19 Ekim 2014 Pazar

Bilimsel Açıdan Kristal Kafataslarının Sırrı





Dinsel düşünce, bilinemeyen yerlere tanrıyı koyar, bilinmeyenleri tanrıya havale eder. Oysa bilimsel düşünce, bilimsel yöntem; her şeyin bilimsel bir açıklaması olduğunu kabul ederek bilinmeyenleri doğaüstü tanrısal bir güce dayandırmadan açıklamaya çalışmaktır. Kristal kafataslarının da mutlaka bilimsel bir açıklaması vardır.

Bence kristal kafatasları, yontularak değil, kuvars kristalinden ya da camdan eşyaların yapıldığı gibi kalıp kullanarak, ölen ya da kurban edilen bazı kişilerin kafataslarının kalıp olarak kullanılmasıyla yapılmış, ya da bu kafataslarının oluşum aşamasındaki kristal mağaralarına ya da bölümlerine bırakılması ve kafataslarının kristalleşmesiyle oluşmuş olmalı.

Kristal kafataslarıyla ilgili haber ve yorumlar mistik bir gizem yüklü olarak şöyle: 

Astek Kristalleri

Astek ve Maya Uygarlıkları çok ileri bir uygarlıktı. Saf enerjiyi açığa çıkarmak ve yansıtmak için kristalleri kullanıyorlardı. Maya uygarlığına ait 13 adet kafatası da bugün insanları hayrete düşürüyor. Zira bu kafataslarında sanki yaşayan bir enerji var ve bu yoğun enerjinin var olduğu veya ne amaca hizmet ettiği henüz kanıtlanamadı. Bilinen tek şey ise, bu kristallere uygulanan ışık enerjisinin kristallere yansıyarak açığa çıkan enerjinin tek bir noktadan ilerlediği ve yayıldığı. Bu kristal kafa taslarında mevcut olan enerjiyi incelemek için HB firmasını harekete geçmiş bile ve üzerinde çalışmalar yapmaya başlamış. Bakalım neler bulacaklar...
İleriki zamanlarda IBM firması kristal enerjisi ile çalışan ve sonsuz depolama gücüne sahip olan bilgisayarlar yaparsa şaşırmayın. Kristal Hard Disklerde bulunan datalar sonsuza kadar kalıyor ve hiç silinmiyor. Bu bir keşif olursa o zaman gelecekte artık bilgi saklamak için Astek Uygarlığı gibi kristal enerjisini kullanmaya başlayacağız ve Mikro Dalga sistemleri ile kristalleri bir araya getirebilirsek ilerde uzaya seyahat eden Ufo larımız bile olacağı kanısındayım. 
İnsan yeni bilgilere ve buluşlara daima açık olması gerek. Bunun için ise, ileriyi düşünmek ve görme gücü lazım.
Meksika ve Orta Amerika’da bulunan kristal kafatasları en anlaşılmaz sanat eserlerinden biridir. Maya ve Aztek kalıntılarında bulunan bu kafatasları, bazı ufologlar tarafından dünyadışı ziyaretçilerle ilişkilendiriliyor. 
En tanınmış kristal kafatası, 1927’de Mitchell – Hedges tarafından Belize’de (Orta Amerika'da yer alan bir ülke) Maya kalıntılarında bulunmuştur. Bir kafatasında, alttan bakıldığında, bir uzay gemisi kristalin içinde görülebiliyormuş. Bazı müzik ve rekler hatta bir ufoya ait hologram görüntüler bu kafatasından saçılabilir.
Kafatasları birbirinden farklıdır. Gerek yapıldıkları zaman, gerekse kafatası şekli sebebiyle farklıdırlar. Ametist kafatası ünlüdür. Koyu mor renkli ametistten yapılmıştır. Bu kafatası uzun bir beyin boşluğuna sahiptir ve günümüz çizimleriyle uzaylı bir tür olan “grilere ” benzemektedir.
Kristal kafatasları hakkında bir çok teori vardır. Bir teoriye göre, bunların anlamı ancak bütün kafatasları bulunduğunda ortaya çıkacak.
Bu kafatasları söz konusu olunca eski Kızılderili ve Maya efsaneleri şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Geleneklere göre, 13 gerçek kristal kafatası vardır. Bunlar dünyaya, dünyadışı ziyaretçiler tarafından getirilmişlerdir. Bu eserler, insanlık hakkında önemli bilgiler içermektedirler. Hatta söylentilere göre bazı kafatasları “konuşabilmektedir”. Bu iki kültürün diğer bir ortak yanı ise, kristal kafataslarının mesajının anlaşılacağı tarih: 2012 YILI.
Michell – Hedges kafatası Hewlett – Packard şirketinin bilim adamları tarafından incelendiğinde, yaşı hakkında bir sonuca ulaşılamadı. Ancak elektriksel alanın artmasına yol açtığı anlaşılmıştır. Dikkati çeken diğer bir şeyde, bugünkü bilgisayar teknolojisinin geliştirilmesinde kristal araştırmalarının rolü olduğudur. Bazılarının düşündüğüne göre bu kafatasları, dünya dışı bir uygarlık tarafından dünyaya getirilmiş ve içine, bugün henüz çözemediğimiz şifrelenmiş bilgiler koymuşlardır.
Bir çok medyum, bu kristal kafataslarıyla deneyler yaptılar ve tarif edemedikleri bir güç hissettiklerini söylediler. Diğer bazı kişilere göre, bu kafataslarının birinin sahibi Joke Van Dieton, bunu iyileştirme amacına yönelik kullandı ve iddia ettiğine göre beynindeki tümör iyileşmiş.
Bazıları bu kafataslarının iyi karakterlerinden o kadarda emin değiller. Adrian G. Gilbert ve Maurice M. Cotterell, kitaplarında, Mitchell – Hedges kafatasının Maya rahipleri tarafından insanları yakmak için “yakma camı” olarak kullanıldığını düşünüyorlar. Başka Maya efsanelerine göre kafatası ölümü simgeliyordu.
Yapılan bilimsel bir analize göre Mitchell-Hedges kafatasının, o günkü ilkel teknoloji kullanılarak zımpara ile bu hale getirilebilmesi için, bir kişinin durmadan 300 yıl bu kristal parçasını zımparalaması gerekiyordu. Sonuç olarak, Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı söyleniyor.


Mayalara ait kristal kafataslarının nasıl yapıldığı günümüz teknolojisiyle açıklanamıyor (Harun yahya)

İngiliz Anna Mitchell Hedges, 1 Ocak 1924’te, Mayaların kayıp şehri Lubaantun’da (Maya dilinde düşen taşlar anlamına gelir) piramit tapınağının mihrabının altında kristal bir kafatası buldu.

Gerçek insan kafatası boyutlarında olan bu kafatası tamamen şeffaf kuartz kristalinden yapılmıştı. Kafatası, ayrı bir parça olan hareketli alt çene kemiği ile anatomik olarak son derece kusursuz bir yapıya sahip olarak tek bir kuartz kristalinden oyulmuştu.

Bu kafatasını kimin, hangi tarihte yaptığını tespit etmek isteyen Anna Mitchell Hedges, kafatasını o dönemde bilimsel testler yapan dünyaca ünlü Hewlett-Packard firmasına incelenmek üzere teslim etti. Kristaller karbon içermediği için, karbon testi ile yaş tespiti yapamayan bilim adamları, bu kristal kafatasının ne zaman, hangi yöntemlerle yapılmış olabileceğini farklı yöntemlerle test ettiler.

1. Kafatası günümüzde elektronik sanayiinde kullanılan kuartz kristalinden üretilmiştir: Bilim adamlarından oluşan ekip, kristal kafatasının günümüzde telekomünikasyon sektöründe kullanılan ve bellek kapasitesi diğer materyallerden daha yüksek olan piezo-elektrik silikon dioksit isimli bir tür kuartz kristalinden yapıldığını ortaya çıkardı. Günümüzde kullanılan mikroişlemciler de bu maddeden üretilmektedir. Ancak daha da çarpıcı olan bu kristal türünün henüz 19. yüzyılda keşfedilmiş olmasıdır. 2. Kristal kafatası kendi elektriğini üretme kabiliyetine sahiptir: Piezo-elektrik silikon dioksit türündeki bu kristal, hem negatif hem pozitif kutuplaşma özelliğine sahiptir. Bu özelliği dolayısıyla kristal kafatası, akü ve pillerde olduğu gibi kendi elektriğini üretebilir. 3. Kafatası tek bir blok kristalden üretilmiştir: Bilim adamları kutuplaşmış bir seri test ışığı kullanarak, kafatasının alt çenesi ile üst kafatası kemiklerinin aynı blok kristal kayasının parçasından yapıldığını tespit ettiler. Kuartz kristalinin, elmastan daha yumuşak ve çok daha fazla kırılgan bir madde olması nedeniyle tek bir parçadan yontularak elde edilmiş olmasının neredeyse imkansız olması bilim adamlarını hayrete düşürdü. 4. Kristal kafatasının üzerinde hiçbir aletin izine rastlanmadı: Bilim adamları kristal kafatasının yapımında herhangi bir aletin kullanılıp kullanılmadığına anlamak için kafatasını mikroskop altında incelemeye karar verdiler. Kristal kafatasının yapımında modern otomatik aletlerin ya da mekanik aletlerin kullanıldığına dair bir işaret bulamamaları onları çok şaşırttı. Kristal kayası çok kırılgan ve tanecikli yapısı nedeniyle, alet kullanılarak oyulması durumunda parçalara ayrılırdı. Çünkü modern üretim araçları kristali, ısı ve titreşim dolayısıyla hemen kırardı.  Hewlett-Packard firması, tek parça bir kristalden alt çene gibi son derece hassas ve nadir bir parçanın, modern elmas uçlu elektrikli aletler kullanılarak dahi parçalara ayrılmadan oyulmasının imkansız olduğu sonucuna vardı. Bu durum ekipteki bilim adamlarından birinin “bu kafatası aslında hiç var olmamalı” demesine ve diğer bazı gözlemcilerin de kafataslarının insan kökenli olmayabileceği ile ilgili tahminlerde bulunmasına yol açtı. Bu testlerin ardından, kristal kafatasının elle yapılmış olması ihtimali değerlendirildi. 5. Kristal kafatası elle oyulmuş olsaydı nesiller boyunca sürecek 300 yıllık bir zaman diliminde bu şeklini alabilirdi: Bilim adamları kristal kafatasının hiç alet kullanılmadan, elle ancak elmas parçası sürtülüp, aşındırılarak oyulabileceğini ancak bunun da birkaç insan nesli kadar bir süre alacağını hesapladılar. Hewlett-Packard raporuna göre, tahmini olarak 300 yıl boyunca insanların bu kristali elle aşındırarak şekil vermeleri gerekmekteydi. 6. Kristal kafatası fizik kurallarına tamamen aykırı olarak yontulmasına rağmen hiçbir çatlak oluşmamıştır: Günümüzde kristaller eksenleri etrafından yontulurlar. Çünkü kristallerde moleküler bir simetri vardır. Kristali kırmamak için, doğal yapısına göre yani bu moleküler simetriye uygun olarak kesilmesi gerekir. Lazer ya da yüksek teknoloji kesme metodları kullanılsa dahi kristaller doğal eksenlerine göre kesilmedikleri taktirde parçalanırlar. Ama bu kristal kafatası ekseninden tamamen bağımsız şekilde kesilmesine rağmen fizik kurallarına aykırı olarak hiçbir kırılma ya da çatlama olmadan yontulmuştur. 7. Kristal kafatasının optik dizaynı bilim adamlarını hayrete düşürmüştür: Hewlett-Packard firmasında yapılan testler sonucunda bilim adamları kafatasının ilginç optik özelliklerini de keşfettiler. Kafatasına alttan verilen ışık, normal şartlarda her yana yayılması gerekirken bu kristal içinde bir kanal oluşturarak tam göz yuvalarının olduğu yere odaklanarak, dışarı yansıyor. 8. Kristal kafatasının içindeki prizma, mekanın görüntüsünü gözlerde topluyor: Kafatasının alt arka kısmında bir tür prizma bulunmaktadır. Göz çukurlarına çarpan ışık ışınları buradan yansıtılır. Bu nedenle eğer göz çukurlarının içine doğru bakarsanız, tüm odanın kristal kafatasının gözlerinin içine yansıdığını görürsünüz. Bundan 8 bin yıl önce inşa edilen İngiltere’deki dikili taşlar Stonehenge, Mısır piramitleri, Urfa Göbekli Tepe’deki 11 bin yıl önce oyulan T biçimli hayvan motifli taşlar, 10 tonluk yekpare taştan inşa edilmiş Güneş kapısı ve bunlar gibi günümüz teknolojisiyle dahi yapımı açıklanmakta güçlük çekilen yapılar, antik çağlarda yaşayan insanların iddia edildiği gibi az gelişmiş, sanat, bilim ve teknolojiden anlamayan ilkel insanlar olmadıklarını ispatlamaktadır. Evrimciler biyoloji, paleontoloji, zooloji, entomoloji, botanik gibi bilimin her dalına uygulamaya çalıştıkları çarpık evrimsel mantığı arkeolojiye de uyarlamak istemişlerdir. Ancak arkeolojide gün yüzüne çıkarılan tarihi eserler, evrimcilerin iddia ettiği gibi insanın maymunsu canlılardan gelişerek günümüzdeki modern halini aldığını iddiasını bilimsel olarak çürütmektedir.

Kaynaklar:  -    Sacred Hoop Magazine, Sayı 21, Yaz 1998 -    Chris Morton and Ceri Louise Thomas, The Mystery of the Crystal Skulls, Bear & Company/Inner Traditions (Amerika ve Kanada’da),  Element/Harper Collins (İngiltere


Orta ve Güney Amerika’nın çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda çeşitli boyutlarda kristalden yapılmış kafatasları bulunduğu bilinmekte. Kimi New Age (ruhsal konulara ilgi) gruplarının ilgi duyduğu olay, George Lucas’ın ‘Indiana Jones’un da esin kaynağı olmuştu.



Meşhur Aztek Kristal Kafatası sahte mi?

Gizemcilerin çok önem verdikleri Kristal Kafatası, 1897’de Londra British Museum’a Fransız Eugene Boban tarafından satılmıştı ve Meksika’da bulunan objenin Aztekler’e ait olduğu düşünülmüştü. İçinde bulunduğumuz yılda, bir İngiliz Profesör, ünlü kafatasının 19. Yüzyıl’a ait olduğunu ve düşük kalitede Brezilya kristalinden yapılmış olduğunu açıkladı. Bu Profesör, Cardiff, Wales Üniversite’sinden Ian Freestone’du, Freestone aynı zamanda da müzenin araştırma kurulunun başkanı ve yıllardır kafatası üzerinde çalışıyor ve cismin tekerlek biçiminde bir aletle kesilip, parlatıldığını iddia ediyor. Ama Aztekler hiç bir zaman tekerlek kullanmadılar. Öteyandan bu tür kristal gerçekten Brezilya’da çıkarılıyordu ama Meksika’da bulunmuyordu. Kafatasının yüzeyi ışık altında parlayan minik kabarcıklarla dolu, çok yakından bakınca seçilebiliyorlar, diğer Aztek kristal eserleriyle karşılaştırmalar bu yönde yapılıyor. Prof. Freestone, kafatasının özellikle dişleri üzerinde elektron mikroskobu kullanarak taramalar yapıyor. Freestone diyor ki; “Anlaşılıyor ki, kafatası yapılırken bazı yerlerinde çark biçiminde bir araç kullanılmış ve biz bu tekniğin Avrupalılar, Amerika’ya geldikten sonra geliştirildiğini biliyoruz yani Kolomb sonrasında… ve yine biliyoruz ki bu tür teknikleri Güney ve Orta Amerika’ya İspanyol rahipler getirdiler ve işçiliği öğrettiler. ” Sonuç olarak Prof Freestone, kafatasının 19. Yüzyıl Avrupa’sına ait olduğu yönünde güçlü kanıtlar olduğu ve 19. Yüzyıl’da bir İspanyol askeri tarafından Avrupa’ya getirildiği düşüncesinde. Ama tartışmalar sürüyor çünkü taşlar en katı maddelerdir ve tarihlenmeleri çok zordur, bu nedenle soru cevapsız kalacak ve gizem çözülemeyecek. 21 cm. yüksekliğindeki kafatası,ruhsal inançların, ölümün ve ölümden sonra yaşamın simgesi ve bilindiği gibi kristaller aynı zamanda da güç kaynaklarıdırlarKafatasının bir eşi bugün Paris Musee de l´Homme’da ve ikisi arasında bir ilişki olduğuna inanılıyor. 1950’lerden beri tartışılan bu konu şimdilerde yine gündemde ama tekerlek biçimli yontma ve parlatma aracı ilk kez konuşuluyor. Bu kuşkulu geçmişe rağmen Prof. Freestone kendinden emin; “Herşey insanların ruhsal, ölüm ve ölümden sonra yaşamla ilgili inançlarına bağlı, burada bir gizem var ve insanlar gizemi seviyorlar. Eğer kafatasının sırrı ya da kökeni ne olursa olsun aydınlanırsa, toplum belli etkilerden kurtulacaktır.” Ne dersiniz? Tam bir materyalizm ve kara adam görüşü değil mi? Gizem ille de olmayacak… 




Kristal Kafataslarının görselleri



Mayalarda sınıflara göre kafa şekillendirme




 Mayalarda  Ahşap beşik sıkıştırması  ile koni baş üst sınıf bireyi kafatası yaratmak




Mayalarda çocuk emekçi kafatası yaratmak



Maya çocuk emekçinin kafatası





mayalarda üst sınıf yetişkin kafatası






Kuvars Kristalinin Kimyası


Silisyum
Vikipedi, özgür ansiklopedi


Kuartzın ana maddesi, kumun ana maddesi ve camın ana maddesi olan silisyumdur.
Camın ana maddesi kum olarak bilinir. Bunun sebebi camın asıl hammaddesi olan silisyumun kumda özellikle de deniz kumunda çok bulunmasıdır.
Silisyumyeryüzünde en çok bulunan elementlerden biridir. Yarı iletken özelliğe sahip oluşu ve doğada, ormanda, doğal yaşamda çok bulunması, transistör, diyot ve hafızalarda kullanılabilmesinin pratik hızlı oluşu, entegre devrelerin ve bilgisayarların silisyum teknolojisi üzerine inşa edilmesini sağlamıştır. Bugünlerde ise, "Silikon Vadisi" denilen dev endüstrinin adı bir silisyum bileşiği olan silikon dan gelmektedir.
Silisyum


Atom numarası (proton sayısı) 14'tür. "Si" simgesi ile gösterilmektedir. Oda sıcaklığında katı haldedir. Kararlı yapıya sahip değildir (nötr halde). Kararlı hale geçerken aldığı yükler nedeniyle ve ayrıca doğada çok bulunduğu için yakın gelecekte tıpkı karbon selektörleri olduğu gibi silisyum selektörleri de olacağı tahmin edilmektedir.
Silisyumun ilk keşfi 1824 yılında İsveçli kimyager Jöns Jakob Berzelius tarafından gerçekleştirilmiştir. Bundan öncede kullanılıyor ancak bu elementin ne olduğu bilinmiyordu.
Silisyum doğada siliksat asidi (mSiO2.nH2O) ve tuzları halinde bulunur. Yerkabuğunun yaklaşık %25.7 si bu elementten oluşur. Oksijenden sonra bileşikleri halinde en fazla bulunan elementtir. Silisyum oksit (SiO2) doğada kum ve kuartz şeklinde bulunur.
Silisyumun iki tane allotropu vardır. Bunlardan birincisi saf kristal silisyumdur.Saydam olmayan koyu gri renkli, parlak sert ve kırılgan olup örgü yapısı elmasa benzer. Diğeri ise amorf silisyumdur. Koyu kahve renkli olup tane büyüklüğü nedeni ile kristal silisyumdan ayırt edilebilir. Kolay reaksiyon verir.
Saf olarak silisyum eldesi, silisyum oksidin (kum, kuartz) kok kömürü (grafit) ile elektrikli fırında indirgenmesi sonucunda gerçekleşir. Gerekenden daha fazla karbon kullanılırsa silisyum karbür (SiC) oluşur. 
Silisyum yarı iletken bir elementtir.
SiCl4 + 2H2 → Si + 4HCl

Hava ile Reaksiyonu
Silisyumun parlak yüzeyi, silisyum oksit ile kaplanarak hava ile etkileşmesini engeller.  900°C’ da  silisyum oksijen ile reaksiyona girerek silisyum oksidi oluşturur.Sıcaklık 1400°C’ a çıkarıldığı zaman ise havadaki azot ile reaksiyona girer.


Kullanım Alanları
Silisyum ya da silikon, kullanım alanı en geniş olan elementlerden biridir. Kum ve kil formu, beton ve tuğla yapımında kullanılır. Yüksek sıcaklıklarda çalışma koşullarına çok dayanıklı bir elementtir. Silikat formuysa, mine, emaye ve çanak-çömlek yapımında önemlidir. Çeliğin bileşimine de katılır. Kusursuz mekanik, optik, termal ve elektriksel özellikler taşıyan en ucuz madde olan kum halindeki silika, camın da esas bileşenidir. Aşırı saf silisyum, bor, galyum, fosfor ya da arsenik ile güçlendirildiğinde; transistörler, güneş gözeleri ve doğrultucular gibi, elektronik endüstrisinde büyük önem taşıyan aygıtların yapımında kullanılan silikon karışımları elde edilir. Elektronik mikroçiplerin yapımında yarı iletken olarak kullanılır. Diatomlar ve radyolaryalar gibi omurgasızların dış iskeletlerinin yapısına katılması nedeniyle de, yaşamsal önem taşımaktadır. Bu dış iskeletler, daha sonra dibe çökerek, çeşitli kayaçların yapısına katılır. Bitkilerin ve insan iskeletinin yapısında da silisyum bulunur. Silikon karbid (SiC) ( silisyum karbür ), bilinen en sert maddelerden biridir.[1]



Kristal ve kristalleşme Nedir? Kristal Çeşitleri Nelerdir ?



Kristal denince pek çok kişinin aklına ender bulunan güzel bir mineral ya da değerli taş gelir. Oysa kristaller bunlarla sınırlı değildir. Örneğin zümrüt ve elmas birer kristaldir, ama çevremizdeki sıradan maddelerin çoğu da öyledir. Tuz ve şeker kristal yapılıdır; öte yandan eczacıların ilaç yapımında kullandıkları maddelerin çoğu, örneğin şap, kükürt, boraks da kristal haldedir. Doğada kristal oluşturan yüzlerce madde vardır. Bunların içinde en yaygın olanlardan biri sudur. Su, donduğunda çok ilginç ve güzel biçimli kırağı ya da kar kristallerine dönüşür.
Hemen hemen tüm katışıksız maddeler katı haldeyken kristal yapılıdır, yani kristallerden oluşur; kristaller, atomların yerleşim düzenine bağlı olarak belirli bir biçime ve belirli sayıda yüzeye sahiptir. Aynı maddenin bütün kristalleri değişik büyüklüklerde olabilir, ama bunların hepsinin biçimi aynıdır. Bir odun parçası kristal değildir, çünkü atomlarının herhangi bir düzenli yerleşimi ve bundan kaynaklanan belirli bir biçimi yoktur. Odun yontularak, kil yoğrularak kristal görünümüne kavuşturulabilir; ama gerçek kristaller yalnız doğada ya da kimyasal bir tepkime sonucunda oluşur.Kristallerin nasıl oluştuğunu anlayabilmek için, doğanın bunu nasıl gerçekleştirdiğine bakmak gerekir. Sıcak suya bir kaşık tuz atalım. Katı haldeki tuz tanecikleri bir süre sonra yok olacaktır; çünkü sıcak su tuzu eritir, yani bilimsel deyişiyle çözündürür. Tuz artık çözelti'ye geçmiştir. Eğer bu çözelti günlerce bekletilirse su buhar haline gelerek havaya karışır ve geriye tuz kalır. Bu tuzu yakından inceleyecek olursak, tuz taneciklerinin tıpkı başlangıçtaki gibi küp biçiminde olduğunu görürüz. Bu örnekte olduğu gibi, bir çözeltiden kristallerin oluşması sürecine kristalleşme denir. Tuzu daha da hızlı kristalleştirmek için tuz çözeltisi kaynatılabilir. Çözeltideki suyun tamamı buharlaşıp uçtuktan sonra geriye tuz kalır. Bu yolla kristalleşen tuz tanecikleri de küp biçimindedir. Tuz, her zaman küp biçimindeki kristaller halinde bulunur. Bu deney, bir maddenin belirli bir sıvıda eriyerek, yani çözünerek çözeltiye geçebileceğini ve sonra yeniden kristal haline gelebileceğini gösterir.Kayaçlar arasından akan sular bazı mineral maddeleri çözündürerek bunları çözelti halinde taşıyabilir. Zamanla çözeltideki miktarı artabilir ve sonunda su, bu mineral çözeltilerini taşıyamayacak duruma gelebilir. Bu durumda çeşitli mineraller yeniden kristalleşir ve kayaçların içindeki çatlaklarda ya da boşluklarda çökelir. Kuvars, kalsit ve demir piritleri gibi mineral kristalleri çoğu kez bu yolla çökelir {bak. Mineral).

Bazı kayaç oluşum süreçleri sırasında mineral kristalleri de oluşur. Dünya'nın derinliklerinde bulunan kızgın ve erimiş kayaç maddeleri aslında mineral çözeltileridir. Magma denen bu erimiş madde basıncın etkisiyle yerkabuğunun üst kesimlerine doğru yükseldikçe soğumaya başlar. Magma çok yavaş soğur ve sıcak sıvı halden soğuk katı hale dönüşürken kristalleşir {bak. Kayaç). Örneğin granit kayacı, kristalleşmiş kuvars, feldispat ve mika mineralleri içerir. Milyonlarca yıl önce granit, erimiş mineral çözeltilerinden oluşan sıvı bir kütle halindeydi. Bugün de yerkabuğunun iç kesimlerinde erimiş kayaç kütleleri, yani magma vardır; bu magmanın yüzeye yakın olan bölümleri yavaş yavaş soğuyarak mineral kristalleri oluşturmaktadır. Kristaller çok değişik biçimlerde olabilir. Küp biçiminde olanların yanı sıra bazı kristaller altı uzun ve düzgün yüzey biçiminde olabilir; bu biçime altıgen prizma denir. Bazı kristallerin bir tepe noktasında birleşen üçgen yüzeyleri vardır; buna da piramit denir. Bazıları baklava biçimindedir. Bazıları ise iki ya da daha çok biçimin bileşimiyle karmaşık yapılar oluşturur. Bazı mineraller öyle küçük kristaler oluşturur ki, bunlar ancak mikroskop altında görülebilir. Bazılarında ise her bir kristalin ağırlığı yüzlerce kilogramı bulur. Örneğin asbest, ince saça benzer kristaller oluşturur. Öte yandan, kuvars minerali, küçük kristaller biçiminde olduğu gibi, insandan daha iri kristaller halinde de bulunabilir. Mika minerali ince saydam levhalar halindedir. Sri Lanka'daki mika minerallerinin kristal yapısı, yandan bakıldığında, kapalı bir kitabın sayfalarına benzer; "sayfa"ları oluşturan katmanların genişliği ise birkaç metreyi bulur. Kükürt gibi bazı mineraller, kristal biçiminde olsun ya da olmasın, her zaman aynı renktedir. Katışıksız kuvars, cam gibi berrak ve renksizdir; ama çok az miktarda da olsa başka minerallerin karışması renk değişikliğine yol açar. Bu maddelere katışkı denir. Bazı katışkılar kuvarsa, eflatun ile mor arası bir renk kazandırır (bu tür kuvarsa ametist denir); başka bir katışkı maddesi de kuvarsın rengini siyaha dönüştürür. Bakır, karıştığı minerale tatlı bir mavi ya da mavimsi yeşil renk verir. Demir ise katışkı maddesi olarak içinde bulunduğu mineralin rengini kırmızıya, kırmızımsı sarıya ya da kahverengiye dönüştürür. Kristaller (katışıksız kuvarsta olduğu gibi) saydam ve renksiz, mat ve koyu renkli ya da değişik renklerde ve parlaklıklarda olabilir. Mücevher yapımında kullanılan berrak ve güzel görünümlü kristallere değerli taş denir. Bunların aynı zamanda, tıraşlanıp parlatılabilecek kadar sert olmaları gerekir. Üzerlerinde hiçbir çatlağın, beneğin ve mat renkli bölgelerin bulunmaması gerekir. Elmas, yakut, zümrüt ve safir ender bulunan değerli minerallerdirKarbonun kristal yapılı bir biçimi olan elmas, bilinen en sert madde ve en güzel değerli taştır. Akik, mor yakut denen ametist, opal ve grena gibi yan değerli taşlar ise, değerli taşlara göre biraz daha yumuşak ve onlardan daha mattır. Elmas ya da grena gibi çok sert kristaller başka maddeleri kesmek ya da delmek için kullanılır; ama bu yoldan yararlanılanlar yalnızca kusurlu olanlarıdır. Kusursuzları çok daha değerlidir ve mücevher yapımında kullanılır. İlk radyo alıcılarında galen kristallerinden yararlanılırdı. Galen, kurşun sülfürden (PbS) oluşan bir mineraldir. Bu mineralin kullanıldığı alıcılara "kristalli alıcı" denir. Kuvarstan' kesilen levhalar elektrikle yüklendiğinde, sabit bir yüksek frekansta titreşirler; radyo donanımlarında, kristal denetimli kol ve masa saatlerinde bu özellikten yararlanılır. Kuvars, kalsit ve flüorit kristallerinden ise bazı özel mikroskop türlerinde yararlanılır. kaynak; Temel Britannica, Ana Yayıncılık 1992, cilt 11


Dünyada bilinen en büyük kristal 14.1 ton olup, 32 metre genişliğinde ve 3,5 metre yüksekliğindedir. Namibya'da (Güney afrika’da), Erongo bölgesinde, Karibib şehri yakınlarında bulunmuş olan dünyanın en büyük kuvars kristali Swakopmund şehrinde sergilenmektedir. Kristalin ocaktan çıkarılması 5 yıl sürmüştür. 

Uygulamada “sıvı kristal” adı ile bilinen maddeler de bulunmaktadır. Sıvı kristaller; sıvı maddelerin ve katı kristal maddelerin özelliklerinin bir karışımını içeren spesifik kimyasal maddelerdir. Bu maddeler, sıvılar gibi akışkan olup, katı kristaller gibi üç boyutlu moleküler yapıdadır. Sıvı kristallerin üç fazı mevcuttur: Termotropik faz Liyotropik faz Metalotropik faz Termotropik faz ve liyotropik faz organik moleküler yapıları içerir. Metalotropik faz ise hem organik, hem de inorganik moleküller içeren bir fazdır. Sıvı kristalleri hem doğada, hem de yapay olarak sanayide görmek mümkündür. Sanayide sıvı kristalleri tüketiciler olarak biz sıklıkla elektronik cihazların ekranlarında ve göstergelerinde görmekteyiz. Katı kristalleri ise sıklıkla dekoratif ürünlerde görmekteyiz. Özellikle kristal avizeler ihtişamın ve gösterişin temsilcisi olarak birçok mekanda bulunmaktadır. Benzer şekilde yine birçok dekoratif ürün ve aksesuarda kristal kullanılmaktadır. Mutfak eşyalarında da kristal bardaklar gibi eşyalar söz konusudur.


Sıvı kristaller hem doğada hem de teknolojik uygulamalarda mevcuttur. Çoğu modern elektronik göstergeler sıvı kristallidir. Liyotropik sıvı kristaller canlı sistemlerde çok yaygındır. Örneğin hücre zarı ve bazı proteinler sıvı kristaldir. Diğer iyi bilinen SK örnekleri sabun ve deterjan köpükleri ve tütün mozaik virüsüdür.
Sıvı kristaller kabul edilen (konvensiyonel) sıvı ve katı kristalin sahip olduğu özellikler arasındaki halde bulunan bir maddedir. Örneğin, sıvı kristal bir sıvı gibi akabilir, fakat molekülleri kristalimsi bir şekilde yönlendirilebilir.

Sıvı kristaller termotropik, lyotropik ve metalotropik seviyerde gruplandırılabilir.Termotropik ve lyotropik sıvı kristaller organik moleküllerden oluşur. Termotropik sıvı kristaller sıcaklık değiştirildiğinde sıvı kristal seviyesine seviye geçişi gösterirler. Lyotropik sıvı kristaller hem sıcaklık hem de sıvı kristal moleküllerinin çözücü içinde (genellikle su) yoğunluğu olarak seviye geçişi gösterirler. Metalotropik kristaller hem organik hem de inorganik moleküllerden oluşur. Bunların sıvı-kristal geçişleri sadece sıcaklık ve yoğunluğa bağlı olmayıp inorganik-organik bileşim oranına da bağlıdır. Sıvı kristal örnekleri hem doğal dünyada hem de teknolojik uygulamalarda bulunabilir. En gelişmiş elektronik ekranlar sıvı kristalleri kullanırlar. Lyotropik sıvı kristal seviyeleri canlı sistemlerde bol miktarda bulunur. Örneğin, birçok protein ve hücre zarları sıvı kristaldir.



Kuvars


Kristal Kuvars taşının asıl söyleniş biçimi kuvars kristali'dir. Fakat genelde kristal kuvars olarak söylendiğinden dolayı, farklı bir taş olarak algılanmaması için bizde bu şekilde kullandık.

Dünya üzerinde çok geniş bir alana yayılmış, yer kabuğunun %10'dan fazlasını oluşturan sert ve katı bir mineral grubudur. Altıgen prizmalar şeklinde kristallerdir. Çoğunlukla içinde donmuş bir su damlası vardır ve kırıldığında tekrar suya dönüşür.

Yüzyıllardır sihir ve tedavi alanlarında kullanılan kuvars kristali oksijen ve silikonun bileşenlerinden oluşur.


Endüstriyel alanda, elektronik iletici ve ayırıcı olarak kullanıldığı gibi, saatlerde, deterjanlarda, diş macunlarında, cam ve elektrik ışıklandırmalarında kullanılmaktadır. 
Metafiziksel anlamda kuvvetin ve gizli gücün sembolüdür. Doğanın enerjisini içinden geçirip iletir. Gizlilikleri anlama yeteneği verir. Kâinatın sonsuz gücünü temsil ettiğine ve taşıyanın bu gücü kavrayabileceğine inanılmıştır.
Ortaçağda ve öncesinde krallar ve soylular, gizli gücü olduğuna inanılması nedeniyle asalarında, kılıç kabzalarında veya üstlerinde kuvars taşı bulundururlardı.
Hatta efsanevi Atlantis ülkesi yöneticilerinin, kuvarsı enerji kaynağına dönüştürdükten sonra, bu enerjiyi kötü amaçlarla kullandıkları için yok oldukları iddia edilmiştir.
Eski halklar yağmur yağması için, dua ile birlikte kuvars taşını da kullanmışlardır.


Kuvars, oldukça saf silisyum dioksit (SiO2) kristallerine verilen addır. Özgül ağırlığı 2,65 g/cm3, sertliği 7 olan kuvarsa doğada çok rastlanır. Heksagonal sistemde kristalleşen kuvars, doğada kristal ya da amorf (biçimsiz) halde bulunabilir. İçindeki yabancı maddelerin cins ve miktarına göre, saydam, renkli ya da yarı saydam durumdadır. Renkleri : Kuvarsın rengi beyaz (süt kuvars), mor (ametist), pembe kuvars, duman renkli füme gibi çeşitli renklerde olabilir.
Bozunmaya en dayanıklı mineraldir.


Gül Kuvars

Kristal Kuvarsın az (nadir) bulunan cinsidir. Çok eski çağlarda mühür ve sembol yapımında kullanılmıştır. Günümüzde ise oyma biblo, dekoratif süs eşyası ve mücevherat yapımında kullanılmaktadır. 
Genellikle saydam ve yarısaydamdır, Opak olanı da bulunmaktadır.
Endüstriyel alanda, elektronik iletici ve ayırıcı olarak kullanıldığı gibi, saatlerde, deterjanlarda, diş macunlarında, cam ve elektrik ışıklandırmalarında kullanılmaktadır. 
Metafiziksel anlamda kuvvetin ve gizli gücün sembolüdür. Doğanın enerjisini içinden geçirip iletir. Gizlilikleri anlama yeteneği verir. Kâinatın sonsuz gücünü temsil ettiğine ve taşıyanın bu gücü kavrayabileceğine inanılmıştır.
Ortaçağda ve öncesinde krallar ve soylular, gizli gücü olduğuna inanılması nedeniyle asalarında, kılıç kabzalarında veya üstlerinde kuvars taşı bulundururlardı.
Hatta efsanevi Atlantis ülkesi yöneticilerinin, kuvarsı enerji kaynağına dönüştürdükten sonra, bu enerjiyi kötü amaçlarla kullandıkları için yok oldukları iddia edilmiştir.
Eski halklar yağmur yağması için, dua ile birlikte kuvars taşını da kullanmışlardır.






Kuars (Çakmak Taşı)

cihazlı defineciyi yanıltan taş kuartz
gönderen mambo5 » 12 Şub 2011, 09:24
ALINTIDIR Halk arasında çakmak taşı olarak da bilinir. Kuartz, oldukça saf silisyum dioksit (SiO2) kristallerine verilen addır. Özgül ağırlığı 2,65 g/cm3, sertliği 7 olan kuvarsa doğada çok rastlanır. Heksagonal sistemde kristalleşen kuvars (altı köşeli kristal sistem), doğada kristal ya da amorf (biçimsiz) halde bulunabilir. İçindeki yabancı maddelerin cins ve miktarına göre, saydam, renkli, ya da yarı saydam durumdadır. Renkleri : Kuvarsın rengi beyaz (süt kuvars), mor (amotist), pembe kuvars, duman renkli füme gibi çeşitli renklerde olabilir. Beraber bulunduğu mineraller : Alkali feldspatlar ve plajioklaslar



Kumlarda bolca bulunan kuvarsın saf olmayanları içinde demir vardır. Beyaz kum olarak bilinen oldukça saf kuvarslar cam endüstrisinde kullanılır. Kuvars kristali mor-ötesi ve kızılaltı ışınımları saydamdır; bu bakımdan morötesi lambaların ve P. Curie tarafından ortaya kondu. Bu özelliğinden dolayı elektronik sanayiinde osilatör olarak kullanılır.Ergitilen kuvarstan, ısınınca genleşme oranı çok düşük olan bir cam elde edilir. Ani sıcaklık değişikliklerinden etkilenmesi istenmeyen malzemelerin yapımında kuvarstan yararlanılır ve ayrıca çakmaklarda kıvılcım çıkartarak çıkan gazın yanması sağlanır ve çakmağınız yanar .


TÜRLERİ Saydam ya da renkli dağ kristali (necef taşı) Kahverengi dumanlı kuvars Sarı renkli sitrin Portakal renginde medeira sitrini Yeşil renkli kloritli kuvars Menekşe renkli mor necef (ametist) Kan renginde yemani Pembe renkli hematoyit kuvars İçinde mika bulunan kırmızı renkli yıldız taşı (aventurin) İçinde tutam halinde rutil iğneleri bulunan Venüs saçı İçinde amyant lifleri bulunan kedigözü

Piezoelektrik Kuvars piezoelektrik bir taştır. Üzerine uygulanan belli bir mekanik basınç etkisiyle (sıkışma,esneme,burma) kristal yüzeyleri arasında bir elektriksel gerilim üretir. Bu özelliği sayesinde aynı zamanda quartz saatlerde de kullanılır.George Washington Pierce kuvars salıngacını dizayn edip patentini aldı (1923). 1927'de Warren Marrison ilk kuvars salıngaçlı saati icat etti. Bilindiği gibi kati maddeler yüklü parçacıklardan oluşur ve bir kati madde içindeki negatif ve pozitif yüklü parçacıklar dengededir (yani kati madde elektriksel olarak yüksüzdür). Ancak mekanik bir yolla malzeme üzerine bir kuvvet uygulamak, yüzey yüklerinin oluşmasına neden olabilir. Bir kristalde piezoelektrik özelliğin gözlenmesi, bu yüzey yüklerinin oluşmasına bağlıdır. Fakat simetri özellikleri bu yüklerin oluşması için gerekli koşulları kısıtlamaktadır. Bu nedenle simetri merkezi olmayan kristaller bu iş için en uygun malzeme grubunu oluşturmaktadır. Elektriksel olarak yüksüz ve yapısal simetri merkezi bulunmayan bir kristale uygulanan basınç, artı yüklerin merkezi ile eksi yüklerin merkezinin birbirlerinden hafifçe ayrılmasına ve kristalin karşılıklı yüzeylerinde zıt yüklerin ortaya çıkmasına neden olur. Yüklerin bu şekilde ayrılması bir elektrik alanı yaratır ve kristalin karşılıklı yüzeyleri arasında ölçülebilir bir potansiyel farkı oluşur. Piezoelekrik etkiyi ifade eden bu surecin tersi de geçerlidir. Ters piezoelektrik etkide de, karşılıklı yüzeyleri arasına bir elektrik gerilimi uygulanan bir kristalde boyutsal bir sekil değişimi oluşmaktadır. Piezoelektrik malzemeler, baslıca iki malzeme grubundan oluşur; kuvars ve turmalin gibi doğal olarak piezoelektrik etki gösteren kristaller ile kutuplanma sonrasında piezoelektrik etki gösteren ferroelektrik malzemeler.






Doğal kuvars kristali






Kristal mağaraları








Camdan yapılmış bir küre. İnsanoğlu, tarihi boyunca cam kürelere gizemli manalar yüklemiş; fal bakmak, geleceği görmek gibi amaçlarla onlardan yararlanmıştır




Kristal Kuvarsın en önemli özelliklerinden biri kırık gibi görünen bölümlerinde gökkuşağı renklerinin oluşmasıdır.




Değerli Kuvars taşları


Ametist

Ametist, kuvars taşının mor renkli olan türüdür. Liladan koyu mor rengine kadar değişik renkleri vardır. Mor rengini demir madeninden alır ve  bir silisyum dioksit bileşimidir. Pembe Kuvars ile kullanılması tavsiye edilmektedir.





Gül kuvars


 Kristal Kuvarsın az (nadir) bulunan cinsidir. Çok eski çağlarda mühür ve sembol yapımında kullanılmıştır. Günümüzde ise oyma biblo, dekoratif süs eşyası ve mücevherat yapımında kullanılmaktadır.

Genellikle saydam ve yarısaydamdır, Opak olanı da bulunmaktadır.

Tüm Kristal ailesi üyeleri gibi endüstriyel alanda, elektronik iletici ve ayırıcı olarak kullanıldığı gibi, saatlerde, deterjanlarda, diş macunlarında, cam ve elektrik ışıklandırmalarında kullanılmaktadır.

Metafiziksel anlamda KUVVET ve GİZLİ GÜÇ yanında AŞK, SEVGİ, GÜZELLİK sembolüdür. Doğanın enerjisini içinden geçirip iletir. Gizlilikleri anlama yeteneği verir. Kainatın sonsuz gücünü temsil ettiğine ve taşıyanın bu gücü kavrayabileceğine inanılmıştır.
Ortaçağda ve öncesinde krallar ve soylular, gizli gücü olduğuna inanılması nedeniyle asalarında, kılıç kabzalarında veya üstlerinde kuvars taşı bulundururlardı.
Hatta efsanevi Atlantis ülkesi yöneticilerinin, kuvarsı enerji kaynağına dönüştürdükten sonra, bu enerjiyi kötü amaçlarla kullandıkları için yok oldukları iddia edilmiştir.






http://www.degerlitaslar.gen.tr/selenit-col-gulu.html


Derleyen: Nilüfer Tekin


Türkiye'de Krematoryum Sorunu




Birleşik Arap Emirlikleri’nde de 2006 yılında Hollandalı bir firma tarafından krematoryum açıldı. Şu anda Avrupa’da krematoryum olmayan tek ülke Türkiye.






Yakılmayı seçen ünlü isimler  Heath Ledger, Ingrid Bergman, Steve McQueen, Rock Hudson, Kurt Cobain, Alfred Hitchcock, Albert Einstein, Prenses Margaret, Marlon Brando, Amy Winehouse kremasyonu seçen dünyaca ünlü isimler. 



Krematoryum nedir
Krematoryum, cesetlerin yüksek sıcaklıklardaki yakıldığı yere verilen isimdir.


Tarihçe

Orta Çağ'da rasyonalist ve klasisistler, ölümden sonra yakılma işleminin, ölümden sonraki hayata karşı bir duruş olduğunu savundular. Uzak Doğu'da ise beden, aynı zamanda ruh anlamına da geldiği için, ölü yakma törenleri açık havada yapılıyor ve büyük bir ayin düzenleniyor. Cenaze yeri sanki bir panayır alanına dönüşüyor. İslam kültüründe ve bazı doğu Ortodoks toplumarında ise ölülerin yakılması yasaklanmış durumda. Bütün toplumlar tarafından önce yadırganmış ve sonra kabul edilmeye başlanmış bu işlem, beraberinde kente, hayata da yeni bir düzen getiriyor. İnançlar ve hür irade dahilinde kişinin kendi bedeni için aldığı karar, öldükten sonra yakılma ve kül olma kararı, bir çok prosedür, ünite, izin ve mekan gerektiriyor.

Ölü bedenin yakılması, sadece inançlar ve öldükten sonra kül olma isteğine dayanmıyor. Dünya, bunun dışındaki durumlarda da bedenlerin yakıldığını gördü. Ölü yakma kültürü dışında toplum açısından yüksek risk taşıyan ölüler de bu tip yerlerde yakılarak çevreye zarar vermeleri önleniyor.

Osmanlı'nın son zamanlarında İstanbul'da Anadolu Kavağı sınırları içinde "Tahaffuzhane" olarak adlandırılan ölülerin yakıldığı bir bina vardı. Cumhuriyet döneminde bu alan askeri bölge ilan edildi ve daha sonra harabe oldu.

Bunun dışında, Atatürk'ün Zincirlikuyu Mezarlığı'nda yaptırdığı krematoryum, daha sonra geleneklerimize aykırı olduğu görüşüyle yıkıldı ve yerine, her boş alanı doldurmak için yaptığımız gibi, otopark yapıldı.

(1930'larda, Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun ardından Zincirlikuyu Mezarlığı girişine bir krematoryum yapıldı, ancak hiç kullanılmadığı için birkaç yıl sonra yıkıldı.
Eski Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay zamanında, 1975-1976 yıllarında bir krematoryum yapılması girişiminde bulunuldu, ancak yaşama geçirilemedi.
(S.Uluç – Elveda Batı(k) Avrupa) )




Günümüzde "laik" Türkiye Cumhuriyeti'nde yasal bir engel olmamasına rağmen "İslam"a aykırı olduğu gerekçesiyle çıkarılan zorluklardan, engellerden dolayı herhangi bir krematoryum binası bulunmuyor.

Yasalar ne diyor

Hıfzıssıhha Yasası’na göre krematoryum kurmak serbest, iş ki belediyeler izin versin

24.10.2004
Oya ARMUTÇU
Şenol Şahin mimar, Yeşiller Partisi eski Genel Başkan Yardımcısı ve bir araştırmacı. Öldükten sonra ‘yanma hakkını’ savunuyor. Hatta bu konuda içinde krematoryum ve organ bağışı için nakil merkezi de bulunan ‘Yaşam Destek Merkezi’ adlı bir projesi var. Krematoryum konusunda bir kitap hazırlığı içinde bulunan Şahin, pek çok kişinin öldükten sonra yakılmak istediğini, bu kişilere izin verilmemesinin ise büyük haksızlık olduğunu savunuyor.
Halbuki Türkiye’de ölülerin yakılması ve krematoryum kurulması konusunda yasal bir engel bulunmadığını söylüyor. Hıfzıssıhha Yasası’ndaki (Genel Sağlık Yasası) ‘Ölülerin yakılacağı fırınlar’a (krematoryum) ilişkin maddeler de Şahin’i doğruluyor. Ancak krematoryum kurulması için izin verme yetkisi belediyelere ait olduğundan ve şimdiye kadar hiçbir belediye bu konuda kimseye izin vermediğinden şu anda Türkiye’de bir krematoryum yok. Şahin ile Türkiye’nin hakkında çok da bir şey bilmediği krematoryum konusunu konuştuk.

Krematoryum konusu ürkütücü geliyor. İlginiz nasıl başladı?
- Arkeolojik kazılara katılmam, mimar olmam nedeniyle ilgi duydum. Ben de yakılmak istiyorum. Bu hakkın verilmesinden yanayım. Semavi dinlerin olmadığı zamanlarda, evlerle mezarlıklar çok içiçeydi. İnsanlar evlerinde yaşarken sedirlerinin altında ölülerini boyayarak saklarken, mezarlıklarla evler aynı mekanlardı. İnsanlar için ölünün yakılması, küllerin saklanması, mezar hediyeleri hatta eşleri ile birlikte gömülmesi onların tekrar yaşama dönecekleri inancından başlıyordu. Kül ile birlikte havaya yükselen ruhunun da özgürleşeceği, günahlarından arınacağı düşünülüyordu.

Orta Asya’dan gelen bir gelenek mi bu?
- Ölülerin yakılması Orta Asya ve Anadolu’da çok yaygın kullanılmış, Türklerin uzak olmadığı bir yöntem. Hindistan ve Uzakdoğu’da ilkel yöntemlerle ölünün odunla yakılması bugün de hálá uygulanıyor.

KÜLLERİ GÖMÜLÜRSE OLUR DİYEN DİN ADAMLARI VAR

İslamiyet’te ölü gömülür. Bu uygulamada farklılıklar oluyor mu?
- Evet, İslami uygulamaya göre insan öldükten sonra yıkanıp, kefenlenip, toprağa veriliyor. Ama bu da ülkelere, kültürlere göre farklılıklar içerir. Suudi Arabistan çöl olduğu için hasır veya kumaş örtüye sarılıp gömülüyorlar. Mezar taşı yok, isim yok. Mezarın kaybolması isteniyor. Vahabiler’de ve Suudiler’de bu böyle. Orta Asya’da ise şaman geleneğinden kaynaklanan ayrı bir mezar geleneği var. Balbal, tümülüs dediğimiz. Ön Türkler’de ve Uzakdoğu’da hep mezar taşı kullanılmış. Anadolu’da mezar taşı geleneğinin Müslümanlığa rağmen yürümesi de bu şaman izlerinin yansımasıdır.

Krematoryumda ne yapılıyor?
- Krematoryumlar, sağlıklı bir ortamda insan bedeninin 900 derecede 40-60 dakikada yakılıp küllerinin özel bir blendırdan geçirilip, özel kaplara konulduğu yerlerdir. Japonya’da, İngiltere’de, Avrupa’da çok insani ve teknik bir şekilde tamamen sağlık açısından ele alınarak yapılıyor. Amerika’da bu iş tam bir endüstri haline geldi. Hastaneden, evden vefat eden insan alınıyor, süsleniyor, ailesi ile müzikli ortamlarda vedalaşma töreni yapılıp yakılıyor. Daha sonra ahşap ya da metal kapların içinde yakınlarına külleri veriliyor ya da özel mezarlık alanlarına gömülüyor. Bu olayı korkunç bir olay olarak düşünmemek gerekiyor, sosyal boyutu gözetiliyor. Krematoryumlar yeşil alanların içine yapılıyor. Ama hastanelerde olanları da var.

Türkiye’de ölünün yakılması neden tepki çekiyor?
- Dini inançlarımız nedeniyle karşı çıkıyoruz. Organ bağışına da özel gerekçelerle karşı çıkıyoruz. Ama tercih eden insanların yakılmasına izin verilmeli. 

Din adamlarının bakışı nasıl?
- Din adamlarının, ‘Yakılma Müslümanlık öncesine ait dönemlerin uygulamasıdır. Dinen uygun değildir’ diye karşı çıkışı var. Ama Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bir üyesinin ‘Külleri mezarlığa gömülmek kaydıyla yakılabilir’ şeklinde görüşü var. ‘Cehennemde zaten yanacağız. Niye bu dünyada yanalım’ diyenler de var.

Yanma talebi daha çok kimden geliyor?
- Ülkemizde yaşayan yabancılarda. ‘Yanmak istiyorum, küllerim Boğaz’a serpilsin, Kıbrıs’a götürülsün’ gibi taleplerde bulunuyorlar. Ancak muhatap bile bulamıyorlar. İnsanlara bunu çok görmemek lazım.

DNA BANKASINDA HERKESİN BİR ÖRNEĞİ BULUNACAK

Sizin Yaşam Destek Merkezi Projeniz’deki çözüm öneriniz nasıl?
- Sağlık birimleri, organ nakli merkezi ve krematoryumun içinde yer aldığı bir hastane projesi bu. 2000 yılında Sağlık Bakanlığı’nın çıkarttığı yönetmelikle özel hastaneler böbrek gibi organları alabilir, satabilir duruma getirildi. Olay ticarileşti. Organ nakline ihtiyaç duyan ama 100-150 bin dolar veremeyen hastaların durumu ne olacak? 30 bin üzerinde insan böbrek sırasında bekliyor. Böyle bir tabloda, böbrek, karaciğer, kornea gömmek lüksü varsa; cidden toplum olarak düşünmeliyiz.

Peki bunu nasıl başaracaksınız?
- Projemizde, organlar alındıktan ve veda töreni de yapıldıktan sonra insanların yakılması söz konusu olacak. İnsanların dünya görüşlerine uygun şekilde gömülmesi ve bu olayın hastanelerin çatısı altına alınması gerekiyor. Gerçekten insan sevgisi, öbür dünya inancı olan birinin buna karşı çıkacağına inanmıyorum. Organlarımızı bağışlamadan yanmanın dahi bu dünyadan giderken, yapılabilecek büyük bir iyilik olduğunu düşünüyorum.

Yakılan cesedin bir dava nedeniyle incelenmesi gerekirse ne olacak?
- Ceset çürüdükten sonra DNA dışında bir veri elde etmek çok zordur. Krematoryumda bir hükümet tabibi olacak. Ölüm raporu düzenlenecek. Yakılmak isteyen insanlara mecburi otopsi yapılacak. Şüpheli ölümler de kontrol altına alınmış olacak. Yakılmadan önce o kişinin DNA örnekleri alınacak. Bu örnekler devletin kayıtlarına alınacak. Bir DNA Bankası olacak. Örneğin, yakılanın çocuğu olduğu iddiasıyla bir dava açılırsa, o örneklere bakılacak.

Şimdiye kadar Türkiye’de bir krematoryum kurulmamış olmasında sorumluluk kimin?
- 1930’da krematoryum kurulması için yasa çıkarılmış ama çözüm için hálá bir çaba yok. Yerel yönetimler bununla ilgili görevlerini yapmıyorlar. Kent planlamasında insanların tabi oldukları dine, inanışlarına göre gerekli şartları yaratmaları gerekiyordu.

Bu iş Avrupa’da nasıl çözüldü peki?
İskandinav ülkelerinde bu konuyu sosyal demokrat partiler, dini gerekçelerle karşı çıkan muhafazakárlara karşı büyük mücadeleler vererek çözdü. Ama bakıyorum bizim sosyal demokrat partilerimiz bu konuda tek bir laf etmiyor. Yine de bence bir şansımız var. Yerel yönetimlerden gelen bir Başbakanımız var çünkü. Hem Müslümanlık, hem sağlık, hem kent yaşamı açısından ülkenin geleceği açısından farklı bakışları da tartıştırarak, bu konuda çözüm arayışına girilmesinin zamanı geldi ve geçti.

AB MEVZUATI

Uyum yasalarında yer almıyor

Fransa’dan Almanya’ya, İngiltere’den İtalya’ya Avrupa’daki tüm ülkelerde mezarlıklar içinde krematoryumlar var ve siz isterseniz, öldükten sonra külleriniz bu krematoryumlarda saklanıyor. Bazı ülkeler külleri kişilerin saklamasına hatta isterse denize savurmasına da izin veriyor. Türk Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ise, Avrupa müktesebatına uyum çalışmaları kapsamında böyle bir konunun gündemlerinde olmadığını açıkladı.

HUKUKİ DURUM

Yasa müsaade ediyor ama uygulaması yok

Atatürk döneminden kalma Hıfzıssıhha Yasası’na göre, imar planında yer alması halinde, belediyeden proje onayı alarak, krematoryum (ihrak fırını-ölülerin yakılacağı fırın) açmak mümkün. Kanunun çıktığı yıllarda İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı içinde de bir krematoryum açılmış ancak kullanılmadan örf ve adetlere uygun olmadığı için yıkılmıştı. Sonrasında bu konuda belediyelerden bir izin alabilen olmadı. En son Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de, din değiştirip Budist olan ve ‘Padmapani Paramabindu’ adını alan Haluk Aslaniskender’in yakılma talebini reddetmişti. 24 Nisan 1930 tarihli 1593 sayılı ‘Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda krematoryum ve ölünün yakılması şöyle düzenleniyor:

MADDE 224: Ölülerin yakılması için fenni usülü dairesinde fırınlar yaptırmak isteyenler belediyelere başvurarak, hazırlattıkları projeleri onaylatıp izin aldıktan sonra tesisata başlayabilirler.

MADDE 225: Bir ölünün fırında yakılması için aşağıdaki belgeler gereklidir:

Ölüm raporu ve defin ruhsatı n Cesedinin yakılmasını istediğini belirten hayattayken yazdığı vasiyet ya da şifai olarak bunu arzu ettiğini duyan üç kişinin şahitliği n Şüpheli ölüm olmadığına ilişkin polis raporu n Bu belgeler yakılma olayından 24 saat önce tamamlanarak, belediyeye sunularak, ihrak izni (yakma izni) alınacak. n Defnedilen ölülerin definden sonra yakılmak için kabirlerinden çıkarılmalarına ise izin verilemez.

MADDE 226: Yakılma sonucu cesetten kalan bakaya ise özel kaplara konularak, mezarlık dahilinde bir dairede (krematoryum) saklanır.

MURAT ARSLANOĞLU (Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu Türkiye üyesi)

Yabancıların krematoryum istemesi Lozan Anlaşması’na da uygun 

Murat Arslanoğlu, yabancılara yönelik krematoryum kurulması için İstanbul ve Antalya Büyükşehir Belediyesi nezdinde iki farklı girişimde bulundu. Her iki belediyeye de yazdığı yazılarda, krematoryum ihtiyacının gün geçtikçe belirginleştiğini, yasal bir engel de bulunmadığını vurgulayarak, bu konuda kısa ya da uzun vadede bir çalışmanın olup olmayacağını sordu. Krematoryum kurulması için bir çalışma veya girişim olması halinde yardımcı olmaya hazır olduklarını da belirten Arslanoğlu, Türkiye’de neden bir krematoryum kurulması gerektiğini farklı bir açıdan savunuyor: ‘Başka ülkelerden gelerek, kalan yaşamını, İstanbul, Antalya, Manavgat, Alanya gibi yerlerde sürdürmekte olan pek çok yabancı vasiyetlerinde cesetlerinin yakılmasını istiyor. Ancak biz krematoryum olmadığı için bu istekleri karşılayamıyoruz. Halbuki bu durum Lozan Antlaşması’nda yabancıların haklarının korunması ilkesine de uygun bir istek. Krematoryum belki de Türkiye’nin Müslüman inancına, Türk gelenek ve göreneklerine uygun bir şey değil ama Avrupa Birliği üyeliği müzakerelerinin başlaması ile birlikte, ülkemizdeki yabancı potansiyelinin de hızla artacağını ve bu taleplerin gün geçtikçe çoğalacağını göz önüne almak zorundayız.’

DİNİ YORUM

MEHMET NURİ YILMAZ (Eski Diyanet İşleri Başkanı)
İslam’da meşru olmasa da özgür bir ülkede yaşıyoruz

İslam’da yakılma meşru sayılmaz. Bizde kişi öldükten sonra yıkanacak, kefenlenecek ve toprağa gömülecektir. Topraktan gelip toprağa gidiyoruz çünkü. Kuran cenaze namazından bahseder, diğer işlemler (yıkama, kefenleme, gömülme) sünnettir, peygamberimiz zamanında uygulanan yöntemlerdir. Sadece bizde değil diğer semavi dinlerde de bu böyledir. Semavi dinler dışındaki bazı dinlerde vardır öldükten sonra yakılma, Budizm’de mesela. Büyük ihtimalle de bu coğrafyadan kaynaklanan bir durumdur. Daha çok dağlık bölgelerde yapılır bu iş. Yine de kişi yakılmasını talep ediyorsa, bu onun isteğidir bir şey de denemez. Namazının kılınmasını istemeyenler bile var bizde, eğer yakılmak istiyorsa ve yasalar da izin veriyorsa sonuçta özgür bir ülkede yaşıyoruz. 



Doktor ve polis raporu gerekiyor  Yasaya göre bir cenazenin ihrak fırınında yakılabilmesi için olağandışı bir sebepten ölmediğine ilişkin doktor raporu, cesedinin yakılması için şahsın hayatta iken bıraktığı vasiyet veya en az üç şahsın bu durumu şifahen tasdiki, ölümün adli vaka olmadığını belirten polis raporunun olması gerekiyor. Küllerin de özel bir kaba konularak mezarlık dahilinde muhafaza edilmesi gerekiyor. 


Sağlık Bakanlığı’nın 19 Ocak 2010’da çıkarttığı “Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkında Yönetmelik”e göre Türk vatandaşları cenazelerini yurtdışında yaktırarak küllerini Türkiye’ye getirebiliyorlar. Yönetmeliğe göre, bir Türk cenazesini Avrupa’da her hangi bir krematoryumda yaktırabilecek. Ancak küllerin bir mezarlıkta muhafaza edilmesi şartı bulunuyor. 


Büyükşehir: Talebe bağlı

İstanbul Mezarlıklar Müdürlüğü konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na göre; belediyeler, Sağlık Bakanlığı’nın izni ile ihrak fırınları yaptırabilirler. Bir cesedin ihrak fırınında yakılabilmesi için; ölünün olağandışı bir sebepten ölmediğine ilişkin doktor raporu, cesedinin yakılması için şahsın hayatta iken bıraktığı vasiyet veya en az üç şahsın bu durumu şifahen tasdiki, ölümün adli vaka olmadığını belirten polis raporunun tanzim edilmesi gerekir. Küller özel bir kaba konularak mezarlık dahilinde muhafaza edilir. Bugüne kadar müracaat eden olmamıştır. Ancak yoğun bir talep gelirse değerlendirilecektir.”



Mezar Yerine Krematoryum Önerdi

Sadece üç aylık mezar yeri kalan Antalya’nın CHP’li belediye başkanı Mustafa Akaydın hükümet tarafından engellendiğini, çözümün ise ölülerin yakıldığı krematoryum olduğunu söyledi. Rektörlüğü ve ÜAK başkanlığı sırasında yaptıklarıyla da hükümet çevreleriyle takışan belediye başkanı Başbakan’a sitemini fıkrayla yapıyor: Sen beni tanimaysan ben seni hiç tanimayrum!


MEZARLIK SORUNU  İktidardan engelleme görüyorum

Mezar yeri krizini çözemedik. İktidardan engelleme görüyorum. Mevcut mezarlıklar üç ay sonra bitiyor. İnsanlara, “Ölünüzü Karadeniz’deki gibi evinizin bahçesine gömün” diyemeyiz. Bir buçuk yıldır valilikle, Orman Genel Müdürlüğü ile yazışmalar yaptık. Sonunda Aksu’da bir yer için “Olur” dediler ama şimdi, “Hayır, bu yer de olmaz” deniyor. Krematoryum da aklımdan geçti ama onu söyleyince başıma gelecekleri biliyorumAslında doğru çözüm o ama Müslüman bir ülkedeyiz.




İLAHİYATÇILAR NE DİYOR  Prof. Dr. Beyza Bİlgİn  Ulema bu konuda düşündü mü bilmiyorum? Bazı inanışlarda küller toprağa, bazılarında suya atılırken kimileri de özel kutularda saklamayı tercih ediyor. Bu şekilde aile kabristanını kitaplığında saklayanlar da var. Türkiye’de henüz yok. Yapılırsa insanlar kendi inançları doğrultusunda ayrılırlar bu dünyadan. Benim fikrim ölenlerin toprağa verilmesinden yana. 

Prof. Dr. Suat Cebecİ  Bu duruma bir insan hakları sorunu olarak bakılmalıdır. Kimse herhangi bir dine inanmak ve itaat etmek zorunda değildir. Müslümanlık hiç kimseyi kendine inanması için zorlamaz. Eğer insanların vasiyeti yakılmak ise ve bu Türkiye’de yok ise sistem kurulmalıdır. Müslümanlık müdahale etmeyi doğru görmez. Diyanet İşleri Başkanlığı İslamiyet ve onun etrafında olanları destekler ve onaylar.



Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bazıları, cesedin yakılması talebinin İslam dini sınırları içinde yer almadığını ancak cesedin yakılmasının kişinin dininden çıkması anlamına gelmediğini belirterek, Müslümanlığın doğum ile ölüm arasındaki sürece bağlı olduğunu, öldükten sonra cesedin yakılmasının bunu etkileyemeyeceğini belirtiyor.

(S.Uluç – Elveda Batı(k) Avrupa) 


‘Yakılan kişi dinden çıkmaz’ 
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem ise, cesedin yakılması talebinin İslam dini sınırları içinde yer almadığını, bu nedenle Müslümanların yakılamayacağını söyledi. Yeprem cesedin yakılmasının ise kişinin dininden çıkması anlamına gelmediğini belirterek, Müslümanlığın doğum ile ölüm arasındaki sürece bağlı olduğunu, öldükten sonra cesedin yakılmasının bunu etkileyemeyeceğini sözlerine ekledi.


Türkiye’de cenaze neden yakılamaz
Türkiye’de cenaze yakılabilir mi ya da cenazeleri yakacak krematoryumlar kurulabilir mi? Hukukçular yasada “krematoryum kurulamaz” şeklinde bir ibare bulunmadığını söylerken, din adamları İslam’da cenaze yakmanın caiz olmadığını belirtti.
NTV-MSNBC
Güncelleme: 15:17 TSİ 13 Mayıs 2008 Salı

İSTANBUL - Türkiye’de bir krematoryum yok. Ünlü opera sanatçısı Leyla Gencer’in vasiyeti üzerin naaşının krematoryumda yakılarak küllerinin Boğaz sularına bırakılacak olması, İslam dininde caiz olmayan kremasyona Türkiye’de izin verilip verilmediği sorusunu gündeme getirdi. NTVMSNBC’ye konuşan uzmanlar, Türkiye’de kremasyon prosedürünü anlattı. Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak, “Laiklik, din ve vicdan özgürlüğü ilkelerine göre kremasyona devlet izin vermeli” derken, Alman Protestan Kilisesi rahibi Holger Nollman, Türkiye’de naaşının yakılmasını isteyen gayrimüslim vatandaşlarının cenazelerinin Avrupa ülkelerine gönderildiğini söyledi. Gayrimüslim cenaze işleriyle uğraşan Kirkov Çapan ise Türkiye’de kremasyon için ne iznin ne de teçhizatın bulunduğunu ifade etti.
Prof. Ali Ülkü Azrak, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi  KREMATORYUM İÇİN RUHSAT GEREKLİ Türkiye’de bir krematoryum kurulması izne tabi bir iştir. İki nedenle: Birincisi, orada ceset yakılacağı için bir ruhsat gerekir ama bu, inşaat ruhsatına benzemez. Ayrı bir prosedürü vardır. Ayrıca Valilik ve Sağlık Müdürlüğü’nden izin alınması gerekir. Tüm bunlar olmadan bir krematoryum kurulması imkanı yoktur. 

LAİKLİK VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ İLKELERİ İZİN VERİYOR Konuyu insan hakları açısından ele alırsak Türkiye’de kremasyona izin verilmelidir. Zaten farklı dinlere mensup kişilerin dininin inanışlarını ve icaplarını yerine getirebilmesi için imkan sağlanması Anayasa’nın emri gereğidir. Anayasa’nın 2. Maddesi’ndeki laiklik ilkesinde “bütün din ve inanışlar karşısında eşit davranma” şartı belirtiliyor. Ayrıca dini özgürlüklere ilişkin Anayasa’nın 24. Maddesi’nde, yani din ve vicdan özgürlüğünü öngören maddede belirtiliyor. 
Anayasada yer alan bu özgürlükler, her dinden cemaatin inanışları doğrultusunda kamu düzeni ve genel ahlakı zedelemeyecek şekilde özgürlüklerini kullanmasını gerektirir. Dikkat edin, maddedeki esas, genel ahlak ve kamu düzenidir. Sınırlar budur.


BİREYSEL TERCİH OLMALI Bana sorulursa Türkiye’de bir krematoryum kurulması, genel ahlakı ve kamu düzenini bozacak bir uygulama değildir. İslam dininin mensuplarının bunu istememeleri kendi dini inançları tarafından kabul edilir bir şeydir ama başka dinin mensupları tarafından böyle bir durum yoksa, bunun ahlaki ve kamu düzenine ilişkin aykırı bir tarafı da yoktur. O yüzden bu özgürlüğün kullanılmasına izin verilmesi icap eder.


MEVZUATI TARAMAK GEREK Bir cesedin yakılmasına izin verilmemesi İslami inançlardan kaynaklanıyor. Mahşerde tekrar dirilişte insanın en azından iskeletinin tam olması icap ediyor; o yüzden İslam dininde caiz sayılmıyor. Yine de, “Türkiye’de krematoryum kurmak yasaktır”diye bir cümle kurmak mümkün değil. Sağlık nedenleriyle izin verilmemesi ihtimali vardır sadece. Fakat bunun için geniş bir mevzuat araştırması yapmak gerekir. 

Rahip Holger Nollmann, Alman Protestan Kilisesi 

İMKAN YOK DİYE TALEP AZ 

Türkiye’de başka seçim şansımız olmadığı için naaşın yakılması talebinde bulunmuyoruz. İsteyenler olursa, Avusturya ya da Almanya’ya gönderilmesi gerekiyor. 

Bu konuda bir yasa olup olmadığını bilmiyorum ama krematoryum olmadığı için zaten mümkünatı yok. Bu bizim cemaatimizde bir sorun oluşturmuyor, çünkü insanlar zaten seçim şansı olmadığını bildikleri için bu yolu seçmiyorlar. İşlem Türkiye dışında yapılıp buraya geri getirilebiliyor.


TÜRKİYE’DE ALIŞILMADIK BİR UYGULAMA Merhumun yakınları külleri almak için postaneye gittiğinde, “Paketin içinde ne var?” diye sordukların memur soruya; “Bir ölünün külleri!” diye cevap verince, memurlar paketinizi çok daha hızlı teslim ediyor. Çünkü bu Türkiye’de duymaya alıştığınız bir şey değil. 

Kirkov Çapan, Çapan Cenaze Hizmetleri 

DEVLET İZİN VERMEDİ 

Türkiye’de cenaze yakılması işlemini yapmak için ne gerekli teçhizat var, ne de bu işin müsaadesi... 

Biz şirket olarak yaklaşık 7 sene önce, cenazenin yakılması için gerekli makineyi almak üzere müracaat etmek istedik, fakat kanunlar buna izin vermediği için mümkün olmadı.

AVRUPA’DA KREMATORYUMA GÖNDERMEK MASRAFLI Türkiye’den bu konuda zaman zaman talep geliyor. Bir keresinde bu talebi karşılamak için cenazeyi Avusturya’ya gönderdik ve oradaki bir krematoryumda yakılıp Türkiye’ye geri getirildi. Çok masraflı olduğu için bu işe herkes sıcak bakmıyor. 
Cenaze yakmak Hıristiyanlık’ta var. Avrupa’da, Amerika’da Hristiyanlar vasiyete göre yakınlarının ölülerini yakabiliyorlar. İslam dininde caiz değil ama Hıristiyanlık’ta yasak edilmiyor. Fakat Hıristiyanlık’ta da her vefat eden yakılmıyor. Kendisi isterse ya da arkada kalan yakınları arzu ederse yanıyor.
Leyla Gencer Hanım’ın cenazesini İtalya’da yakıp küllerini buraya getirebilirler fakat cenazeyi burada yakmak mümkün olmazdı.

Ölülerimizi yakamıyoruz ama Uluslararası Ölü Yakma Federasyonu üyemiz var
Antalyalı Murat Arslanoğlu (33), "Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu (European Federation of Funeral Services-EFFS)"nun yönetim kurulundaki tek Türk.

Arslanoğlu 1937’de kurulan ve Birleşmiş Milletler’de temsilciliği olan "Uluslararası Ölü Yakma Federasyonu (International Cremation Federation-ICF)" üyesi. 
Arslanoğlu’nun yönetim kurulunda olduğu Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu (EFFS), 29 Kasım 1994’te Viyana’da kuruldu. Üyeler arasında bilgi ve tecrübe paylaşımı, işbirliği, cenaze alışverişindeki sıkıntıların giderilmesi, kural ve standartların doğru uygulanması, ülke kültürlerinin harmanlanarak tüm AB ülkelerinde geçerli olacak hale gelmesi amaçlanıyor.

Geçen yıl (2006) da 27 meslektaşıyla birlikte "Cenaze Hizmetleri Derneği (CENHİZDER)"ni kurdu. EFFS’nin 8 Eylül’de Danimarka’da, ICF’nin 12-14 Kasım’da İngiltere’deki genel kurulunda Yunanlı meslektaşıyla birlikte krematoryum (ölü yakma yeri) sorununu anlatacak. Çünkü Avrupa’da sadece Türkiye ve Yunanistan’da krematoryum yapılamıyor. Yunanistan’da kilise izin vermiyor.
Murat Arslanoğlu, İTÜ Kimya Bölümü mezunu. 1997’den bu yana aile şirketi Fempa’da yönetici. İşleri son yıllarda fazlasıyla yoğun. Türklerin yanı sıra Antalya’ya yerleşen yabancılar ya da turistler öldüğünde defin işlemleri için Fempa’ya başvurulduğunu anlatıyor: "On yıl öncesine kadar cenaze transferlerini kargo şirketleri yapıyordu. Şimdi defin şirketleri yapıyor. Türkiye’de vefat eden yabancıların dini ve resmi tüm işlemlerini sigorta şirketleriyle yapılan anlaşmalarımız çerçevesinde biz yapıyoruz."  
TÜRKLERDEN DE YAKILMAK İSTEYEN ÇOK KİŞİ VAR

Arslanoğlu, 2006’da Antalya ve çevresinde ölenlerden 35’inin defin işlemleri için kendilerine başvurulduğunu söylüyor. "Akrabaları krematoryumda yakmamızı istedi. Maalesef olumlu cevap veremedik. Kimi küllerinin ülkesine gönderilmesini, kimi de Türkiye’deki muhtelif yerlere serpilmesini arzu edermiş. Türklerden de yakılmak için çok başvuru var."

Fempa, 2005’te krematoryum yapmak için Antalya ve İstanbul büyükşehir belediyelerine başvurdu. Ancak Mezarlıklar Müdürlüğü’nün görevleri arasında "ölü yakma" bulunmadığı gerekçesiyle olumsuz cevap aldı. Böyle bir madde Mezarlık İşleri Müdürlüğü Yönetmeliği’ne de yıllardır eklenmediği için, resmi başvurulardan sonuç alınamadı: "Bir belediye, Hıfzıssıhha Kanunu’ndan yola çıkarak krematoryum yapabilir. Muhtemelen gerçek neden, ’tepki gelir’ endişesi. Ama Birleşik Arap Emirlikleri’nde birkaç ay önce Al Ain şehri Emiri’nin siparişiyle Hollandalı bir firmanın yaptığı krematoryum açıldı. Krematoryum, Lozan Andlaşması’ndaki ’Azınlıkların Korunması’ maddesine de uygun. Din ve inanç özgürlüğü adına Türkiye’de bir an önce krematoryum açılmalı."

Yunanistan’da, bugünlerde krematoryum tartışması tekrar alevlendi. Kilisenin iznine tabi krematoryuma talep çok fazla. Yunanlı definciler, geçen aylarda İçişleri Bakanlığı’na başvurmuşlar. "Bakanlık onları bizde olduğu gibi belediyelere yönlendirdi. Belediyeler de kilise tarafından uygun görülmediği için olumsuz cevap verdi. Meslektaşlarım şimdi kamuoyu oluşturma çabasındalar."
Avrupa’da krematoryumda yakılmanın bedeli, 1000-1500 Euro arasında. 

Arslanoğlu’ndan yakılacak cesedin konduğu ağaç tabutun yaklaşık bin derecedeki sıcaklıkta patlamaması için özel yapıldığını, işlemin 45 dakika sürdüğünü öğreniyoruz. "Küllerle birlikte o insanın sağlığında takılan metal protezler, aşağıdaki bölmeye dökülür. Daha sonra özel bir santrifüjden geçirilir ve tabutun külüyle insan külü birbirinden ayrılır. Daha sonra vazolara doldurulup aileye teslim edilir." 
HÜRRİYET Pazar, 2 Eylül 2007

YAKILMAK İSTEYEN ÇOK AMA KREMATORYUM YOK
Opera sanatçısı Leyla Gencer’in yakılarak küllerinin İstanbul Boğazı’na serpilmesini vasiyet etmesi, Türkiye’de çok sayıda kişinin cesedinin yakılmasını talep ettiğini ancak krematoryum bulunmaması nedeniyle bunun gerçekleşemediğini ortaya çıkardı.
Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi olan ve Antalya’da ailesiyle kurduğu Fempa adlı şirketle, cenaze ve nakil hizmeti veren Murat Arslanoğlu, yıllardır krematoryum mücadelesi veriyor.

Türklere ve turistlere cenaze ve nakil hizmeti veren şirketlerine çok sayıda cenaze yakma talebi geldiğini, ancak yasal engel bulunmamasına rağmen bunun gerçekleştirilemediğini anlatan Arslanoğlu, yetkileri olmasına rağmen belediyelerin buna yanaşmadığını öne sürdü.

Arslanoğlu, “Krematoryum kurmanın maliyeti yaklaşık 1 milyon doları buluyor. Bunu ancak belediyeler yapabilir. Her yıl yaklaşık 700 kişi için cenaze hizmeti veriyoruz ve bunun yüzde 3-4’ü yakılmak istiyor. Antalya’da yaşayan turistler de bu hizmetin olmamasından şikâyetçi” dedi. 



Antalya’da yıllardır “Krematoryum (Cenaze yakma yeri)” yapılması için mücadele veren Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu Yönetim kurulu üyesi ve Türkiye Cenaze Hizmetleri Derneği Kurucu Üyesi Murat Arslanoğlu, Sağlık Bakanlığı’nın Ocak ayında çıkarttığı “Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkında Yönetmeliği” ne göre Türk vatandaşlarının cenazelerini yurt dışında yaktırarak küllerini Türkiye’ye getirmelerine izin verildiğini söyledi. 
Türklere de izin

Arslanoğlu, Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye’de yaşayan Avrupalıların yakılarak küllerinin Türkiye’de kalmasına yönelik taleplerini görmezlikten geldiğini ifade ederek, “Ancak bizim vatandaşlarımızın cenazelerinin Avrupa’da yakılmasına izin çıktı. Yönetmeliğe göre, bir Türk cenazesini Avrupa’da her hangi bir krematoryum’da yaktırabilecek. İstek halinde küllerinin nükleer, biyolojik veya bunlar gibi bir tehlike arz etmeyip sadece ölü külü olduğunun laboratuar tespiti yapıldıktan sonra Türkiye’ye girişine izin verildi. Ancak küllerin tüm şartlar yerine getirildikten sonra bir mezarlıkta muhafaza edilmesi şartı da konuldu” dedi.
Ciddi bir kayıp

Sağlık Bakanlığı’nın Türklere Avrupa’da yakılma izni vermesine karşılık özellikle Antalya’da yaşayan Avrupalıları göz ardı ettiğine dikkat çeken Arslanoğlu, “Antalya turizm faaliyetlerinin yanı sıra şehire yerleşen yabancılar oranı açısından da dünyanın gözdesi durumunda.Ancak şehirde azınlıklık sayısı artmasına rağmen, azınlıklara yönelik hizmetlerin artmaması bir başka eksiklik konusu. Antalya’da yaşayan ve dini inançları gereği ölülerini yaktırmak isteyen Almanlar, İngilizler ve diğer yabancı uyruklara mensup durumdaki yabancılar böyle bir durumda cenazelerini yurt dışına göndermek zorunda kalıyor. Bu durum sonucunda Antalya ekonomisinin ciddi bir kayıp yaşıyor. Antalya’da krematoryum (Cenaze yakma yeri)’un olmayışı ‘büyük bir eksiklik” diye konuştu. Antalya’ya mutlak bir krematoryum gerektiğinin altını çizen Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu Yönetim kurulu üyesi ve Türkiye Cenaze Hizmetleri Derneği Kurucu Üyesi Murat Arslanoğlu, krematoryumların kuruldukları yerlerin ekonomilerine büyük katkı sağladığını da vurgulayarak şunları söyledi:

“Avrupa ve Amerika’da bu merkezler çok büyük bir ekonomik alan. İngiltere’de 2008’de 450 bin civarında cenaze yakıldı ve bu yakma işlemlerinin tanesi en az 450 Paund ( bin 62 TL) gibi bir ücretten yapıldı. Almanya’da 2009’da 378 bin cenaze yakıldı. Antalya’da yaşayan yabancılar listesinin başında Almanlar ve İngilizler geliyor. Krematoryum merkezinin olmayışı hem bu insanları zor durumda bırakıyor hem şehir ekonomisine zarar veriyor.”




AB’ye uyum “mezara kadar”…
AB’DEN KREMATORYUM...
AB’ye uyum sağlamak uğruna neler yapıldı neler... İdam cezası bile nihayet kaldırıldı ama krematoryum işi bir türlü olmadı... Olsa, sadece AB’ye değil, dünyaya uyum olacak.

Dinleri, inançları ne olursa olsun, aralarında müslümanların da bulunduğu bazı insanlar öldükleri zaman cesetlerinin yakılmasını istiyorlar. Bunun daha temiz, kolay, sağlıklı bir yöntem olduğunu düşünüyorlar. 

Dinsel açıdan tartışılır... Tartışılıyor zaten... Ancak böyle bir talebin dinsel değerlendirmesine, en azından özgür ve laik ülkelerde, ne gerek var ki? Bir insan vasiyet ediyorsa, “Öldüğümde cesedimi yakın, külleri de serpin gitsin” diyorsa, şu veya bu dinin adamlarına ne? Onlar ancak, “Biz böyle bir cenazede dini tören yapmayız” diyebilirler ki vasiyeti bırakan kişi de bunu önceden biliyor olur, tercihini yapar.

Türkiye’de, her şeyden önce, milyonlarca turistimiz yanında, ülkede artık yerleşik düzen kurmuş onbinlerce yabancı var. Krematoryum, bunların çoğunun tercihi... Görülüyor ki bazılarının cesetleri ülkelerine gönderiliyor, yakılıyor, sonra küller Türkiye’ye geri getirilip serpiliyor. Anlamsız durumlar...
Bu işler düzene sokulmadıkça, “ceset külü kaçakçılığı” sürecek.

Krematoryum yapmak için Antalya ve İstanbul büyükşehir belediyelerine başvurular yapıldığı, ancak Mezarlıklar Müdürlüğü’nün görevleri arasında "ölü yakma" bulunmadığı gerekçesiyle olumsuz yanıtlar alındığı biliniyor. 

Belediyeler, Hıfzıssıhha Kanunu’ndan yola çıkarak krematoryum yapabilirler ama muhtemelen tepki endişesi ön plana çıkıyor. Oysa, Birleşik Arap Emirlikleri’nde bile Hollandalı bir firmanın yaptığı krematoryum açıldı. 
Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu (EFFS) Başkanı Fransız Jean Neveu, Türkiye’den krematoryum yapmasını isteyebileceklerini söylüyor. Neveu, binlerce Avrupalı turisti misafir eden Türkiye’nin, cenazelerin insan onuruna uygun bir şekilde taşınması konusundaki standartlara uyması gerektiğini vurguluyor. Bu standartlar, EFFS tarafından belirleniyor, Brüksel’de AB Konseyi’ne sunuluyor, bütün AB ülkelerinde sirküler, direktif olarak uygulanıyor.


(S.Uluç – Elveda Batı(k) Avrupa) 

MELİH GÖKÇEK REDDETMİŞTİ
Din değiştirip Budist olan ve “Padmapani Paramabindu” adını alan Haluk Aslaniskender adlı bir kişi, Ankara Belediyesi’ne başvurarak, “İnandığım din gereğince öldüğüm zaman yakılmak istiyorum” talebini iletmişti. Ancak Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek talebi reddetmişti.
BÜYÜKŞEHİR: TALEBE BAĞLI
İstanbul Mezarlıklar Müdürlüğü konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor: “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na göre; belediyeler, Sağlık Bakanlığı’nın izni ile ihrak fırınları yaptırabilirler. Bir cesedin ihrak fırınında yakılabilmesi için; ölünün olağandışı bir sebepten ölmediğine ilişkin doktor raporu, cesedinin yakılması için şahsın hayatta iken bıraktığı vasiyet veya en az üç şahsın bu durumu şifahen tasdiki, ölümün adli vaka olmadığını belirten polis raporunun tanzim edilmesi gerekir. Küller özel bir kaba konularak mezarlık dahilinde muhafaza edilir. Bugüne kadar müracaat eden olmamıştır. Ancak yoğun bir talep gelirse değerlendirilecektir.”


Antalya'da Dört Bin Köpek Katledildi İddiası
02 Ağustos 2014 Cumartesi 14:11
Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin ücretsiz hayvan barınağında 2009-2014 yılları arasında 4 bin kedi ve köpeğin iğneyle uyutularak öldürüldüğü iddiası kenti karıştırdı.

Türkiye Hayvan Hakları Koruma Derneği Antalya Şubesi üyeleri, Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin ücretsiz hayvan barınağında 2009-2014 yılları arasında 4 bin kedi ve köpeğin iğneyle uyutularak öldürüldüğünü iddia etti. Olayı protesto eden dernek yönetimi, konuyla ilgili Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin önceki dönem CHP'li Başkanı Mustafa Akaydın'ı sorumlu tuttu.
ÖLDÜRÜLDÜKTEN SONRA YAKILMIŞ 
Türkiye Hayvan Hakları Koruma Derneği Antalya Şubesi üyeleri ve bir grup hayvansever Cumhuriyet Meydanındaki Atatürk heykeli önünde olayı protesto amacıyla bir araya geldi. Tamamına yakını kadınlardan oluşan 80 kişi, Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin önceki dönem CHP'li yönetiminin, Antalya Kepez ilçesindeki hayvan barınağında sokaklardan toplattıkları kedi ve köpekleri uyutarak öldürdüklerini iddia etti. Beş yılda 4 bin kedi ve köpeğin hayatına son verildiğini belirten dernek yönetimi, öldürülen hayvanların yakılarak yok edilmesi için bir de krematoryumun barınağa yerleştirildiğini öne sürdü.
RAPOR DİKKATE ALINMADI 
Türkiye Hayvan Hakları Koruma Derneği Antalya Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Sevda Kıraç, Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin Mustafa Akaydın tarafından yönetildiği tarihlerde defalarca rapor hazırlayıp sunduğunu ve uyarılarda bulunduklarını söyledi. Kendilerinin yönetim tarafından dikkate alınmadığını anlatan Kıraç, sözlerini şöyle sürdürdü: "2009- 2014 yılları arasında 4 bin kedi ve köpek belediyenin sahipsiz hayvan barınağında öldürülmüştür. Bu konuda CHP'li Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'ı defalarca uyarmamıza, rapor hazırlayıp sunmamıza rağmen ciddiye alınmadık."

Barınakta büyüklü küçüklü aynı kafese konulan köpeklerin birbirlerini parçaladığını söyleyen Kıraç, sözlerine şöyle devam etti: "Köpek ve kedi ölümleri o kadar arttı ki bir süre sonra barınağa bir morg ve ölen hayvanları yakmak içinde bir krematoryum getirdiler."
HAYVAN HAKLARI DERNEKLERİNE GÖNDERME 
Antalya'da büyük bir katliam olduğunu söyleyen Kıraç, hayvan hakları derneklerinin, iddiaların karşısında CHP'li belediye başkanı olduğu için sessiz kaldıklarını anlattı. Derneklere göndermede bulunan Kıraç, "Katliamların ortaya çıkmasından sonra bazı derneklerin sessiz kalması dikkat çekicidir. Bunun nedeninin ölümlerin CHP'li belediye zamanında olması mıdır?" dedi.

Açıklamanın ardından dağılan grup 4 Ağustos Pazartesi günü mahkemeye başvuracaklarını bildirdi.




Sadece üç aylık mezar yeri kalan Antalya’nın CHP’li belediye başkanı Mustafa Akaydın hükümet tarafından engellendiğini, çözümün ise ölülerin yakıldığı krematoryum olduğunu söyledi. Rektörlüğü ve ÜAK başkanlığı sırasında yaptıklarıyla da hükümet çevreleriyle takışan belediye başkanı Başbakan’a sitemini fıkrayla yapıyor: Sen beni tanimaysan ben seni hiç tanimayrum!”

HAYVANLAR  Maaşımın yarısı hayvan sevgisine gidiyor 

1999’da Antalya’ya 30 kilometre uzakta bir ev aldık. Üç-dört dönüm toprak üstünde 200 metrekare. İçinde köpek, tavşan, güvercin, sülün, keklik, bıldırcın, inek gibi hayvanlar var. Hayvan sevme hobisi eşimde benden daha güçlü. Belediye başkanlığından aldığım maaşın yarıya yakını hayvan sevgisine gidiyordur. Sokak köpekleri konusunda merkezi yönetimden destek alabilirsem doğal yaşam hayvan parkı kurmak istiyorum. Kentteki tüm sahipsiz hayvanları orada doğal ortamda buluşturmak istiyoruz. O olmasa da birkaç senede sokak köpekleri sorununu kontrol altına alacağız. Bir de Muratpaşa’da bir köpek parkı açtım. Köpekler için tahterevalli, tünel, salıncak gibi güzel özellikleri var. (2010)


Derleyen: Nilüfer Tekin