26 Ekim 2014 Pazar

Atomların aklı yok ama üstün bir akla bir hareket ettiriciye ihtiyacı da yok!







Bir atomun fotoğrafı (09.07.2013 )



 January 9, 2013


Molekülün içinde birlikte hareket eden iki atomun fotoğrafı (09/03/2012)



Atomların aklı yok, ama üstün bir akla, bir hareket ettiriciye ihtiyacı da yok!


Aklın İsyanı/Marksist Felsefe ve Modern Bilim:

Doğada nereye bakarsak bakalım karşıt eğilimlerin bir arada varolma dinamiğini görürüz. Yaşamı ve hareketi doğuran bu yaratıcı gerilimdir. Bu, Herakleitos (İ.Ö. 500 dolayları) tarafından iki bin beş yüz yıl önce anlaşılmıştı. Hatta bu, Çin’deki ying ve yang düşüncesinde ve Budizmde olduğu gibi, bazı Doğu dinlerinde de mevcuttur. Burada diyalektik mistik bir biçimde açığa çıkmakla beraber, doğanın işleyişine ilişkin bir sezgiyi yansıtır.s.49

Karşıt Kutuplar?

Kutupluluk doğanın her yanına nüfuz etmiş bir özelliktir. Sadece dünyanın kuzey ve güney kutupları olarak mevcut değildir. Aynı zamanda, çekirdeklerin bir değil iki manyetik kutbu varmış gibi davrandıkları atomaltı düzeyde de mevcuttur.s.54

Kutupların ters dönmesinde biz, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi diyalektik yasasının en açık bir örneğini görüyoruz.s.55


 Pozitif ve Negatif

Negatif olmadan pozitif anlamsızdır. Bunlar zorunlu olarak birbirlerinden ayrılamazlar. Hegel çok uzun zaman önce “saf varlığın” (çelişkiden arınmış) saf hiçlikle aynı şey olduğunu, yani boş bir soyutlama olduğunu açıklamıştı.s.50Aynı şekilde, eğer her şey beyaz olsaydı, bu bizim için sanki her şeyin siyah olmasıyla aynı olurdu. Gerçek dünyada her şey pozitifi ve negatifi, olmayı ve olmamayı içerir, çünkü her şey sürekli bir hareket ve değişim halindedir.s50

Ve bu diyalektik süreç Hegel’in ya da Engels’in keyfi ve hayal ürünü icadı olmayıp, paleomanyetizmanın en son keşifleriyle kesin olarak ortaya serilmişlerdir. Doğru söylemişler: “insanlar sustuğunda, taşlar bağırır!”s.55

Bütün hareket çekme ve itmenin karşılıklı oyunundan oluşur. Ancak hareket, yalnızca her tekil çekme başka bir yerde buna karşılık gelen bir itme ile telâfi edildiğinde mümkündür. Aksi takdirde zaman içinde bir taraf diğerine baskın çıkar ve hareket sonunda durur. Demek ki evrendeki tüm çekme ve itmeler karşılıklı olarak birbirlerini dengelemek zorundadırlar. Bu nedenle hareketin yok edilemezliği ve yaratılamazlığı yasası şu biçimde ifade edilir: evrendeki her çekme hareketinin, kendi tamamlayıcısı olarak eşdeğer bir itme hareketine sahip olması zorunludur ve tersi; ya da antik felsefenin –kuvvet ya da enerjinin korunumu yasasının doğa-bilimsel formülasyonundan çok önce– ifade ettiği gibi: evrendeki tüm çekmelerin toplamı tüm itmelerin toplamına eşittir.s.56

Karşıtların birliğine ilişkin bu evrensel olgu, gerçekte doğadaki tüm hareketin ve gelişmenin motor gücüdür. Hareketi ve değişimi açıklamak için dış itki kavramını işin içine sokmaya gerek olmamasının nedeni işte budur, ki bu da tüm mekanik teorilerin temel zaafıdır. Kendisi bir çelişki içeren hareket, ancak çatışan eğilimlerin ve maddenin tüm biçimlerinin bağrında yatan iç gerilimlerin bir sonucu olarak mümkündür. S.52

Çekme ve itme, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi yasasının bir uzantısıdır. Bu yasa, en küçük olgulardan en büyüklerine kadar doğanın bütününe nüfuz etmiş bir yasadır. Atomun temelinde muazzam çekme ve itme kuvvetleri vardır…s.56 Benzer yükler birbirini iter, zıt yükler çeker. Bu nedenle çekirdek içinde protonlar birbirlerini iterler, ama çekirdek muazzam nükleer kuvvet tarafından bir arada tutulur. Ancak, çok ağır çekirdeklerde elektriksel itme kuvveti, nükleer kuvvetin üstesinden gelebilecek bir noktaya ulaşabilir ve çekirdek parçalanır.s.56


Her parçacığın bir anti-parçacığa sahip olması (elektron ve pozitron, proton ve anti-proton, vb.) örneğinde olduğu gibi, karşıtlık olgusu fizikte mevcuttur.s.51

Her parçacık, yönüne bağlı olarak, bir artı ya da eksiyle ifade edilen ve spin olarak bilinen niteliğe sahiptir. Tuhaf görünebilirse de, biyolojide temel bir rol oynadığı bilinen ve karşıt olgular olan sağ el kuralına ve sol el kuralına uyumluluk özelliğinin, atomaltı düzeyde de eşdeğeri vardır.s.52

Her ne kadar kuarkların nitelikleri hâlâ bütünüyle keşfedilmeyi bekliyorsa da, bir şey nettir: karşıtlık özelliği, maddenin bilim tarafından bugüne dek bilinen en temel düzeylerinde varolmuştur.s.52


Şeyler kendi karşıtlarına dönüşür. Negatif yüklü elektronlar pozitif yüklü pozitronlara dönüşürler. Bir protonla birleşen elektron, beklenebileceği gibi yok olmaz, nötr yüklü yeni bir parçacık olan nötronu üretir. s.53,54

Proton ve elektronun birleşmesi nötronu oluşturur. Ama bir pozitron bir nötronla birleşirse, sonuç bir elektronun açığa çıkması ve nötronun bir protona dönüşmesi olur. Bu kesintisiz süreç yoluyla evren kendisini tekrar tekrar kurar ve yeniden kurar. Demek ki herhangi bir dış kuvvete, klasik fizikte olduğu gibi “ilk itişe” gerek yoktur. Maddenin, kendi nesnel yasaları uyarınca sonsuz, duraksamasız hareketi dışında başka hiçbir şeye gerek yoktur.

Biçimsel mantığın yasaları modern fizik alanında aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu alanda, atomaltı düzeyde gerçekleşen çelişkili süreçlerle uğraşılırken bu yasaların umutsuz biçimde yetersiz kaldığı ortaya çıktı.
Çelişkiler doğanın tüm düzeylerinde bulunur ve bunu yadsıyan mantığın vay haline.
 




Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü

Özdevim

Kaynağı kendinde olan devim…

Devimin kendiliğinden mi oluştuğu ya da dışsal bir etkiyle mi meydana geldiği sorunu, özdekçilerle düşüncecileri antikçağdan bu yana karşı karşıya getiren ve birbirlerinden ayıran temel sorunlardan biridir. Antikçağın özdekçi düşünürleri çeşitli deyişlerle (elemanların birleşmesi ve dağılması, sevgi ve nefret çatışması, atom ve boşluk) devimin kendiliğinden (özdevim) meydana geldiğini söylemişler, düşüncecilerse çeşitli deyişlerle (idea, ilk fiske, ilk itiş ve sonuç olarak tanrı) bir etkenin etkisiyle meydana geldiğini söylemişlerdir.

(Günümüzde bile) bu metafizik etkenin ağır basmasında, bütün bir ortaçağ boyunca Avrupa düşüncesine egemen olmuş bulunan tanrıbilim başlıca etkendir. (halen, bilgisizlik ve tanrı inancının egemen olması başlıca etkendir.N.) Bk. Özgüç. S.318


Devim (hareket):

Özdeğin varolma biçimi...
Genel anlamda her türlü değişme (Os. Tebeddül, Fr. Changement)’yi dilegetiren devim, antikçağ Yunan felsefesinde varlık (Os. Vücut, Fr. Etre) karşıtı olarak ve oluş (Os. Tekevvün, Fr. Génése)’le eşanlamda kullanılmıştır. İlk felsefesel düşüncelerde varlık, devimsiz ve değişmez sanılıyordu. Gerçekte bizzat varlık demek olan devim (Yu. Kinesis)’in gerçek olup olmadığı ilk düşünceleri çağlar boyunca çatıştırmıştır. Devim, her an, her olguda ve olayda, insanların gözlerinin önündeydi ve yadsınamayacak bir gerçeklik taşıyordu: Doğanlar ölüyor, küçükler büyüyor, her şey sürekli olarak değişiyordu. Bunu açıkça yadsıyamayan insan düşüncesi, bütün bunların arkasında sağlam bir değişmezlik bulmak amacıyla, bir üsre, onu aldatıcı bir görünüş saymak zorunda kalmıştı. Elea okulu, özellikle Parmenides, bu kanıyı savunmuştur. Ona göre devimsizlik her şeydir, devim bir kuruntudan ibarettir. Buna karşı büyük diyalektikçi Herakleitos, tek başına, devimin her şey olduğunu ve değişmezliğin boş bir kuruntudan ibaret bulunduğunu ilerisürmüştür. Orta yolu tutan idealist (Pitagoras), özdekçi (Leukippos, Demokritos) ve ikici (Anaksagoras) atomcularsa varlığın devimsiz olduğunu ve fakat onun bütün ilişkilerinin devimli bulunduğunu savunmuşlardır. Görüldüğü gibi, insan zekası, bu devimsel kasırganın korkunçluğu içinde tutunacak bir dal, sağlam ve değişmez bir temel aramıştır. İdealistler bu temeli ruh tözünde, materyalistlerse özdek tözünde bulmaya çalışmıştır. Ne var ki, çağdaş bilim, Herakleitos’u doğrulamaktadır: Varlık bizzat devimdir...
Devimi varsaymak zorunluluğu ortaya çıkınca, bir ilk devindirici aramak zorunluluğu başgöstermiştir. Bu ilk fiskeyi vurana Anaxagoras nous, Aristoteles devinmeyen devindirici adını vermişlerdir. Daha sonra buna Tanrı denecektir.s.60 Antikçağın ilk düşüncelerinden 19. yüzyıla kadar devim, bir ‘yer değiştirme’den ibaret sayılmıştır. Bu anlayışa göre cisimler birbirlerini bilardo topları gibi çarpma yoluyla devindirmektedirler. İlk fiske vurulduktan sonra bu bilardo oyunu sürüpgitmiştir. Yunan atomculuğuyla başlayan ve en yüksek felsefe olgunluğuna Dekartçılıkta bulan bu anlayışın bilimcisi Newton’dur. Bu devim anlayışı, mekanik bir devim anlayışıdır ve metafiziğin de bir hayli işine yaramıştır. Çünkü bu yer değiştirme deviminde, yeri değişenin kendisi değişmez. Gelişme yoktur, her şey nasıl yaratıldıysa öyle kalmaktadır.

Oysa mekanik devim, devimin sonsuz çeşitlerinden sadece bir tanesidir. Devimin evrensel gerçekliğini idealist anlamda ileri süren Hegel’den sonra tarihsel ve diyalektik özdekçilik öğretisi, devimi, özdeğin varlık biçimi ve bir özgüç olgusu olarak ortaya koymuştur. Yirminci yüzyılın büyük fizikçisi Einstein da özdeksiz devim ve devimsiz özdek olamayacağını tanıtlamıştır. Özdekçi diyalektik yöntem ‘’doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün olgu ve olayları devimleri içinde anlamak ve açıklamak yöntemidir. Buysa, bu olgu ve olayları ’tarihsellik’leri içinde anlamak demektir. Her şeyin bir geçmişi, bir şimdisi ve bir de geleceği vardır; her şey doğar, gelişir ve ölür. Hiçbir şey geçmişinden ve geleceğinden koparılıp sadece şimdi’siyle açıklanamaz. Devimin, niceliksel yanı ‘büyüme’ niteliksel yanı ‘gelişme’dir. Her şey önce nicelikçe çoğalır ve sonra sıçrayarak nitelik değiştirir. Özdek kendiliğinden devim demektir. Özdeksiz devim olamayacağı gibi, devimsiz özdek de olmaz. Devim deyimi, özdeğin kendiliği olarak, yer değiştirmeden düşünceye kadar bütün değişme süreçlerini dilegetirir. Evrende her şey devimsel ve dolayısıyla değişkendir. Durgunluk göreli bir kavramdır ve devimli olanın bir başka şeye göre devimsiz görünen durumunu dilegetirir. Örneğin güneş, dünyamıza göre durgun, ama bağlı olduğu galaksiyle birlikte devingendir. Doğan, gelişen ve ölen her şey(ki evrende bu süreci izlemeyen hiçbir şey yoktur) devimlidir. Dağ başlarında durgun görünen kayalar bile bir zamanlar bugün bulundukları yerde yoktular, bir zaman sonra da bugün bulundukları yerde olmayacaklardır (En durgun görünen, taş, demir, çelik gibi maddeler bile hem atomları devimli olduğu için hem de değişme ve evrim halinde olduğu için devimlidirler.N.T). Devim, özdeğin sonsuz çeşitliliğine uygun olarak sonsuz biçimlerde gerçekleşir. Isı, ışık, elektrik dalgaları, biyolojik ve fizyolojik süreçler, kimyasal süreçler, nükleer süreçler ve daha sonsuzca başkaları hep devim biçimleridir. Özdek nasıl sonsuzca yeni biçimlere dönüşecekse devim de onunla birlikte sonsuzca hep yeni biçimler alacaktır. Durgunluk, herhangi bir cismin en küçük parçacıklarının karşılıklı etkileşmesi, demek ki bu parçacıkların devimi sonucudur. Daha açık bir deyişle durgunluk bile bir devimdir. Bk. Gelişme, Özgüç, Eytişim, Özdek, Genel Bağıntılılık Kuramı, Oluş. (F.S.O.H. S.60)


Devimselcilik


Gürecilik (devimselcilik, Dinamizm)

Özdeğin kendiliğinden devimsel ve gelişimsel olduğunu ilerisüren öğretilerin genel adı...
Mekanikçilik karşılığıdır. Nesneleri devimsiz ve ancak dışarıdan verilmiş bir devimle devinebilir sayan mekanikçiliğe karşı gürecilik, nesnelerde bir özgücün varlığını ilerisürer. Antikçağ Yunan felsefesinde Herakleitos, Aristoteles, Stoacılar gürecidirler. Metafizikte Lebniz, Kant, Lotze, Herbart, Main de Biran, Renouvier güreci sayılırlar; dirimselcilik’le de anlamdaş kılınmıştır. Bilimsel anlamda gürecilik eytişimsel özdekçilikte gerçekleşmiştir. Maddeci diyalektik felsefeye göre devim, maddenin varlık biçimidir. Devimsiz madde, hiçbir zaman ve hiçbir yerde olmamıştır. Her maddesel cisim, yapısı gereği devimsel ve değişkendir. Devimi sağlayan ilke de, her maddesel cismin hem çatışan hem birbirinden ayrılamayan karşıtlıklarındandır. Devim de bizzat madde gibi, sonsuz biçimlerde belirmektedir. Her yeni araştırma, devimin yeni bir biçimini ortaya koymaktadır. Örneğin en son bulunan devim biçimlerinden biri, atom çekirdeğinin çevresindeki zerreciklerin devimidir. Devimin çeşitli biçimleri birbirlerine bağlıdırlar ve birbirlerine dönüşürler. Örneğin kimyasal devim biçimleri biyolojik devim biçimine dönüşerek insana kadar sürüpgelen çeşitli devimsel dönüşümlerle hayatı oluşturmuşlardır. Basit devim biçimleri, daha yüksek devim biçimlerince içerilir. Ama daha yüksek bir devim, daha aşağı bir devim biçimine indirgenemez. Bu bakımdan, diyalektik maddecilik, bütün doğasal ve toplumsal hayatın madde zerrelerinin mekan içinde mekanik yer değiştirmelerine indirgenebileceğini ilerisüren eski maddecilik anlayışıyla mekanik maddecilik anlayışını aşmış bulunmaktadır. Diyalektik maddecilikte devim, sürekli ve sonsuz değişmenin genel biçimidir...Maddenin devim biçimlerinin  birbirlerine dönüştüğü gerçeği, özellikle fizik bilgini H. Helmholtz’un 1869 yılında yayınladığı gücün saklanması (korunması) yasası’yla doğrulanmış bulunmaktadır. Bu yasa, harcanan güç oranında ısı ve o ısı oranında da yeniden güç meydana geldiğini tanıtlamıştır. Öyleyse nasıl madde ne yeniden meydana getirilebilir ne de yitirilebilirse devim de ne yeniden meydana getirilebilir ne de yitirilebilir niteliktedir, tek sözle var olduğunca saklıdır (korunur N.)...Gürecilik, bu anlamda, her türlü metafizik anlayışa ve Descartes’in mekanizmine karşıdır. Örneğin Blaise Pascal ilk fiskeyi vuranın Tanrı olduğunu söyler. Güreciliğe göre ilk fiskeyi vuran yoktur, çünkü madde bizzat devimseldir. Ancak ters terminoloji olarak güreciliği metafizik öğretiler de benimsemektedirler. Metafizik gürecilik, varlık deyiminden Tanrı’yı anlar ve varlık bizzat etken, gürelidir. Bk. Devim, Özgüç, Mekanikçilik, Dekartçılık, Dirimselcilik. S.149





İlk Eylem

(Os. Fiili evvel, Fr. Acte premier)
İlk devim...
Eytişimsel ve tarihsel özdekçilik tarafından özdeğin bizzat devimsel olduğu ve devimin onun özgücü bulunduğu açıklanmadan önce varlık, durgun ve dural olarak düşünülüyordu. Bu halde de ilk eylem’in nasıl başladığı sorusu önem kazanmıştır. İlk’in ne olduğu kadar, ilk eylem’in de ne olduğu düşünsel felsefenin başlıca konusudur. Bu durgunluğu harekete geçirmek için ilk etki’de bulunanın ya da ilk fiske’yi vuranın varlık-dışı üstün bir güç olması gerektiği düşüncesi, bu soruyu karşılamak zorunluluğundan doğmuştur. Metafizik(ve idealist N.T) açıklamalar, çeşitli adlar altında, bu ilk eylemcinin tanrı olduğu varsayımında toplanır. Devimi, devimsiz olduğu sanılan nesnelerin dışında sayan mekanikçiliğin zorunlu sonucu neden-tanrıcılıktır. Bu mekanikçi anlayış Fransız düşünürü Descartes tarafından geliştirilmiştir. Descartes’in ünlü ilk eylem yasası ya da ilk etki yasası’na göre kendi başına bırakılan her cisim belli bir doğrultuda değişmez bir hızla sürekli olarak devinir, çünkü bir ilk eylemle tanrı tarafından devindirilmiştir. Yoksa cisimler kendiliklerinden devinemezler, çünkü güçsüzdürler. Güçsüz olduklarından ötürüdür ki tanrının verdiği bu devimi değiştiremezler, azaltıp çoğaltamazlar, yok edip yaratamazlar (Toplam hareketin korunumu yasasını dinsel ifadesi N.). Devim, bir cisimden ötekine çarpma yoluyla geçer. Devimin doğrultusu da ancak çapmayla değişir. Düşünsel alanda ilk kez Hegel, durallığın bir soyutlama olduğunu ve hiçbir yerde saltık durallık bulunmadığını göstererek varlığın bizzat devim demek olduğunu ilerisürmüştür (ilk kez Herakleitos vurgulamıştır. Hegel bu düşünceyi ondan almıştır. N.T). Bk. Devim, Özgüç, Mekanikçilik, İlk, Dekartçılık. S. 182


Karşıtların Birliği ve Savaşımı Yasası

Doğada, toplumda ve bilinçte tüm nesneler, olaylar ve süreçler içlerinde bir karşıtlık (eşdeyişle eytişimsel iç çelişki) taşırlar, bu karşıtlık tüm devim ve gelişmenin kaynağıdır. Bu karşıtlıklar hem bir ‘birlik’ (biri olmadan öbürü de olmaz) hem de bir ‘savaşım’ (biri öbürünü sürekli olarak dıştalar) içindedirler, birbirlerine geçişirler (biri öbürünü sürekli olarak altetme, onun yerine geçme eğilimindedir). Doğa, toplum ve bilinç bu evrensel yasayla işler ve gelişir. Gelişme, bu savaşım sonucu, birliğin ortadan kalkıp yerine yeni bir birliğin doğması demektir. Bundan ötürüdür ki karşıtların birliği ‘geçici’ (eşdeyişle göreli, ilineksel, ikincil), karşıtların savaşımıysa ‘sürekli’ (eşdeyişle saltık, temel, birincil)dir. Bu yasadan ötürüdür ki ‘eski’ daima yerini ‘yeni’ye bırakır. Doğada örneğin yumurta bu yasayla civciv olur, toplumda örneğin feodalite bu yasayla anamalcılık (kapitalizm N.) olu, bilinçte örneğin bilgi bu yasayla ilerler. Devim ve gelişme, karşıtların savaşımının sonucu olduğundan bu yasaya ‘eytişimin özü’ denir. Her nesne, olay ve süreçte eytişimsel birlik ve savaşım içseldir, hiçbir dış etkiyi gerektirmez, eşdeyişle dışsal bir etkinin sonucu değildir. Kaldı ki ‘eytişimsel’ deyimi daima ‘içsel’ olanı dilegetirir; örneğin bir meyvenin ağaçtan koparılması mekanik bir devim, kendiliğinden olgunlaşıp düşmesi eytişimsel bir devimdir. Karşıtların birliği ve savaşımı yasası, devimin ve gelişmenin kendiliğindenliğini dilegetirir.
(karşıtların birliği ve savaşımı dışta da geçerlidir, nesneler, kişiler, toplumlar, düşünceler vb. birlikte ve savaşım halindedir, ayrıca içsel olanla dışsal olan da birlikte ve savaşım halinde sürekli etkileşirler N.) Bk. Eytişimsel Özdekçilik, Eytişim, Karşıt, Karşıtların Çelişmesi, Nicerlikten Niteliğe Geçiş Yasası, Olumsuzlanmanın Olumsuzlanması Yasası. s.206



Kutupluluk

Karşıt uçluluk...
Doğasal, toplumsal ve bilinçsel her olgu zorunlu bir kutupluluk taşır. Engels, Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında şöyle der: ’’Düşünceler de elektrik, manyetizm vb. gibi kutupluluğa uğrar; karşıtlıklar içinde hareket ederler’’. Kutupluluk deyimi herhangi bir birimin karşıt uçlarının bağımlılığını dilegetirir. Uçlar, hem birbirlerine karşıt ve çelişik, hem de ve aynı zamanda birbirlerinin varlık koşuludurlar, biri olmadan öbürü de olmaz. Örneğin köleci üretim köle’yle köle sahibi uçlarında belirir, köleyle köle sahibi hem birbirleriyle çelişirler ve hem de biri olmaksızın öbürü de olmaz. T.D.K’unca yayımlanan Toplumbilim Terimleri Sözlüğü’nde Dr. Özer Ozankaya deyimi şöyle tanımlamaktadır: ‘’Kimi toplumbilimcilere göre her karşıtlığın iki ucu arasında hem birbirlerine karşıt olma hem de birbirlerini gereksinme, biçiminde bağlılık bulunması’’. Bk.Karşıtlık, Çelişme, Karşısav. S.230


Karşılıklı etki (etki-tepki N.)

Nesne, olgu ve süreçler arasındaki etkileşimsel bağımlılık…
Karşılıklı eylem, karşılıklı aksiyon ve etkileşim deyimleriyle de dilegetirilir. Eytişimsel ve tarihsel felsefenin meydana koyduğu evrensel bir süreçtir. ‘’Tüm doğa, tüm özdeksel varlıkların bağlılığından oluşan bir dizgedir. Birbirleriyle bağlılık içinde bulunanlar birbirlerini etkilerler. İşte bu etkileşme, devimin ta kendisidir. Etkileşme olmaksızın evrende hiçbir şey varolmazdı. Varolan tüm şeylerin sonuçsal nedeni, karşılıklı etkidir’’. Karşılıklı etki, ‘neden ve sonuç’un durmaksızın yer değiştirmesinden, birbirinin yerini almasından doğar. Mekanik anlayışa göre evren bir neden-sonuç zincirinin sürekli olarak gelişmesinden ibarettir. Oysa bilimsel bulgular, bu anlayışın yanlışlığını ortaya koymuştur. Neden-sonuç zinciri, evrensel bağlılık içinde pek basit bir görüntüden başka bir şey değildir. Gerçekte neden-sonuç zinciri ‘karşılıklı eylem’ hareketine bağlıdır. Bir şey, bir başka şeyi doğurmaz, neden gibi görünen şeyle sonuç gibi görünen şey birbirlerini oluştururlar. Topraktaki su buharlaşarak bulut olur ama bulut da yağmurlaşarak topraktaki su olur. Güneşin yüzeyinde hidrojen atomlarının transformasyonu çok yüksek bir ısı meydana getirir, ama bu ısı da helyum atomlarının sentezleşmesini zorunlu kılar. Başka bir deyişle helyum atomlarının kendi yaratısı olan ısı, kendi oluşması için zorunludur.

Karşılıklı eylem toplumsal süreçlerde de çok önemlidir. Örneğin isteğin (talebin) artması üretimin artmasını gerektirir, üretimin artması da isteğin artmasını gerektirir. Demek ki nedenle sonuç, metafizik anlayıştaki gibi birbirinden ayrı ve birbirine karşıt iki olgu değil, birbiriyle sıkıca bağımlı ve birbirine dönüşebilir iki olgudur.

Hiçbir doğal varlık, hem kendisinin bağlı olduğu ve hem de kendisine bağlı olan bir ‘karşılıklı etki’ler bütünlüğünün dışında varolamaz.

Engels Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında şöyle der:’’Hareket halindeki maddeyi bir bütün olarak bugünkü doğabilimi açısından ele aldığımızda karşımıza çıkan ilk şey ‘karşılıklı etki’dir. Bir dizi hareket biçimi, mekanik hareket, ısı, ışık, elektrik, manyetizm, kimyasal bireşme ve ayrışma, maddenin hallerindeki geçişler, organik hayat; bütün bunların hepsi, şimdilik organik hayatı dışta bırakırsak, birbirine geçiştir. Karşılıklı olarak birbirlerini saptar, bir yerde sonuç iken başka bir yerde nedendirler ve bu sırada bütün bu hareketin toplamı her değişik biçimde aynıdır. Spinoza, ’öz, kendi kendinin nedenidir’ diyerek karşılıklı etki’yi başarıyla anlatmıştı. Mekanik hareket ısıya, elektriğei manyetizme, ışığa, vb. ya da tersine dönüşür. Böylece Hegel’in, karşılıklı etkinin asıl şeylerin son nedeni olduğu biçiminde dediğini doğabilimi doğruluyor. Bu ‘karşılklı etki’ bilgisinden daha gerilere gidemeyiz, çünkü bunun ardında bilinecek başka bir şey yoktur’’ (İbid, Ankara, 1970, çev. Arif Gelen, s. 281,282)

Engels’in deyişinden de anlaşıldığı gibi, mekanik nedensellik anlayışının yanlışlığını düşünsel ve mantıksal yoldan meydana çıkaran Hegel, ‘karşılıklı etki’yi bir ‘ereksel neden’ olarak görüyordu, buysa tümüyle metafizik ve idealist bir yanılgıydı. Engels, yukarıdaki parçasında, ‘’özdeğin devim biçimlerini biliyorsak özdeğin kendini de tanıyoruz demektir ve bu konudaki bilgimiz tamamlanmıştır’’ der. Metafiziğin neden yanıldığını da, aynı parçada, şöyle anlatır:’’Tek tek olayları anlamak için onları genel bağıntılarından ayırmak, soyutlayarak ele almak zorunda kalıyoruz. İşte o zaman değişen bu hareketler, biri neden, öteki de sonuç olarak görünüyor’’. ‘’İnsanlar yeni üretici güçler elde ederek üretim tarzlarını değiştirirler ve üretim tarzlarını değiştirirken de kendilerini ve bütün toplumsal ilişkilerini de değiştirirler’’.

Nedensellik bağı, kuramsal ve uygusal açılardan büyük bir önem taşır. Ne var ki nedensellik bağı, evrensel bağlılığın ancak küçük bir parçasıdır. Doğada, sayısız denecek kadar çok, karşılıklı etki biçimleri vardır. Özdek geliştikçe ve daha yüksek biçimlere girdikçe yeni devim, eşdeyişle etkileşim biçimleri ortaya çıkar. Bu süreç sonsuz ve sınırsız olduğuna göre demek ki etkileşim birimleri de sonsuz ve sınırsızdır. Evrensel bağlılık karşılıklı etkilerin sonucudur. Bk. Evrensel Bağımlılık, Evrensel bağlılık, Evrensel birlik, Evrensel bütünlük, Etki, Nedensellik, Gerekircilik, Mekanikçilik, Eytişim, Eytişimsel Özdekçilik, Devim, Çelişme. S.204

Çelişme

Varlığı gerçekleştiren karşıtlığın geliştirici devimi...
Mantık dilinde çelişme terimi birbirlerini olumsuzlayan iki kavram, önerme, yargı ya da kuramın aralarındaki bağlantılı durumu dilegetirir. Bunlar birbirleriyle çelişme durumundadırlar aynı zamanda ikisi birden yanlış ve ikisi birden doğru olamazlar. Örneğin, ‘’Ahmet  akıllıdır-Ahmet akılsızdır’’ önermeleri çelişiktir, Ahmet’in akıllı olduğu doğruysa akılsız olduğu mutlaka yanlıştır. Ya da akılsız olduğu yanlışsa akıllı olduğu mutlaka doğrudur. Ne var ki bu, Ahmet’i somut yaşamından soyutlayıp, eşdeyişle onu onu her türlü devim ve değişmelerinden ayırıp kavram, önerme, yargı, ya da kuramlaştırdığımız hallerde böyledir. Yoksa Ahmet somut yaşamında bir olayda akıllı ve bir başka olayda akılsız olabileceği gibi akıllılığı aynı zamanda akıllılığını da içerir. Eytişimsel anlamda Ahmet’in aklı, akılsızlıkla çelişerek gelişir.

Soyut düşünme alanına özgü bulunan ‘mantıksal çelişme’yle somut yaşam alanına özgü bulunan ‘eytişimsel çelişme’ birbirine karıştırılmamalıdır. Somut yaşam alanına özgü bulunan eytişimsel çelişme, soyut düşünme alanına özgü bulunan mantıksal çelişmenin tam tersine her şeyin aynı zamanda karşıtını da içerdiğini dilegetirir, hem düşünce ve hem de varlığın evrensel gelişme yasasıdır. Eytişimsel dilde buna ‘çelişme ilkesi’  ya da çelişme yasası denir.

Mantıksal anlamda çelişme, tutarsız düşünüşün ölçütüdür. Tutarlı düşünebilmek için düşünceyi mantıksal çelişmelerden arındırmak gerekir. Eşdeyişle kavramlarımız, önermelerimiz, yargılarımız ya da kuramlarımız çelişmez olmalıdır ki düşüncemiz doğru ve tutarlı olabilsin (soyut çelişmelerle somut çelişmeler uyumlu olmalıdır. N.).Çelişik kavramlar, önermeler, yargılar ya da kuramlarla işleyen düşünce yanlış ve tutarsızdır.

Mantıksal çelişme ilk dilegetirilişini antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles’in biçimlendirdiği ‘çelişmezlik ilkesi’ ya da ‘çelişmezlik yasası’nda bulmuştur. Birçok skolastik ve metafizik düzeltmelerden geçen bu ilke ya da yasa, 19. yüzyılda Hegel tarafından yaşayan varlığa uygulanmıştır. Hegel’e göre her türlü yaşamın kaynağı, Aristoteles’in ilerisürdüğü gibi çelişmezlik değil, tam tersine çelişmedir. Ne var ki Hegel bu çok doğru savını yaşayan varlığın kavramlaştırılmasıyla sınırlıyor ve ‘’eşyanın çeşitliliğini ve ayırdedilişini çelişme halinde keskinleştiren düşünen akıldır’’ diyordu. Bu ilerisürüş, Hegel’in idealist anlayışının zorunlu sonucudur. Tarihsel ve eytişimsel özdekçilik, Hegel’in bu idealist savını özdeksel temeline oturtmuş, onun doğal ve toplumsal özünü açık seçik sergilemiştir. Gerçekte çelişmelerle gelişen, kavramlar değil, doğa ve toplumdur (Hegel de bunu demek istiyor N.). Kavramlar, bu nesnel (doğasal ve toplumsal) gelişmeden yansır. ‘’Hareketin kendisi bir çelişme’dir. Basit mekanik, bir uzay değişmesi, bir çelişme olduğu gibi, özdeğin daha yüksek biçimlerindeki hareketleri (özellikle organik hayatın gelişmesi) için bu daha da doğrudur. Yaşam, çelişme’den ibarettir. Yaşayan her şey, her an hem kendisidir hem kendisi olmayan’dır. Bu her an oluşan, durmadan yenilenen ve çözülen bir çelişme’dir. Çelişme biter bitmez yaşam da sona erer ve ölüm gelir’’. ‘’Matematikte diferansiyel ve entegral, mekanikte hareket ve karşı hareket (etki-tepki N.), fizikte artı elektrik ve eksi elektrik, kimyada atomların birleşmesi ve ayrılması çelişme’nin evrenselliğini tanıtlar’’. Bk. Ana Çelişki, Ana Uç, Çelişmelerin Genelliği, Çelişmelerin Özelliği, Çelişme İlkesi. S.44, 45


Çelişme İlkesi

Doğa, toplum ve bilinç bütünlüğünün çelişmeyle geliştiğini ilerisüren eytişimsel ilke...Çelişme yasası da denir.
Alman düşünürü Hegel tarafından, Aristoteles’in biçimsel mantığına karşı, eytişimsel mantık ilkesi olarak ilerisürülmüş, tarihsel ve eytişimsel özdekçilik tarafından doğasal ve toplumsal temeli keşfedilerek açık seçik sergilenmiştir.

Bu ilkeye göre her türlü yaşamın kaynağı çelişme’dir. Varlığın özü olan devimi, varlığın içinde bulunan çelişme yaratır (Varlığın kaynağı ve geliştircisi çelişmedir N). Her türlü varlık, çelişmenin meydana getirdiği devimle gelişir. Demek ki çelişme; doğa, toplum ve bilincin gelişme yasasıdır. Bilimsel felsefenin bir ustası çelişme’yi şöyle tanımlar: ‘’Çelişme şuradadır ki bir şey hem kendisinin aynı hem de kendisinin aynı olmayan’dır, yani hem kendisinin aynı olarak kalır hem de durmadan değişir. İşte gelişme, bu ‘kalıcılık’la ‘değişme’ arasındaki karşıtlık’tır’’ Eytişim, en doğru anlamında, nesnelerin özünde bulunan çelişme’nin bilgisidir’’. Eytişimsel ve tarihsel özdekçilik dilinde çelişme deyimine yakın anlamda ‘çatışma’ kullanılır. Çelişenler aynı zamanda birbirleriyle çatışırlar. En küçük bir özdek parçasından insanı, toplumu ve bilinci de kapsamak üzere en büyük evrensel yapıya kadar evrendeki bütün nesne ve olguları oluşturan geliştirici güç çelişme’dir. Bütün nesne, olgu ve olaylar çelişmelerle gelişir. Çelişme; bütün nesne, olgu ve olayların kendileriyle birlikte karşıtlarını da içermelerinin dilegetirilişidir. Her nesne, olgu ve olayda ‘kendi-karşıtı’ karşılığı vardır. Hegel şöyle der: ‘’Varlık bizzat karşıtlıktır’’. Karşıtlıksa karşıtların çelişmesini gerektirir. Karşıtlar sürekli olarak çelişirler, çeliştikleri için çatışırlar, çatıştıkları için aşılırlar, aşıldıkları için de gelişirler. Demek ki nerede yaşam (eşdeyişle devim) varsa orada mutlaka bir çelişme vardır. Ölüm bir devimsizlik, gelişmezlik, eşdeyişle çelişmesizliktir. Bu gerçeği üstün bir sezişle ilk gören düşünür antikçağ Yunan düşüncesinin büyük ustası Herakleitos’tur. Herakleitos, çelişmeyi özel bir anlamda kavga (Polemos) deyimiyle dilegetirmişti. Herakleitos’a göre her şey her şeyle savaşıyor ve bundan ötürü ‘’bir şeyden birçok şeyler ve her şey’’ oluşuyordu.

Antikçağ Yunan düşüncesinde Elea’lılar ve ilk şüpheciler, örneğin Zenon ve Pyrrhon, bu çelişmelerin çözülemeyeceği ve onları yok saymak gerektiği kanısına varmışlardı. Çelişmeleri yok sayınca nesnelerin gerçek yapılarını araştırmaktan da vazgeçmek gerekiyordu, öyleyse nesneler bilinemez ve kavranamazdı. Bilinemezciliğin tohumları, çelişmeleri çözememekten doğan umutsuzlukla atılmıştır. Bu halde doğaüstü güçlere sığınmaktan başka çıkar bir yol kalmamaktadır. İdealizme geniş çapta kapıları açan yanılgı da budur.

Yüzyıllarca sonra Alman düşünürü Hegel, Herakleitos’un bu ustaca sezişini idealist alanda açıklamış, tarihsel ve eytişimsel özdekçiklikse onu gerçek özdeksel temeline oturtmuştur. ‘’Matematikte diferansiyel ve entegral, mekanikte hareket ve karşı hareket (etki-tepki N.), fizikte artı elektrik ve eksi elektrik, kimyada atomların birleşmesi ve ayrılması çelişme’nin evrenselliğini tanıtlar’’ Çelişme’nin tam bilgisi şu ayrıntıların da bilinmesini gerektirir: Evrende her nesne, olgu ve olay birçok karşıtlıklar, demek ki birçok çelişmeler taşır. Bu çelişmeler ‘iç çelişmeler’dir. Bir nesne, olgu ve olayı kendisi kılan, eşdeyişle neyse o eden bu çelişmelerdir. Ama bunların içinde çelişmeyi kendi yönüne çeken güçlü bir çelişme vardır, buna ‘ana çelişme’ denir. Her çelişmede olduğu gibi bu ana çelişmenin iki ucundan biri tutucu, öbürü geliştiricidir. Geliştirci uç ‘ana uç’tur. Çünkü varlığın geleceğini ana çelişmenin bu ana ucu belirleyecektir. Tutucu uç, çelişmenin ve dolayısıyla varlığın kendi kendisiyle aynı kalmasına çalışır. Ana uçsa onu kendisinden koparır ve geliştirir. Her nesnede, olguda ve olayda geriye dönüşlere rağmen son çözümlemede mutlaka ileriye doğru bir gelişme gerçekleşir bu gelişme daima alt olandan üst olana, aşağı olandan yukarı olana, geri olandan ileri olana ve basit olandan karmaşığa doğrudur. Ne var ki bu gelişme için sadece iç çelişmeler yetmez, ‘dış çelişmeler’in de yardımı gerekir. Örneğin yumurtayı geliştirip civcivleştiren onun kimyasal ve biyolojik iç çelişmeleridir, ama civcivleşmenin gerçekleşebilmesi için ısı gibi bir dış çelişme de gereklidir. Yumurta ısısız civcivleşmez, ama ısı da bir taşı civcivleştiremez. Demek ki iç ve dış çelişmeler arasında temel olan iç çelişmelerdir, çünkü civciv ısının değil yumurtanın ürünüdür....

Çelişme, eytişimsel bilginin temel yasasıdır. Eytişimi bilmek, devimin ve gelişmenin kaynağı olan çelişmeyi bilmek demektir. Yüzyıllardan beri insan b,ilgisine egemen olan metafizik dünya görüşü, çelişmenin varlığını yadsımakla eytişimsel dünya görüşünden ayrılır. Metafiziğin bu temel yanılgısı, biçimsel mantığın soyut kavramlarda aradığı ‘çelişmezlik’ niteliğini doğada, toplumda ve bunlardan yansıyarak oluşan insan bilincinin gelişme sürecinde de aramış olmasıdır. Metafiziğin büyük yanılgısı, ‘devimsiz soyut (kavram, önerme, kuram)’un niteliği olan çelişmezliği ‘devimli somut (doğa, toplum, bilinç)’un niteliği olan çelişmenin yerine koymaya çalışmasıdır. (soyut da somutla uyumlu olarak devimlidir N.) Bk. Çelişme, Çatışma, Devim,   Eytişim, Çelişmelerin Genelliği, Çelişmelerin Özelliği, Çelişmezlik İlkesi. S.45, 46