradecilik, doğuştancılık, bilgicilik vb. bilginin insan için olanaklı olup olmadığı yolunda çeşitli savlar ilerisürmüşlerdir.

İdealistler bilgiyi tümüyle düşüncenin ürünü sayarak bilgilenme sürecinde düşüncenin rolünü saltıklaştırmışlar, duyumun rolünü yadsımışlardır.

Burjuva özdekçiliği ise bilgilenme sürecinde duyumun rolünü saltıklaştırmış ve düşüncenin rolünü yadsımış ve duyumla düşünce arasındaki eytişimsel bağlantıyı keşfedememiştir.

Oysa duyulur veriler, duyumsal bilginin olanakları sınırlıdır, örneğin ışığın saniyede üç yüz bin kilometre hızla koştuğunu bildiremezler. Bunu biz düşüncemizde tasarımlarız. Ama bu, bilginin ancak soyut düşüncemizde ve tasarımlarımızda olduğu anlamına gelmez. Çünkü soyut düşüncemizin tasarımlarını hem duyularla algıladığımız nesnelerden esinlenmiş, hem de yaptığımız aletlerle bu tasarımımızı nesnel dünyaya aktararak pratikle doğrulamışızdır. Bu doğrulamayı gerçekleştirmemiş olsaydık, ışığın tasarımladığımız hızı bir bilgi değil bir boşsöz olurdu. Nitekim nesnel dünyada insanın tasarımını aşan gerçeklikler de vardır. örneğin mezonlar gibi kimi elementer zerrelerin varlık süreleri saniyenin yüz milyonda biri kadar tahmin edilmektedir ki hiçbir insan bu niceliği tasarımlayamaz. İnsanın pratik eylemi olan bilimler bu duyudışı ve tasarımdışı olgulardan eylemsel sonuçlar çıkarırlar ve onları pratikte kullanırlar.

Duyu organları insanın dış dünyaya açılan kapılarıdır... Ne var ki duyumsal bilgi, nesnel gerçekliğin iç yapısını ve evrim yasalarını bildirmez. Ama duyumsal bilgi olmadan da nesnel gerçekliğin iç yapısının ve evrimsel yasalarının bilgisine ulaşılamaz. Bundan ötürüdür ki duyumsal bilginin tamamlanabilmesi için, duyumlarımızla algıladığımız gereçlerin usumuzda değişime uğratılması gerekir.

İnsanın toplumsal çalışmayla elde ettiği bilgi, doğanın bilinçte yansıtılmasıdır. Oysa bu, aynanın doğayı yansıtması gibi basit bir fiziksel yansıtma değil, birtakım karmaşık işlevleri gerektiren bilinçsel bir yansıtmadır. Bilgi, nesnenin kendisinden başlar. Duyularla algılanır. İnsan bilincinde çeşitli soyutlamalara ve bireşimlere uğrar. Kavramlaşır, ulamlaşır, yasalaşır (ve hipotezleşir N.). Sonra yeniden doğaya, nesneye döner ve kendini pratikle denetler, doğrular (ve kuramlaşır N.). İnsan bilincinde kavramlaşan, ulamlaşan, yasalaşan yansı, yeniden doğaya dönerek pratikle doğrulanmadıkça bilgi olmaz. Bilgi, somuttan gelir, soyuttan geçer ve yeniden somutta gerçekleşir.

Bilim öncesi özdekçiliğin büyük yanılgısı sadece özdeksel olanı, idealizmin büyük yanılgısı sadece düşünsel olanı görmüş olmasıdır. Bilimsel özdekçiliğin büyük başarısı, özdeksel olanla düşünsel olan arasındaki sıkı bağımlılığı meydana çıkarmaktır. Bilgilenme sürecinin duyumsal ve düşünsel iki basamağı da birbiriyle sıkıca bağımlıdırlar; duyumsal bilgide düşünsel öğeler bulunduğu gibi düşünsel bilgide de duyumsal öğeler vardır. İnsanlar algılarken (duyumsarken N.) de düşünürler, eşdeyişle algıladıkları nesneyi anlayarak algılarlar. Kabaca örneklersek diyebiliriz ki; ellerle beyin birlikte çalışır.

Düşünce nesnel gerçekliği yansıtırken daima nesnel gerçeklikten kopmak ve birtakım kuruntular da düşlemek tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bu tehlike, eşdeyişle idealist yanılgılar, düşünce ürünleri pratiğe vurularak ve pratikle denetlenerek önlenir bilim, düşüncenin sürekli olarak pratikle etkileşimi yoluyla gelişmiştir. Gerçek bilim, ancak ve ancak, kuramsal düşüncenin pratiğe (eşdeyişle, nesnel gerçekliğe) vurulmasıyla ilerler. Tüm idealist saçmalıklar, düşünceyle duyum (eşdeyişle, kuramla kılgı, soyutla somut, varsayımla nesnel gerçeklik) arasındaki bağlantının koparılmasından meydana gelmiştir.

Sanat, evreni, artistik imgelerle, din fantastik imgelerle, bilimse mantıksal kavramlarla açıklar. Ne var ki kavramlar göreli bir bağımsızlığıa sahiptirler, sürekli insan pratiğiyle nesnel dünyaya bağımlı kılınmadıkları hallerde kendi kendilerine yeter bir duruma gelmek ve gerçeklerden kopmak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. İdealizmi doğuran bu kopuş, bilimi doğuransa insan pratiğinin sağladığı bu bağımlılıktır. Eylemsel pratikle düşünsel teorinin karşılıklı ve sürekli etkileşimi, bilimsel gelişmenin başkoşuludur. Bilim, evreni, gerçeklikleri insan eylemleriyle doğrulanmış kavramlar, ulamlar ve yasalarla yansıtır. Bilimin itici gücü, toplumun üretim gereksileridir. ‘’Toplumun teknik gereksileri, bilimin gelişmesinde on üniversiteden daha etkindir’’. Buna karşı, bilimi doğuran insan pratiği bilim olmaksızın olanıksızlaşır(eksik kalır N.). Bilim insanlara nesnel yasaların bilgisini verir ki insanlar pratik eylemlerini gerçekleştirebilmek için bu bilgiye muhtaçtırlar.

Bilgi, ne idealist usçuların sandıkları gibi tek başına usla, ne de materyalist duyumcuların sandıkları gibi tek başına duyumla elde edilebilir. İlkin o, insan pratik’iyle üretilir. Bu üretme iki aşamada gerçekleşir; her ikisi de pratikte denetlenmiş olarak birinci aşama duyumsal aşama, ikinci aşama mantıksal aşama’dır. Bilgi üretiminin denetimi de gene pratiğe dönüp bilgiyi doğrulamakla yapılır. Bilgi süreci böylelikle tamamlanır.

Ancak, Bilme, usun, tanımakta olduğu nesnel gerçekliğe her adımda biraz daha yaklaşımıdır; bilgisizlikten bilgiye, eksik ve yetersiz (ve yanlış N.) bilgiden daha tam ve daha yeterli (daha doğru N.) bilgiye doğru sonsuzca ilerleyen bir süreçtir.

Bilgi, her zaman tamlığın doğrultusunda ilerleyen eksik ve tamamlanmamış bir süreçtir, her zaman da böyle kalacaktır. Ama bu da, hiçbir zaman tam (kesin, bitmiş, saltık) bilgiye erişilemeyecektir anlamına gelmez. Çünkü her eksik bilgi tamlığını, başka bir deyişle her göreli bilgi saltıklığını(gerçekliğini, doğruluğunu) içermektedir.


’’Canlı algılamadan soyut düşünceye ve buradan da pratiğe; işte gerçeği tanımanın, bilgi edinmenin diyalektik yolu budur’’. Pratik, bilginin hem çıkış noktası hem de doğruluğunun ölçütüdür. ‘’Yaşamın, eşdeyişle pratiğin bilgi kuramının temeli olduğu görüşü bizi kaçınılmaz olarak özdekçiliğe götürür’’


Çağdaş bilim zorunlu olarak diyalektik özdekçiliği doğurmaktadır.

Modern bilim, Engels’in “son tahlilde, doğa diyalektik olarak işler” şeklindeki iddiasını bütünüyle doğrulayan bir malzeme bolluğu sunmaktadır. Engels’in ölümünden bu yana geçen yüz yılda bilimin keşifleri bu görüşü bütünüyle doğrulamaktadır.


Engels’in özellikle ‘’Doğanın Diyalektiği’’ adlı yarım kalmış eserinde de göstermeye çalıştığı gibi doğa ve gelişen bilim hem materyalizmin hem de diyalektiğin, yani diyalektik materyalizmin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Çoğu bilimci de felsefeye kayıtsız olduğu, materyalizme tepkili olduğu halde bu kanıtlamaya bilinçsizce ya da ister istemez katıldıkları gibi bu kanıtlar da giderek artan sayıda bilimcinin dikkatini diyalektik materyalizme çekmektedir.


Modern fizik, diyalektiğin yasaları için zengin örnekler sunmaktadır.

Atomaltı parçacıklardan popülasyon çalışmalarına kadar çeşitli alanlardan elde edilen ve diyalektik materyalizm teorisine giderek daha büyük ağırlık kazandıran artan sayıda örnek vardır. s.32

Doğada nereye bakarsak bakalım karşıt eğilimlerin bir arada varolma dinamiğini görürüz. Yaşamı ve hareketi doğuran bu yaratıcı gerilimdir. Bu, Herakleitos (İ.Ö. 500 dolayları) tarafından iki bin beş yüz yıl önce anlaşılmıştı.

Karşıtların birliğine ilişkin bu evrensel olgu, gerçekte doğadaki tüm hareketin ve gelişmenin motor gücüdür. Hareketi ve değişimi açıklamak için dış itki kavramını işin içine sokmaya gerek olmamasının nedeni işte budur, ki bu da tüm mekanik teorilerin temel zaafıdır. Kendisi bir çelişki içeren hareket, ancak çatışan eğilimlerin ve maddenin tüm biçimlerinin bağrında yatan iç gerilimlerin bir sonucu olarak mümkündür.

Bütün hareket çekme ve itmenin karşılıklı oyunundan oluşur.

Çekme ve itme, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi yasasının bir uzantısıdır. Bu yasa, en küçük olgulardan en büyüklerine kadar doğanın bütününe nüfuz etmiş bir yasadır.

Biçimsel mantığın yasaları modern fizik alanında aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu alanda, atomaltı düzeyde gerçekleşen çelişkili süreçlerle uğraşılırken bu yasaların umutsuz biçimde yetersiz kaldığı ortaya çıktı.
Çelişkiler doğanın tüm düzeylerinde bulunur ve bunu yadsıyan mantığın vay haline. 

Nilüfer Tekin

Kaynaklar:

Felsefenin Başlangıç İlkeleri-George Politzer

Orhan Hançerlioğlu Felsefe Sözlüğü


Aklın İsyanı-Marksist Felsefe ve Modern Bilim-Alan Woods, Ted Grant

Felsefe Nedir, Ne İşe Yarar?




Felsefe Nedir?


Dinlerin, felsefenin ve bilimin temel amacı aynıdır; evrene (doğa, canlı, toplum, bilinç) bir açıklama getirmektir.

Felsefe, genel olarak, gerçeklere, doğrulara ve iyiye akıl yoluyla varmaya çalışmaktır.

Felsefe temel olarak ikiye ayrılır; dinsel felsefe, bilimsel felsefe.

Felsefenin temel konusu, evrenin doğanın, bilincin, toplumun açıklanmasıdır.

Evrene önce dinsel açıklamalar getirilmiş, daha sonra bilimin gelişmesiyle bilimsel açıklamalar getirilmeye başlanmıştır.

Dinsel felsefe, doğa yasalarından bağımsız, bilinçli bir yaratıcıya (tanrıya) dayanır, doğal nedenleri doğaüstüne, bir tanrıya bağlar, bilimsel felsefe ise doğaya ve bilime dayanır, doğal nedenleri doğada arar, doğaya, doğanın yasalarına bağlar. Dinler birer dinsel felsefe oldukları gibi idealist felsefeler de birer dinsel felsefedirler.

Bilimsel materyalist felsefe ise insandan bağımsız olarak var bulunan nesnel gerçekliğe ve bilime dayanır, bilime göre değişir, gelişir. Bu da, her okuduğunu, her duyduğunu, her gördüğünü sorgulamak, akıl süzgecinden geçirmek, gerektiğinde araştırmak, bilimin yasalarına, ilkelerine, yöntemlerine, deney ve gözlemlerine, verilerine başvurmakla olur.

Felsefe (insan), bilimin henüz hiç açıklayamadığı konular üzerine de düşünebilir, bilimin az ya da çok açıkladığı konular üzerine de düşünebilir, günlük hayat üzerine de düşünebilir. Felsefe, bu konular üzerine dinsel ya da bilimsel yargılara varabilir. Felsefesel olarak varılan yargılar bilim tarafından doğrulanana kadar spekülatiftir (kurgul), bilim tarafından doğrulandıktan sonra bilim haline gelir.

Materyalist felsefe, bilimlerin anasıdır. Bilimsel materyalist felsefe, bilimle birlikte doğmuştur, ancak bilim dalları felsefeden doğmuştur. Felsefe bilimsiz, bilim de felsefesiz olamaz, felsefe tıpkı bilim gibi somut ve bilimsel gözlem ve deneyime dayalı sezgiden soyut düşünceye ve bundan da yeniden somut pratiğe geçilerek gerçekleştirilmelidir.

Bilimsel felsefe bilime dayanır, yöntemleri de aynıdır, ancak felsefeyle bilim aynı şey değildir, felsefe bilim değildir; felsefe düşüncedir, bilim ise deney, kanıt. Felsefeden kanıt istenemez, felsefeden kanıt istemek felsefeyle bilimi aynılaştırmaktır ve felsefeyi dışlamak, işlevsizleştirmektir. Felsefe düşüncelerini söyler, kaale alıp almamak, yanlışlamak, ya da doğrulamak bilime düşer ama felsefenin doğaüstüne dayanmayan, bilime dayanan, bilimin yasalarına, ilkelerine, verilerine aykırı olmayan bilimsel felsefeyi dikkate almak bilimin yararınadır! Bilimsel felsefeyi dikkate almak bilimin yararına, dinsel felsefeyi dikkate almaksa bilimin zararınadır!

“Bilimsel materyalist felsefe, bilinmeyenlerle ve yanlış bilinenlerle ilgili sorular sorar ve yanıtları tartışır..
Din, Bilinmeyenlerle ilgili kesin yargı ve hükümler verir. Sorgulamayı reddeder..

O yüzden dinciler, felsefe yapmayı kafirlik saymışlardır, oysa kendileri de dinsel bir felsefeye sahiptirler.


Bilimin ilkeleri, yasaları, kuramları ve yöntemine dayanarak bilimin verileri, bunların ne anlama geldikleri, doğru olup olmadıkları üzerine düşünmek ve bilimsel genellemelere akılla varmaya çalışmak ise bilimsel bilim felsefesidir. Bilimsel bilim felsefesidir, çünkü bilimin verilerinin, ilkelerinin, yasa ve kuramlarının çarpıtılıp tanrıya bağlandığı bilimsel olmayan bir bilim felsefesi de vardır.

Felsefe, büyük patlamadan öncesi, evrenin kendisinden ortaya çıktığı tekillik gibi bilimin henüz tam açıklayamadığı konular üzerine de düşünebilir, büyük patlamadan sonrası gibi bilimin az ya da çok açıkladığı konular üzerine de düşünebilir, bilimin yöntemleri, ilkeleri, verileri üzerine düşünüp bunları yorumlayabilir. Felsefe, bu konular üzerine doğaüstü, dinsel ya da bilimsel yargılara varabilir. Felsefesel olarak varılan yargılar bilim tarafından doğrulanana kadar felsefedir, spekülatiftir (kurgul), bilim tarafından doğrulandıktan sonra bilim haline gelir. Bu yüzden felsefe Bertrand Russell’ın dediği gibi spekülasyondur.

Dinsel felsefe, şöyle açıklanmıştır: Felsefe, Augustinus’a göre ‘Tanrı’yı bilmek’tir, ‘gerçek felsefeyle gerçek din özdeştir’ler. Tertullianus’a göre felsefe yapmak ‘dogma’yı açıklamak’tır. Anselmus’a göre de ‘inanılanı anlamaya çalışmak’tır. Skolastiklere göre felsefe akılla dogma arasındaki uygunluğun tanıtlanması’dır. Aquino’lu Thomas’a göre felsefenin konusu Tanrı’dır, felsefe Tanrı’nın tanıtlanması’dır. Scottus Eriugena’ya göre felsefe ‘inan’ın bilimi’dir, Hegel’e göre felsefe, dinin hayal ürünü olarak sunduğu şeyi, kavramsal olarak yakalamak’’ tır.

Bilimsel felsefe, Felsefe Sokrates’in dediği gibi neleri bilmediğini bilmek ve kendini bilmektir, Aristoteles’in dediği gibi ilkeler ya da ilk nedenler bilimi’dir, mutlu bir yaşam sağlamak için tasarlanmış ‘eylemsel bir sistem’dir, Platon’un dediği gibi ‘’doğruyu bulma yolunda düşünsel çalışma’’ dır, Abaclardus’un dediği gibi inanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır. Epikuros’un dediği gibi her şeyin doğal bir nedeni olduğunu bilmek, doğru bilgi edinip doğru eylemde bulunmak ve insana huzursuzluk vererek insanı boş yere mutsuz eden ve en büyük mutluluk olan ataraxia durumunu bozan hayal, masal, düş ürünü doğal olmayan düşüncelerden kaçınarak doğal bir dünya görüşü edinmektir. Hegel’in dediği gibi felsefe, evreni açıklamaktır. Hegel’e göre felsefenin görevi, gerçekliği kavramaktır. Gerçeklik ise bütündür. Bütünlük ise, hareket halinde olan muhtevadır (özdür). Dolayısıyla muhteva (öz), ancak hareket içinde kavranabilir. Hegel, felsefeyi bir meta-bilim düzeyine yükseltmek istiyordu. Yani tek tek bilimlerdeki şeyler üzerinde dağınık bilgileri bir araya getirerek gerçekliği bir bütün olarak ele alan bir felsefe sistemi geliştirmişti.
Felsefe, her bilime özgü yöntemlerin tümüne yön veren genel bir bilme yöntemidir.
Demek ki yöntemini, özgül ve tikel yasalardan değil, evrensel yasalardan çıkarmak zorundadır.
Giordano Bruno’nun dediği gibi felsefe, doğayı bilmektir. Francis Bacon’un dediği gibi felsefe, deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üstünde düşünmek’tir. Auguste Comte’un dediği gibi felsefe, bütün bilimleri birleştiren bir bilim, bir bilimler bilimi’dir. Ludwig Feuerbach’ın dediği gibi felsefe, doğabilimleriyle, doğabilimleri de felsefeyle sürekli olarak bağlı kalmak zorundadır. Georges Politzer’in dediği gibi genel bir dünya anlayışıdır ki, insanların yaşam karşısındaki tüm duruşu bu anlayışın ürünüdür. Protagoras’ın dediği gibi '' Erdemli olmak kendini yönetmektir. Felsefe, erdemli olmak sanatıdır''

Diyalektik Materyalizmin dediği gibi, Felsefe, her türlü gelişmenin genel yasalarını saptayan bilimdir.  Felsefe, bilginin yolunu aramak ve onu elde etmek demektir. F. Bacon’un dediği gibi deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir.


Felsefe ne işe yarar?

Felsefesiz insan, ideoloji, siyaset, rejim ve yönetim olmaz. Yaşam, dinsel ya da bilimsel idealist ya da materyalist belli bir felsefeye göre yaşanır. Felsefe insanın kendini, diğer insanları tanımasını, evreni, doğayı, hayatı, inançları, ideolojileri, olay ve olguları, nereden gelip nereye gittiğimizi anlamasını, bunlarla ilgili bir görüş, amaç, hedef oluşturup bunlara göre yaşamasını sağlar.

Felsefe, örneğin şu sorulara dinsel ya da bilimsel açıdan bir yanıt bulmanızı sağlar:

Kişinin kendisinin veya başkalarının din hakkındaki görüşü nedir; teist mi, deist mi, panteist mi, agnostik mi, ateist mi? Siyasal görüşü nedir; dinci mi, milliyetçi mi, sosyalist mi, felsefi görüşü nedir; idealist mi, materyalist mi, Yoksa bunların ara formları, versiyonları ya da sentezleri mi? Düşünce tarzı nedir; dinsel inancı mı esas alır, bilimi mi, dinsel düşünceli mi, bilimsel düşünceli mi, ilkelliği mi sever teknoloji ve uygarlığı mı? Doğaya, hayvanlara zarar mı verir, doğasever, hayvansever mi?  Felsefesini okuyarak, araştırarak, düşünerek, sorgulayarak mı edinmiştir yoksa çevreden gördüğünü mü edinmiştir? Hayatın anlamı nedir; kulluk (kölelik) mu, mutlu olup, insanlığa katkıda bulunmak mı? Nereden gelip nereye gidiyordur: Tanrı’nın “ol”demesiyle çamurdan heykel yapıp ruh üflemesiyle yarattığı Adem’le Havva’dan mı gelmiştir yoksa diğer canlı ve cansız maddeler gibi doğa yasalarının zorunlu sonucu olarak evrimleşerek mi oluşmuştur, ölünce öteki dünyaya mı gidecektir, yoksa doğaya mı karışıp gidecektir. İnsanları değerlendirme ölçütü nedir; din, ırk, milliyet, cinsiyet, maddi durumu, fiziksel durumu mu, yoksa hak ve özgürlüklere saygısı, insanlara, insanlığa, canlılara ve doğaya verdiği değer mi? Hayattaki amacı nedir; karın doyurmak mı, para mı, cinsellik mi, insanlığa katkıda bulunmak mı? Hayata nereden bakıyor; apış arasından mı, cüzdanından mı, doğaüstünden mi, bir dünya idealinden mi, nasıl bir dünya idealinden?

Bilimsel materyalist felsefe, merak ve anlama arzusundan doğmuştur, kişide merak ve kuşku uyandırır, insana hemen her konuda akıl yürütebilmesini, sorgulama, okuma, araştırma, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme yetisini geliştirmesini, sorulara açıklamalar, cevaplar, çözümler aramasını, yasalara, ilkelere, gerçeklere, doğrulara, iyiye ulaşmasını, yeni bilim dallarının ortaya çıkmasını, doğayı, kendini, insanları, toplumu ve dünyayı tanımasını, bilinçlenmesini, yaşamını daha iyi değerlendirmesini, özgürleşmesini, görüş açısının gelişmesini, önyargısız olmayı, anlayışlı, hoşgörülü, duyarlı, saygılı, yararlı, erdemli ve mutlu olmasını, anlamsızlıktan, hiçlikten kurtulup insan olmasını, insan gibi yaşamasının yollarını sağlar.
Felsefe, düşünmek, sorgulamaktır. İnsan yalnızca, tanrı var mıdır, yok mudur, madde var mıdır yok mudur,  önce düşünce (tanrı) mi vardı, yoksa madde (hep) mi vardı, gibi felsefenin temel konuları üzerine değil, günlük hayat üzerine, yaşantıları, deneyimleri üzerine de düşünür. Herkes bilinçli ya da ezbere, bilinçsiz, doğru ya da yanlış kendi felsefesini oluşturur. Bu anlamda her insan bir filozoftur, felsefe yaşamın içindedir, yaşam bir felsefe, felsefe bir yaşam şeklidir.

Felsefe, doğasal, düşünsel ve toplumsal evrenin tüm olgularının ve kesikli süreklilik içindeki her türlü gelişmenin temeli olan genel yasaları saptayan, evrensel bağımlılık, birlik ve varlık anlayışıyla bütünleyen, bilime dayanan, bilimle değişen ve güçlenen evrensel bilimdir, bilimsel veriler üstünde düşünmek ve onlardan kılgısal sonuçlar çıkarmaktır. 

Ancak, felsefe, aynı zamanda dünyayı değiştirme yöntemidir, yalnızca düşünmekle kalmayıp aynı zamanda eyleme geçmektir!

Karl Marks’ın dediği gibi filozoflar dünyayı yalnızca farklı biçimlerde yorumladılar. Oysa mesele onu değiştirmektir. Maddesel dış dünyanın belirlediği bilincimizle maddesel dış dünyayı yalnızca elini şakağına koyarak kavramak ve açıklamak değil, aynı zamanda dünyayı değiştirmektir. İnsanlık-öncesi çağını insanlık çağına dönüştürmektir.

FELSEFE, DAHA BİLİNÇLİ, DAHA İYİ BİR İNSAN, DAHA İYİ BİR DÜNYA, DAHA İYİ BİR YAŞAMDIR!

Ancak, ne yazık ki genel olarak dünyada ve Türkiye’de felsefe, bilimsel diyalektik ve tarihsel  materyalist felsefeye ulaşamamış, henüz ya dinsel felsefe ya da dilin anlam ve mantık çözümlemesi, bilimi engelleyen bilimcilik, felsefeyi engelleyen felsefecilik olan pozitivist felsefe düzeyinde ve evresindedir.


Nilüfer Tekin