13 Aralık 2012 Perşembe

Evrimde İlerleme Yok mu!

Orhan Hançerlioğlu ve Aklın İsyanı-Marksist Felsefe ve Modern Bilim-Alan Woods,Ted Grant

 Evrim (Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü)

 Evrim, diyalektik yasanın başkavramıdır. Diyalektik ve tarihsel özdekçilik, doğasal ve toplumsal evrimin genel yasalarının bilimidir. Diyalektik felsefeye göre evrim terimi nicesel değişmelerin sıçramayla nitesel değişmeleri gerçekleştirdiği gelişme sürecini dilegetirir. Evrimin kaynağı ve gerçekleştiricisi, doğasal ve toplumsal bütün olgulardaki çelişme ve karşıtlık’lardır. Çelişme şuradadır ki bir şey hem kendisinin aynı hem de kendisinin aynı olmayan’dır, yani hem kendisinin aynı olarak kalır hem de durmadan değişir. İşte gelişme, bu ‘kalıcılık’la ‘değişme’ arasındaki karşıtlık’tır. Her şey karşıtına dönüşür tavuk yumurta, yumurta tavuk olur. Ama bu dönüşme bir mekiğin devimi gibi iki uç arasında bir gidiş geliş değildir, daha yüksek ve daha ileri bir aşamaya dönüştür. Nesneler sarmal sürece uyarak gelişirler ve aynı noktaya dönüşmeyip daha üstün bir düzeye ulaşırlar. Toplumun evrimi de böylesine sarmal bir evrimdir. Bu yüzdendir ki tarihin tekrarlardan ibaret olduğu sözü, yanlış bir sözdür.

 Doğal Ayıklanma-Doğal Seçilim

 Darwin’e göre yaşama kavgası bir doğal ayıklama’yla sürüpgider, koşullara uymayanlar ayıklanırlar ve koşullara iyi uyanlar türlerini sürdürürler. Ayıklama, pirinç ve pirinç taşlarında olduğu gibi, iki yanlıdır: koşullara uyamayanlar yokolmak için, koşullara uyabilenler varolmak için ayıklanırlar. Ayıklama’yı, koşullara göre, güçlülük kadar güçsüzlük de gerektirebilir. Darwin bu konuda şu örneği vermektedir: Kanatlı bir böcek sürüsü kasırgaya yakalanarak denize sürüklenir ve boğulur, içlerinden kanadı kopuklar kasırgadan kurtularak yaşamakta devam ederler...Ayıklama’nın ölçüsü güçlülük değil, koşullara uymaktır( Koşullara en iyi uymak da değildir, hayatta kalacak ve üreyecek kadar koşullara uymaktır. N.T).(Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü)

 İlerleme

 Daha yüksek bir aşamaya gitme... İlerleme, doğal ve zorunlu süreçtir. Doğa, her an, daha yüksek bir aşamaya doğru zorunlu olarak ilerler. Toplum da, doğa gibi, zorunlu bir evrim içindedir.

 Gelişme

 Yalından karmaşığa, alt olandan üst olana doğru ilerleme...
 Metafizik dünya görüşü, evrim konusunda, tanrıbilimi desteklemek için çeşitli, bilimdışı kuramlar ilerisürmüştür. Bütün bu bilimdışı kuramların ortak varsayımlarına göre evrensel oluşmada bir ilerleme değil, tersine, gerileme vardır. her şey, her an, daha kötüye gitmektedir ve tarih bir tekerrürden ibarettir’’. Evrim düşüncesini yadsıyan bu metafizik varsayımların yanında evrim düşüncesine boyun eğen (kabul etmek zorunda kalan N.) metafizik varsayımların ortak savlarına göre gelişmenin kaynağı özdeğin dışındadır ve çeşitli kavramlarla dilegetirilen ‘Tanrı’dır.

Gelişme ya da gelişim, eytişimsel ve tarihsel özdekçi felsefenin gerçek anlamını açıkladığı en önemli kavramlardan biridir. Evrende doğa, toplum ve bilinç; tek sözle her şey gelişir. Eytişimin genel yasalarıyla yönetilen gelişme, nesne ve olayların iç eğilimlerinin sonucu olarak kendiliğinden bir devim sürecidir. Üst olan alt olanın, karmaşık olan yalın olanın gelişmişidir. Her gelişme aşamasının sonu, yeni bir gelişme aşamasının başlangıcıdır. Karşıtların birliği ve savaşı yasası, nicelikten niteliğe geçiş yasası ve olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasasıyla yönetilen gelişme, nesne ve olayların iç devimlerinin ürünüdür, dışarıdan verilmemiştir. Gelişme özdekseldir (maddesel) ve tüm doğanın gelişmesi insan bilincine kadar sürüpgelmiştir.

Gelişme sürecinde yeninin eskiyi olumsuzlaması, karşıtlar arasındaki çelişkilerin çözülmesinden ve aşılmasından başka bir şey değildir. Olumsuzlamanın olumsuzlanması yasası, aynı zamanda nicelikten niteliğe geçiş yasasıyla da organik bir bağlılık içindedir. Çünkü olumsuzlama, eski bir nitelikten yeni bir niteliğe geçiş demektir ki bu da niceliksel birikimlerin gereken olgunluğa ulaştıkları zaman sıçramayla gerçekleşir. Her yeni, eskinin bağrında ve onun olumlu bölüm ve eğilimlerinden oluşur; bundan ötürüdür ki her yeni, aynı zamanda eskinin daha yetkinleşmiş ve gelişmiş bulunan özelliklerini de taşır. Eytişimsel gelişme anlayışı da gelişme sürecinde zaman zaman eskiye dönüşlerin varlığını kabul eder; ne var ki son çözümlemede gelişme daima alttan üste, basitten karmaşığa, aşağıdan yukarıya ve daha az gelişmişten daha çok gelişmişe doğru ilerler. ‘’Dünya tarihini, düz, geriye dönüşsüz, büyük sıçramalarla hep ileriye doğru giden bir devim olarak görmek diyalektiğe ve bilime aykırı bir görüştür, yanlıştır’’. Geriye dönüşler her zaman olabilir, ama toplum son çözümlemede sürekli bir ilerleyiş içindedir. Bir sosyo-ekonomik oluşum, daima, yerini, kendisinden daha yetkin bir sosyo-ekonomik oluşuma bırakmıştır ve bırakacaktır. Gelişme, olumsuzlamanın olumsuzlanması aşamasında, daha önceki aşamaların olumlu özellik ve eğilimlerini daha yetkin bir biçimde tekrarladığından, alttan üste doğru (örneğin bir uzay gemisinin göğe yükselişi gibi) dümdüz bir yol izlemez, sarmal bir yol izler.

 ’’Güneş sistemi bir kozmik tozdan meydana gelmiştir. Bugünkü hayvansal ve bitkisel örgenlikler son derece basit örgenliklerden yola çıkarak gelişmişlerdir. Toplum, ilkel komünotelerden toplumsal yaşamın şimdiki biçimlerine gelinceye dek uzun bir yol izlemiştir. Teknik, ilkel aletlerden günümüzün dev mekanizmalarına ulaşmıştır. Antik düşünürlerin ilkel sezişlerinden yola çıkan insansal bilgi çağdaş bilime varmıştır. Doğanın, toplumun ve insan düşüncesinin aşağıdan yukarıya gelişimi yadsınamayacak kadar açık bir gerçektir’’. Evrimsel gelişme, Hegel felsefesinde olduğu gibi her şeyin karşıtına dönüştüğü bir mekik devimi değil, daima daha üstün bir düzeyde gerçekleşen bir ‘sarmal gelişim’ devimidir.

Sarmal Gelişim

 Diyalektik materyalizm metafiziğin tam tersi olarak, gelişmenin, alt olandan üst olana doğru sarmal bir gelişim izleyerek gerçekleştiğini ve bunun nesne ve olayların özündeki çelişmelerden doğduğunu, eski ve yeni arasındaki çatışmanın son çözümlemede yeniye yol ve yön verdiğini meydana koyar. Gelişme, daima daha üstün bir düzeye doğru ve sarmal, daima eskinin yerine yeniyi getirerek aşağıdan yukarıya bir süreçle gerçekleşir. Tarih tekrarlamalardan ibarettir sözü de bu sarmal gelişimi görememekten doğmuştur.

 Sıçrama

 Niceliksel değişmeden niteliksel değişmeye geçiş aşaması... Tarihsel ve eytişimsel özdekçi felsefenin en önemli kavramlarındandır. Doğada toplumda ve bilinçte; teksözle tüm evrende geçerli olan nicelikten niteliğe geçiş yasasının açıkladığı geçiş aşamasını adlandırır. Evrensel evrim bu yasayla işler. Evrim, süreklilik ve kesiklikik’in birliğidir. Önce niceliksel değişmeler sürekli ve kerteli (Os. Tedrici) olarak birikir. Bu değişmeler süreklidir, çünkü aynı niteliği koruyarak yavaş yavaş sürüpgider. Sıçramanın hızlılık derecesi görelidir, niceliksel birikimin hızıyla oranlıdır, örneğin maymundan insana geçişte olduğu gibiniceliksel birikimin milyonlarca yıl sürdüğü hallerde sıçrama da yüzbinlerce yıl sürer. Ama bu gene de bir sıçramadır; çünkü bir nitelikten başka bir niteliğe atlanmıştır. Buna karşı, 99 derece kaynatılan suyun bir derece daha kaynatılmakla birdenbire buhar niteliğine dönüşmesinde olduğu gibi, ölçülemeyecek kadar hızlı sıçramalar da vardır. Kesiklilik ve sürekliliğin bu bağımlılığı ve birliği, özdeğin iç yapısında da görülebilir. Özdek süreklilik niteliği gösteren dalgalı niteliği ile kesiklilik niteliği gösteren tanecikli niteliğini birlikte taşır.

 Doğa, toplum ve bilinç bu sıçramalı evrimsel sürecin her gün gözlemlediğimiz sayısız örnekleriyle doludur. Örneğin doğada su, 1-99 dereceler arasında bulunduğu zaman sudur, 0 derecede buz ve 100 derecede buhar olur, bambaşka bir niteliğe sıçrar. Sadece bir derece değişikliği suya birdenbire nitelik değiştirtmektedir. Bütün nitelik değişmeleri, metafizik ve bireyci anlayışın tersine, niceliksel birikmelerin ve değişmelerin sonucudur. Suyu kaynatmak ya da soğutmak, onda niceliksel değişiklikler meydana getirmektir. Örneğin kaynatılan su, 99’uncu dereceye kadar niceliksel değişmelerinde sürekli ve kesintisizdir, nicelikçe değişmelerin sürekli bir dizisi olarak sürüpgitmektedir. Ama onu 99 dereceden 1 derece daha kaynatmak birdenbire bu sürekli gidişte bir kesinti, bir sıçrama yapar ve su nitelik değiştirerek buhar olur.

 Örneğin toplumda milletvekili adayı, eğer seçilebilmek için beş yüz oy alması gerekiyorsa, dört yüz doksan dokuz oya kadar milletvekili adayıdır. Bir oy daha almakla hızla nitelik değiştirir ve milletvekili adayı iken milletvekili olur. Örneğin bilinçte, bir öğrencinin bilgileri yavaş yavaş nicelikçe artar. Belli bir bilgi birikiminin sonuda hızla nitelik değiştirir ve o ana kadar öğrenciyken tornacı, hekim, mühendis vb. olur.

 Evrensel evrimin yasası, tüm olgu ve olaylarda, niceliksel değişimlerin sıçramayla niteliksel dönüşüme uğramasıdır. Bu yasa üç evrensel yasadan biridir (diğer iki yasa; karşıtların birliği ve savaşımı yasası ile olumsuzlamanın olumsuzlanması yasasıdır N.). Sıçrama ve bunun sonucu olan nitelik değişikliği ‘devrim’ deyimiyle dilegetirilir. ‘’Evrim boyunca nicelikçe oluşan basit değişmeler, belli bir dereceye vardıktan sonra, nitelikçe değişmeyi gerektirir’’. ‘’Eytişimsel geçişi, eytişimsel olmayan geçişten ayıran nedir? Sıçrama’’. Bu yasa, metafizik ve idealist kampın yadsımaya yeltendiği bir yasadır. Örneğin Spencer evrimin sadece nicelikçe değişmelerle, Bergson sadece nitelikçe değişmelerle gerçekleştiğini ilerisürerler. Leibniz’in de katıldığı idealizme göre ‘’doğada sıçrama yoktur’’. Bütün bu idealist ve metafizik savlar, açıkça görüldüğü gibi, bilimdışıdır.

 Aşma

 Herhangi bir şeyin olumsuz yanını (yanlışlarını N.) eleyip olumlu yanını (doğrularını N.) daha üstün bir düzeyde gerçekleştirme...(daha üstün bir düzeye taşıma N.)(Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü)

Her şey şans eseri mi?

 ‎’’20.yüzyılın ortalarında hakim görüş hayatın inanılmaz derecede küçük bir ihtimalle şans eseri başladığıydı.Bu görüş,1954'te Scientific American dergisinde Harvard, biyokimyager George Wald'ın yazdığı bir makalede çarpıcı bir şekilde dile getirdi. Wald,canlı organizma kadar karmaşık bir şeyin kendiliğinden ortaya çıkışının olanaksız o...lduğunu itiraf etmiş, ama böyle istatiksel mucizelerin mümkün ve hatta yeterli zamanda muhtemel olduğunu ısrarla dile getirmişti.Bu işin olabilmesi için iki milyar yılın yeteceğini tahmin etmiş ve '' bu zaman diliminde,imkansızın mümkün,mümkünün muhtemel ve muhtemelin de fiilen kesin'' olacağını savunmuştu.Sadece beklemek yetmektedir, zamanın kendisi mucizeleri gerçekleştirir. Gerekli olan her şeyin şans ve zaman olduğu şeklindeki Wald'ın görüşü şimdilerde rağbet görmemektedir. Günümüzün hakim görüşü,en kapsamlı şekilde,Nobel ödülü sahibi Christian de Duve'nin 1995'de yazdığı kitapta dile getirilmiştir: Vital Dust:Life as a Cosmic Imperative. De Duve hayatın şans eseri değil de, her birinin uygun koşullarda hayli muhtemel olduğu yasaya dayalı kimyasal adımların ürünü olduğunu savunmaktadır.Hayatı destekleyen yasalara bağlılık,hayatın kökeninin, başka yerde olması hiç mümkün olmayan acayip bir hadise olduğu fikrinden uzaklaşıp, hayatın ta başlangıçtan evrene göre programlandığı fikrine doğru dev bir adımdır.Davies de bu adıma eşlik etmektedir.George Wald'ın konumu,bu durumda gündemden düşmektedir,çünkü en basit hayat tarzı ( bilinen herhangi bir organizmadan çok daha basit olanı ) bile öylesine karmaşıktır ki, tesadüfen kendi kendine oluş, milyarlarca yıl içinde bile pratikte imkansız olurdu.’’( Alıntı: Evrim Duruşması,Phillip E.Johnson, sf.31,32)

 Zorunluluk ve Rastlantı

(Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü) Doğal Seçilim Rastlantısal Bir Süreç Değildir! Mutasyonlar için onların içinde meydana geldikleri canlıya faydalı olmak için oluşmadıklarını belirtmek için "rastlantı" sözcüğü kullanılır. Çeşitlilik, rastlantısal bir şekilde ortaya çıkar ama çeşitler arasından seçilim rastlantısal değildir. Yasanın işlediği her yerde o yasanın gereği bir zorunluluktur. Örneğin bırakılan taş yere düşer. Düşmemezlik edemez, düşmesi zorunludur, çünkü cisimler üstüne yerçekimi yasası işlemektedir. Nerede bir yasa varsa orada mutlaka bir zorunluluk, nerede bir zorunluluk varsa orada mutlaka bir yasa vardır. Metafizik felsefe zorunluluğun karşısına özgürlük ve rastlantıyı koyar ve bunları birbirinden bağımsız olarak birbirleriyle karşıtlaştırır. Bu halde metafizik mantık gereğince bunlardan birinin varlığı, öbürünün yokluğunu gerektirir. Oysa zorunlulukla özgürlük ve zorunlulukla rastlantı birbirleriyle bağımlıdırlar, biri varolmadan öbürü de varolmaz, biri öbürüne dönüşebilir. Evren, sonsuz çeşitlilikte bir fenomenler topluluğudur. Bu fenomenler birbirleriyle bağlantı halindedirler. Bu bir genel bağlantıdır ki evreni düzenli kılar. Evrendeki düzenlik (örneğin, gecelerle gündüzlerin, mevsimlerin birbirini izlemesi, toprağa buğday tohumu ekildiğinde mutlaka buğday üretmesi) bu genel bağlantının sonucudur. Bu bağlantı, fenomenler arasında bir ilişkidir ki fenomenleri birbirlerine bağımlı kılar. Zorunlulukla rastlantı, birbirlerinden ayrı olarak tek başlarına varolmazlar. Rastlantı zorunluluğun bir beliriş biçimidir ve onu tamamlar. Rastlantı her zaman bir yasayı gizler. Zorunluluk temel ve içsel, rastlantı temel olmayan ve dışsal bir bağlantı biçimidir. Ne var ki zorunlulukla rastlantı eytişimsel bir birlik ve bağımlılık içindedir. Aynı olgu, hem zorunluluk, hem de rastlantıdır. Örneğin bitkinin ölümü için rastlantı olan dolu olgusu, bölgenin atmosferik koşullarının zorunlu sonucudur, eşdeyişle bir zorunluluktur. İnsanlar yasaları bilip tanımakla o yasalara egemen olurlar, o yasalar karşısında özgürlük’e kavuşurlar. Dış ilişkileri(yasanın işlemesi için gerekli koşullar) bilinçli ya da bilinçsiz olarak meydana getirebilirler ya da yok edebilirler, ama yasayı meydana getiremezle ve yok edemezler. Yasaların nesnelliği ve insan iradesinden ve bilincinden bağımsız oluşu da burada belirir. Böylece zorunluluk da, belli koşullar içinde meydana gelmemenin imkansızlığı olarak tanımlanır. Bu imkansızlık, evrensel nedensellikten doğar; her fenomenin mutlaka bir nedeni bulunduğunu bilmek, zorunluluğun varlığını bilmek demektir. Özgürlük, zorunluluğun bilgisini edinmekle insansal etkinliği bu zorunluluğa egemen kılmaktır. Örneğin insanlar yıldırımın nedenini bilmedikleri sürece yıldırım onlar için kör bir zorunluluk, bir kader’di; yıldırımın nedenini öğrenerek yıldırımsavarlar yaptılar ve yıldırım karşısında özgürleştiler. Yıldırım kendi oluşma yasasıyla zorunlu olarak düşer, ama onun bilgisini edinmek insanı bu zorunluluktan özgürlük düzeyine geçirir. İnsanın özgürlüğünü yok eden zorunluluk, nedenleri bilinmeyen (bilinse de müdahale edilemeyen N.)zorunluluktur.

Yasa

 Evrensel gelişmede yeni ve ileri olan, kesinlikle eski ve geri olanın yerini alır. Bundan ötürüdür ki yeni hiçbir zaman alt edilmez. Altedilmez, çünkü yeni, evrensel evrimin ve gelişmenin zorunlu sonucudur. Altedilmez, çünkü yeni nesnel koşullara en uygun olandır. Örneğin, eski çağların gymnosperm (tanelerinin koruyucu zarfı bulunmayan) bitkileri yerlerini nesnel koşullara daha uygun olan zarflı bitkilere, eski toplum biçimleri yerlerini nesnel koşullara daha uygun bulunan yeni toplum biçimlerine, eski düşünceler yerlerini nesnel koşullara daha uygun bulunan yeni düşüneclere bırakmışlardır. Yeni altedilemez, çünkü elle tutulup gözle görülecek kadar belli bir nesnel gerçeklik olan evrim ve gelişme altedilemez. Doğanın nesnel yasaları, bilinçsiz doğal güçlerin karşılıklı etkileriyle oluşmuş yasalar; toplumun nesnel yasalarıysa bilinçli insansal etkinliklerin karşılıklı etkileşimiyle oluşmuş yasalardır. Bundan ötürüdür ki toplumsal yeninin altedilmezliği, doğasal yeninin altedilmeliğinden farklı olarak bilinçli insan etkinliğini gerektirir.(Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü)


 İlerleme yok mu? (Aklın İsyanı)

S. J. Gould, Kambriyen dönemde çeşitliliğin daha fazla olduğunu, evrimde uzun dönemli eğilimler bulunmadığını ve yaşamın bu denli karmaşıklaşmasının, yani zeki yaşamın, evrimin tesadüfî bir sonucu olduğunu öne sürer. Ne var ki, Marx ve Engels’in diyalektik yaklaşımından haberdar olan ve bu yaklaşımı uygulamaya çalışan Gould bu noktada çubuğu fazla büker. Oysa çok doğru bir tespitle, “evrim, tesadüf ve zorunluluğun bir bileşimidir –değişiklik düzeyinde tesadüf, seçilimin işleyişinde zorunluluk” diyen de yine Gould’dur.

Peki Gould neden evrimin aynı zamanda bir gelişme-ilerleme demek olmadığını savunmaktadır? Bunun nedeninin, Gould’un, evrim teorisini dini, gerici ya da ırkçı düşüncelerine temel haline getirmek isteyen gericilere karşı yürüttüğü haklı ve onurlu mücadelede çubuğu tam ters tarafa bükmesinde yattığını söylemeliyiz. Gould, evrimsel ilerleme fikrinin nasıl kötüye kullanıldığından hareketle, bu fikrin kötüye kullanılışını değil, fikrin kendisini yok etmeye girişir. Pire için yorgan yakar.

Evrimde ilerleme düşüncesini Gould’un ısrarlı bir biçimde reddetmesi, katı bilimsel nedenlerden çok, toplumsal ve politik nedenlerden ötürüdür. Gould bilmektedir ki, evrimci ilerleme ve “daha yüksek türler” düşüncesi, ırkçılık ve emperyalizmi haklı göstermek için geçmişte sistematik bir biçimde kötüye kullanılmıştır; beyaz adamın sözümona üstünlüğünün, Avrupa uluslarına, Afrika ve Asya’daki “kural tanımaz daha aşağı türlerin” topraklarına ve zenginliklerini ele geçirme hakkını verdiği varsayılıyordu. 1940’lar gibi geç bir tarihe kadar saygın bilim adamları hâlâ, beyaz adamın en üstte olduğu ve zenci ve diğer “ırkların” bundan ayrı ve daha aşağılardaki dallarda, goril ve şempanzelerin biraz üstünde yer aldığı “evrim ağaçları” yayınlıyorlardı. Evrimde ilerleme kavramını “zararlı” bularak reddetmesi konusunda kendisine soru sorulduğunda, Gould, haklılığını aşağıdaki şekilde kanıtlamaya çalışmıştı: “İlerleme içsel olarak ve mantıksal olarak zararlı değildir” diye yanıtladı. “Batının kültürel gelenekleri bağlamında zararlıdır.”

Gould’un evrimde ilerleyişin olmadığını savunmasının asıl amacı, ırkçı, statükocu, dinci düşüncelerin bilimsel bir temelle açıklanmasına engel olmak istemesiydi. Çünkü evrimle ilerleme arasında bir bağlantı kurulması “sosyal Darvinizm”i besliyordu: “Sömürgelerde yaşayan insanlar evrimsel olarak daha geri bir türü oluşturuyor; biz onlardan daha üstün ırklar olduğumuz için onları birer köle olarak kullanmak bizim suçumuz değil!” yollu sonuçlara mahal vermemek için Gould evrimin ilerleme olduğunu reddederek çubuğu öbür tarafa büküyordu.

Gould’un evrimin ilerlemeye tekabül ettiği görüşüne karşı olmasının bir başka nedeni de yine egemen sınıfın varlığını sürdürme araçlarından biri olan dine temel sağlayan teolojik yaklaşıma karşı olmasıydı. İlerleme kavramının evrimde kabul görmesinin teolojik yaklaşıma; yani doğanın ve doğada yaşayan tüm canlıların üstün bir yaratıcı güç tarafından ayrıntılı bir şekilde tasarlanmış olduğu, doğanın önceden yapılmış bir plan çerçevesinde işlediği anlayışına yol açma olasılığı vardır (bizi yaratıp var etmek için önceden saptanmış Tanrısal belirli bir amaç). Gould bu olasılığı bertaraf edip, teolojik yaklaşıma mahal vermemek adına var olan bir gerçekliği yadsımıştır.

Gould’un politik düşünceleri doğal olarak bilimsel çalışmalarına da yansıdı. Bilimsel ırkçılık, yaratılışçılık, biyolojik belirlenimcilik ve “sosyobiyoloji” hipotezleriyle, statüko ve eşitsizliğe bilimsel temel oluşturmaya çalışan düşüncelere karşı amansız bir mücadele yürüttü. Böylesi cahil ve gerici saçmalıklara Gould’un gösterdiği tepkiye sempatiyle bakılabilir. “İlerleme” gibi terimlerin, evrime uygulandığında sağlam bir bilimsel bakış açısından ideal olmayabilecekleri de doğrudur. Teleolojik bir yaklaşımı içerme riski, yani doğanın bir Yaratıcı tarafından ayrıntılı olarak geliştirilen, önceden yapılmış bir plana göre işlediği anlayışına yol açma riski her zaman vardır. Ama alışıldığı üzere, gösterilen tepki öteki uca savrulmuştur. Eğer ilerleme sözcüğü yetersizse, yerine, örneğin karmaşıklık sözcüğü konulabilirdi. İlk tek hücreli hayvanlardan bugüne gelinceye dek, canlı organizmalarda gerçek bir gelişmenin olduğu yadsınabilir mi? Geçen 3,5 milyar yıllık evrimin yalnızca değişim değil, aynı zamanda, basit formlardan daha karmaşık canlı sistemlere geçen gerçek bir gelişim anlamına geldiğini kabul etmek için, insanı (Tanrı’nın amacı olarak)evrimin en yüksek noktası olarak gören eski tek yanlı bakış açısına geri dönmek gerekmiyor. Fosil kayıtları bunun tanığıdır. Örneğin, yaklaşık olarak 230 milyon yıl önce, memelilerin sürüngenlerden evrilmesiyle birlikte ortalama beyin boyutlarındaki dramatik artış. Aynı şekilde, insanların ortaya çıkmasıyla beyin boyutlarında nitel bir sıçrama olmuştur ve bu da düzgün bir nicel süreç olarak değil, bir dizi sıçrama olarak gerçekleşmiştir; Homo habilis, Homo erectus, Homo neanderthalensis ve nihayet, belirleyici dönüm noktasını temsil eden Homo sapiens.

Evrimin, daha aşağı organizmalardan daha yüksek olanlara doğru, en karmaşık görevleri yerine getirebilen büyük beyinli insan varlığına yol açarak, daha büyük bir karmaşıklıkla sonuçlanması, onun ilerici karakterinin kanıtıdır. Canlılığın başlangıcı olan tek hücreli canlılardan memelilere kadar gelen sürece baktığımızda bir ilerleme olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Tabiî ki doğa inişli çıkışlı bir seyir göstermektedir. Gould’un haklı olarak iddia ettiği gibi, bu, evrimin lineer şekilde yükselen bir çizgi üzerinde gerçekleştiği anlamına gelmez. İnorganik maddeden organik canlıya doğru, daha basit canlılardan daha karmaşık canlılara doğru, genel anlamda bir ilerleme olmadığı sonucunu doğurmaz.

Evrim süreci, merdiven şeklinde bir gelişim demek değildir. Yani, evrim doğrusal şekilde yükselen bir çizgi üzerinde gerçekleşmez; Belli türler kendi çevrelerine uyum sağlamışlar ve bu biçimleriyle milyonlarca yıl varolagelmişlerdir. Diğer türlerse, daha gelişmiş örneklerle girdikleri rekabeti kaybetmiş ve soyları tükenmiştir. Geçen 3,5 milyar yıllık yaşamın evriminin kanıtıdır bu.

Yine Gould’un çok haklı olarak ortaya koyduğu gibi, evrimin genel ilerleyişi içerisinde, kopuşlar, gerilemeler ve duraklamalar (ve nicel birikimlerin nitel değişimlere yol açtığı sıçramalar N.T) vardır. Doğal seleksiyon, çevresel değişikliklere (yerel karakterde de olsa) yanıt olarak gerçekleşse bile, yine de daha büyük bir karmaşıklığa sahip yaşam formlarına yol açmıştır. Nitekim insanın ortaya çıkışı tüm bu süreç içerisinde müthiş bir ilerlemedir. Üstelik milyonlarca yıldır süren evrimin sadece bir değişime değil, aynı zamanda bir gelişmeye de yol açtığını kabul etmek için evrimin insanın gelişimiyle birlikte son noktasına ulaştığını kabul eden tek yanlı bakış açısına dönmek de gerekmiyor. Aynı şekilde, evrimsel süreç içerisinde yalnızca bir değişimin değil, gelişimin de olduğunu söylemek, evrimin önceden tasarlanmış nihai bir amaca doğru ilerleyen bir süreç olduğunu iddia etmek değildir. Evrimin kendi sınırlarına ulaştığını ya da insanoğlunun daha fazla gelişme göstermeyeceğini kabul etmek için hiçbir sebep yoktur. Evrim süreci, mutlaka geçmiştekiyle aynı biçimlere bürünmek zorunda olmasa da, devam edecektir. Genetik mühendislik de dahil, toplumsal çevredeki esaslı değişiklikler, tarihte ilk kez insanoğluna kendi evrimini en azından belli ölçülerde belirleme olanağını sunarak, doğal seleksiyon sürecini değiştirebilir. Bu durum, insanın gelişiminde tümüyle yeni bir sayfa açacaktır, özellikle de piyasa güçlerinin kör dövüşünün ve hayatta kalmak için verilen hayvanca bir mücadelenin değil, insanların özgür ve bilinçli kararlarının kılavuzluk ettiği bir toplumda.

Şurası açık ki, gerek dini yorumlar gerekse de ırkçı yorumlar, belli gerçeklerin üstü örtülerek bertaraf edilemez. Bu tür sağ ve gerici düşünceler, kendi gerçek köklerini bilimsel görüşlerden değil, kapitalist toplumdan alırlar. Dolayısıyla onları yok etmenin tek yolu da insanlığın başına belâ olan kapitalist toplumu ortadan kaldırmaktır. Bu sistem işçi sınıfı tarafından yerle bir edildiğinde, Gould gibi, kapitalist bir bataklığın içerisinde bile pırıl pırıl parlayan ender bilim insanları, insanlık tarihi içerisinde hak ettikleri yerleri alacaklardır.) (Aklın isyanı-Marksist Felsefe ve Modern Bilim-Alan Woods,Ted Grant)

 Sonuç

Evrim hem tek tek türlerin evrim sürecinde hem de genel evrim sürecinde, evrimin yönünü değiştiren bir ortam değişikliği olmadığı, ya da bir ya da birkaç türü veya tüm canlılığı yok edecek bir engel olmadığı sürece ortama göre en yetkine doğru ilerler. Ortam değiştiğinde ise evrim bu yönde işlemeye başlar ve yine en yetkine doğru ilerler. Ortama uyum sağlandığı, en yetkine yaklaştığı oranda ise yavaşlar. Bazı türlerin evriminin durması, milyonlarca yıl hiç değişmemesi, bulunduğu ortama en iyi uyumu sağlayıp en yetkine ulaşmış olmasındandır. Bu durumda insanın da biyolojik, fizyolojik, morfolojik, zihinsel, kültürel vs bir yığın kusur ve eksiği olduğundan herhangi bir engelle karşılaşmadığı sürece evrimi devam edecek demektir, homo sapiens sapiens türündeki insan da bir ara formdur, bulunduğu ortama göre tam yetkinleşmemiş türlerin hepsi birer ara formdur. Bu süreçte hiçbir bilinç ve amaç yoktur, fiziksel, kimyasal doğa yasalarının ve doğal seçilim yasasının zorunluluğu vardır, rastlantılar da bu yasalara uyarlar. Bazı özelliklerin avantajlı ve diğerlerinin de zararlı olması için akıllı bir tasarımcıya ihtiyaç yoktur, her şey zorunluluk ve rastlantının birlikte ürünüdür. 

Derleyen: Nilüfer Tekin