Bir atomun fotoğrafı (09.07.2013 )
January 9, 2013
Molekülün içinde birlikte hareket eden iki atomun fotoğrafı (09/03/2012)
Atomların aklı yok, ama üstün bir akla, bir hareket
ettiriciye ihtiyacı da yok!
Aklın İsyanı/Marksist Felsefe ve Modern Bilim:
Doğada nereye bakarsak bakalım karşıt eğilimlerin bir
arada varolma dinamiğini görürüz. Yaşamı ve hareketi doğuran bu yaratıcı
gerilimdir. Bu, Herakleitos (İ.Ö. 500 dolayları) tarafından iki bin
beş yüz yıl önce anlaşılmıştı. Hatta bu, Çin’deki ying ve yang düşüncesinde ve
Budizmde olduğu gibi, bazı Doğu dinlerinde de mevcuttur. Burada diyalektik
mistik bir biçimde açığa çıkmakla beraber, doğanın işleyişine ilişkin bir
sezgiyi yansıtır.s.49
Karşıt Kutuplar?
Kutupluluk doğanın her yanına nüfuz etmiş bir özelliktir. Sadece dünyanın kuzey ve güney kutupları olarak mevcut değildir. Aynı zamanda, çekirdeklerin bir değil iki manyetik kutbu varmış gibi davrandıkları atomaltı düzeyde de mevcuttur.s.54
Kutupların ters dönmesinde biz, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi diyalektik yasasının en açık bir örneğini görüyoruz.s.55
Pozitif ve Negatif
Negatif olmadan pozitif anlamsızdır. Bunlar zorunlu olarak birbirlerinden ayrılamazlar. Hegel çok uzun zaman önce “saf varlığın” (çelişkiden arınmış) saf hiçlikle aynı şey olduğunu, yani boş bir soyutlama olduğunu açıklamıştı.s.50Aynı şekilde, eğer her şey beyaz olsaydı, bu bizim için sanki her şeyin siyah olmasıyla aynı olurdu. Gerçek dünyada her şey pozitifi ve negatifi, olmayı ve olmamayı içerir, çünkü her şey sürekli bir hareket ve değişim halindedir.s50
Ve bu diyalektik süreç Hegel’in ya da Engels’in keyfi ve
hayal ürünü icadı olmayıp, paleomanyetizmanın en son keşifleriyle kesin olarak
ortaya serilmişlerdir. Doğru söylemişler: “insanlar sustuğunda, taşlar
bağırır!”s.55
Bütün hareket çekme ve itmenin karşılıklı oyunundan
oluşur. Ancak hareket, yalnızca her tekil çekme başka bir yerde buna karşılık
gelen bir itme ile telâfi edildiğinde mümkündür. Aksi takdirde zaman içinde bir
taraf diğerine baskın çıkar ve hareket sonunda durur. Demek ki evrendeki tüm
çekme ve itmeler karşılıklı olarak birbirlerini dengelemek zorundadırlar. Bu
nedenle hareketin yok edilemezliği ve yaratılamazlığı yasası şu biçimde ifade
edilir: evrendeki her çekme hareketinin, kendi tamamlayıcısı olarak eşdeğer bir
itme hareketine sahip olması zorunludur ve tersi; ya da antik felsefenin
–kuvvet ya da enerjinin korunumu yasasının doğa-bilimsel formülasyonundan çok
önce– ifade ettiği gibi: evrendeki tüm çekmelerin toplamı tüm itmelerin
toplamına eşittir.s.56
Karşıtların birliğine ilişkin bu evrensel olgu,
gerçekte doğadaki tüm hareketin ve gelişmenin motor gücüdür. Hareketi ve
değişimi açıklamak için dış itki kavramını işin içine sokmaya gerek olmamasının
nedeni işte budur, ki bu da tüm mekanik teorilerin temel zaafıdır. Kendisi bir
çelişki içeren hareket, ancak çatışan eğilimlerin ve maddenin tüm biçimlerinin
bağrında yatan iç gerilimlerin bir sonucu olarak mümkündür. S.52
Çekme ve itme, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi
yasasının bir uzantısıdır. Bu yasa, en küçük olgulardan en büyüklerine kadar doğanın
bütününe nüfuz etmiş bir yasadır. Atomun temelinde muazzam çekme ve itme
kuvvetleri vardır…s.56 Benzer yükler birbirini iter, zıt yükler çeker. Bu
nedenle çekirdek içinde protonlar birbirlerini iterler, ama çekirdek muazzam
nükleer kuvvet tarafından bir arada tutulur. Ancak, çok ağır çekirdeklerde
elektriksel itme kuvveti, nükleer kuvvetin üstesinden gelebilecek bir noktaya
ulaşabilir ve çekirdek parçalanır.s.56
Her parçacığın bir
anti-parçacığa sahip olması (elektron ve pozitron, proton ve anti-proton, vb.)
örneğinde olduğu gibi, karşıtlık olgusu fizikte mevcuttur.s.51
Her parçacık, yönüne bağlı olarak, bir artı ya da eksiyle ifade edilen ve spin olarak bilinen niteliğe sahiptir. Tuhaf görünebilirse de, biyolojide temel bir rol oynadığı bilinen ve karşıt olgular olan sağ el kuralına ve sol el kuralına uyumluluk özelliğinin, atomaltı düzeyde de eşdeğeri vardır.s.52
Her parçacık, yönüne bağlı olarak, bir artı ya da eksiyle ifade edilen ve spin olarak bilinen niteliğe sahiptir. Tuhaf görünebilirse de, biyolojide temel bir rol oynadığı bilinen ve karşıt olgular olan sağ el kuralına ve sol el kuralına uyumluluk özelliğinin, atomaltı düzeyde de eşdeğeri vardır.s.52
Her ne kadar kuarkların nitelikleri hâlâ bütünüyle
keşfedilmeyi bekliyorsa da, bir şey nettir: karşıtlık özelliği, maddenin bilim
tarafından bugüne dek bilinen en temel düzeylerinde varolmuştur.s.52
Şeyler kendi karşıtlarına dönüşür. Negatif yüklü
elektronlar pozitif yüklü pozitronlara dönüşürler. Bir protonla birleşen
elektron, beklenebileceği gibi yok olmaz, nötr yüklü yeni bir parçacık olan
nötronu üretir. s.53,54
Proton ve elektronun birleşmesi nötronu oluşturur. Ama bir pozitron bir nötronla birleşirse, sonuç bir elektronun açığa çıkması ve nötronun bir protona dönüşmesi olur. Bu kesintisiz süreç yoluyla evren kendisini tekrar tekrar kurar ve yeniden kurar. Demek ki herhangi bir dış kuvvete, klasik fizikte olduğu gibi “ilk itişe” gerek yoktur. Maddenin, kendi nesnel yasaları uyarınca sonsuz, duraksamasız hareketi dışında başka hiçbir şeye gerek yoktur.
Biçimsel mantığın yasaları modern fizik alanında
aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu alanda, atomaltı düzeyde gerçekleşen çelişkili
süreçlerle uğraşılırken bu yasaların umutsuz biçimde yetersiz kaldığı ortaya
çıktı.
Çelişkiler doğanın tüm düzeylerinde bulunur ve bunu yadsıyan mantığın vay haline.
Çelişkiler doğanın tüm düzeylerinde bulunur ve bunu yadsıyan mantığın vay haline.
Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü
Özdevim
Kaynağı kendinde olan devim…
Devimin kendiliğinden mi oluştuğu ya da dışsal bir
etkiyle mi meydana geldiği sorunu, özdekçilerle düşüncecileri antikçağdan bu
yana karşı karşıya getiren ve birbirlerinden ayıran temel sorunlardan biridir.
Antikçağın
özdekçi düşünürleri çeşitli deyişlerle (elemanların birleşmesi ve dağılması,
sevgi ve nefret çatışması, atom ve boşluk) devimin kendiliğinden (özdevim)
meydana geldiğini söylemişler, düşüncecilerse çeşitli deyişlerle (idea, ilk
fiske, ilk itiş ve sonuç olarak tanrı) bir etkenin etkisiyle meydana geldiğini
söylemişlerdir.
(Günümüzde bile) bu metafizik etkenin ağır basmasında,
bütün bir ortaçağ boyunca Avrupa düşüncesine egemen olmuş bulunan tanrıbilim
başlıca etkendir. (halen, bilgisizlik ve tanrı inancının egemen olması başlıca
etkendir.N.) Bk. Özgüç. S.318
Devim (hareket):
Özdeğin varolma biçimi...
Genel anlamda her türlü değişme
(Os. Tebeddül, Fr. Changement)’yi dilegetiren devim, antikçağ Yunan felsefesinde varlık (Os. Vücut, Fr. Etre) karşıtı olarak ve oluş (Os. Tekevvün, Fr. Génése)’le eşanlamda kullanılmıştır. İlk
felsefesel düşüncelerde varlık, devimsiz ve değişmez sanılıyordu. Gerçekte
bizzat varlık demek olan devim (Yu.
Kinesis)’in gerçek olup olmadığı ilk düşünceleri çağlar boyunca çatıştırmıştır.
Devim, her an, her olguda ve olayda, insanların gözlerinin önündeydi ve
yadsınamayacak bir gerçeklik taşıyordu: Doğanlar ölüyor, küçükler büyüyor, her
şey sürekli olarak değişiyordu. Bunu açıkça yadsıyamayan insan düşüncesi, bütün
bunların arkasında sağlam bir değişmezlik bulmak amacıyla, bir üsre, onu
aldatıcı bir görünüş saymak zorunda kalmıştı. Elea okulu, özellikle Parmenides,
bu kanıyı savunmuştur. Ona göre devimsizlik her şeydir, devim bir kuruntudan
ibarettir. Buna karşı büyük diyalektikçi
Herakleitos, tek başına, devimin her şey olduğunu ve değişmezliğin boş bir
kuruntudan ibaret bulunduğunu ilerisürmüştür. Orta yolu tutan idealist
(Pitagoras), özdekçi (Leukippos, Demokritos) ve ikici (Anaksagoras) atomcularsa
varlığın devimsiz olduğunu ve fakat onun bütün ilişkilerinin devimli
bulunduğunu savunmuşlardır. Görüldüğü
gibi, insan zekası, bu devimsel kasırganın korkunçluğu içinde tutunacak bir
dal, sağlam ve değişmez bir temel aramıştır. İdealistler bu temeli ruh tözünde, materyalistlerse özdek tözünde bulmaya çalışmıştır. Ne
var ki, çağdaş
bilim, Herakleitos’u doğrulamaktadır: Varlık bizzat devimdir...
Devimi varsaymak zorunluluğu ortaya çıkınca, bir ilk
devindirici aramak zorunluluğu başgöstermiştir. Bu ilk fiskeyi vurana Anaxagoras nous,
Aristoteles devinmeyen devindirici adını vermişlerdir. Daha sonra buna Tanrı
denecektir.s.60 Antikçağın ilk düşüncelerinden 19. yüzyıla kadar
devim, bir ‘yer değiştirme’den ibaret sayılmıştır. Bu anlayışa göre cisimler
birbirlerini bilardo topları gibi çarpma yoluyla devindirmektedirler. İlk fiske
vurulduktan sonra bu bilardo oyunu sürüpgitmiştir. Yunan atomculuğuyla başlayan
ve en yüksek felsefe olgunluğuna Dekartçılıkta bulan bu anlayışın bilimcisi
Newton’dur. Bu devim anlayışı, mekanik bir devim anlayışıdır ve metafiziğin de
bir hayli işine yaramıştır. Çünkü bu yer değiştirme deviminde, yeri değişenin
kendisi değişmez. Gelişme yoktur, her şey nasıl yaratıldıysa öyle kalmaktadır.
Oysa mekanik devim, devimin sonsuz çeşitlerinden sadece bir
tanesidir. Devimin evrensel gerçekliğini idealist anlamda ileri süren Hegel’den
sonra tarihsel ve diyalektik özdekçilik öğretisi, devimi, özdeğin varlık biçimi
ve bir özgüç olgusu olarak ortaya koymuştur. Yirminci yüzyılın büyük fizikçisi
Einstein da özdeksiz devim ve devimsiz özdek olamayacağını tanıtlamıştır. Özdekçi
diyalektik yöntem ‘’doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün olgu ve olayları
devimleri içinde anlamak ve açıklamak yöntemidir. Buysa, bu olgu ve olayları
’tarihsellik’leri içinde anlamak demektir. Her şeyin bir geçmişi, bir şimdisi ve bir de
geleceği vardır; her şey doğar, gelişir ve ölür. Hiçbir şey geçmişinden ve
geleceğinden koparılıp sadece şimdi’siyle açıklanamaz. Devimin, niceliksel yanı
‘büyüme’ niteliksel yanı ‘gelişme’dir. Her şey önce nicelikçe çoğalır ve sonra
sıçrayarak nitelik değiştirir. Özdek kendiliğinden devim demektir. Özdeksiz devim olamayacağı gibi, devimsiz özdek de
olmaz. Devim deyimi, özdeğin kendiliği olarak, yer değiştirmeden düşünceye
kadar bütün değişme süreçlerini dilegetirir. Evrende her şey devimsel ve dolayısıyla
değişkendir. Durgunluk göreli bir
kavramdır ve devimli olanın bir başka şeye göre devimsiz görünen
durumunu dilegetirir. Örneğin güneş, dünyamıza göre durgun, ama bağlı olduğu
galaksiyle birlikte devingendir. Doğan, gelişen ve ölen her şey(ki evrende bu
süreci izlemeyen hiçbir şey yoktur) devimlidir. Dağ başlarında durgun görünen kayalar
bile bir zamanlar bugün bulundukları yerde yoktular, bir zaman sonra da bugün
bulundukları yerde olmayacaklardır (En durgun görünen, taş, demir, çelik gibi
maddeler bile hem atomları devimli olduğu için hem de değişme ve evrim halinde
olduğu için devimlidirler.N.T). Devim, özdeğin sonsuz çeşitliliğine uygun olarak
sonsuz biçimlerde gerçekleşir. Isı, ışık, elektrik dalgaları, biyolojik ve
fizyolojik süreçler, kimyasal süreçler, nükleer süreçler ve daha sonsuzca
başkaları hep devim biçimleridir. Özdek nasıl sonsuzca yeni
biçimlere dönüşecekse devim de onunla birlikte sonsuzca hep yeni biçimler
alacaktır. Durgunluk,
herhangi bir cismin en küçük parçacıklarının karşılıklı etkileşmesi, demek ki
bu parçacıkların devimi sonucudur. Daha açık bir deyişle durgunluk bile bir
devimdir. Bk. Gelişme, Özgüç, Eytişim, Özdek, Genel Bağıntılılık
Kuramı, Oluş. (F.S.O.H. S.60)
Devimselcilik
Gürecilik
(devimselcilik, Dinamizm)
Özdeğin kendiliğinden
devimsel ve gelişimsel olduğunu ilerisüren öğretilerin genel adı...
Mekanikçilik karşılığıdır. Nesneleri devimsiz ve ancak dışarıdan
verilmiş bir devimle devinebilir sayan mekanikçiliğe karşı gürecilik, nesnelerde bir özgücün varlığını ilerisürer. Antikçağ
Yunan felsefesinde Herakleitos, Aristoteles, Stoacılar gürecidirler.
Metafizikte Lebniz, Kant, Lotze, Herbart, Main de Biran, Renouvier güreci
sayılırlar; dirimselcilik’le de anlamdaş
kılınmıştır. Bilimsel anlamda gürecilik eytişimsel özdekçilikte
gerçekleşmiştir. Maddeci diyalektik felsefeye göre devim, maddenin
varlık biçimidir. Devimsiz madde, hiçbir zaman ve hiçbir yerde olmamıştır.
Her
maddesel cisim, yapısı gereği devimsel ve değişkendir. Devimi sağlayan ilke de,
her maddesel cismin hem çatışan hem birbirinden ayrılamayan
karşıtlıklarındandır. Devim de bizzat madde gibi, sonsuz biçimlerde
belirmektedir. Her yeni araştırma, devimin yeni bir biçimini ortaya
koymaktadır. Örneğin en son bulunan devim biçimlerinden biri, atom çekirdeğinin
çevresindeki zerreciklerin devimidir. Devimin çeşitli biçimleri birbirlerine
bağlıdırlar ve birbirlerine dönüşürler. Örneğin kimyasal devim biçimleri
biyolojik devim biçimine dönüşerek insana kadar sürüpgelen çeşitli devimsel
dönüşümlerle hayatı oluşturmuşlardır. Basit devim biçimleri, daha yüksek devim
biçimlerince içerilir. Ama daha yüksek bir devim, daha aşağı bir devim biçimine
indirgenemez. Bu bakımdan, diyalektik maddecilik, bütün doğasal ve toplumsal
hayatın madde zerrelerinin mekan içinde mekanik yer değiştirmelerine
indirgenebileceğini ilerisüren eski maddecilik anlayışıyla mekanik maddecilik
anlayışını aşmış bulunmaktadır. Diyalektik maddecilikte devim,
sürekli ve sonsuz değişmenin genel biçimidir...Maddenin devim biçimlerinin birbirlerine dönüştüğü gerçeği, özellikle
fizik bilgini H. Helmholtz’un 1869 yılında yayınladığı gücün saklanması (korunması) yasası’yla doğrulanmış bulunmaktadır.
Bu yasa, harcanan güç oranında ısı ve o ısı oranında da yeniden güç meydana
geldiğini tanıtlamıştır. Öyleyse nasıl madde ne yeniden meydana getirilebilir
ne de yitirilebilirse devim de ne yeniden meydana getirilebilir ne de
yitirilebilir niteliktedir, tek sözle var olduğunca saklıdır (korunur N.)...Gürecilik,
bu anlamda, her türlü metafizik anlayışa ve Descartes’in mekanizmine karşıdır.
Örneğin Blaise Pascal ilk fiskeyi vuranın Tanrı olduğunu söyler. Güreciliğe
göre ilk fiskeyi vuran yoktur, çünkü madde bizzat devimseldir. Ancak ters
terminoloji olarak güreciliği metafizik öğretiler de benimsemektedirler.
Metafizik gürecilik, varlık deyiminden Tanrı’yı anlar ve varlık bizzat etken, gürelidir.
Bk. Devim, Özgüç, Mekanikçilik, Dekartçılık, Dirimselcilik. S.149
İlk Eylem
(Os. Fiili evvel, Fr. Acte premier)
İlk devim...
Eytişimsel ve
tarihsel özdekçilik tarafından özdeğin bizzat devimsel olduğu ve devimin onun özgücü
bulunduğu açıklanmadan önce varlık, durgun ve dural olarak
düşünülüyordu. Bu halde de ilk eylem’in
nasıl başladığı sorusu önem kazanmıştır. İlk’in ne
olduğu kadar, ilk eylem’in de ne
olduğu düşünsel felsefenin başlıca konusudur. Bu durgunluğu harekete geçirmek
için ilk etki’de bulunanın ya da ilk fiske’yi vuranın varlık-dışı üstün bir güç olması
gerektiği düşüncesi, bu soruyu karşılamak zorunluluğundan doğmuştur. Metafizik(ve
idealist N.T) açıklamalar, çeşitli adlar altında, bu ilk eylemcinin tanrı olduğu varsayımında toplanır.
Devimi, devimsiz olduğu sanılan nesnelerin dışında sayan mekanikçiliğin zorunlu
sonucu neden-tanrıcılıktır. Bu mekanikçi anlayış Fransız düşünürü
Descartes tarafından geliştirilmiştir. Descartes’in ünlü ilk eylem yasası ya da ilk
etki yasası’na göre kendi başına bırakılan her cisim belli bir doğrultuda
değişmez bir hızla sürekli olarak devinir, çünkü bir ilk eylemle tanrı tarafından
devindirilmiştir. Yoksa cisimler kendiliklerinden devinemezler, çünkü
güçsüzdürler. Güçsüz olduklarından ötürüdür ki tanrının verdiği bu devimi
değiştiremezler, azaltıp çoğaltamazlar, yok edip yaratamazlar (Toplam hareketin
korunumu yasasını dinsel ifadesi N.). Devim, bir cisimden ötekine çarpma yoluyla geçer. Devimin doğrultusu da ancak çapmayla değişir.
Düşünsel alanda ilk kez Hegel, durallığın bir soyutlama olduğunu ve hiçbir
yerde saltık durallık bulunmadığını göstererek varlığın bizzat devim demek
olduğunu ilerisürmüştür (ilk kez Herakleitos vurgulamıştır. Hegel bu düşünceyi
ondan almıştır. N.T). Bk. Devim, Özgüç, Mekanikçilik, İlk, Dekartçılık.
S. 182
Karşıtların Birliği
ve Savaşımı Yasası
Doğada, toplumda ve bilinçte tüm nesneler, olaylar ve
süreçler içlerinde bir karşıtlık (eşdeyişle eytişimsel iç çelişki) taşırlar, bu
karşıtlık tüm devim ve gelişmenin kaynağıdır. Bu karşıtlıklar hem bir ‘birlik’ (biri
olmadan öbürü de olmaz) hem de bir ‘savaşım’ (biri öbürünü sürekli olarak
dıştalar) içindedirler, birbirlerine geçişirler (biri öbürünü sürekli olarak
altetme, onun yerine geçme eğilimindedir). Doğa, toplum ve bilinç bu evrensel
yasayla işler ve gelişir. Gelişme, bu savaşım sonucu, birliğin ortadan kalkıp
yerine yeni bir birliğin doğması demektir. Bundan ötürüdür ki karşıtların
birliği ‘geçici’ (eşdeyişle göreli, ilineksel, ikincil), karşıtların
savaşımıysa ‘sürekli’ (eşdeyişle saltık, temel, birincil)dir. Bu yasadan
ötürüdür ki ‘eski’ daima yerini ‘yeni’ye bırakır. Doğada örneğin yumurta
bu yasayla civciv olur, toplumda örneğin feodalite bu yasayla anamalcılık
(kapitalizm N.) olu, bilinçte örneğin bilgi bu yasayla ilerler. Devim ve
gelişme, karşıtların savaşımının sonucu olduğundan bu yasaya ‘eytişimin özü’
denir.
Her nesne, olay ve süreçte eytişimsel birlik ve savaşım içseldir, hiçbir dış
etkiyi gerektirmez, eşdeyişle dışsal bir etkinin sonucu değildir. Kaldı
ki ‘eytişimsel’ deyimi daima ‘içsel’ olanı dilegetirir; örneğin bir meyvenin
ağaçtan koparılması mekanik bir devim, kendiliğinden olgunlaşıp düşmesi
eytişimsel bir devimdir. Karşıtların birliği ve savaşımı yasası, devimin ve
gelişmenin kendiliğindenliğini dilegetirir.
(karşıtların birliği ve savaşımı dışta da geçerlidir, nesneler, kişiler, toplumlar, düşünceler vb. birlikte ve savaşım halindedir, ayrıca içsel olanla dışsal olan da birlikte ve savaşım halinde sürekli etkileşirler N.) Bk. Eytişimsel Özdekçilik, Eytişim, Karşıt, Karşıtların Çelişmesi, Nicerlikten Niteliğe Geçiş Yasası, Olumsuzlanmanın Olumsuzlanması Yasası. s.206
(karşıtların birliği ve savaşımı dışta da geçerlidir, nesneler, kişiler, toplumlar, düşünceler vb. birlikte ve savaşım halindedir, ayrıca içsel olanla dışsal olan da birlikte ve savaşım halinde sürekli etkileşirler N.) Bk. Eytişimsel Özdekçilik, Eytişim, Karşıt, Karşıtların Çelişmesi, Nicerlikten Niteliğe Geçiş Yasası, Olumsuzlanmanın Olumsuzlanması Yasası. s.206
Kutupluluk
Karşıt uçluluk...
Doğasal, toplumsal ve bilinçsel her olgu zorunlu bir
kutupluluk taşır. Engels, Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında şöyle der:
’’Düşünceler de elektrik, manyetizm vb. gibi kutupluluğa uğrar; karşıtlıklar
içinde hareket ederler’’. Kutupluluk deyimi
herhangi bir birimin karşıt uçlarının bağımlılığını dilegetirir. Uçlar, hem
birbirlerine karşıt ve çelişik, hem de ve aynı zamanda birbirlerinin varlık
koşuludurlar, biri olmadan öbürü de olmaz. Örneğin köleci üretim köle’yle köle sahibi uçlarında belirir, köleyle köle sahibi hem
birbirleriyle çelişirler ve hem de biri olmaksızın öbürü de olmaz. T.D.K’unca
yayımlanan Toplumbilim Terimleri Sözlüğü’nde Dr. Özer Ozankaya deyimi şöyle
tanımlamaktadır: ‘’Kimi toplumbilimcilere göre her karşıtlığın iki ucu arasında
hem birbirlerine karşıt olma hem de birbirlerini gereksinme, biçiminde bağlılık
bulunması’’. Bk.Karşıtlık, Çelişme, Karşısav. S.230
Karşılıklı etki (etki-tepki
N.)
Nesne, olgu ve süreçler arasındaki etkileşimsel bağımlılık…
Karşılıklı eylem, karşılıklı aksiyon ve etkileşim
deyimleriyle de dilegetirilir. Eytişimsel ve tarihsel felsefenin meydana
koyduğu evrensel bir süreçtir. ‘’Tüm doğa, tüm özdeksel varlıkların
bağlılığından oluşan bir dizgedir. Birbirleriyle bağlılık içinde bulunanlar birbirlerini
etkilerler. İşte bu etkileşme, devimin ta kendisidir. Etkileşme olmaksızın
evrende hiçbir şey varolmazdı. Varolan tüm şeylerin sonuçsal nedeni, karşılıklı
etkidir’’. Karşılıklı etki, ‘neden ve sonuç’un durmaksızın yer
değiştirmesinden, birbirinin yerini almasından doğar. Mekanik anlayışa göre
evren bir neden-sonuç zincirinin sürekli olarak gelişmesinden ibarettir. Oysa
bilimsel bulgular, bu anlayışın yanlışlığını ortaya koymuştur. Neden-sonuç
zinciri, evrensel bağlılık içinde pek basit bir görüntüden başka bir şey
değildir. Gerçekte neden-sonuç zinciri ‘karşılıklı eylem’ hareketine bağlıdır.
Bir şey, bir başka şeyi doğurmaz, neden gibi görünen şeyle sonuç gibi görünen
şey birbirlerini oluştururlar. Topraktaki su buharlaşarak bulut olur ama bulut da
yağmurlaşarak topraktaki su olur. Güneşin yüzeyinde hidrojen atomlarının
transformasyonu çok yüksek bir ısı meydana getirir, ama bu ısı da helyum
atomlarının sentezleşmesini zorunlu kılar. Başka bir deyişle helyum atomlarının
kendi yaratısı olan ısı, kendi oluşması için zorunludur.
Karşılıklı eylem toplumsal süreçlerde de çok
önemlidir. Örneğin isteğin (talebin) artması üretimin artmasını gerektirir,
üretimin artması da isteğin artmasını gerektirir. Demek ki nedenle sonuç,
metafizik anlayıştaki gibi birbirinden ayrı ve birbirine karşıt iki olgu değil,
birbiriyle sıkıca bağımlı ve birbirine dönüşebilir iki olgudur.
Hiçbir doğal varlık,
hem kendisinin bağlı olduğu ve hem de kendisine bağlı olan bir ‘karşılıklı
etki’ler bütünlüğünün dışında varolamaz.
Engels Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında şöyle
der:’’Hareket halindeki maddeyi bir bütün olarak bugünkü doğabilimi açısından
ele aldığımızda karşımıza çıkan ilk şey ‘karşılıklı etki’dir. Bir dizi hareket
biçimi, mekanik hareket, ısı, ışık, elektrik, manyetizm, kimyasal bireşme ve
ayrışma, maddenin hallerindeki geçişler, organik hayat; bütün bunların hepsi,
şimdilik organik hayatı dışta bırakırsak, birbirine geçiştir. Karşılıklı
olarak birbirlerini saptar, bir yerde sonuç iken başka bir yerde nedendirler ve
bu sırada bütün bu hareketin toplamı her değişik biçimde aynıdır. Spinoza, ’öz,
kendi kendinin nedenidir’ diyerek karşılıklı etki’yi başarıyla anlatmıştı.
Mekanik hareket ısıya, elektriğei manyetizme, ışığa, vb. ya da tersine dönüşür.
Böylece Hegel’in, karşılıklı etkinin asıl şeylerin son nedeni olduğu biçiminde
dediğini doğabilimi doğruluyor. Bu ‘karşılklı etki’ bilgisinden daha gerilere
gidemeyiz, çünkü bunun ardında bilinecek başka bir şey yoktur’’ (İbid,
Ankara, 1970, çev. Arif Gelen, s. 281,282)
Engels’in deyişinden
de anlaşıldığı gibi, mekanik nedensellik anlayışının yanlışlığını düşünsel
ve mantıksal yoldan meydana çıkaran Hegel, ‘karşılıklı etki’yi bir ‘ereksel
neden’ olarak görüyordu, buysa tümüyle metafizik ve idealist bir yanılgıydı.
Engels,
yukarıdaki parçasında, ‘’özdeğin devim biçimlerini biliyorsak özdeğin kendini
de tanıyoruz demektir ve bu konudaki bilgimiz tamamlanmıştır’’ der. Metafiziğin
neden yanıldığını da, aynı parçada, şöyle anlatır:’’Tek tek olayları anlamak
için onları genel bağıntılarından ayırmak, soyutlayarak ele almak zorunda
kalıyoruz. İşte o zaman değişen bu hareketler, biri neden, öteki de sonuç
olarak görünüyor’’. ‘’İnsanlar yeni üretici güçler elde ederek üretim
tarzlarını değiştirirler ve üretim tarzlarını değiştirirken de kendilerini ve
bütün toplumsal ilişkilerini de değiştirirler’’.
Nedensellik bağı,
kuramsal ve uygusal açılardan büyük bir önem taşır. Ne var ki nedensellik bağı, evrensel
bağlılığın ancak küçük bir parçasıdır. Doğada, sayısız denecek kadar çok,
karşılıklı etki biçimleri vardır. Özdek geliştikçe ve daha yüksek
biçimlere girdikçe yeni devim, eşdeyişle etkileşim biçimleri ortaya çıkar. Bu
süreç sonsuz ve sınırsız olduğuna göre demek ki etkileşim birimleri de sonsuz
ve sınırsızdır. Evrensel bağlılık karşılıklı etkilerin sonucudur. Bk. Evrensel
Bağımlılık, Evrensel bağlılık, Evrensel birlik, Evrensel bütünlük, Etki,
Nedensellik, Gerekircilik, Mekanikçilik, Eytişim, Eytişimsel Özdekçilik, Devim,
Çelişme. S.204
Çelişme
Varlığı gerçekleştiren karşıtlığın geliştirici devimi...
Mantık dilinde
çelişme terimi birbirlerini olumsuzlayan iki kavram, önerme, yargı ya da
kuramın aralarındaki bağlantılı durumu dilegetirir. Bunlar birbirleriyle çelişme durumundadırlar aynı zamanda ikisi birden
yanlış ve ikisi birden doğru olamazlar. Örneğin, ‘’Ahmet akıllıdır-Ahmet akılsızdır’’ önermeleri
çelişiktir, Ahmet’in akıllı olduğu doğruysa akılsız olduğu mutlaka yanlıştır.
Ya da akılsız olduğu yanlışsa akıllı olduğu mutlaka doğrudur. Ne var ki bu, Ahmet’i somut yaşamından
soyutlayıp, eşdeyişle onu onu her türlü devim ve değişmelerinden ayırıp kavram,
önerme, yargı, ya da kuramlaştırdığımız hallerde böyledir. Yoksa Ahmet
somut yaşamında bir olayda akıllı ve bir başka olayda akılsız olabileceği gibi
akıllılığı aynı zamanda akıllılığını da içerir. Eytişimsel anlamda Ahmet’in
aklı, akılsızlıkla çelişerek gelişir.
Soyut düşünme alanına özgü bulunan ‘mantıksal çelişme’yle
somut yaşam alanına özgü bulunan ‘eytişimsel çelişme’ birbirine
karıştırılmamalıdır. Somut yaşam alanına
özgü bulunan eytişimsel çelişme, soyut düşünme alanına özgü bulunan mantıksal
çelişmenin tam tersine her şeyin aynı zamanda karşıtını da içerdiğini
dilegetirir, hem düşünce ve hem de varlığın evrensel gelişme yasasıdır.
Eytişimsel dilde buna ‘çelişme ilkesi’
ya da çelişme yasası denir.
Mantıksal anlamda çelişme, tutarsız düşünüşün ölçütüdür.
Tutarlı düşünebilmek için düşünceyi mantıksal çelişmelerden arındırmak gerekir.
Eşdeyişle kavramlarımız, önermelerimiz, yargılarımız ya da kuramlarımız
çelişmez olmalıdır ki düşüncemiz doğru ve tutarlı olabilsin (soyut çelişmelerle
somut çelişmeler uyumlu olmalıdır. N.).Çelişik kavramlar, önermeler, yargılar
ya da kuramlarla işleyen düşünce yanlış ve tutarsızdır.
Mantıksal çelişme ilk dilegetirilişini antikçağ Yunan
düşünürü Aristoteles’in biçimlendirdiği ‘çelişmezlik ilkesi’ ya da ‘çelişmezlik
yasası’nda bulmuştur. Birçok skolastik ve metafizik düzeltmelerden geçen bu ilke ya da yasa, 19. yüzyılda Hegel
tarafından yaşayan varlığa uygulanmıştır. Hegel’e göre her türlü yaşamın kaynağı, Aristoteles’in ilerisürdüğü
gibi çelişmezlik değil, tam tersine çelişmedir. Ne var ki Hegel bu çok doğru savını yaşayan varlığın
kavramlaştırılmasıyla sınırlıyor ve ‘’eşyanın çeşitliliğini ve ayırdedilişini
çelişme halinde keskinleştiren düşünen akıldır’’ diyordu. Bu ilerisürüş,
Hegel’in idealist anlayışının zorunlu sonucudur. Tarihsel ve eytişimsel özdekçilik, Hegel’in bu idealist savını özdeksel
temeline oturtmuş, onun doğal ve toplumsal özünü açık seçik sergilemiştir.
Gerçekte çelişmelerle gelişen, kavramlar değil, doğa ve toplumdur (Hegel de
bunu demek istiyor N.). Kavramlar, bu nesnel (doğasal ve toplumsal) gelişmeden
yansır. ‘’Hareketin kendisi bir
çelişme’dir. Basit mekanik, bir uzay değişmesi, bir çelişme olduğu gibi,
özdeğin daha yüksek biçimlerindeki hareketleri (özellikle organik hayatın
gelişmesi) için bu daha da doğrudur. Yaşam, çelişme’den ibarettir. Yaşayan her
şey, her an hem kendisidir hem kendisi olmayan’dır. Bu her an oluşan, durmadan
yenilenen ve çözülen bir çelişme’dir. Çelişme biter bitmez yaşam da sona erer
ve ölüm gelir’’. ‘’Matematikte diferansiyel ve entegral, mekanikte hareket ve
karşı hareket (etki-tepki N.), fizikte artı elektrik ve eksi elektrik, kimyada
atomların birleşmesi ve ayrılması çelişme’nin evrenselliğini tanıtlar’’. Bk.
Ana Çelişki, Ana Uç, Çelişmelerin Genelliği, Çelişmelerin Özelliği, Çelişme
İlkesi. S.44, 45
Çelişme İlkesi
Doğa, toplum ve
bilinç bütünlüğünün çelişmeyle geliştiğini ilerisüren eytişimsel ilke...Çelişme
yasası da denir.
Alman düşünürü Hegel
tarafından, Aristoteles’in biçimsel mantığına karşı, eytişimsel mantık ilkesi
olarak ilerisürülmüş, tarihsel ve eytişimsel özdekçilik tarafından doğasal ve
toplumsal temeli keşfedilerek açık seçik sergilenmiştir.
Bu ilkeye göre her
türlü yaşamın kaynağı çelişme’dir. Varlığın özü olan devimi, varlığın içinde bulunan
çelişme yaratır (Varlığın kaynağı ve geliştircisi çelişmedir N). Her türlü
varlık, çelişmenin meydana getirdiği devimle gelişir. Demek ki çelişme; doğa,
toplum ve bilincin gelişme yasasıdır. Bilimsel felsefenin bir ustası
çelişme’yi şöyle tanımlar: ‘’Çelişme şuradadır ki bir şey hem kendisinin aynı
hem de kendisinin aynı olmayan’dır, yani hem kendisinin aynı olarak kalır hem
de durmadan değişir. İşte gelişme, bu ‘kalıcılık’la ‘değişme’ arasındaki
karşıtlık’tır’’ Eytişim, en doğru anlamında, nesnelerin özünde bulunan
çelişme’nin bilgisidir’’. Eytişimsel ve tarihsel özdekçilik dilinde çelişme
deyimine yakın anlamda ‘çatışma’ kullanılır. Çelişenler aynı zamanda
birbirleriyle çatışırlar. En küçük bir özdek parçasından insanı, toplumu ve
bilinci de kapsamak üzere en büyük evrensel yapıya kadar evrendeki bütün nesne
ve olguları oluşturan geliştirici güç çelişme’dir. Bütün nesne, olgu ve olaylar
çelişmelerle gelişir. Çelişme; bütün nesne, olgu ve olayların kendileriyle
birlikte karşıtlarını da içermelerinin dilegetirilişidir. Her nesne,
olgu ve olayda ‘kendi-karşıtı’ karşılığı vardır. Hegel şöyle der: ‘’Varlık
bizzat karşıtlıktır’’. Karşıtlıksa karşıtların çelişmesini gerektirir.
Karşıtlar sürekli olarak çelişirler, çeliştikleri için çatışırlar, çatıştıkları
için aşılırlar, aşıldıkları için de gelişirler. Demek ki nerede yaşam (eşdeyişle devim)
varsa orada mutlaka bir çelişme vardır. Ölüm bir devimsizlik, gelişmezlik,
eşdeyişle çelişmesizliktir. Bu gerçeği üstün bir sezişle ilk gören düşünür
antikçağ Yunan düşüncesinin büyük ustası Herakleitos’tur. Herakleitos,
çelişmeyi özel bir anlamda kavga (Polemos) deyimiyle dilegetirmişti.
Herakleitos’a göre her şey her şeyle savaşıyor ve bundan ötürü ‘’bir şeyden
birçok şeyler ve her şey’’ oluşuyordu.
Antikçağ Yunan düşüncesinde Elea’lılar ve ilk
şüpheciler, örneğin Zenon ve Pyrrhon, bu çelişmelerin çözülemeyeceği ve onları
yok saymak gerektiği kanısına varmışlardı. Çelişmeleri yok sayınca nesnelerin
gerçek yapılarını araştırmaktan da vazgeçmek gerekiyordu, öyleyse nesneler
bilinemez ve kavranamazdı. Bilinemezciliğin tohumları, çelişmeleri çözememekten
doğan umutsuzlukla atılmıştır. Bu halde doğaüstü güçlere sığınmaktan başka
çıkar bir yol kalmamaktadır. İdealizme geniş çapta kapıları açan yanılgı da
budur.
Yüzyıllarca sonra Alman düşünürü Hegel, Herakleitos’un
bu ustaca sezişini idealist alanda açıklamış, tarihsel ve eytişimsel
özdekçiklikse onu gerçek özdeksel temeline oturtmuştur. ‘’Matematikte
diferansiyel ve entegral, mekanikte hareket ve karşı hareket (etki-tepki N.),
fizikte artı elektrik ve eksi elektrik, kimyada atomların birleşmesi ve
ayrılması çelişme’nin evrenselliğini tanıtlar’’ Çelişme’nin tam bilgisi şu
ayrıntıların da bilinmesini gerektirir: Evrende her nesne, olgu ve olay birçok
karşıtlıklar, demek ki birçok çelişmeler taşır. Bu çelişmeler ‘iç
çelişmeler’dir. Bir nesne, olgu ve olayı kendisi kılan, eşdeyişle neyse o eden
bu çelişmelerdir. Ama bunların içinde çelişmeyi kendi yönüne çeken güçlü bir
çelişme vardır, buna ‘ana çelişme’ denir. Her çelişmede olduğu gibi bu ana
çelişmenin iki ucundan biri tutucu, öbürü geliştiricidir. Geliştirci uç ‘ana
uç’tur. Çünkü varlığın geleceğini ana çelişmenin bu ana ucu belirleyecektir.
Tutucu uç, çelişmenin ve dolayısıyla varlığın kendi kendisiyle aynı kalmasına
çalışır. Ana uçsa onu kendisinden koparır ve geliştirir. Her nesnede, olguda ve
olayda geriye dönüşlere rağmen son çözümlemede mutlaka ileriye doğru bir
gelişme gerçekleşir bu gelişme daima alt olandan üst olana, aşağı olandan
yukarı olana, geri olandan ileri olana ve basit olandan karmaşığa doğrudur. Ne
var ki bu gelişme için sadece iç çelişmeler yetmez, ‘dış çelişmeler’in de
yardımı gerekir. Örneğin yumurtayı geliştirip civcivleştiren onun kimyasal ve
biyolojik iç çelişmeleridir, ama civcivleşmenin gerçekleşebilmesi için ısı gibi
bir dış çelişme de gereklidir. Yumurta ısısız civcivleşmez, ama ısı da bir taşı
civcivleştiremez. Demek ki iç ve dış çelişmeler arasında temel olan iç
çelişmelerdir, çünkü civciv ısının değil yumurtanın ürünüdür....
Çelişme, eytişimsel bilginin temel yasasıdır. Eytişimi
bilmek, devimin ve gelişmenin kaynağı olan çelişmeyi bilmek demektir. Yüzyıllardan
beri insan b,ilgisine egemen olan metafizik dünya görüşü, çelişmenin varlığını
yadsımakla eytişimsel dünya görüşünden ayrılır. Metafiziğin bu temel yanılgısı,
biçimsel mantığın soyut kavramlarda aradığı ‘çelişmezlik’ niteliğini doğada,
toplumda ve bunlardan yansıyarak oluşan insan bilincinin gelişme sürecinde de
aramış olmasıdır. Metafiziğin büyük yanılgısı, ‘devimsiz soyut (kavram,
önerme, kuram)’un niteliği olan çelişmezliği ‘devimli somut (doğa, toplum,
bilinç)’un niteliği olan çelişmenin yerine koymaya çalışmasıdır. (soyut da
somutla uyumlu olarak devimlidir N.) Bk. Çelişme, Çatışma, Devim, Eytişim, Çelişmelerin Genelliği,
Çelişmelerin Özelliği, Çelişmezlik İlkesi. S.45, 46