1 Şubat 2010 Pazartesi

Atatürk ve Laiklik

Atatürk’ün din ve laiklikle ilgili sözlerinden:

Din lüzumlu bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası vardır ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma muhalifiz ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin, asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. (D. Perinçek, Atatürk-Din ve Laiklik Üzerine, s.257, aktaran: Kılıç Ali)

“(…)uyrukları arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak ve mahkemelerinde adaleti, kendi uyruğuna ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır (… )” (age., s 109)

“(…) her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, intihap ettiği bir dinin icabını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.”(age.s. 209)

“Türkiye Cumhuriyetinde, her reşit dinini intihapta hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir, yani ayin hürriyeti masundur. Tabiatiyle, ayinler asayiş ve umumi adaba mugayir olamaz; siyasi nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez.”(age.s. 211)

Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhebi kabule zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. (age, s.259, aktaran: Kılıç Ali)

Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor; kaste ve fiile dayanan bağnazca hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.”(age. s. 261)

“İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir olayın da sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Sonunda insanlık, vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte “Allah” tır.”(Akataran Enver Behnan Şapolyo, age. s. 236)

‘’Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; Din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir. Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.
Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır." ( ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı)

“Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır..”
Atatürk-1926 Andrew Mango, Atatürk Syf.447)

‘’…Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır…’’(81 Kasım 1937, TBMM Beşinci dönem üçüncü toplanma yılını açış konuşması, age,s. 239)


Atatürk’ün laiklik anlayışına göre:

Uyrukları arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak ve mahkemelerinde adaleti, kendi uyruğuna ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır. Türkiye Cumhuriyetinde din ve mezhep, bir vicdan meselesidir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhebi kabule zorlayabilir. Herkes bir dinin icabını yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Her reşit dinini intihapta hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir. Ayinler asayiş ve umumi adaba aykırı olamaz; siyasi propaganda şeklinde de yapılamaz. Dini inanç ve ibadet mantıkla çelişmemeli, başkalarının özgürlüğüne engel olmamalıdır. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Gericilere asla fırsat verilemez.


Laiklik

Laiklik, egemenliği gökyüzünden yeryüzüne indirip tanrının hakimiyetinden halkın hakimiyetine, otokratik devletten demokratik devlete, din devletinden hukuk devletine, ümmetten millete, kuldan bireye, tabadan hak ve söz sahibi vatandaşa geçerek dinin devlet yönetiminden alınıp bireyin vicdanına hapsedilmesidir.

Laik devlet, dine, dinsel hukuka değil, bilime, insan hak ve özgürlüklerine, medeni yasalara ve hukuka dayanan devlettir. Dolayısıyla laik devlet, din devletinden dinsiz devlete geçiştir. Yani laik devlet dinsiz devlettir.


Laikliğin iki yönü


Laikliğin iki yönü vardır; birincisi hiçbir dine ve tanrıya inanmama özgürlüğü, diğeri ise herhangi bir dinin ve mezhebin doğaüstü inançlarına inanma ve inancının gereklerini yapabilme özgürlüğüdür.

Laiklik asıl olarak birinci yönü olan inanmama özgürlüğü için önerilmiş ve benimsenmiş bir ilkedir. Çünkü laiklik ortaya atılana kadar ikinci yönü olan inanma özgürlüğü zaten hep vardı.
Ama çoğunlukta olan dinden ve mezhepten başka din ve mezheplere inanma ve hiçbir dine ve tanrıya inanmama özgürlüğü yoktu.
Yani laiklik asıl olarak o zamana kadar olmayan, çoğunlukta olan dinden ve mezhepten başka bir dine, mezhebe inanma ve hiçbirine inanmama özgürlüğüdür.


Laiklik ve Demokrasi

Din devleti yani laik olmayan devlet demokratik de olamaz, laiklik demokrasinin olmazsa olmazıdır.


Dini oluşturan kuralların, sözlerin ve taleplerin tanrıdan geldiğine inanıldığı için din, yapısı gereği sorgulanamaz, değiştirilemez, herkesin inanması, uyması gerekir, inanmayanlar, uymayanlar dinsizlikle suçlanır, cezalandırılır. Dolayısıyla din, yapısı gereği, dinsel yönetime yönelik siyasal, toplumsal ve ekonomik bir kurumdur.

Bir dini inancı olmama özgürlüğünün olması ve kullanılabilmesi için devletin bir dini olmaması gerekir. Çünkü devletin bir dini olması demek yönetimde bu dinin kurallarına dayanması ve vatandaşlarından bu kurallara uymasını istemek devletin vatandaşlarını bu dine zorlaması demektir. Devlet, başka din ve mezhepten olan ya da dinsiz olan tek bir kişi bile olsa bu vatandaşını bu dine zorlamış olur. Devletin bir dininin olmasının anlamı budur.

Dolayısıyla laik bir devlette iktidar ve yönetim talebine yönelik, siyasal olan din, siyaset dışı kalmalıdır. Çünkü siyasi partiler devlet yönetimine talip olmak için vardırlar ve devlet, dini kurallara göre yönetilemez. Çünkü laiklik asıl olarak inanmama özgürlüğüdür ve hiç kimse bir dine ve mezhebe inanmaya ve onun kurallarına göre yaşamaya zorlanamaz. Yani siyasi partiler siyasetlerinde hiçbir şekilde herhangi bir dini inancı kullanamaz. ve din üzerinden siyaset yapamaz.

Laik devlette resmi olarak hiçbir dini inancın gerekleri yapılamaz ve resmi kurumlar inanç ve ibadetlerin gereğine uygun hale getirilemez. Laik devlet, dini eğitim yapamaz, eğitimde dini inanç kullanamaz, ibadet yeri yapamaz, din görevlisi bulunduramaz.

Devlet çeşitli dini inançlara hizmet vermeye kalksa işin içinden çıkamaz, anlaşmazlık ve çatışmalar çıkar. Ayrıca inanmayanların vergilerini dini hizmete harcayamaz.

Kimliklerdeki din hanesi

Laik bir ülkede dini inanç bireysel yaşanması gereken bir vicdan meselesidir. Hiç kimse dini inancını ya da inançsızlığını belirtmeye zorlanamaz.

‘’Vatandaşlar arasında, dini inanışlardan kaynaklanan ayrımcılığa tahammül edilemez. Vatandaşın dininin resmi belgelerdeki yalın ifadesi bile kaldırılmalıdır. ‘’(Vladimir İlyiç Lenin)

Lenin’inde belirttiği gibi kimliklerde din hanesi bulunması ayrımcılıktır.Kimliklerde din hanesi bulunması dini inancını belirtmeye zorlamaktır.Din hanesinin bulunması ya da din hanesi bulunup da istenildiğinde boş bırakılması, inancı, inançsızlığı ya da başka bir inançta olduğunu belirtmek zorunluluğu ve ayrımcılık demektir. Ayrıca dini inanç ya da inançsızlık kararsız kalınabilen ve zamanla değişebilen bir şeydir.

Dini inanç bireysel yaşanması gereken bir vicdan meselesidir. Din hanesinin bulunması laikliğe aykırıdır. Kimliklerdeki din hanesi tamamen kaldırılmalıdır.

Din dersi

Laik devlet dini eğitim yapamaz, hiçbir derste dini içeriğe yer veremez.Laik devlette belli bir dini ve mezhebi aşılamak amaçlı din dersi olamaz. Günümüzdeki mevcut din dersleri bir dini eğitimdir, bu haliyle seçmeli de olamaz, bu durumdaki din dersleri tamamen kaldırılmalıdır.

Din dersi ancak din olgusu, dinler ve dinsizlik hakkında tarihsel ve sosyolojik bilgi vermek amaçlı olmalıdır ve tıpkı tarih ve diğer dersler gibi zorunlu olmalıdır.

Laikim elhamdülllah

Laiklikte devlet dinsizdir ama bu dinsizlik demek değildir. Vatandaşların dini inancı olabilir.
Laik kişi, dinsiz kişi demek değildir. Kişi hem laik hem de Müslüman ya da başka bir dini inanca sahip olabilir. Yani kişi “Laikim elhamdülillah” diyebilir.

Ancak, dini inancı olanlar inançları üzerinden siyaset yapmamak, inançlarının gereklerini ve kıyafetini resmiyete taşımamak, inancının gerekleri bilimle, resmiyetle çatıştığında inancını ikinci plana atıp bunlara uymak, inancının bilimle, hukukla, insan hak ve özgürlükleriyle çatışan kısımlarını çocuklara öğretip onların zihinlerini zehirlememek, hiç kimseye dini inancını dayatmamak, başka dini inançlara saygı göstermek ve ibadetlerini hiç kimseyi rahatsız etmemek, koşuluyla yapabilirler.

Laik biri Allaha, Muhammede inanabilir, namaz kılıp oruç tutabilir, hacca gidebilir vb. ama inancının bilim, hukuk, insan hak ve özgürlükleriyle, laiklikle çatışan çatışan noktalarından vazgeçmek zorundadır.

Laiklikte din, devlete karışamaz ama devlet dine karışır. Çünkü vatandaşlarını herhangi bir dini inanç eğitiminden ve baskısından korumak, vatandaşlarının değişik dini inançlara inanma ve inanmama hak ve özgürlüğünü korumak devletin görevidir.

21 Şubat 2008 de “Atatürk, Din ve laiklik “ adıyla yapılan açık oturumda Atatürk’ün laiklikle ilgili sözü olarak şu kullanılmış:
“Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Laiklik bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmektir.”(ATATÜRK DİN VE ALLAH, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk yayınları, s. 18)

Buradaki din ve vicdan hürriyeti tek bir din ve mezhebin hürriyetidir, çünkü diğer dinleri, mezhepleri ve dinsizliği kafirlikle suçlamaktadır.

AKP iktidarının laikliği bu şekilde yani sadece kendilerine uyan tek yönlü tanımlaması din devletine geri dönmeyi dayatmaktır.
.

Günümüz Türkiye’sinde kimliklere doğuştan din yazılması, dinin siyasete ve devlet yönetimine taşınması, görevi dini inanç aşılama, koruma ve yaygınlaştırma haline gelmiş, devleti yönetir hale gelmiş Diyanet, cami yapımı, maaşlı din görevlileri, sürekli tek bir din ve mezhebin propagandasının yapılması, aşılanması, dayatılması, diğerlerinin kafirlikle suçlanması, bunların sürekli cehennemle korkutulması, öğrencilere kutlu doğum haftası kutlamalarını dayatma, belli bir dini ve mezhebi aşılamak amaçlı ve zorunlu hale gelmiş din dersleri, çocukları bilime aykırı safsatalarla zehirleyen Kuran kursları, İmam Hatiplerin yaygınlaştırılması, mezunlarının din dışı görevler yapar hale gelmesi, eğitimin laik ve dini eğitim olarak ikiye bölünmesi, tüm okulların İmam Hatipleştirilmeye çalışılması, resmi kurumlarda dini kıyafet giyilmesi, resmi kişilerin dini sözler kullanmaları, dini törenlere katılmaları gibi birçok resmi uygulama laikliğe aykırıdır.

Atatürk, zamanının gereğini yaparak bu toplumu din devletinden milli devlete, teokratik devletten laik devlete, otokratik devletten demokratik devlete, imparatorluktan cumhuriyete, ümmetten millete, kuldan bireye, tabadan hak ve söz sahibi vatandaşa geçirmiştir. Atatürk, egemenliği gökyüzünden yeryüzüne indirerek, dini devlet yönetiminden alıp bireyin vicdanına hapsetmiş, dini eğitimi kaldırmış, bu topluma doğaüstü inançları değil bilimi yol gösterici olarak göstermiş, ilerici, yenilikçi, değişimci, devrimci bir lider olarak büyük saygı hak etmektedir.

Din devletinden laik devlete birden tam olarak geçilemeyeceği için Türkiye Cumhuriyetinin başlangıcında laikliğin sorunlu olması çok doğaldır. Atatürk laikliği halka alıştırarak aşama aşama getirmiştir. Eğitim ve öğretimi dini olmaktan çıkarmış, devletin dini olmasını kaldırmış, laikliği din derslerinin tamamen kaldırılması aşamasına kadar getirmiştir.Ama kimliklere doğuştan din yazılması, sünni Müslümanlara yönelik diyanet, cami yapımı, maaşlı cami hocaları gibi devletin laikliğe aykırı dini hizmetlerini toplumun geri kalmış yapısı nedeniyle kaldıramamıştır.

Bu toplum dini yönetim nedeniyle o kadar geri bırakılmıştır ki laikliği benimseyememiş, Atatürk’ün ölümünden sonra karşı devrime başlamıştır. Günümüzde karşı devrim aşama aşama gözlerimizin önünde gerçekleştirilmekte, dini yönetime geri dönülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti başlangıcından beri tam anlamıyla laik olmadığı gibi günümüzde başlangıcından çok geri gitmiştir.


Din, ancak, siyasete ve resmiyete taşınmaması, bilimle, hukukla, insan hak ve özgürlükleriyle çatışan kısımlarının çocuklara öğretilerek onların zihinlerinin zehirlenmemesi, kimseye dayatılmaması koşuluyla kişisel bir sorun olarak görülebilir. Ama din, doğaüstü güçler inancına dayanan, sorgulanması yasak, uyulması zorunlu görülen, toplumsal, siyasal, ekonomik alanları içeren dolayısıyla da dayatılmak istenen ve bundan çıkar sağlayanların dinin yok edilmemesi, sürdürülmesi için sürekli çaba gösterdikleri bir kurumdur. Bu nedenle dinlere, dinsel ideolojilere ve dogmalara karşı ve laikliğin gereği gibi uygulanması için mücadele zorunludur. Günümüzde laiklik gerçek anlamda uygulanmamaktadır, laikliğin gerçek uygulaması mücadeleyle ve zamanla olacaktır.

Yıkın Diktiğiniz Heykellerimi - Süleyman APAYDIN [HQ]

Süleyman APAYDIN tarafından yazılmış bu dizeler şeriat yanlısı hilafet ve Saltanat hayranı kişilere ithaf edilmiştir. İçinde bulunduğumuz bu ortamda çok da geniş bir anlam ifade etmektedir.

Ey Milletim,
Ben, Mustafa Kemal'im…
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim,
Hala en hakiki mürşit, değilse ilim,
Kurusun damağım, dilim.
Özür dilerim…
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi…
Özgürlük hala, En yüce değer değilse eğer…
Prangalı kalsın diyorsanız, köleler…
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi…
Yoksa çağdaş medeniyetin bir anlamı,
Ortaçağ'a taşımak istiyorsanız zamanı,
Baş tacı edebiliyorsanız Sanatın içine tüküren adamı…
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi…
Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın.
Anlamı kalmadıysa Yurtta sulh, dünyada barışın.
Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın.
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
Özlediyseniz fesi, peçeyi.
Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi.
Hala medet umuyorsanız Şıhtan, şeyhten, dervişten.
Şifa buluyorsanız muskadan, üfürükçüden…
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi…
Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek…
Kara çarşafa girsin diyorsanız,
Yobazın gazabından ürkerek…
Diyorsanız ki, okumasın kadınımız, kızımız;
Budur bizim alın yazımız…
Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın diktiğiniz heykellerimi…
Fazla geldiyse size, Hürriyet, Cumhuriyet…
Özlemini çekiyorsanız, Saltanatın, sultanın…
Hala önemini anlayamadıysanız, Millet olmanın…
Kul olun, ümmet kalın,
Fetvasını bekleyin, şeyhülislamın…
Unutun tüm dediklerimi.
RAHAT BIRAKIN BENİ…!

Süleyman APAYDIN

ÖRTÜNME

Atatürk’ün örtünme ile ilgili sözleri:

BAYINDIRLIK ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak, AKP Trabzon İl Başkanlığı’nın İl Danışma Meclisi toplantısında yaptığı konuşmayla ilgili bir haberde Atatürk’ün türbanla ilgili şu sözlerine yer veriliyor:
‘Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata, hem fazilete uygundur. Giyim tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetleri ile aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki her milletin ananesi, kendine mahsus adetleri ve hususları vardır. Hiç bir millet, başka bir milletin aynen taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet, ne taklit ettiği bir milletin aynı olabilir ne de kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır. Örtünmediği için ifrat ve tefritten de kurtulunmakla bu iki ihtiyacı da temin etmiş olacağız. İslam ve Türk hayatını başlangıçtan bugüne kadar layıkı ile birleştirmemiz lazım. Millet, ilim, sanat, içtimaiyat hareketlerine iştirak ederse, bu hali emin olunuz, milletin en mutearrızı (saldırgan) dahi taktir etmekten geri duramaz’
Vatan Kaynak:Cafe Siyaset
ANKARA (ANKA) - Sağlık-İş Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, "Latife Hanım'ın Atatürk'ün isteğiyle tessettüre girdiğini" iddia etmesiyle ilgili bir haber:
Başoğlu, yazılı açıklamasında Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adaylığını değerlendirdi. Eşi başörtülü olması nedeniyle Gül'ün adaylığının eleştirildiğini hatırlatan Başoğlu, Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın da başının örtülü olduğunu kaydetti.
"Latife Hanım'ın başörtülü ve tesettürlü bir çok resmi vardır, bu resimler devlet arşivlerinde ve Çankaya'da bulunmaktadır" diyen Başoğlu, şunları kaydetti:
"Başörtüsünün İslam dininden kaynaklanan bir dini vecibe olmadığını, başını örtenlerin Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı gibi gösterilmek gayretleri devam etmektedir. Bu doğru bir değerlendirme değildir. Atatürk'ün eşinin başının örtülü hatta tesettürlü olduğu daima gözden kaçırılmaktadır."
Latife Hanım'ın "İslama uygun tam kapalı yani tesettür içerisinde" bulunduğunu ifade eden Başoğlu, "Üstelik Latife Hanım'ın Atatürk'le evlenmeden önce tesettür biçimde olmadığı, evlendikten sonra Atatürk'ün isteğiyle tesettüre girdiği yapılan araştırmaların sonucunda anlaşılmıştır" dedi.
Başoğlu, "Atatürkçüyüm deyip onun izinden gittiğini iddia edenler, Latife Hanımın İslama uygun giyindiği neredeyse gözden kaçırmaya çalışmaktadırlar" ifadesini kullanırken Sayın Gül Atatürk'ten sonra eşi başı örtülü ikinci Cumhurbaşkanı olacaktır" görüşünü savundu.(ANKA)
(KEN/HAZ)
15.8.2007

"Düşmanlarımızı aldatan görüntü bilhassa kadınlarımızın seklinden, giyim tarzından ve örtünme şeklinden kaynaklanıyor. Onların aldanmalarına yol açan nokta yabancılarla temas edebilecek mevkide bulunan kadınlarımızın tavır ve hareketlerinin milli tavır ve hareketlerimizin timsali olmayıp, belki Avrupa tavır ve hareketlerinin taklitçisi olarak görülmesidir. Filhakika, memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde giyim tarzımız, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet veya Avrupa'nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak arz edilemeyecek kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder. O şekiller dinimizin muktezası değil, muhalifidir.

Dinimizin tavsiye ettiği tesettür, hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince örtünseler, ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklar. Dini örtünme, kadınlar için zorluk çıkarmayacak, kadınların toplum hayatında, ekonomik hayatta, çalışma hayatında ve ilim hayatında erkeklerle ortak çalışmalar yapmasına mani bulunmayacak bir normal şekildedir. Bu normal şekil, toplumumuzun ahlak ve terbiyesine uygundur." M. Kemal Atatürk

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=156876&tarih=26/06/2005

''Kimi yerlede kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir?
Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir."
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., C. II., s. 217.


Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri )


Atatürk tesettürü savunur görünen sözlerini kıyafet devriminden önce, cumhuriyeti kurma aşamalarında söylemiş olmalıdır, eşine tessettürü de gene ilk dönemlerde giydirmiştir. Atatürk'ün halka laikliği benimsetene kadar bu şekilde konuşması ve davranması o dönem için kaçınılmazdır ve çok normaldir. Atatürk gerçek düşüncelerini ve uygulamalarını daha sonraki dönemlerde ortaya koymuştur.

Örtünme, bizim toplumumuzda tartışmalıdır. Tartışmalı olmasının nedenlerinden biri ülkenin hem coğrafi hem de düşünsel açıdan Doğuyla Batı arasında olmasıdır. Toplumumuzun bir kısmı ülkemizi Doğuya çekiştirirken diğer bir kısmı Batıya çekiştirmektedir. Diğer bir nedeni ise din ile bilim arasındaki genel çekişmedir.

Avrupa ülkelerinde örtünme, tessettür sorunu yoktur, onlar bu sorunu Rönesans döneminde kutsal kitaplarının dillerine çevrilmesiyle, bilim ve teknolojideki gelişmelerin din kitaplarıyla tezat oluşturduğunu, dinin kötüye kullanılmış olduğunu, insan hak ve özgürlüklerine aykırı baskı ve şiddet uygulandığını anmalarıyla aşmışlardır.

İslam ülkelerinde bunun aşılması daha yüzyıllar sürecektir. Çünkü İslamiyet en son din olduğundan evrimleşmenin bir sonucu olarak önceki dinlerin akla, mantığa, bilime aykırılıklarını, kısmen aşmış olarak ortaya çıkmıştır ve İslamiyet’te Orta çağ Hıristiyanlığının baskı ve şiddeti özellikle bizim toplumumuzda o derece yaşanmamıştır. Dolayısıyla İslamiyet’in ve örtünmenin zayıflayıp sorun olmaktan çıkması diğer dinlere göre daha uzun sürecektir.

Atatürk’ün laiklik anlayışına göre:


Uyrukları arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak ve mahkemelerinde adaleti, kendi uyruğuna ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır. Türkiye Cumhuriyetinde din ve mezhep, bir vicdan meselesidir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhebi kabule zorlayabilir. Herkes bir dinin icabını yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Her reşit dinini intihapta hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir. Ayinler asayiş ve umumi adaba aykırı olamaz; siyasi propaganda şeklinde de yapılamaz. Dini inanç ve ibadet mantıkla çelişmemeli, başkalarının özgürlüğüne engel olmamalıdır. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Gericilere asla fırsat verilemez.


Buna göre laikliğin iki yönü vardır; birincisi hiçbir dine ve tanrıya inanmama ve herhangi bir dini inancın gereklerini yapmama özgürlüğü, diğeri ise herhangi bir dinin ve mezhebin doğaüstü inançlarına inanma ve inancının gereklerini yapabilme özgürlüğüdür.

Laikliğin iki yönünü başörtüsüne indirgersek laiklik, hem başını örtmeme özgürlüğü hem de örtme özgürlüğüdür.

Laik bir ülkede üniversitelerde siyasi amaçlı olmamak, kimseye dayatmamak koşuluyla başörtüsü kullanılabilmelidir. Çünkü aynı düşüncedeki bir erkek üniversiteye girerken aynı inanç, aynı anlayış, aynı yaşam tarzındaki bir bayanın girememesi çelişik ve haksız bir durumdur.

Ama din devleti evresini ve tehlikesini henüz tam olarak aşamamış olan özellikle bizim ülkemizde okullarda başörtüsü dini bir simge, diğerlerini aşağılama bir ötekileştirme ve bir ayrımcılıktır. Ayrıca ortaöğretimde başı açık olan bir öğrencinin üniversitede başını kapatması da çelişik bir durumdur.


Aslında başörtüsü doğaüstü inançların ve cehennem korkusunun bir sonucudur ve doğaüstü inançlar ve bilimin söyledikleri örneğin yaratılış ve evrim konusunda olduğu gibi birbirlerine uymazlar ve birbirlerine aykırıdırlar. Dolayısıyla başörtüsüyle üniversite eğitimi birbirlerine aykırı ve çelişik bir durumdur.

Örtünme, hem kadına hem erkeğe haksızlık ve hakarettir.

Örtünme, insanları öncelikle insan olarak görmek, davranmak yerine, kadın ve erkek olarak ayıran, ayrımcılık yapan, erkeğin cinsel arzularını yerine getirmek, çocuk doğurmak, bakmak için yaratılmış ve görevlendirilmiş bir hizmetçi, bir cinsel obje, bir günah sembolüne ve ikinci sınıf insana indirgeyerek aşağılayan, kadının kadınlığını, dolayısıyla insanlığını yasaklayan bir araçtır.
Çünkü onun da hormonları, cinsel, duygusal ihtiyaçları vardır, onun da beğendiği biri tarafından zihinsel ve bedensel olarak beğenilmek, flört, aşk, sevgi, cinsellik yaşamak en büyük mutluluklarındandır, o da bir insandır, tıpkı erkeğin de bir insan olması gibi.

Erkeği de arzularına engel olamayan, ilkel içgüdülerinin esiri zavallı bir yaratık konumuna indirger.

Ama örtünen kadınlar bunun farkında olmadıkları gibi kabul de etmezler; bunu onlara kimsenin dayatıp zorlamadığını, inançları gereği, içlerinden öyle geldiği ve böyle daha huzurlu ve mutlu oldukları için kendi istekleriyle örtündüklerini vb şeyler söylerler genelde.

Ama aslında beyinleri felç edip zihinleri zehirleyerek akıl, mantık, bilim ve gerçek dışı doğaüstü güçlere inanmaya ve örtünmeye iten, canlı ve cansızıyla evren konusundaki bilgisizliğin yanında en büyük neden cehennem korkusudur. Dini eğitim, cehennemden bahsetmek, cehennemle korkutmak ise en etkili dayatma ve zorlamadır. Yani bunu bana kimse zorlamadı diyenler zorlanmışlardır, cehennemden bahsedip zorlamadım diyenler de zorlamışlardır.

Tecavüz, ensest ilişki, kendi cinsiyle, hayvanlarla, ölüyle cinsel ilişki, oğlancılık, bakire olarak evlenmeyen bayanları, evlenmeden çocuk doğuranı, zina yapanı fahişe olarak görme, bunları dövme, öldürme, intihara zorlama gibi anormal durumlar dinci, ahlaklı geçinen toplumlarda daha fazla görülmektedir. Çünkü bu kesimde, çocuklar insan olarak değil, kız erkek olarak yetiştirilmektedirler, karşı cinsi öncelikle insan olarak değil, karşı cins ve cinsel obje olarak görmektedirler. Dolayısıyla bu kesim özellikle kadınlar için cinselliği ayıp, aşağılayıcı bir durum, iğrenç, yasak olarak tanımaktadır ve görmektedir.

Din, ancak, siyasete ve resmiyete taşınmaması, bilimle, hukukla, insan hak ve özgürlükleriyle çatışan kısımlarının çocuklara öğretilmemesi, kimseye dayatılmaması koşuluyla kişisel bir sorun olarak görülebilir. Ama din, doğaüstü güçler inancına dayanan, sorgulanması yasak, uyulması zorunlu olarak görülen, toplumsal, siyasal, ekonomik alanları içeren dolayısıyla da dayatılmak istenen ve bundan çıkar sağlayanların dinin yok edilmemesi, sürdürülmesi için sürekli çaba gösterdikleri bir kurumdur. Bu nedenle dinlere, dinsel ideolojilere, dogmalara ve türbana karşı mücadele zorunludur.





Türban yasağı eşitlik sağlıyor

Belçika Danıştay'ı, okullarda türban yasağının "ayrımcılık" olmadığını ve meşru
olduğunu belirtti.


Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Hareketi'nin (MRAX) başvurusunu değerlendiren Danıştay, dini kıyafetle okula gitmenin yasaklanabileceğini, bu yasakların ayrımcı değil, tam tersi "eşitlik ve kardeşlik" ilkesine uygun olduğunu kaydetti.

Mrax, dava açtığı okulların, Eğitim Bakanlığı tarafından da onaylanan iç yönetmeliklerinde geçen "siyasi ve dini aidiyet gösteren sembollerin görünür şekilde taşınmasının" yasaklanmasına karşı çıkıyor ve bu yönetmeliklerin yürürlükten kaldırılmasını istiyordu.

Derneği haksız bulan ve mahkeme masraflarını ödemeye mahkum eden Danıştay, başörtüsü yasağı uygulamasının "halklar arasında dostluğu, eşitliği, kardeşliği desteklemek ve ayrımcılığı önlemek" amaçlı olduğunu savundu.

Mrax, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) götüreceğini açıkladı, ancak AİHM'nin konuyla ilgili önceki kararlarında Danıştay ile aynı görüşte olduğunu gösterdiği ifade ediliyor.

AİHM'NİN LEYLA ŞAHİN İLE İLGİLİ KARARI


İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Leyla Şahin, 1998'de derslere türban takarak girdiği gerekçesiyle aldığı disiplin cezasının insan haklarına aykırı olduğunu savunarak, AİHM'ne başvurmuştu.

AİHM'nin 29 Haziran 2004 tarihinde, Türkiye'nin insan hakları ihlalinde bulunmadığı kararını vermesi üzerine Şahin'in avukatları davanın temyiz niteliği taşıyan Büyük Daire'de görüşülmesini istemişti.

Temyizi görüşen Büyük Daire, yasağın onaylanmasını kararlaştırdı. Büyük Daire, Türkiye'nin insan hakları ihlalinde bulunmadığı görüşüne vardı.

Leyla Şahin davası AİHM'de emsal oldu

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), türban yasağının İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olmadığını bir kez daha karara bağladı.

İstanbul’daki bazı İmam Hatip okullarında okuyan öğrenci ve velilerin başvurularını değerlendiren yüksek mahkeme, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapan Sevgi Kurtulmuş’un talebini reddetti.

Şikayetçiler, İmam Hatip okullarında ve üniversitede türbanla derslere girilmesine getirilen yasağın, eğitim ve din özgürlüğüne aykırı olduğunu ve ayrımcılık yarattığını savunmuştu.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, her iki başvuruyu da daha başvurunun kabul edilmesi aşamasında reddetti.

Yüksek mahkeme, kararını Leyla Şahin davası kararındaki hükümlere dayandırdı ve Türkiye’de laikliğin spesifik önemine vurgu yaptı.

AİHM, Türkiye’deki Milli Eğitim Bakanlığı ile kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık-kıyafet yönetmeliğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumlu olduğunu belirtti.

Karar, Leyla Şahin davasının türban ve kamusal alanda kılık-kıyafet yönetmelikleri konusunda gerçek bir emsal olduğu şeklinde yorumlanıyor. Yüksek mahkeme, benzer konudaki başvuruların davalaşmasına izin vermiyor.





Türban bir insanlık ayıbıdır


1) Türbana, bir yasaklama aracı olduğu için
karşıyız. Türban bir yasaklama
aracıdır, çünkü her şeyden önce kadın saçına yasak
getirmektedir. `türbana özgürlük` demek,
`kadına yasak getirin` demek olduğu
için türbana karşıyız.


2) Türbana, kadına bir hakaret olduğu için
karşıyız. Çünkü türban, kadını
erkekten aşağı gören, kadını ikinci sınıf insan kabul
eden, kadını bir günah
sembolü olarak aşağılayan erkek
egemen, çağdışı, arkaik bir
anlayışın sembolüdür.


3) Türbana, erkeğe bir hakaret olduğu için
karşıyız. Kadın türban takmazsa,
erkeğin şehvet duygularına esir düşeceğini varsayan
ve erkeği gelişmemiş, ilkel güdülerinin esiri bir yaratık
olarak kabul eden bir zavallı
anlayışa karşıyız.


4) Türban serbestliğine, laik demokrasiye karşı olduğu
için karşıyız.
Demokrasinin temel direği laikliktir. Laik
bir ülkede ise dinsel
amaç veya gereksinimlere göre yasa
çıkarılamaz. Türban serbestliği bu temel
ilkeyi çiğnemekte, laikliğe dolayısıyla demokrasimize
büyük bir darbe vurmaktadır.


5) Türban serbestliğine, hukuk devletine karşı olduğu
için karşıyız. Söz konusu
düzenlemelere, tüm yüksek yargı kararlarına karşı bir
kafa tutma anlamına geldiği için karşıyız.


6) Türban serbestliğine, yalnızca ulusal değil
uluslararası hukuk kararlarına
karşı olduğu için de karşıyız. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarına ve
dolayısıyla evrensel değerlere de kafa tuttuğu için
karşıyız.


7) Türban serbestliğine, dinsel ve/veya siyasi her
türlü sembolün kamusal
alanda kullanımına karşı olduğum için karşıyız. Çünkü
bu tür semboller ayrıştırıcı bir işlev görecek ve
gruplaşmalara, bölünmelere, kaosa neden
olacaktır.


8) Türbana negatif değil, pozitif ! özgürlük yanlısı
olduğumuz için
karşıyız. Dinsel, ailevi ve benzeri baskılarla türban
takmak zorunda
bırakılmış bir kızımızın, kendi özgür iradesiyle bu
seçimi yaptığı
aldatmacasına karşıyız. Türban takarak (veya
taktırarak) belirli bir
ideolojiye teslim olmuş bulunan bir insanın, kişisel
gelişimini tamamlaması
mümkün olamayacağı için türbana karşıyız.


9)Türbanın üniversitede serbest
bırakılmasına, üniversite ruhuna aykırı
olduğu için karşıyız.Şu veya bu şekilde dinsel
inancın girdiği bir
üniversitede akıl, orayı terketmek zorunda
kalacaktır. Dinsel dogmaların değil
akılcı düşüncenin egemen olması gereken, laik
düşüncenin en gerekli olduğu
üniversitelerde böylesi bir uygulama düşünülemez.


10) Türbanın `yalnızca` üniversitelerde serbest
bırakılacağı iddiaları bir
kandırmaca olduğu için bu tür düzenlemelere karşıyız.Çünkü
bu uygulamalar bir domino
etkisi yaratacak ve sonunda her kademedeki öğretim
kurumuna ve kamusal
hizmet alanına yayılacaktır. Bunu görmemek için
insanın ya aptal ya da kötü niyetli olması gerekir.


11) Bu serbestliğe, bizi çağdaş uygarlıktan
uzaklaştıracağı ve ülkemizi ilkel
ortaçağ zihniyeti yörüngesine oturtarak tüm
kazanımlarımızı yok edeceği için
karşıyız.


12) Din devletine karşı olduğumuz için türbana
karşıyız. Günümüzde artık bir
vicdan meselesi olması gereken dini, semboller
vasıtasıyla topluma dayatan, bu
uğurda anayasal düzenlemeler yapabilme cüretini
gösteren ve bugüne kadar
yaptıklarıyla artık deşifre olmuş bu iktidarın nihai
amacının bir din
devleti olduğu artık anlaşılmalıdır.


13) Bu düzenlemeye, emperyalizme karşı olduğumuz için
karşıyız. BOP ve ılımlı
islam projelerinin bir uzantısı olan bu
serbestlik, emperyalizmin Türkiye`yi
islam ülkelerine bir model ülke olarak sunma (bir
başka ifadeyle laikliği
sulandırma) projesinin bir sonucudur.


14) Ve son olarak bir Atatürk`çü olarak
türbana karşıyız. Türban serbestliğine
laik cumhuriyetimizin kurucusu büyük
Atatürk`e ihanet anlamına geldiği ve bu
ihaneti kabullenemediğimiz için karşıyız.

(yalnızca başı)
1) Türbana, bir yasaklama aracı olduğu için
karşıyız. Türban bir yasaklama
aracıdır, çünkü her şeyden önce kadın saçına yasak
getirmektedir. `türbana özgürlük` demek,
`kadına yasak getirin` demek olduğu
için türbana karşıyız.


2) Türbana, kadına bir hakaret olduğu için
karşıyız. Çünkü türban, kadını
erkekten aşağı gören, kadını ikinci sınıf insan kabul
eden, kadını bir günah
sembolü olarak aşağılayan erkek
egemen, çağdışı, arkaik bir
anlayışın sembolüdür."