Herkesin Tanrı’sı kendine benzer.
“Homeros ile Hesidos, ölümlüler (insanlar) arasında suç
sayılan, utanılan bütün şeyleri tanrılara da yüklemişlerdir. Tanrılar hırsızlık
ederler, yalan söylerler, eşlerini aldatırlar. Sonra: ölümlüler sanıyorlar ki,
tanrılar da kendileri gibi doğmuşlardır, kendileri gibi giyinirler,
kendilerinin biçimindedirler. Nitekim Habeşler
tanrılarını kendileri gibi kara ve yassı burunlu; Trakyalılar sarışın ve
mavi gözlü diye düşünürler. Böyle olunca, atların , arslanların elleri olup da
resim yapabilselerdi, atlar tanrılarını at gibi, arslanlar da arslan gibi
çizeceklerdi.” Ksenophanes (M.Ö. 565-470)
Oysa tanrılar ne arslan biçimindedirler ne zenci gibidirler,
ne de Yunan heykellerinde olduğu gibi insan kılığındadırlar.”
“Bir tanrı vardır; bu, tanrılar ve insanların en ulusudur;
ne biçimi, ne de düşünmesi bakımından ölümlülere benzer; bu tek Tanrı baştan
aşağı işitmedir, baştan aşağı düşünmedir; her şeyi düşünceleriyle hiç zahmetsiz
yönetir.” Ksenophanes (M.Ö. 565-470)
Xenophanes’in bu tanrı tasarımı, tektanrıcılığa ”(monoteizm)
doğru atılmış bir adımdır. Felsefe Tarihi-Macit Gökberk, s.25-Remzi Kitabevi
Verili bir toplumun ilahlarının, yalnızca toplumun, onun
üretim tarzının, sosyal ilişkilerin, ahlâkın ve önyargıların bir yansıması
olduğu hiç de sır değildir. Aklın İsyanı’nda dikkat çektiğimiz gibi: “Kendi
suretinde insanı yaratan tanrı değildir, aksine tanrıları kendi suret ve
benzeyişlerinde yaratan insanlardır.
Ludwig Feuerbach, kuşların bir dini olsaydı tanrılarının
kanatlı olacağını söylüyordu. «Din, kendi anlayış ve duygularımızın bize
bağımsız ve dışımızda varlıklar olarak göründüğü bir rüyadır. Dinsel akıl özne
ve nesne arasında ayrım yapmaz, şüpheden muaftır; başka şeyleri kendisinden
ayırt etme yetisinden yoksundur, ama kendi tahayyüllerini kendi dışında ayrı
varlıklar olarak görme yetisine sahiptir.» Kolophon’lu Ksenophanes (M.Ö.
565-470) de bunu anlamıştı: «Homeros ve Hesidos, insanlar arasındaki bütün
utanç verici ve onursuz işleri tanrılara atfetmiştir: çalıp çırpma, zina ve
birbirini kandırma… Etiyopyalılar kendi tanrılarını siyah ve kalkık burunlu
yaparlar, ve Trakyalılar da gri gözlü, kızıl saçlı… Eğer hayvanlar da insanlar gibi
resim veya başka şeyler yapabilselerdi, atlar ve öküzler de kendi tanrılarını
kendi suretlerinde yaparlardı.»”
(Marksizm ve Din-Alan Woods)
“İnsanı kendi suretinde yaratan tanrı değil, tanrıyı kendi
suretinde yaratan insandır!’’
Volney
Volney
Ayrıca, her dini ve mezhebi de herkes kendine göre yorumlar.
Bilimden önce bilinmeyenleri açıklamak, ahlak oluşturmak ve
toplumu düzenlemek zorunlu olarak dinlere düşmüştü. Bilinmeyenler Tanrılara
bağlanmış, dinler bilinmeyenleri tanrılarla açıklamıştı. Ancak, bilim ve
insanlık gelişmeye başladıktan sonra din bu görevini ve işlevini bilime
kaptırmaya başladı. Bilimin gelişip bu konuda yeterince açıklamalar yapmasıyla,
güvenlik kurumlarının, hukukun oluşmasıyla ve insanlar geliştikçe tanrı korkusu
olmaksızın ahlaklı olmayı öğrenmeye başlamasıyla artık dinin bu görevleri sona
ermiştir.
İnsan, ilkel aklıyla yarattığı tanrıları ve dinleri gelişmiş
aklıyla yok etmesini de bilecektir! N.T
Tanrının Biçimi ve Boyu - Turan
Dursun
13 Temmuz 2013,
20:48
Şura Suresi'nin
11. ayetinde bir parçanın, Diyanet'in resmi çevirisindeki anlamı şöyledir:
"... O'nun
(Tanrı'nın) benzeri hiçbir şey yoktur..."
Parçanın
sözlerinin tam karşılığıysa şöyle:
"... O'nun
(Tanrı'nın) benzeri gibi bir şey yoktur..."
Bu şöyle
yorumlanır:
"O'nun
kendisinin benzerinin bulunması şöyle dursun, benzerinin bile benzeri
yoktur..." [Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 6/4225.]
"Tanrı'nın
benzerinin olmadığı" anlatılmak isteniyor. Daha doğrusu böyle demek
istendiği savunuluyor yorumlarda.
Bununla birlikte
"Tanrı'nın benzeri yoktur" sözü, Kur'an'ın bütününde ve hadislerde
tanıtılan "Tanrı"ya pek uymuyor. Çünkü gerek ayetlerde, gerek
hadislerde "Tanrı"nın nasıl tanıtıldığına, O'na uygun görülen
niteliklere bakıldığında, bu Tanrı'nın "tıpkı insana benzediği"
görülür. Yani "insan"da bulunan nitelikler bu "Tanrı"da da
var.
Örneğin; İnsan
görür, işitir; bu Tanrı da görür, işitir. İnsan konuşur; bu Tanrı da öyle...
İnsan gelir, gider; bu Tanrı da... İnsan kızar, öfkelenir; bu Tanrı da... İnsan
"öç alma" yoluna gider; bu Tanrı da... İnsan yatışır, düşünür, acır,
bağışlar; bu Tanrı da... İnsan gibi "efendi"dir (Rabb),
"kral"dır (Melik), "ev"i (Kabe...), "tahtı,
sarayı" (ARŞ) vardır. Güçlüdür kimi insan gibi (Aziz). "Ezici"dir
(Kahhar), "zorba"dır (Cebbar), "sevecen"dir (Vedud)...
Dost, düşman edinir...
BİÇİMİ de insan
gibidir bu "Tanrı"nın:
İnsan gibi
"yüz"ü vardır. Birçok ayette, Tanrı'nın "vech"inden, yani
"yüz"ünden söz edilir (örneğin bkz. Bakara Suresi, 115. ayet; Rahman
Suresi, 27. ayet...). "El"inden, "iki el"inden söz edilir.
Adem için "iki elimle yarattım" diyor (bkz. Sad Suresi, 75. ayet).
Kendisi için "iki eli açık" denir (bkz. Maide Suresi, 64. ayet).
"İki göz"ünden söz edilir. Kimi zaman "ayni", yani "gözüm"
der (bkz. Ta-Ha Suresi, 39. ayet), kimi zaman kendi "gözler"inden
"a'yunina", yani "gözlerimiz" diye söz eder (bkz. Hud
Suresi, 37. ayet; Mü'minun Suresi, 27. ayet; Tur Suresi,48. ayet...)
Bütün bunları,
yani Tanrı'nın Kur'an'daki biçimini, kafalarındaki Tanrı kavramına uygun
bulmayan yorumcular, kelamcılar ve usulu'l-fıkıhçılar (İslam hukukçuları),
kendi görüşlerine uydurmak için sözleri, sözcükleri gerçek anlamlarının dışına
çıkarıp yorumlar yaparlar. Eskiler (selef) ve eskilerin görüşünü benimseyenler
(Selefiyye) ise, "yorum" (te'vil) yolunu benimsemez; "Ne demek
istendiğini ancak Tanrı bilir" derler. İbn Teymiyye buna da karşı çıkar,
"yalnızca Tanrı bilir" görüşünü kabul etmez. Gerçek anlamın dışında
yorumlar yapmayı benimsemese de... [İbn Teymiyye, Der'u Tearuzi'l-Akli ve'n-Nakl,
1/14-15.]
Tanrı'nın
görmesinin, işitmesinin ve öteki niteliklerinin insanınkine görünüşte benzese
de gerçekte benzemediği savunulur genellikle. "Eli, yüzü gözü..."
için de benzer şeyler söylenir. "Tanrı'nınki çok başkadır" denir.
Şöyle denebilir:
- Tanrı'nın eli vardır.
Ama bu "EL" kim bilir nasıl bir eldir? Yüzü de vardır. Ama bu
"YÜZ" nasıl bir yüz? Gözleri de vardır, ama bu "GÖZLER"
nasıl gözler?
"Selef"in,
"Selefiyye"nin dediklerinin de aşağı yukarı bu olduğu söylenebilir.
Dahası öteki yorumcularınki de, döne dolaşa bu noktaya gelebilir. [F. Razi,
27/150-154.]
Ne var ki,
Tanrı'nın "Adem'i KENDİ SURETİNDE yarattığın" anlatan hadisler göz
ardı edilemez.
Muhamed açıklıyor:
"Tanrı Adem'i
KENDİ SURESTİNDE (kendi biçiminde) yarattı. O sırada Adem, 60 'zıra'dır (bir
'zıra'=dirsekten ortaparmak ucuna kadar 75 cm , 90 cm arası. 60 zıra; 45 m , 54 m arasında değişiyor).
[Hadis için bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu'-İstizan/ 1; Tecrid, hadis no. 1367;
Müslim, Kİtabu'l-Cenne/28, hadis no. 2841.
"Kendi
suretinde...", yani "Tanrı'nın suretinde..." Bir hadiste de
Adem'in "Rahman'ın ('Rahman' Tanrı'nın bir adıdır) suretinde
yaratıldığı" açıklanır.
Bir
"insan"ın -bu insan Adem de olsa- 45-50 metre boyunda
olamayacağı açık. Yani gerçek anlamıyla "bilim"in hiçbir dalı bunu
kabul etmez. Kur'an'ı, hadisleri, kısacası "din"i "bilim"le
bağdaştırma çabaları da boşuna bir çabadır.
Muhammed,
Tanrı'nın "Adem'i kendi suretinde yarattığını" açıklarken, "o
sırada Adem'in 60 zıra olduğunu" da açıklamakla "Tanrı'nın da 60 zıra
(yaklaşık 45-50 metre )
boyunda olduğunu" mu açıklamak istiyordu? Kesin bir şey söylenemez. Ama bu
açıklamaya göre şu söylenebilir: Mademki TANRI İNSAN biçimindedir; öyleyse
organlarının biçimi ne olursa olsun, insanda olan organlar Tanrı'da da vardır.
Örneğin; Tanrı'nın da iki eli, her elinin beş parmağı, iki ayağı, her ayakta
beş parmağı, iki gözü, iki kulağı, bir burnu, saçlı ya da saçsız başı, bir
beyni, bir kalbi, ciğerleri, böbrekleri, barsakları... vardır. Kur'an'ın,
hadislerin "söz"lerine bakan İslam kelamcılarından
"mücessime" (Tanrı'nın cisimli olduğu görüşünde olanlar) ve
"müşebbihe" (Tanrı'yı insana, varlıklara benzetenler) adı verilen
kesim de böyle der. [Bkz. Akaid.]
"Tanrı'nın
Adem'i kendi biçiminde yarattığı" yolundaki açıklama Tevrat'tan alınmadır
(bkz. Tevrat, Tekvin, Bap 1: 27; Bap 5: 1-2; Bap 9: 6).
Tanrı'nın
"kıyamet"te "8 taşıyıcı" üzerinde geleceği ayette anlatılır
(bkz. Hakka Suresi, 17. ayet). Muhammed, Tanrı'nın o sırada iki biçimde
insanların karşısına çıkacağını, bir tanımadıkları biçimde, bir de tanıdıkları
biçimde (insan biçiminde) görüneceğini" açıklar. [Buhari, e's-Sahih,
Kitabu't-Tevhid/24; Tecrid, hadis no. 450; Müslim, e's-Sahih, hadis no. 182.]