5 Temmuz 2011 Salı

August Comte kimdir? Pozivitizm nedir -Yener Orkunoğlu

August Comte kimdir? Pozivitizm nedir 1-Yener Orkunoğlu


POZITIVIZM VE AUGUST COMTE
AUGUST COMTE’NIN YASAMI
POZITIVIZMIN TOPLUMSAL ARKA PLANI
POZITIVIZM NEDIR ?
DÜSÜNCE TARIHINDEKI ÜÇ ASAMA
1. Teolojik asama
2. Metafizik asama
3. Pozitiv asama
COMTE VE ANSIKLOPEDIK YASA
BURJUVA TOPLUMUNU KORUMAYA YÖNELIK DÜSÜNCE OLARAK POZITIVIZM
IKI CEPHEDE IDELOJIK SAVAS
COMTE’YE YÖNELIK ELESTIRILER
MARX ve COMTE
KAYNAKÇA
Yener Orkunoglu
August Comte kimdir?
Pozivitizm nedir?-1
Marksizm’e karsi yöneltilmis elestirilerden biri, Marksizm’in kendisini pozitivizmden kurtaramadigi seklindedir. Pozitivizm gerek 19. yüzyilin gerekse 20. yüzyilin en etkili felsefi sistemlerinden birisi olmustur. Dolayisiyla Marksizm ile pozitivizm arasindaki farkli yanlari özel olarak da Comte pozitivizmi ile Marx’in düsünceleri arasindaki farki ortaya çikarmak önem kazanmaktadir.
II. Enternasyonalin evrimci ve pozitivist anlayisi Marksizm’e karsi böylesi bir elestiri için zemin olusturmustur. Burada Marx ve Marksizm’i birbirinden ayirmak gerekir. Çünkü Marx’in görüsleri ile yaygin Marksizm’in görüsleri arasinda farkliliklar var.
Marx’in görüsleri ile pozitivizmin görüsleri arasindaki farkliliklari görmek için pozitivizme kisa bir göz atmak gerekir. Önce pozitivizmin kurucularindan biri olan Auguste Comte’nin yasamina göz atalim.
AUGUST COMTE’NIN YASAMI
Pozitivizmin epistemolojik öncüsü Hume (1711-1776)’dir. Ama Pozitivizmin ve sosyolojinin kurucusu Auguste Comte’dir. 1798 yilinda dogan Auguste Comte, çocuklugunu I. Napolyon, döneminde, gençligini de restorasyon döneminde geçirir. 1817 yilinda Saint-Simon’un sekreteri olarak çalismaya baslar. Aydinlanma Filozoflarinin ‘özgürlük’ ‘esitlik’ vaatlerinin yerine gelmedigini gören Sain-Simon hayal kirikligi yasar. Çünkü Saint-Simon toplumda yeni bir siniflasmanin yasandigini görüyordu. Gerçi devrim, feodal ayricaliklari ve hiyerarsiyi yok etmisti. Ama simdi toplum çalisanlar ve asalaklar olarak yeniden ikiye bölünmüs, eski feodal ayricaliklarin yerine baska ayricaliklar (servet farkliligi vb.) gündeme gelmisti. Devrim öncesi, tüm ayricaliklara karsi oldugunu söyleyen sinif, devrimden sonra yeni sinif ayricaliklarini koruyordu. Bu nedenle Fransiz Devrimi sonrasi ortaya çikan burjuva toplumu, sosyal sorunlari da birlikte getirmistir.
Bu durumu gözleyen Saint-Simon[1] burjuva toplumunun us disi ve adaletsiz oldugunu söyler. ‘Benim girisimimin dogrudan hedefi, el gücünden baska varlik araci olmayan sinifin kaderini mümkün oldugu kadar düzeltmektir’[2] diyerek , isçi sinifinin kaderini düzeltmeye yönelik toplumsal reformlar düsünür.
Saint-Simon ile Comte arasinda bir kopus yasanir. Bu kopusun nedenleri konusunda literatürde farkli görüsler var. Kimine göre, Saint-Simon, Comte ile beraber yazdiklari yaziyi kendi adina yayinladigi için kopus yasanmistir. Kopusu, kisisel nedenlere dayandirmanin inandiriciligi yoktur. Kopusun nedeni, siyasal görüs farkliliklardir. Hayal kirikligina ugrayan Saint-Simon, düzene karsidir ve proletaryanin sinif kaderini düzeltmek için proletaryaya seslenir. Restorasyon döneminin düsünürü olan Comte ise, burjuva düzeni koruyacak bir politikadan yanadir. Comte, Saint-Simon’u ‘dolaysiz bir kitleye daha canli bir kiskirtma’ yapmakla suçlar. Comte’ye göre, Saint-Simon, ‘doktrinleri tamamlanmadan kurumlari degistirmek’ pesinde kosarak pratik önermelere atilmistir.
Comte, Simon’a hiçbir sey borçlu olmadigini söyler. Hatta eski hocasini, ‘yoldan çikmis hokkabaz’, ‘zincirinden bosalmis sarlatan’ olarak suçlar. Saint-Simon ile beraber oldugu dönemde yazdigi yazilarina mesafeli davranir Comte.
18. yüzyilda bugünkü anlami ile bir sosyoloji yoktur. Çünkü ‘sivil toplumun’ ortaya çikmasi burjuva devriminden sonra belirginlesir. Sosyoloji sözcügü ile defa Comte tarafindan kullanilir. Saint-Simon’dan ayrildiktan sonra, onun düsüncelerine baska bir içerik verir. Comte, sanayicilerin yeni toplumun efendisi olmasi gerektigini ileri sürer. Baska görüslerin etkisinde kalmamak için, Vico, Kant, Hegel ve Herder gibi düsünürlerin kitaplarini okumaktan kaçindigini yazar..[3]
Comte, ünlü düsünür John Stuart Mill ile de dostça iliskiler içindeydi. Yasaminin son yillarinda ‘pozitiv felsefe’ eserinde dile getirdigi görüslerden uzaklasir. Dine yönelir, ‘Insanlik Dini’ yaratmaya çalisir. ‘Insan iliskilerinin ilahi bir Tanri tarafindan yönetildigini’ ileri süren Katolik din adami Bossuet’i ‘büyük Bossuet’ olarak över.[4] Dinle uzlasma yollarini arar, toplumsal düzenin oturabilmesi için dine siginir. Comte’ye göre ‘toplum biliminden’, ‘toplumsal düzene’ geçmek için, kilise örgütleri, sölenler, kutsama ayinleri göreve çagrilmalidir. Ona göre yalnizca dinsel pozitivizm olmadan, pozitiv siyaset ahlâka baglanamaz. Dolayisiyla, pozitivizmin siyasal anlayisi, dinsel pozitivizm olmadan gerçeklesemez. Comte’nin düsüncesinin özü sematik olarak söyle ifade edilebilir: ‘ilke olarak dinsel kaynakli sevgi, temel olarak düzen ve amaç olarak da ilerleme’
Dinle uzlasmayi aradigindan dolayi Mill, Comte ile arasina ayrilik koyar.[5] ‘Özellikle de ahlaki ve entelektüel yetkinin Katolik Kilisesini model alan bir ‘Tinsel Güç’e verilmesi yoluyla uzlasmanin yeniden saglanabilecegine yönelik tahminleri’[6] nedeniyle1846 yilinda Comte ile John Stuart Mill arasinda kopus yasanir.
Comte’nin felsefesi, Fransiz devrimi sonrasi yasanan sürece derin bir anlayis getirmekten uzaktir. Ama toplumsal evrim görüsleriyle Spencer ve Durkheimer üzerinde etkili olmustur. Comte, bir dönem akil hastaligina yakalanir. 1827 yilinda intihara tesebbüs eder. Bir ‘genelev kadini’ ile evlendikten sonra ruhsal durumu daha dengeli olarak, çalismalarini sürdürür.
Comte, gençliginde I. Napolyon’un 1814 yilinda sürgündeki Elbe adasindan dönüsünü kutlar. 1851 Araliginda ise, Comte I. Napolyon’un yegeni olan Louis Bonarpart’n (III. Napolyon) devlet darbesine alkis tutar. Parlamentonun kaldirilmasina itirazi yoktur. Hatta Napolyon’un darbesini ‘parlamentonun hay huyundan’ kurtaran güçlü bir eylem olarak savunur. 1857 yilinda yasama veda eder.

POZITIVIZMIN TOPLUMSAL ARKA PLANI
Hiç bir felsefe, döneminin düsünsel atmosferinden ve toplumsal kosullarindan bagimsiz ele alinip incelenemez. Bu gerçek Comte’nin felsefesi için de geçerlidir. Bu nedenle Comte dönemindeki toplumsal ve düsünsel atmosfere de göz atmakta gerekir. Comte’nin görüsleri, Fransiz Devrimi sonrasi yasanan ekonomik, toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarin içinde degerlendirilmelidir. Çünkü her düsünce belirli tarihsel bir dönemin ve o tarihsel duruma hangi perspektifle yaklasildiginin ürünüdür.
17. ve 18. yüzyil doga bilim alaninda önemli kesif ve buluslarin yasandigi bir dönemdi. Doga bilimlerindeki gelismeler, insanin doga konusundaki bilgisini genisletiyor, dogada belirli yasalarin hüküm sürdügünü ortaya koyuyordu. Doga bilimlerinde elde edilen bilgiler Kilisenin doga konusundaki görüslerini etkisiz kiliyordu. Çünkü doga bilimleri, dogadaki olgulari dis bir güce gerek duymadan açiklayabiliyordu. Bilimsel gelismeler, tanri merkezli düsüncelerden kurtulmak için önemli bir birikim saglamisti.
Doga bilimlerindeki gelismenin sonucu olarak, toplum ve insan ön plana çikarken, tanri merkezli düsünce geri plana itilir. Dolayisiyla, tanri, din ve ahlak anlayisinda önemli degisimler yasanir. Bunun sonucu olarak, toplumsal ve politik alanda da insani ön planda tutan arayislar baslar. Insanin ilahiyatçi düsüncelerden kurtularak, kendi özgür iradesine uygun toplumsal ve politik biçimler aramasi sonuç verir.Doga bilimlerindeki gelismeler su soruyu gündeme getirir: Acaba, dogadaki yasalara benzer sekilde, toplumda da belirli yasalar var mi dir? Insani ön planda tutan bir toplum ve politik biçim nasil olabilir? Bu tip sorular, sonuçta bir toplumsal alanda aydinlanma felsefesini dogurdu. 18. yüzyil devrimler çagidir. Aydinlanma felsefesinin sonucu olarak, ‘özgürlük’ , ‘esitlik’ ve ‘kardeslik’ sloganlari altinda 1789 yilinda Fransiz Devrimi gerçeklesir.
Fransiz Devrimi sonrasi süreç, Avrupa’da bir alt-üst oluslar, ayaklanmalar, devrimler sürecidir. Devrim sürecinde aktif rol oynayan isçiler, haklari için mücadeleye devam eder. Huzursuz olan isçilerin mücadelesi, düzeni sarsan özellikler gösterir. Bu durum o dönemde, bir anarsi ve düzensizlik olarak algilanir. Olaylara burjuva düzeninin bakis açisindan yaklasan Aguste Comte böylesi bir toplumsal ortamda düsüncelerini olusturur.
Comte’nin felsefi görüsleri bir tarafta doga bilimlerindeki gelismelerin isiginda, öte yanda devrimci huzursuzluk ve karisiklik döneminde sekillendi. Comte, devrimlere, devrimci dönüsümlere karsidir. Ama eski feodal monarsinin restore edilmesine da karsidir. Devrim yada restorasyon ikileminin disinda üçüncü bir yol arar
Comte ve onun zamanindaki düsünürlerin karsilastigi bir sorun vardi: Modern toplumda ahlaki ve düsünsel bir anarsi ve karmasa vardir. Bu karmasa farkli fikirlerin dogmasina neden olur.
Fransiz Devrimi sonrasi süreçte sürekli bir anarsi ortami yasanmaktadir. Comte’ye göre bunun ikili nedeni vardir: Bir kere devrimin hedefi tam olarak açik degildir. Amaçsizlik, sürekli bir anarsik duruma neden olmaktadir. Ikincisi, devrimci süreci sonlandiracak bir düsünce tarzi yoktur. O halde devrime son verecek, düzeni koruyacak ve saglamlastiracak yeni bir düsünsel güce ihtiyaç var. O düsünce de pozitiv felsefedir.
Comte’ye göre, muhafazakarlar, düzeni korumak isterken ilerlemeye karsidirlar. Negatif felsefeden etkilenen düsünceler de ilerlemeden yana iken düzene karsidirlar. Oysa burjuva toplumunda yasanan anarsiye karsi bir cevap bulunabilir. Comte’ye göre, burjuva düzenini rahatsiz eden düsüncelerden kurtulmadan, burjuva düzeni korunamaz. Comte, ‘restorasyon konseptlerine, reçetelerine basvurmadan, modern burjuva düzeni sürdürmek’ için nelerin gerekli oldugunu arastirir, burjuva toplumundaki anarsi sorununa kendisi açisindan bir cevap verir: Düzen ve Ilerlemeyi uzlastirmak. Bir baska deyisle, devrime son vermek, ama devrimin kazanimlarina sahip çikmak.[7] Comte’nin düzen-ilerleme konusundaki görüsü toplumsal yasamda statik-dinamik iliskisi içinde incelendiginde su açiga çikar: Comte, toplumdaki ilerlemeden bahseder, ama onun için esas olan, düzendir, toplumun statigidir. Comte, düzen sinirlari içinde ilerlemeden yanadir. Bir baska deyisle, ilerleme düzene baglidir, ilerlemenin yönü düzen tarafindan belirlenir. Comte, devrime ve devrimci döneme son vermek ister. Comte’nin ‘Ilerleme’ konusundaki görüsü devrimi reddererek reformlari savunan sosyal demokrasiye zemin hazirlamistir.
Comte, Düzen ve Ilerleme konusunda görüslerini gelistirir. 1830-1842 yillari arasinda pozitiv felsefe ve politika üzerine eserlerini yayinlar.
‘Düzen ile ilgili fikirler, teolojik ve militarist sistemden ödünç alinmistir, esasinda katolik ve feodal duruma iliskindir. Ilerleme fikirleri ise sürekli olarak, Protestanlik’tan dogan ve geçen yüzyilda olgun bir gelisime ulasan negatif felsefeden (abç) üretilmistir. Toplumdaki tek tek siniflar, birbirine zit olan bu egilimlerden birine baglanmakta ve var olani korumak yada ilerlemeye egilim göstermektedirler. Geriye yönelik okul, eski politik sistemin yeniden kurulmasini isterken, elestirel okul, hala var olan kötülükleri, bu eski sistemin tamamiyla ortadan kaldirilmadigina dayandirmakta ve düzenleyici her gücün bütünüyle baski altina alinmasini önermektedir.’[8]
Burjuva toplumundaki anarsik duruma son vermek için, ilkin anarsik durumun nedenini belirlemek gerekir. Comte’ye göre, anarsik ortamin nedeni ise elestirel ve negatif felsefedir. Elestirel ve negatif felsefe, olgulardan degil, varsayimlardan hareket eder. Oysa Comye’ye göre olgulari temel alan bir bakis açisina ihtiyaç var. Olgulari temel alan bir felsefe egemen oldugu zaman, elestirel ve negatif felsefenin yol açtigi düsünsel anarsi sona erer. Bunun için toplumun olgulari temel alan bir egitimden geçirilmesi gerekir.
Comte’ye göre eski düsünce akimlari gerçeklik karsisinda negatif bir tutum sergilerler. ‘Gerçeklikte, ister teolojik ister metafizik olsun, eski ögretilerin mutlak dogasi, bu ögretileri, zorunlu olarak, her sey karsisinda negatif bir durus almaya zorlamistir.’[9]
Negatif felsefe, gerçek olgulari ve dolayisiyla pozitiv olgulari temel alan bilimi baski altina almistir. Pozitiv felsefe ve bilimin gelisebilmesi için, negatif felsefeye son vermek gerekir. Çünkü bu negatif felsefe pozitiv olgular karsisinda güçsüzdür.
Comte’ye göre, ‘yarim yüzyildan beri tüm Avrupai Bati’da ve özellikle Fransa’da gelisen toplumsal krizden biricik çikis yolu’[10] olarak pozitiv bir felsefeye ihtiyaç vardir. Toplumsal krizden çikmaya yardim edecek tek felsefe, pozitiv felsefedir.
Comte, son bes yüzyil içinde teolojik felsefe bir çözülme süreci içindedir. Öte yandan teolojik felsefeye dayanan politik sistem de bir çözülme sürecine girmistir. Bu ikili (felsefi ve politik) negatif süreç sonunda, düsünsel alanda bazi degisikler olmustur. Bir tarafta, teolojinin kaleleri olan üniversiteler, teolojinin ve papazlarin rakibi haline gelmistir. Öte tarafta, dünyasal hukukla ilgilen bir hukukçular zümresi ve korparasyonlari vb. dogmustur. Bu degisikliklerin sonucu olarak düsünsel alandaki devrimci faaliyetler, rahiplerin tekelinden çikmis ve o dönemin düsünürlerinin (edebiyatçi vb.) eline geçmistir.
Comte, Fransiz Devrimini ‘Büyük Son Kriz’ olarak adlandirir. Ona göre büyük son krizin baslamasinin nedeni, yeni düzenin ihtiyaçlari ile eski feodal düzen arasindaki uyumsuzluktur. Comte’ye göre, eski sistem, felsefi ve politik bir krize girmistir. Bu krizden Fransiz Devrimi dogmustur. Ama Fransiz Devrimi sonrasi ortaya çikan sosyal düzeni ayakta tutacak yeni bir felsefi ve politik bakis açisi henüz tam olusamamistir. Eski rejimi restore etme çabalari devam edebilmektedir. Bu nedenle de, ‘yetersiz bir felsefe sonucu, - ki yeni pozitiv felsefe bu dönüsümün düsünsel temelini verebilir- gerçek dönüsüm esas olarak mümkün olamamaktadir.’[11]
Comte’ye göre, Fransa’da gerçeklesen Restorasyon (1814-1830) tesadüfi degildir. Böylesi bir restorasyon kaçinilmazdi. Çünkü Aydinlanma sonrasi ortaya çikan felsefeler, negatif ve elestirel felsefelerdi. Aydinlanma felsefesinde ifadesini bulan ‘elestiri’ ve ‘elestirici düsünce’ ise Comte’ye göre eski metafizik düsüncenin etkisinde kalmisti. Negatif felsefeler, elestirici özelliklerinden dolayi yapici ve düzenleyici özelliklerden yoksundur. Comte’ye göre Fransiz devrimi sonrasi yasanan restorasyon iki seyi gözler önüne sermistir. Bir tarafta, eski rejimin felsefi ve politik görüsleri çözülmüstür. Yeni toplumsal düzenin ihtiyaçlarina karsilik veremez. Öte tarafta, yeni düzeni koruyan ve ilerleten, pozitiv bir felsefe ve politika henüz olusmamistir.[12] Fransiz Devrimi sonrasi, hala elestirici ve negatif felsefi düsünceler gündemdedir,pozitiv yeni bir düsünce olusturmak zordur. Oysa düzenin ihtiyaçlarini karsilayacak pozitiv bir felsefe gereklidir. Bu pozitiv felsefe ise, daha önceki elestirel ve negatif felsefelerle hesaplasmak zorundadir.
Comte’ye göre, Fransiz Devrimi sonrasi yasanan restorasyon deneyimi bir yandan herkesin gözleri önünde böylesi bir felsefenin (negatif felsefenin y.o) örgütsel güçsüzlügünü ispatlamistir. Öte yandan, düzen ve ilerleme gibi modern uygarligin iki temel kosulunu gözler önüne sergilemistir.[13] Yeni olusan toplumsal yapinin iki önemli ihtiyaci vardir. Yapici olmak, yani düzeni kurmak, ama geriye dönüsü de imkansiz kilmak için ilerlemek.
Comte, biyoloji biliminin etkisiyle toplumu organik bir canli olarak degerlendirir. Toplumda da dogada oldugu gibi uymamiz gereken yasalar oldugunu ileri sürer. Comte’nin ulasmis oldugu sonuç, var olan düzene elestirel yaklasmayi ve negatif felsefelere karsi bir savasimi gerektiriyordu. Bu nedenle Auguste Comte kendi görüslerini pozitiv felsefe olarak adlandirir.
Neden Comte felsefesini pozitiv felsefe olarak adlandirdi? Neden negatif felsefeye karsi savas açti?
Bu sorular cevap vermek için, Comte’nin görüsünü kisaca özetlememiz gerekir. Çünkü Comte’nin görüsleri konusunda yaygin bir yanlis anlayis var. Comte’den sonra gelen ardillari Comte’nin gerçek görüslerini çarpittilar. Ardillarina göre Comte, doga bilimi alanindaki yöntemleri insan toplumuna uygulamak istedi. Iring Fetscher, Comte konusunda bu yaygin anlayisin dogru olmadigini ortaya koydu. Pozitivizmin neden muhafazakar bir düsünce oldugunu konusunda asagida Herbert Marcuse’nin düsüncesini aktaracagiz.


POZITIVIZM NEDIR ?

’Pozitivizm’ nedir? Pozitivizmi doguran kosullar nedir? Pozitivizm neyi savunmaktadir? Bu sorulara cevap vermeye çalisacagiz. Ama önce günlük dilde kullanilan ‘pozitiv’ sözcügü ile bilim ve felsefe alaninda kullanilan ‘pozitiv’ sözcügünün birbirinden farkli anlamlari olduguna dikkat çekelim. Tipki materyalist ve idealist sözcüklerinin günlük dildeki anlami ile felsefe dilindeki anlamlarinin farkli olmasi gibi.
Pozitiv sözcügü günlük dilde genellikle iyimser anlaminda kullanilir. Pozitiv düsünmek, iyimser olmayi dile getirir. Oysa bilim ve felsefede baska bir anlama gelir. Pozitiv sözcügü, en genis anlamiyla gerçek olgulari temel alan, metafizik ve teolojik olmayan demektir.
Auguste Comte, pozitiv sözcügünün çesitli anlamlari oldugunu belirtir ve pozitiv sözcügünün 5 anlamini açiklar.[14]
1. Pozitiv sözcügü, verili (var olan) gerçekligi, var olmayan gerçeklikten ayirmak için kullanilir. Olgulari (görünüsü) temel alir. Olgularin arka planini, nedenini sorgulamaz.
2. Pozitiv sözcügü, faydali demektir, yani faydasiz olanin tersidir.
3. Comte’ye göre pozitiv sözcügünün 3. anlami, mutlaklik ve süphecilik ikilemi karsisindaki konumumuzu belirler. Dolayisiyla pozitivizmin üçüncü anlami, pozitivizmi dogmatizmden ve süphecilikten ayirir. Comte’ye göre dogmatizm, kesin ve mutlak bilgiyi savunurken, süphecilik, bilgilerimize güvenilemeyecegini ileri sürer.
4. Comte’ye göre pozitivizmin 4. anlami çogu zaman 3. anlami ile karistirilir. Bu da bilgilerimizin emin bir sekilde belirlenme, güvenilir bilgi ile güvenilmez bilgiyi birbirinden ayirma sorundur. Ona göre, pozitiv olgulari temel alan felsefe, daha önceki felsefelerin yanlisligindan siyrilmistir. Pozitiv felsefenin, böyle bir sorunu yoktur.
5. Comte’ye göre pozitiv sözcügünün 5. anlami, negatif (olumsuz, kötü) olanin zitti olan olumlu anlaminda kullanilir.
Pozitivizmin bu bes anlamini açikladiktan sonra, Comte kendi felsefesi konusunda sunlari yazar. ‘Yeni felsefi düsüncenin biricik esasli niteligini (ki bu niteligi pozitiv sözcügüne yansimiyor) olusturan sey, her yerde göreceli olani mutlak olanin yerine geçirme egilimidir.’[15]
Comte, felsefesinin var olan düzeni degistirmeye degil, korumaya yönelik oldugunu açikça ilan eder: ‘Pozitiv felsefe, yapisi itibariyle, yikmaya degil, organize etmeye yönelik’[16] bir felsefedir. Dolayisiyla toplumsal açidan olumlu, bilimsel olarak belirlenebilen/ispatlanabilen ve verili olgulari temel alan ve bu olgulari düzenlemeye çalisan felsefeye pozitivizm denir. Bir baska deyisle pozitivizm, kendini deney ve gözlemimizle algilanabilen gerçeklik ile sinirlandirmaya çalisan felsefenin kod adidir. Pozitivizm, pozitiv olgulari temel alan pozitiv bilimlerden etkilenir.Comte’nin pozitivizmine elestirilerimizi yöneltmeden önce Comte’nin görüslerini incelemek gerekir.
Comte’nin pozitivpozitivist felsefesi konusundaki düsüncesini özetleyelim.Comte’nin görüsleri iki temel baslik altinda incelenebilir. 1. Insanligin düsünsel evrimi. 2. Bilimler konusunda ansiklopedik yasa (bilimlerin hiyerarsik yapilanmasi)Comte, insanlik tarihini düsünsel dönemlere ayirir. Comte, aslinda bu görüsleri Saint-Simon’dan almistir. Ama Saint-Simon’dan bahsetmez. Bahsettigi bir mektubunda ise, onu tanidigina pisman oldugunu söyler.
Saint-Simon, Fransiz Devrimi’nin yeni bir çigir açtigini ve yeni bir toplumsal düzen getirdigini belirtir. Ona göre, devrimin yarattigi burjuva toplumu insanlik tarihinde özel bir öneme sahiptir. Modern burjuva toplumunun iki temel karakteristik özelligi vardir: Birincisi, modern burjuva toplumunda üretim ve ekonomik iliskiler gelismektedir, ki bu durum ifadesini sanayilesmekte bulmakta; ikincisi, üretim ve ekonomik iliskilerin gelismesi eski soyut ve skolastik felsefeden, toplumsal teorilere geçisi saglamaktadir. Bu toplumsal teoriler yeni bir bilimin (Ekonomi Politigin) dogmasina yol açmistir. Dolayisiyla, sosyoloji, ekonomik politik ve sosyalizm ayni zamanda dogmuslardir. ‘Sosyal’ sözcügü sosyalizmin öncülüdür. Sosyalist düsüncenin dogmasina yol açan sey, sosyal sorunlardir. Sosyoloji sosyalizme açilan bilim olarak dogdu.
Saint-Simon’a göre bu toplumsal teoriler, soyut ve skolastik yöntemlerden uzak durarak, gözleme, deneye dayanmali; var olan olgulari incelemelidir. Toplumun, olgulara dayanarak analiz edilmesi esasen ileri bir adimi teskil ediyordu. Bu nedenle, bilimsel bir tarih ve toplum anlayisini savunan ilk düsünürlerden biridir Saint-Simon. Tarihe ve topluma bilimsel yaklasilmasi gerektigini savunur. Tarihin ve toplumun bilimsel incelenmesini gündeme getirir. Tarihi ve toplumu, teolojinin etkisinden kurtarmaya çalisir. Metafizik ve teolojiden temizlenmis bir tarih ve toplum anlayisi gelistirir. Onun düsüncesinin özü, öncelikle toplumu ve tarihi anlama çabasidir. Hem tarih hem de sosyoloji, ayni konuyu, yani toplumu inceler. Tarih, geçmis toplumu incelerken, sosyoloji, güncel toplumu inceler. Dolayisiyla tarih ve sosyolojiyi birbirinden ayirmak dogru bir yöntem degildir.
Saint-Simon, tarihsel gelismeyi zincirleme bir süreç olarak degerlendirir. Geçmisin bugünü dogurdugunu, bugünün de gelecege gebe oldugu görüsünü ileri sürer. Bu konuda söyle yazar: ‘olan ve olacak olan her sey zincirleme bir dizidir, öyle ki, bu zincirin ilki geçmisi, sonuncusu ise gelecegi olusturur.[17] Bugünün yarina gebe oldugu görüsü, bugün siradan bir görüs gibi görünür. Ama onun zamaninda bu görüs son derece devrimci bir görüstü. Çünkü o zamanin tarihçileri, yalniz geçmiste krallarin nasil hükmettikleri ile ilgilenirlerdi. Tarihçiler, ya krallarin biyografisi ile yada devletlerin savaslariyla ilgilenirlerdi. Hiç bir tarihçi, gelecegin nasil olmasi ve olabilecegi üzerine kafa yorarak, krallara yol göstermezdi.
Ne var ki, gözleme ve olgulara dayanmayi öneren bu anlayis özellikle 1848 devrimlerinden sonra yerini düzen savunucusu bir pozitivizm anlayisina birakir.Comte, esas olarak ‘ilerlemis halklarin’ düsünce tarihini inceler. Kendini ‘beyaz irk’in ve Avrupa uluslarinin düsünsel tarihi ile sinirlar. Bu konuda söyle yazar: ‘Yalnizca ilerlemis halklarin gelisimini dikkate alacagim. Arastirmalar bu nedenle insanligin seçilmis veya önde giden gidenlerinin incelenmesi ile sinirli olmali. Onlar(arastirmalar y.o) beyaz irkin büyük bir bölümünü veya Avrupa uluslarini içermeli.’[18]

DÜSÜNCE TARIHINDEKI ÜÇ ASAMA
Comte’nin önemli katkilarindan biri söyle ifade edilebilir: O, toplum ve tarih arasindaki iliskiye dikkat çeker. Tarih ve toplumun birlikte ele alinmasini gündeme getirir. Alex Callinicos’un deyisle, ‘Marx’tan önce ..bilimsel parçalanma sürecine direnmeye çalisan ve toplum kurami ile tarihsel arastirmalari birlesik bir entelektüel proje olarak korumak isteyen esas kisi Comte idi.’[19]
Turgot ve Condorcet”in iyimser tarih anlayisindan etkilenerek, tarihi çesitli evrelere böler Comte. ‘Condorcet gibi o da tarihsel degisimin temel nedeninin ‘insan tininin genel ve zorunlu ilerlemesi’inde yattigini düsünür: üç evre yasasi bu nedenle ‘toplumsal gelisim biliminin’ temelini olusturur.’[20]
Comte’ye göre Avrupa’da hem toplumlarin, hem de bireylerin düsünsel tarihi üç asamadan geçmistir.
1. Teolojik asama
2. Metafizik asama
3. Pozitivist asama
Tarihsel gelisim alaninda bir yasa kesfettigini söyleyen Comte sunlari ekler: ‘Bu yasa su anlama gelir: Bilgimizin her alani sirasiyla üç çesitli teorik asamadan geçer, yani teolojik veya sanal durum, metafizik veya soyut durum, bilimsel veya pozitiv durum.Bir baska deyisle, insan düsüncesi, tüm arastirmalarinda, felsefe yaparken, sirasiyla farki hatta birbirine zit yöntemleri kullanir.’[21]
Comte bu asamalari kisaca söyle degerlendirir: ‘Ilk asama geçici ve hazirlayici bir asama olarak algilanmali. Ikinci asama ise birinci asamayi çözen, üçüncü asamaya yavas yavas zemin hazirlayan bir geçis asamasi iken, üçüncü asamanin özelligi her açidan insan aklinin kesin egemenliginden olusmaktadir.’[22]
1. Teolojik asama
Comte’ye göre insanlar teolojik asamada, neden sorularini yöneltmislerdir kendilerine. Varlik nedir? Varligimizin nedeni nedir? Ilk neden nedir? Yasamimin son amaci nedir ? Böylesi cevaplanamayacak sorular sormuslardir. Bir baska deyisle insanlar yanlis bir sekilde mutlak bilgi pesinde kosmuslardir.[23] Comte’ye göre teolojik düsüncenin niteliklerini iyi kavrayabilmek için, sadece teolojik düsüncenin son evresi olan tek-tanricilik dönemini kavramak yetmez. Teolojinin bütün evrelerini anlamak gerekir. Teolojik asama kendi içinde üç döneme ayrilir. A-) Fetisizm; B-) Çok tanricilik; C-) Tek tanricilik. Comte’ye göre, teolojik asama fetisizm ile baslamistir, sonra çok tanricilikla devam etmistir, en sonunda tek tanri fikrine varmistir. Fetisizm dönemi, doganin ve dogadaki nesnelerin canli kabul edildigi dönemdir. Animizm olarak da adlandirilan bu dönemin diger bir özelligi gök yüzünün kutsallastirilmasidir. Comte’ye göre bu dönemde, fantezilerine ve içgüdülerine dayanarak doga olaylarini anlamaya çalisirlar. Çok-tanricik döneminde ise fantezi ve içgüdülerin yerini, hayal gücü (Einbildungskraft) alir. Tek-tanrili dönemde ise, hayal gücünü sinirlayarak, dogal olaylar arasindaki belirli bir iliski olduguna dair degismez yasalar görüsü gelismeye baslar.[24]
Comte bu evreleri açiklarken, yalnizca teolojik düsüncelerdeki degisime dikkat çekiyor Ama ne oldu ki, fetisizm evresinden, çok tanricilik evresine geçildi? Veya çok tanrili bir dönemden tek tanrili döneme geçildi. Comte, idealist filozoflar gibi tarihi yalnizca düsünce tarihinin evreleri açisindan ele alir. Ama bir evreden digerine geçisi mümkün kilan toplumsal kosullari incelemez. Marx, politik ve dinsel degisimleri, toplumdaki ekonomik kosullar ve üretim tarzi gibi olgulara dayandirirken, Comte, ilk veri olarak dini alir. Politik degisimleri de dine indirgeyerek açiklar. Örnegin söyle yazar: ‘Gerçekte politika için rasyonel temeli saglayan sey teolojik düsünce biçimleridir.’[25] Comte’ye göre temel olan sey, üretim vb degil düsüncedir. Dolayisiyla tarihi dönemler düsünce biçimlerine göre ayrilir.

2. Metafizik asama
Comte’ye göre metafizik asama, bagimsiz özelligi olan bir süreç degil, teolojik ve pozitiv asamanin kesistigi bir dönemdir. Bir baska deyisle metafizik asama, teolojik dönem ile pozitivpozitiv (bilimsel) dönem arasindaki bir geçis dönemidir. Teolojik düsüncelerin yenilgiye ugradigi, pozitiv düsüncenin yavas yavas zafer kazandigi bir geçis sürecidir. Comte’ye göre metafizik felsefe, ‘farkinda olmadan saf teolojik asamadan açik pozitivpozitiv asamaya dogru’ ilerlemekte bir ‘ara felsefe’dir.[26] Comte’ye göre bir ara felsefe olan metafizik felsefe, pozitiv felsefeden ziyade, teolojik felsefelere daha yakindir. Dolayisiyla ‘metafizik gerçekte...sinirleri alinmis teolojidir.’[27] Böylece metafizik, disleri çekilmis bir teoloji oluyor.
Metafizik asamada, soyut fikirler, teolojik dönemdeki fantezi ve hayal gücünün yerine geçer. Gerçi metafizik dönemin felsefeleri de, mutlak bilgi pesinde kosmuslardir, ama önerdikleri çözümler farkli olmustur. Doga bilimi henüz tam gelismedigi için, metafizik asamada filozoflar, doga olaylarinin arkasindaki ilk nedeni ararken, ‘töz’ ‘varlik’ vb. soyut kavramlara basvurmuslardir.
‘Gerçekte metafizik de (tipki) teoloji gibi, her seyden önce, varligin içsel dogasini, tüm seylerin kaynagini, belirlemini ve tüm fenomenlerin özsel yaratim biçimlerini açiklamaya çalisir; fakat burada [açiklamada]doga üstü iradi güçleri kullanacagina, onlarin yerine gittikçe daha fazla özsellikleri veya bireysel soyutlamalari geçirir.’[28]
Metafizik asamada, varlik ve özellikleriyle ilgilenmek Comte’ye göre Ontoloji denilen bir felsefeyi ortaya çikarmistir. Metafizik asama, varlik, töz gibi kavramlari gündeme gelir. Tanri kavramin yerine, varlik, öz ve töz gibi soyut kavramlar geçer. Metafizik asama, doganin (Varligin) özünü, ya teolojik açidan ya bilimsel açidan ele almaya zemin hazirlar. Metafizik asamada, ontolojik düsünce biçimi ön plana geçer; varliklarin özünü inceleme çabasi, hayal gücünün yerine geçer. Akil, önem kazanmaya baslar. Ama bu akil, spekülatif akildir. Argümanlar, spekülatif akla dayanir. Dolayisiyla, metafizik felsefe, sonsuz spekülatif tartismalarin yasandigi bir dönemdir. Gerçi yer yer gözlemler de gündeme gelir, ama metafizik asamada, gözlemler spekülatif aklin argümanlarina göre degerlendirilir. Spekülatif akilsal argümanlar, gözleme ve deneye dayanan ispatlara nazaran daha agir basar.
Metafizigin hem bir ‘ara felsefe’ olmasi, hem de varligi konu edinmesi nedeniyle, metafizik felsefeye ikili ve çeliskili bir karakter sahiptir.[29] ‘Çeliskili karakterine uygun olarak metafizik veya ontolojik düsünce tarzi kaçinilmaz olan bir alternatifle karsi karsiya gelir; ya teolojik asamayi restore etme gibi bosuna bir çabaya girecek, yada teolojinin bogucu egemenliginden kurtulmak için, saf negatif bir tutum almaya çabalayacaktir.`[30]
Comte’ye göre, metafizik asama, hem teolojik düsünceleri hem de bilimsel düsüncelerin yan yana yürüdügü bir süreçtir. Metafizik, birbirine zit olan iki düsünce biçimini bir sistem içinde bir araya getirmeye çalisir. Ama belirli bilimlerin belirli bir seviyeye ulasmasi sonucu, teoloji ve bilim artik uzlastirilamaz bir hale gelir. Metafizik düsünce, bilimsel düsünceyi bastirir. Metafizik ile bilim arasinda çatiski baslar.
Comte’ye göre ilk çatiski astronomi bilimi ile teoloji arasinda ortaya çikmistir. Bu alanda Kepler ve Galile’ye çok sey borçluyuz.[31]
Teolojik ve metafizik dönemler, Comte’ye göre ön asamalardir ve pozitiv asamaya zemin hazirlamislardir.

3. Pozitiv asama
Comte’ye göre pozitivpozitiv asama en son asamadir. Teolojik ve metafizik dönem kapanmistir. Insanlik tarihindeki düsünsel evrim artik sona ermistir. Çünkü pozitivist asamada, bilim artik kesin bir egemenlik kurmustur. Bu asamanin en belirgin özelligi, hayal gücünün ve spekülatif aklin yerine gözlemin egemen olmasidir. Evreni açiklamaya çalisan hayal gücü ve spekülatif akil, eski düsünsel egemenligini yitirmeye baslar. Gözleme dayanan bilgi önem kazanmaya baslar ve egemen olur. PozitivPozitivist felsefe, tüm çabalarini, artik yavas yavas tüm alanlarda gelismeye baslayan gözlemlere yöneltir. Comte’ye göre pozitiv asamada insan artik ontolojiden vazgeçer. Seylerin özünü arastirmayi ve mutlak bilgi pesinde kosmayi birakir. Onun yerine gözlem ve akli kullanarak benzerlik ve nedensellik ilkelerine göre görünüsleri düzenlemeye ve anlamaya çalisir. Olgular ve görünüsler eger sonunda tek bir ilkeye dayandirilarak açiklanirsa, en son pozitiv asamaya ulasmis oluruz. (Çekim yasasinin kesfi olgulari anlamamizi mümkün kilmistir. Einstein de genel bir teori aradi.. [Einstein suchte und die heutigen Physiker suchen nach einer allgemeinen Feldtheorie.???]
Pozitivist dönemde artik ilk ve son neden sorulari geride kalir. ‘Son neden ögretisinin yerine, varolus kosullarinin ilkesi geçer.’[32] Comte, pozitivist asamadaki düsünce biçiminin, düsünsel devrime denk düstügünü ifade eder: Düsüncemizin son asmasini karakterize eden esasli devrim özünde suna dayanir: Her tarafta ulasilmasi mümkün olmayan esas nedenleri belirleme çabasinin yerine, yasalarin (yani gözlemlenen fenomenler arasindaki degismez ve sabit olan iliskilerin) arastirilmasi.[33]
Comte, pozitiv asamadaki bilgilerin mutlak olamayacaginin farkindadir. Ona göre pozitivist asamadaki bilgiler görelidir. Ona göre bilimsel ilerlemeler, bizim ihtiyaçlarimiza cevap verecek ölçüde, ideal olan sinira yaklasmalidir. Öte yandan Comte gözleme dayanarak bilgi edinme konusunu yanlis yorumlayanlar düsünce biçimleri (Amprizm) var. Ampirizm, ön görü olanagini reddeder. Comte, amprizme karsi oldugunu ilan eder.[34] Comte’ye göre pozitivist felsefenin son amaci, rasyonel bir öngörü olanagi yaratmaktir, bilgi bize öngörü saglar. Öngörü için bilgiye ihtiyacimiz var. Öte yandan eylem için de belirli bir öngörü gereklidir. Söyle yazar: ‘Gerçek pozitivist felsefe her seyden önce, öngörmeyi bilmeye; bir seyin ne oldugunu arastirmaya; buradan da ....olmasi gerekenin açiga çikarmaya dayanir.’ [35] Tabii olmasi gereken doga yasalarinin dönüstürülemez oldugu temel ilkesine dayanir. Comte’ye göre, ön görmek için bilgiye, eylem için ise ön görüye gerek vardir.[36] Ilkin görünüslerin, gerçek veri oldugunu kabul etmek gerekir. Ikinci olarak bu olgulari belirli yasalara göre düzenlemek gerekir. Üçüncü olarak da olgulari düzenleyen bu yasalar yardimiyla gelecek olgulari ön görmek mümkündür.
Comte göre, pozitiv asamada bilimler dogrudan dogruya olgulardan hareket etmeli, onlarin arkasindaki nedenlerle ugrasmamalidir. Bilimler doganin özünü ve gerçekligin ya da özlerin nedenlerini bilemezler. Bilimler sadece olaylar arasindaki yasalari ve degismez baglantilari arastirmalidir. Bilimsel incelemeler görüngülerin (fenomen) çözümlenmesi ile sinirli olmalidir.

COMTE VE ANSIKLOPEDIK YASA
Comte, pozitiv felsefenin etkisinin çesitli bilim alanlarina adim adim yayildigini ve yayilmasi gerektigini savunmustur. Comte’nin ilginç görüslerinden biri, bilimler konusunda ileri sürdügü ansiklopedik yasa anlayisidir. Bu anlayisa göre, bilimlerin hiyerarsik bir yapilanmasi vardir. Comte’ye göre, bilimlerin amaci bilgiye ulasmaktir. Ama bu herhangi bir bilgi degil, olgularin arkasindaki yasalari bulmaktir. Oysa çesitli bilimlerin kullandiklari yöntem birbirinden farklidir.
Çesitli bilimlerin yöntemi konusundaComte’nin görüslerine kisa bir göz atalim.
Comte’ye göre en kompleks bilimler daha az kompleks olan bilimleri ve onlarin yöntemlerini sart kosar. Comte’ye göre matematik biliminin kullandigi yöntem mantik’dir. Astronomi bilimi ise gezegenleri ve yildizlari teleskopla inceler. Dolayisiyla astronomi bilimi, esas olarak gözlem yöntemini kullanir. Geometri, Mekanik de astronomi gibi gözlem yöntemini kullanir. Fizik bilimi ise deney yöntemini benimser. Kimya bilimi esas olarak elementler ve elementler arasindaki baglantilarla ilgilenir. Dolayisiyla Kimya bilimi, elementleri siniflandirma yöntemini kullanir. Biyoloji bilimi ise, analoji (karsilastirma) yöntemini kullanir. Comte’ye göre en karmasik bilim, sosyolojidir. Dolayisiyla sosyoloji tarihsel yönteme dayanir; ve öteki bütün yöntemleri içerir. Sosyoloji, bilim siralamasinda hiyerarsinin tepesinde yer alir. Bilimlerin kullandiklari yönteme göre hiyerarsik siralamasi söyle oluyor.
Sosyoloji : Gözlem-Deney-Siniflandirma,-Analoji-Tarihsel yöntem
Biyoloji : Gözlem-Deney-Siniflandirma,-Analoji
Kimya : Gözlem-Deney-Siniflandirma
Fizik : Gözlem-Deney
Astronomi : Gözlem
Soyut Matematik : Mantik
Bilimler alaninda hiyerarsik bir durum oldugunu belirten Comte’ye göre, sosyoloji hiyerarsinin tepesinde durur. Onun kullandigi tarihsel yöntem ise en gelismis yöntemi olusturur. Karmasik olmasi nedeniyle sosyoloji diger bilimlerin kullandigi tüm yöntemleri de içerir. Yani sosyoloji, biyolojinin, matematigin ve benzerlerinin yöntemlerini de kullanmali. Comte, insanligi, toplumsal organizma olarak degerlendirir. Bu toplumsal organizma, genel olarak düzen ve harmoni olusturmaya egilimli bir organizmadir. Dolayisiyla sosyoloji karmasik olan tarihsel yöntemi kullanmak durumundadir.
Comte’ye göre sosyolojinin konusu insanliktir ve sosyoloji en karmasik bilimdir. Yukarida görüldügü gibi, psikoloji bilimine yer vermez Comte. O, psikolojiyi bilim olarak görmedi ve psikolojiyi bilimin disina atti. Çünkü psikoloji bilimi, bireye dayandigindan, bilimdeki genel yasalara ulasmaktan yoksundur.
Peki ama Comte tarihsel yöntem denince den neyi anlar?

________________________________________
[1] Saint-Simon hakkinda daha genis bilgi için bkz. ‘Ilk Toplum Bilimcisi ve Ilk Sosyalist: Saint-Simon, Yener Orkunoglu’
[2] Saint Simon, Ausgewahlte Texte (SeçilmisYazilar) s. 181
[3] Comte, Rede über den Geist des Positivismus, s. XXXVIII (Fetscher’in Önsözü)
[4] Bkz. Alex Callinicos, Toplum Kurami, s. 117-118
[5] Jürgen Kempski, Einführung für Auguste Comte Die positive Philosophie im Auszug, s. XVI
[6] bkz. Alex Callinicos, Toplum Kurami, s. 109
[7] Iring Fetscher’nin Comte’nin ‘Rede über den Geist des Positivismus’ adli kitabina yazdigi önsöz, s. XXI
[8] Auguste Comte, Soziologie, Die positive Philosophie im Auszug, s. 38
[9] Auguste Comte, Rede, s. 91
[10] Auguste Comte Rede. s. 105
[11] Auguste Comte Rede. s. 107
[12] Auguste Comte Rede. s. 107
[13] Auguste Comte Rede. s. 107
[14] Auguste Comte, Rede über den Geist des Positivismus, s. 83-89
[15] Auguste Comte, Rede, s. 91
[16] Auguste Comte, Rede, s. 87
[17] Saint-Simon, age. s. 112
[18] Auguste Comte, Soziologie, Die positive Philosophie im Auszug, s. 167
[19] Alex Callinicos, Toplum Kurami, s. 106
[20] Alex Callinicos, age. s. 108
[21] Auguste Comte, Soziologie, Die positive Philosophie im Auszug, s. 2
[22] Auguste Comte, Rede über den Geist des Positivismus, s. 5
[23] Auguste Comte, Soziologie, Die positive Philosophie im Auszug, s. 2
[24] Auguste Comte, Rede, s. 9
[25] Auguste Comte, Rede, s. 79
[26] Auguste Comte, Rede, s. 17
[27] Auguste Comte, Rede, s. 21
[28] Auguste Comte, Rede, s. 19
[29] Auguste Comte, Rede, s. 19
[30] Auguste Comte, Rede, s. 23
[31] Auguste Comte, Rede, s. 99
[32] Auguste Comte, Rede, s. 81
[33] Auguste Comte, Rede, s. 27
[34] Auguste Comte, Rede, s. 33
[35] Auguste Comte, Rede, s. 35
[36] Burada yer gelmisken, toplumsal olaylarda her türlü ön görü olanagini reddeden reformizmin filozofu olan Karl Popper’in tarih felsefesinin, esas olarak marksizme karsi yönelik bir felsefe oldugunu belirtelim.



August Comte kimdir Pozivitizm nedir 2



BURJUVA TOPLUMUNU KORUMAYA YÖNELIK DÜSÜNCE OLARAK POZITIVIZM
18. Yüzyilin sonu ve 19. yy basinda Ingiltere’de muhafazakarliga dönüs egilimleri ortaya çikmisti. Malthus ve Burke gibi gerici ve muhafazakar düsünürler ortaya çikmaya baslar. Burke Avrupa muhafazakarlarinin gerçek atasi olarak bilinir. Daha önceki Locke, Hume ve Smith gibi düsünürler var olanin degisebilir ve degismesi gerektigini savunurlardi.[1] Bu düsünürlerde var olanin olumlanmasi ve degistirilemeyecegi düsüncesi yoktu. Ama Maltus, toplumsal sorunlara yönelik elestirileri etkisiz kilma amaciyla, sorunlarin toplumun yapisindan degil, insanin davranislarindan kaynaklandigini ileri sürüyordu. Onun gerici ‘nüfus teorisini’ bizzat bilimsel-teknik gelisme tarafindan çürütüldü.
Fransa’da da 18. yy’da burjuva felsefesi, özgürlükçü ve aydinlanmaciydi. Aydinlanma düsünürü, tarihsel ilerleme görüsünden hareket ederek, insanin gelisebilecegini, daha iyi olabilecegini ve toplumun da daha iyi olabilecegini ileri sürüyordu.
Ne var ki, feodalizmi yikarak devrimini tamamlamis olan burjuvazi, 19 yüzyilin baslarindan itibaren Voltaire’ci ve özgür düsünceli felsefeyi inkar etmeye baslar. I. Napolyon dönemi, iktidara geçen burjuvazinin içerdeki devrimi sona erdirdigini gösterir. Din, siradan insanlari sessiz tutmak için mükemmel bir alettir diyordu Napolyon.
1815 Waterloo savasi yenilgisi Napolyon’un kaderini belirler. Napolyon’un yenilgisi, tarihsel bir dönemin sona erdiginin ifadesidir. Napolyon’un yenilgisiyle birlikte yeni bir politik dönem baslar: Restorasyon dönemi. Bu dönemi çesitli düsünce ekollerinin de filizlendigi dönemdir. Hem toplumu sorgulayan ütopik sosyalist düsünceler, hem burjuva düzeni ile uzlasmayi arayan düsünceler, hem de Fransiz Devrimini ‘kökten kötü’ oldugunu söyleyerek eski dönemi özleyenler de çikar.
Eski düzeni özleyen bir kesimin egilimi, ‘romantik anti-kapitalizm’de ifadesini bulur. Michael Löwy’nin deyimiyle bu kesim, ‘kapitalizm öncesi degerler adina kapitalizme karsi çikar.’ Maistre gibi, Fransiz devrimini lanetleyenler, devrimin ‘kökten kötü’ ve ‘felaket’ oldugunu ileri süren gerici tipler de ortaya çikar.
1848 devrimlerinden sonra, burjuva felsefesi özgürlük felsefesini terk eder. Burjuvazi tüm çabasini, mevcut düzeni ayakta tutmaya yöneltir. Özgürlük felsefesi, yerini düzeni emniyet altina alacak düsüncelerin savunulmasina birakir. Bunun sonucu olarak, felsefe toplumsal sorunlarin elestirisinden kopar. Toplumsal sorunlarin elestirisi felsefenin disina atilmaya çalisilir. Dolayisiyla burjuva felsefesinin geçirdigi degisimleri, burjuva toplumunun ihtiyaçlarindan ayri olarak incelemek mümkün degildir.
Pozitivizm, Aydinlanma’nin elestirel düsüncelerine ve felsefelerine karsi bir düsünce akimi olarak dogdu. Pozitivizmin toplumsal temeli konusunda su söylenebilir: Iktidara yerlesmis burjuvazinin artik elestirel düsünceye ihtiyaci yoktu. I. Napolyon, kendine yönelen elestirileri etkisiz hale getirmek için, elestiri yöneltenleri ‘ideolog’ olarak küçümser. Napolyon, ideolog sözcügüne, bos konusan, geveze anlaminda olumsuz bir anlam yükler.
Burjuvazi iktidara geçtikten sonra, toplumsal sistemi koruyacak yeni düsüncelere gereksinimi duyar. Feodalizme karsi olarak gelisen Aydinlanma döneminden kalma elestirel düsüncelerini bir kenara birakti. Kendi düzenini korumak isteyen burjuva sistemi, ‘bilim’ kiligina bürünerek gerçekligi ve toplumu sorgulayan elestirel düsüncelere karsi ideolojik savasim baslatir. Pozitivizm, toplumsal gerçekligi elestiren felsefelere karsi bir saldiri olarak ortaya çikti.
IKI CEPHEDE IDELOJIK SAVAS
Burjuva düsünürleri burjuva düzenini korumak için iki cephede ideolojik savas yürüttüler: Cephelerden biri Fransa, digeri ise Almanya idi.
A. Fransa cephesindeki ideolojik savas,
B. Almanya cephesindeki ideolojik savasBu iki cephe sanki ideolojik savasim konusunda is-bölümü yapmis gibidir.
A. Fransiz cephesindeki ideolojik savas araçlarindan biri Comte’nin pozitivizmidir.
Auguste Comte’nin pozitiv felsefesi giderek burjuva toplumunu mesru gösteren toplum bilimine dönüsür. Comte’ye göre elestirel akil ve felsefe, insanin ve toplumun mutluluguna katkida bulunmaz. Elestirinin yarattigi anarsiden, huzur ve mutluluk çikmaz. Bu nedenle ‘devrimci ruh’un önüne set çekilmeli. Insan kendi iradesini, dogal yasalara tabi olan organik topluma uydurmali.
Comte’ye göre, Ortaçag toplumunda ideal olan bir yan vardi. Katolik kilisesinin hiyerarsik bir yönetimi altinda ideal bir toplumsal organizasyon kurulmustu. Ama böylesi bir toplumsal organizasyonun dayandigi düsünsel temeller zayiftir. Çünkü din ve dinin koruyucusu güçlerin çagin elestirel ve bilimsel düsüncelerine karsi direnmeleri mümkün degildir. Comte’ye göre ilkin yeni bir düsünüs ve bakis açisi gereklidir, toplumsal alandaki yeni düsünüs modern bilimin kazanimlarini benimsemelidir. Dolayisiyla Comte, modern bilimi temel alan yeni düsünceyi toplumsal-politik alana genisletmek ister. Comte’ye göre pozitiv olgulari temel alan sosyoloji, ‘düsünsel otorite’ haline gelecektir. Sanayiciler ise dünyevi otoriteler haline gelecek. Comte’ye göre, düsünsel ve dünyevi otorite arasindaki birlik, armonik bir toplumsal düzeni garanti altina alir. Düsünsel otorite, bilimsel temeller üzerinde toplumdaki düsünce biçimlerini ve gelenekleri sekillendirirken, dünyevi otorite de, ekonomik-politik alana yön verecektir.
Burjuva düzeninin rayina oturabilmesi için, pozitiv düsüncenin egemen kilinmasi gerekir. Ama pozitiv düsüncenin egemen kilinabilmesi için, mevcut kosullari sorgulayarak anarsik bir durum yaratan negatif felsefeye karsi savasim gereklidir. Aksi takdirde yeni düzen oturtulamaz.
Sosyoloji, toplumun elestirisinden vazgeçen bir toplum bilimidir. Bir baska deyisle Sosyoloji, var olan toplumu mesru göstermeye çalisan ve elestirel felsefeyi terk eden toplum biliminin kod adidir. Dolayisiyla burjuva sosyolojisi, toplumu sabit ve degismez olgulardan olusan kompleks yapilar bütünü olarak görür. Bunun sonucu olarak da, sosyolojinin görevi, toplumu elestirmek-degistirmek degil, toplumu organize etmektir.
Auguste Comte, ‘doga bilimi’ni esas alarak bir sosyoloji olusturmaya çalisir. Doga bilimi olarak biyolojiyi örnek alir. Fransa’da pozitivizm var olan toplumu organik olarak incelemeye girisir. Toplumu organik olarak incelemeye basladiginiz zaman, arastirmanin ve incelemenin agirlik noktasi dogal olarak degisir. Toplum armonik bir bütünlük olarak algilanir.
Bunun sonucu olarak, arastirma yöntemi ve arastirilacak konular da degisime ugrar. Artik toplumun hareket yasalari degil, sadece toplumun yapisi incelenir. Böylesi bir metodolojik yaklasimin sonucu olarak, varolan organik toplumun yalnizca unsurlari ve unsurlarinin fonksiyonlari incelenir. Artik böylesi bir metodolojik yaklasim, bir toplumundan nitelik olarak farkli bir topluma geçisin incelenmesini askiya alir. Böylesi bir yöntem, dogal olarak degisim olgusunu farkli degerlendirecektir. Degisim, organik toplumsal yapinin sinirlari içindeki degisim olarak ele alinir.
Pozitivizm, topluma dogaya yaklasir gibi yaklasir. Bu su demektir: Nasil ki, doganin yasalari degistirilemezse, toplumun yasalari da degistirilemez. Toplumu degistirilemez olarak gören pozitivizm[2], esasen bir kötümserlik ve umutsuzluk yayar. Demek ki, kötümserlik, umutsuzluk ve irrasyonalizm, pozitivizmin ikiz kardesleridir.
Baska deyisle pozitivizm, umutsuzluk için zemin hazirlar. Onun, ‘Hayatin bir anlami yoktur’, ‘hayat yasamaya deger mi?’ veya ‘en iyi felsefe intihar felsefesidir’ diyen Albert Camus’un, Fransiz modern pozitivizminin öteki yüzünü yansitmasi rastlanti degildir.
Biyolojiyi örnek alan sosyoloji, toplumu da biyolojik evrim olarak algilar. Örnegin Auguste Comte’e göre insan düsüncesi birbirini izleyen üç asamadan geçmistir. Teolojik, metafizik ve pozitivist asama. Teolojik asamada, dinsel görüslerin egemenligi var. Metafizik asama ise, insanlar dogmatik felsefi sisteme baglidirlar. Pozitivist asamada ise, insanligin kendini felsefeden koparmasi gerekir.
B. Almanya cephesinde ise pozitivist saldiri baska bir biçime bürünür. Almanya cephesinde, Hegel’in negatif felsefesine karsi Stahl ve Schelling saldiriya geçmisti. Özellikle iki egilim belirgin olur: Birincisi, verili devleti kutsama; ikincisi, verili kosullari sorgulayan ve elestiren Hegel felsefesinin diyalektigine saldiri. Baska bir deyisle, verili olgulara elestirel yaklasan ‘akla’ ve ‘bilince’ karsi durmak.
Elestirel egilimleri nedeniyle Hegel’in felsefesi negatif felsefe olarak görülüyordu. Hegel’in negatif felsefesi (diyalektigi) var olan kosullari sorgulayan ve onu asmaya çalisan devrimci bir öze sahipti. Hegel felsefesi, düsünceyi varligin karsisina çikararak, varligin akli olup olmadigini sorguluyordu. Hegel’in diyalektigi, gerçekligi sorgulamada aklin gücüne vurgu yapiyordu. Akli(akilci) olmayan gerçekligi elestiriye tabi tutuyordu. Hegel, gerçekligin akli olmasini savunuyordu. Dolayisiyla akli olmayan gerçekligi sorguluyordu. Yani Hegel’in negatif felsefesinde gerçekligin akli olup olmadigi inceleme konusu oluyor, bir baska deyisle, gerçeklik ve varlik, elestirel aklin ölçütlerine göre degerlendiriliyordu.
Oysa iktidarini saglamlastiran burjuvazi, kendi kurdugu sistemin ‘akilci’ sistem oldugunu ileri sürmüstür. Dolayisiyla, negatif felsefe burjuvazinin varligini sorgulayan bir felsefe olarak kabul edilemezdi. Olgulari degil de elestirel akli temel aldigi için negatif felsefenin gerçekligi kavrayamayacagi ileri sürülüyordu. Bu yüzden Hegel’in diyalektigine karsi mücadele gerekliydi. Schelling, Alman devleti tarafindan Hegel felsefesinin ‘kökünü kazimak’ için üniversitede göreve çagrilir. Burjuvazi, Hegel’e ‘ölü köpek’ muamelesi yapmaya baslar.
Pozitivizmin iki cephedeki saldirisini vurguladik. Peki ama pozitivizmin sinsiligi ve tehlikesi nereden kaynaklanir?
1. Pozitivizm, olgulardan hareket edilmesini savunur. Dikkatini pozitiv olgulara yönlendirir. Ama olgular arasinda da seçim yapar. Isine gelen olumlu olgulari kullanir. Dolayisiyla olgulari da tek boyutlu olarak ele alir.
2. Pozitivizm, olgularin akilci olup olmadigini sorgulamaz. Dolayisiyla pozitivizm irrasyonal toplumsal olusuma itiraz etmez. Verili olana riza gösterir. Sömürüye, yoksulluga karsi esasli itirazi yoktur.
3. Pozitivizm, negatif felsefeye karsi oldugundan. Olgulari tarihsel olarak ele almaz. Anti-tarihsel bir yaklasima sahiptir.
4. Pozitivizm, elestirel akla karsi savas açmistir. Pozitivizm, elestirel aklin sorgulayici ve elestirel gücünü bir kenara birakir. Aklimizi, verili gerçeklikleri kabul etmeye zorlar. Aklimizin, verili olgulara ve gerçekliklere boyun egmesini ister. Olgulari elestiren felsefeye ve akla karsi tavir alir. Elestirel akli, yasamin disina atar. ‘Akli’ ve ‘bilinci’ verili gerçekliklere teslim eder. Elestirel bilince geçit vermeyen bir rol üstlenir.
Kisacasi, pozitivizm, varolan olgulara olumlu yaklasmayi ögretir. Olgulari yücelterek, elestirel bilincimizi zayiflatir. Olgulara negatif ve elestirel bakmamizi elestirir. Aklimizin, bilincimizin olgulara köle olmasini ister. Elestirel aklin otoritesinin yerine olgularin otoritesini geçirir. Olgulara vurgu yapmasi bu nedenledir.
5. Pozitivizm, olgularin, aklin mahkemesine göre degerlendirilmesini reddeder. Dolayisiyla daha akilci olgularin ortaya çikmasina set çeker.
6. Pozitivizm, gerçekligi sorgulayan elestirel felsefe ve elestirel akla karsi tutum alir. Bu nedenle her türlü irrasyonal ve dinsel ideolojilere zemin hazirlar. Pozitivizm ve Irrasyonalizm arasinda dönem dönem kutsal ittifaklar kurulur.
Bilgi teorisi açisindan olguculuk sunu ileri sürer: Insan bilgisinin kaynagi gözlemlenebilir ve deneyle algilanilabilen olgulardir. Olguculuk, duyusal etkilenimlerden hareket eder. Ama olgularin ‘gerçek’ olup olmadigi önemli degildir
Olguculuk, esas olarak yalnizca olgudan hareket eder. Bilgi teorisini, olgularin bilincine indirger. Olguculuk, olgulardan gelen nihai sebepleri aramaya girismez. Sadece dogrudan gözleme açik olan olgular arasindaki sabit iliskileri incelemekle sinirlar kendisini.
Cengiz Gündogdu, olguculugu güzel ifade ediyor: ‘Olgusal bilinç, olgulari olusturan iliskileri irdelemez. Olguyu bütün iliskilerinden koparir....olguyu dogrulayici nitelikte açiklar.(...) Olgusal bilinç, varolani elestirmez. Varolani dogru...mesru gösterici kuramlar uydurur. Sözgelimi, dinin birlestirici bir öge oldugu söylendi. Basta Mardin Serif bu konuda kuramlar uydurdu. Bu bir olgu. Ama dinin birlestiriciligi din ögesinden gelmez. Insanlar orada burada ayri ayri yasiyorlardi da, bu insanlari din birlestirmedi. Tam tersine, topluluk durumunda yasayan insanlar bir din yaratti. Olgusal bilinç bundan yola çikmaz. Çünkü olgusal bilinç, olguyu mutlaklastirir. Olgusal bilinçte tarih kavrami yoktur. Olgu bir kez olusur... sonra hiç bozulmadan ... hiç degismeden devam eder. Olgusal bilinç, iste bu mutlaki kuramlastirir.’[3]
Burada yeri gelmisken sunu belirtelim: Olgulari temel almasi açisindan pozitivizm, teoloji ve dinsel ideolojilere karsi devrimci bir rol oynamistir. Ama öte yandan pozitivizm, elestirel akli ve rasyonalizmi disladigi için, irrasyonal ve dinsel düsüncelere de zemin hazirlar. Pozitivizmin içsel mantigindan türeyen bir olgu var: Pozitivizm, devrime ve toplumsal dönüsümlere zemin hazirladigi gerekçesiyle elestirel düsünceye karsi tavir alir. Elestirel düsünceye tavir almak, irrasyonal düsüncelerle barismak ve uyusmak demektir. Oysa tarih sunu göstermistir ki, irrasyonal düsünceler otoriter ve totaliter rejimlerin zeminini olusturur. Pozitivizmin, totaliter ve otoriter sisteme itirazi yoktur. Olgulari bu kadar yücelten bir anlayis, olgulara itiraz etmeyen her seyle ittifak kurabilir.
Hegel’in ölümünden sonra gelismeye baslayan Pozitivizm, Hegel’in ‘negatif felsefesine’ karsi olarak pozitiv felsefeyi savunur. Pozitivist düsünce güncel yasamda öylesine etkindir ki, olgulara elestirel bakanlar, ‘kötümser’ olarak kinanirlar. Verili gerçekliklere teslim olmamizi isteyen pozitivizm çesitli tarihsel dönemlerde farkli biçimlere bürünmüstür. Birinci dönem pozitivizmi (19. yy pozitivizmi) ifadesini Auguste Comte-Spencer pozitivizminde buldu. Bu dönemde Auguste Comte’nin Sosyolojisi ve Spencer’in evrimciligi burjuva toplumunu savunmaya yönelik ideolojiler olarak ortaya çiktilar.
COMTE’YE YÖNELIK ELESTIRILER
Comte, Aydinlanma filozoflarinin elestirel felsefesine karsi bir mücadele yürütmüstür, ama onlarin ‘barisçil gelisme’ görüslerinden kendini kurtaramamistir. Comte de, pozitiv dönemin bilime dayandigini ileri sürerek, savaslar döneminin arkada kaldigini, artik barisçil bir çaga girdigimizi ileri sürüyordu. Ona göre pozitiv dönemde (burjuva toplumunda) artik savaslar olmayacakti .Oysa burjuva toplumunun yarattigi çeliskilerin sonucu olarak ortaya çikan I. ve II. Emperyalist paylasim savaslarinda milyonlarca insan öldü. Dolayisiyla yasamin kendisi Comte’nin barisçil gelisim hayallerini tarihin çöplügün firlatti. Bizzat burjuva dönemdeki bilimin kendisi Comte’nin görüslerini çürüttü. Burjuva sinif çikarlarindan bagimsiz oldugunu ileri süren felsefeler ancak masallar üretebilirler. Ama yasam, insanlari bu masallardan kurtarir.
Comte’nin üç asamali tarih anlayisinin yanlis oldugu ortaya çikti. Comte, tarihi üç asamaya ayirirken, bu üç asamaya denk düsen toplumsal-politik biçimleri de belirtir. Ona göre, teolojik asamadaki toplum savasçi toplumdur. Bir askeri zümre toplumu yönetir. Metafizik asamada, tarim toplumu egemendir ve metafizik asamada, toplum ‘askeri bakimdan savunma’ halindedir. Pozitivist asmada, toplum sanayi toplumudur. Bu toplumda sanayici ve bilim zümresi toplumu yönetir. Bu toplumun özelligi ise barisçi bir toplumdur.
Comte’nin üç asama teorisine yönelik çesitli elestiriler yapildi. Ilk elestiriyi yapanlar , Gaetano Mosca() und Max Scheler () oldu. Mosca, Comte’nin görüslerinin yasam tarafindan çürütüldügünü ileri sürer. Ve örnek verir: Pozitivizm döneminin (sanayi döneminin), barisçil bir dönem oldugu görüsü, iki dünya savasi tarafindan çürütülmüstür.
Scheler ise Comte’ye su elestirileri yöneltir: Teoloji, Metafizik ve Pozitiv bilimin ele aldigi konular birbirinden farklidir. Pozitivist bilim gerçekligin objektif durumuna cevap arar. Gerçeklige egemen olur. Oysa teoloji ve metafizik düsünce gerçeklige egemen olmanin degil, gerçeklige teslim olmanin ürünüdür. Teoloji kutsal olan ve tanrisal olan ile ilgilenir. Metafizik ise, varligin özü ve anlami gibi sorularla ilgilenir. Ayrica bu üç düsünce arka arkaya gelen asamali bir sey degil, ayni anda yan yana ortaya çikabilen düsünce biçimlerdir.
Bir baska yazar Comte’nin pozitiv felsefesinin ‘insan aklina ve insanin hayal gücüne sinir getirdigini, akli ve hayal gücünü, gözlemlenebilen olgulara boyun egdirdigini’ [4]dile getirir. Comte, hayal gücü ve düsünceleri degil, gözlemlenebilir olgulari temel alir. Temel aldigi olgularin akilci olup olmamasi önemli degildir. Dolayisiyla Comte’nin pozitivizmi ‘özgürlük’, ‘esitlik’ vb. gibi ‘deger yüklü’ kavramlarla ilgilenmez.
‘Muhafazakarlik’ adli yazisinda Rober Nisbet sunlari yaziyor:’Muhafazakar üslup yada yöntem, ampirik ve tarihsel olup, olgusal olarak görülebilen ve betimlenebilen seylerin gözlemlenmesine adamistir kendisini. Soyut anlamda insan degil, ‘dogal’ insan degil, tarihsel somutlukta insan, Fransiz yada Ingiliz, köylü yada soylu, kilise mensubu, isadami, asker yada devlet adami olan insan: Muhafazakarlarin inceleme, risale, deneme ve felsefi yapitlarinin nesnesi budur. Muhafazakarlarin bakis açisina göre, tarihin, zamanin ve mekanin kendisine verdigi kimlikten soyulmus olarak düsünülen soyut insana Aydinlanma’nin verdigi önem tamamiyla yanlistir.’[5] Aydinlanmanin düsüncelerine reaksiyon olarak ortaya çikan muhafazakarliga göre, Fransiz Devrim dönemindeki Jokoben Terörü, mülkiyetin, gelenegin, özgürlügün zorla ortadan kaldirilmasidir.
Aydinlanma düsünürleri, var olan gerçekligi, akilci ilkelere ve aklin ölçütlerine göre degistirmek istiyorlardi. Insanin toplum ve doga üzerindeki rasyonel (usçu) egemenligini temellendirmeyi amaçliyorlardi. Bir baska deyisle, ‘aklin egemen oldugu bir dünya’ kurmayi tasarliyorlardi. Yani gerçeklik, aklin sinavindan geçmeli, aklin ilkelerine tabii olmali. Mevcut gerçekligi korumayi amaçlayan pozitivizm, gerçegin ‘akilci ilkelere göre’ degistirilmesine karsidir. Daha akilci bir toplumun hayal edilmesini ve düsünülmesini olanaksiz kilmak için, aklimizi olgularin sinirlarina hapis etmeye çalisir.
Pozitivizmin, muhafazakar bir düsünceye dönüstügünü ortaya koyan düsünürlerden biri, ‘Frankfurt Okulu’ düsünürlerinden olan Herber Marcuse’dir. Marcuse, Vernunft und Revolution , (Akil ve Devrim) adli eserinde pozitivizmin, bir dönem devrimci ve mücadeleci oldugunu, ama daha sonra muhafazakar bir düsünce haline geldigini vurgular:’Modern felsefenin baslangicinda ve daha sonraki on sekizinci yüzyilda pozitivizm mücadeleci ve devrimci idi. Olgulara dayanmasi bir zamanlar eski rejimin ideolojik destekçisi olan dinsel ve metafizik kavramlarin sinirlarini asiyordu. ’[6] Marcuse’ye aydinlanma döneminin pozitivistlerinin elestirileri, esas olarak toplumsal ve politik alana yönelikti. Aydinlanmacilar, eski feodal toplum ve devletin, akla aykiri oldugunu vurguluyorlardi. Aydinlamacilara göre, akil gerçeklige egemen olabilir, insan da eski yasam biçimlerini ortadan kaldirarak yeni yasam biçimini gündeme getirebilecek yetenektedir.
Oysa burjuvazi iktidara geçtikten sonra, burjuva toplumundaki olgularin akla aykiriligini gündeme getiren elestirici ve sorgulayici felsefeye tavir aldi. Dolayisiyla Comte’nin pozitiv felsefesi bir aksiyon olarak dogdu. Comte’nin pozitivizminin amacini söyle açiklar Marcuse: ‘Pozitiv felsefe Fransiz ve Alman Aydinlanmasinda elestirel ve yikici egilimlere karsi bilinçli bir reaksiyon olarak dogdu. ... Elestirel egilimleri nedeniyle Hegel Felsefesi negatif felsefe olarak adlandirildi.’[7]
Daha önceleri, aydinlanmacilarin toplum teorileri, ekonomik, toplumsal ve politik alandaki engelleri gündemine alirdi. Oysa Comte ile durum degismeye baslar: ‘Comte, negatif felsefe ile iliski içinde olan toplum teorisini, negatif felsefeden kopararak, toplum teorisini pozitivizm alanina eklemlendirir. Ayni zamanda toplum teorisinin temeli olan ekonomi politigi terk eder..Ekonomi politikten ayrilmis kendine yeterli bir bilim olusturur: Sosyoloji’[8]
Marcuse, Comte’nin ekonomi politikten yalitilmis sosyolojisinin, toplumsal elestiriden ve elestirel felsefeden uzak oldugunu sergiler. Comte’nin sosyolojisinin, burjuva toplumu korumaya çalisan muhafazakar bir sosyoloji oldugunu gösterir.
Karl Marx, Engels’e yazdigi bir mektupta Comte’nin görüslerini inceledigini belirtir. Çünkü Ingiltere ve Fransa’da Comte’nin ismi etrafinda çok sesler duyulmaya baslar. Marx, matematik ve fizik gibi alanlarin detayinda Comte’nin Hegel’e üstün oldugunu, ama bütün olarak ele alindiginda Hegel’in Comte’den çok büyük oldugunu belirtir. Marx, Comte ve pozitivizmin tutucu ve burjuva sistemini savunan bir görüs olduguna dikkat çekmistir. Çünkü Comte ve okulu, ‘Sermayecilerin ebedi bir gereklilik oldugunu’[9] ispat etmeye çalismisti.[10] ( ‘Auguste Comte ile okulu, sermaye beyleri için yaptiklari gibi, ayni sekilde feodal beylerin de ebedi bir zorunluluk oldugunu gösterebilirlerdi.’)

MARX ve COMTE
Comte ile Marx arasinda belirli benzerlikler vardir. Her ikisi, de yöntemsel olarak, bireyin degil, toplumun incelenmesine öncelik tanirlar. Ama Marx, toplumu üretim güçleri ve üretim iliskileri açisindan incelerken, Comte, düsüncelere göre toplumu inceler. Comte’ye göre, tarihsel bir dönemin siyasal ve toplumsal durumu düsünce durumlarina baglidir. Marx ise, tarihsel dönemleri, düsünce durumlarin göre degil, üretim biçimlerine göre inceler.
Marx, sosyal dönüsümleri, üretim güçleri ve üretim iliskileri arasindaki çeliski ile izah ederken, Comte, sosyal dönüsümleri, irk, iklim ve politik faaliyet gibi faktörlere dayandirmaya çalisir. ‘Comte, sosyal degisimler için üç faktörü sorumlu tutar. Irk, iklim ve politik faaliyet.’[11] Fakat Comte’ye göre politik faaliyet toplumsal ilerleme ile uyum halinde oldugu zaman etkilidir. Toplumsal gelisme ile uyum içinde olmayan politik faaliyetin dönüstürme gücü yoktur. Comte, düzen içinde gelismeyi savunan bir düsünür olarak sosyalizme karsi çikmistir. Özel mülkiyetin kaldirilmasini savunan ütopik sosyalistlere karsi sunlari yazar: ‘Mülkiyet ve hatta aileye vb. karsi olan alt-üst edici devrimci ütopyalar, ki bugün bu ütopyalarin itibar kazanmakta oldugunu görüyoruz, .... özgürlesmis kafalar tarafindan yaratilmadi veya ele alinmadi.’[12]
Comte, sinif farkliliklarina dikkat çeker. Fakat onda sinif çikarlari birbirine zit olan iki toplumsal gruptan ziyade, toplumda farkli rolleri ve fonksiyonlari olan iki sinif görür. Marx, isçi sinifinin sömürüldügü gerçegine ve sinif sömürüsü olgusuna dayanan bir sinif bilincinin olusmasi gerektigine dikkat çekmek isterken, Comte sömürüyü dikkate almadan proleterler arasindaki bir dayanismanin olmasindan bahseder. Marx, esitsiz sosyo-ekonomik kosullarin ortadan kaldirilmasini savunurken, Comte, sosyo-ekonomik esitsizligin kaldirilmasini hayal bile edemez. O, olaylara ahlaki açidan yaklasir.
Pozitivizmin, Marx’in düsüncesinden farkli olarak, dinsel bir boyutu vardir. Pozitivizm, dinle ve teoloji ile uyusabilir. Oysa Marx’in teorisi, dine ihtiyaç duyan bir toplumu elestirir.
Marx’a göre burjuva toplumu, sosyal-ekonomik yapisi geregi, hümanist olmayan bir toplumdur. Bu toplumdan bizi ancak proletarya kurtarabilir. Marx, proletaryanin sadece kendisini degil, burjuvaziyi de kurtaracagini belirtir.

Comte burjuva toplumunda iki sinifin oldugu gerçegini reddetmez: ‘ Yeni çagda[13] insanin dis dünya üzerinde gerçek etkinliginin örgütlenmeye basladigindan beri, bu etkinlik, sayi bakimindan oldukça birbirinden farkli olan, ama ayni sekilde vazgeçilmez olan siniflarin sürekli ortak çalismasini (abç) gerektirmektedir:Bir tarafta daimi olarak az sayida olan, para ve kredi dahil olmak üzere çesitli gerekli olan maddi araçlara sahip olan ve bu yüzden olasi tüm sonuçlar için de asil sorumlulugu üstüne alarak, bütün is sürecini yöneten esasli girisimciler; öte yanda dogrudan bir isi yürütenler, ki bunlar, periyodik bir ücretle yasarlar ve isçilerin muazzam çogunlugunu olustururlar..’[14] (italik Comte)
Comte, burjuva uygarliginin proletaryayi disladiginin farkindadir: ‘ Yeni çagda büyük krizlerin basladigindan bu yana, halk, politik alandaki asil mücadelelere yalnizca basit bir yardimci birlik olarak müdahale etti, süphesiz bununla durumunda belirli bazi düzelmeleri hedefliyordu, fakat [bu müdahaleler halkin] kendine özgü görüs ve amaçlarini olusturmuyordu. Bütün öteki mücadeleler öz olarak çesitli yüksek siniflarin tekelindeydi, çünkü onlar her seyden önce sahip olduklari iktidar gücüne dayaniyorlardi. Fakat halk, uzun dönem direkt olarak böylesi çatiskilara ilgi göstermedi, çünkü bizim uygarligimizin özü, proletaryanin asil politik iktidardan herhangi bir sekilde pay almasini ümit etmeyi veya arzu etmeyi, açik bir sekilde engellemektedir.’[15]
Comte, özel mülkiyete dayanan burjuva düzeninin yerine baska bir toplum düzenin geçebilecegini düsünemiyor. Dolayisiyla proletaryanin maddi yoksullugunu ortadan kaldirarak degil, proletaryayi manevi olarak donatarak burjuva düzenini çekilebilir kilmak istiyor. Ona göre burjuva sinifi, içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durum geregi, çikarlarina düskündür, egoisttir ve düsünsel ve ahlaki olarak toplumu insancil kilacak temelden yoksundur. Burjuva sinifi, ‘Zenginligi ve toplumsal konumu itibariyle geleneksel endiselerine tutuklu kalmistir.’ Dolayisiyla bujuvazinin konumu ‘hiçbir zaman gerçek bir düsünsel ve ahlaki huzura müsaade etmez’[16] O halde bu isi yalnizca proletarya üstlenebilir. Çünkü proletarya, öteki yüksek siniflar gibi aç gözlü ve çikarci hesaplarla ilgilenmez. Bencil ve egoist görüslerden uzaktir. Ama Comte, ‘sinif ayriliklarinin ortadan kaldirilmasini savunan ve gittikçe güçlenen egilimlere ve teorilere’[17] de karsidir
Ama proletarya, maddi seylere degil, manevi seylere önem veren bir egitimden geçmeli.[18] Bu isi ise pozitif felsefe basarabilir Dolayisiyla bu felsefe proletarya arasinda teorik olarak yayginlasmali. Comte’nin düsünceleri incelendiginde muhafazakar bir düsünür oldugu açiga çikmaktadir Bu konuda I. Fetscher sunu yaziyor: ‘burada da Comte pozitivizmin derin muhafazakar karakteri ortaya çikmaktadir: Mevcut toplumsal düzen ..kalmali.’[19]
Çünkü Comte hangi politik biçim olursa olsun, burjuva toplumsal düzenin devam etmesinden yanadir. Comte, Fransiz Devriminden önce halkin politik mücadelede önemli rol oynamadigini düsünür. Ama sosyal konumu geregi proletaryanin politik mücadeleye atilacagini sezmistir. Ama proletaryanin politik mücadelesini düzen sinirlari içinde yürütmesi gerektigini belirtir.
Comte’ye göre politik ve ekonomik iktidar burjuvazinin elinde olmali. Proletarya politik güç olmak için ugrasmamali, toplumda manevi bir güç olmali. ‘Eger halkin politik iktidara direkt sahip olma karsisinda su anda ilgisiz olmasi ve ilgisiz kalmasi gerekiyorsa da, fakat asla ahlaki iktidara sürekli ortak olmadan vazgeçemez.’[20]
‘Burjuvaziye iktidar, proletaryaya ahlak! Iste Comte’nin tüm düsüncesi bu sözlerde yansir.
Politik degil, ama ahlaki iktidar için, halkin düsünsel olarak yeniden sekillenmesi gerekir. Iste pozitiv felsefe bu isi üstlenecektir. Dolayisyla pozitiv felsefenin en önemli görevlerinden biri isçiler için Sosyal program hazirlamaktir.[21]
Bir dönem Comte’nin yakin dostu olan J,S Mill, Comte’nin eserlerini iki döneme ayirir: Erken ve geç dönem. Mill’e göre Comte, erken dönemde bilimsel görüslere sahipken, geç dönemde çark eder, dinsel düsünceleri savunmaya baslar.
Pozitivizm, bilimi felsefeden ayirir ve felsefeyi küçümser. Bilimi, skolastik felsefeden ayirma girisimi, kendiliginden materyalizme destek sunar. Ama öte yandan pozitivizm, olgularin ve gözlemin disinda `dis dünyanin varligi` nin bilinemeyecegini ileri sürer. Böylesi bilinemezci tavirlariyla, her türlü dinsel ve mistik düsünceye zemin hazirlar. `Dis dünyanin varligi` konusunda süphecilik tanriya kapiyi aralar. Dolayisiyla irrasyonel felsefeler ile pozitivizm arasinda ortaya çikan ittifaklar rastlanti degildir.
Pozitivizmin, felsefeye karsit bir tutum takinmasi da rastlanti degildir. Felsefeye baska bir anlam yüklemeye çalisiyordu. 19. yy pozitivizminin felsefe konusunda iddiasi suydu: Felsefenin ortaya attigi sorunlarin (madde sorunu, dis dünya sorunu vb.) bilimsel çözümü yoktur. Olgularin ve deneyin disinda baska seylerin varligini iddia etmek, metafizik bir tutumdur. Pozitivizmin en önemli özelliklerinden biri bilimsel kiliga bürünerek, felsefe düsmanligi yapmasidir.
Pozitivizm, felsefeden uzak durmaya çalismistir. Engels söyle diyordu: ‘Felsefeden kaçinan ampiristler ve pozitivistler, neticede ‘en kötü felsefelerin’ kölesi olurlar.’ 20. yüzyilda ortaya çikan modern pozitivizm, çesitli biçimlere büründü (mantiksal pozitivizm, dil felsefesi vb). Zamanim el verirse, mantiksal pozitivizm konusu da baska bir yazida ele almaya çalisacagim.
KAYNAKÇA
Alex Callinicos, Toplum Kurami, Iletisim Yayinlari, Istanbul, 2005
Auguste Comte, Rede über den Geist des Positivismus(Discours sur 1’Esprit Pozitif), Felix Meiner Verlag, Hamburg, 1956
Auguste Comte, Soziologie, Die positive Philosphie im Auszug, Alfred Körner Verlag, Stuttart, 1974Bilim ve Düsünce, Kitap Dizisi 4, Neopozitivizm Elestirisi, Istanbul, 2007Cengiz Gündogdu, Soru, Insancil Yayinlari, Istanbul, 1. Basim 1998Friedric Jones, Geschichte der Soziologie I, (Sosyolojinin Tarihi I), Rowolt, Hamburg, 1974Friedric Jones, Geschichte der Soziologie II, (Sosyolojinin Tarihi II), Rowolt, Hamburg, 1973F. Engels, Anti-Dühring, Inter Yayinlari, Ankara, 2000Tom Bottomore/Rober Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ayraç Yayinevi, Ankara, 1997Herber Marcuse, Vernunft und Revolution, Luchterhand, Darmstadt, 4. Auflage 1979

________________________________________
[1] Friedric Jones, Geschichte der Soziologie I, (Sosyolojinin Tarihi I), s. 113-119
[2] Herbert Marcuse, Vernunft und Revolution, Hegel und die Entstehung der Gesellschaftstheorie (Akil ve Devrim, Hegel ve Toplum Teorisinin Olusumu). s. 302
[3] Cengiz Gündogdu, Soru, s. 10-11
[4] Friedric Jones, Geschichte der Soziologie II, (Sosyolojinin Tarihi II), s. 95-115
[5] Rober Nisbet, Muhafazakarlik. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, s. 93-129
[6] Herbert Marcuse, Vernunft und Revolution, Hegel und die Entstehung der Gesellschaftstheorie (Akil ve Devrim, Hegel ve Toplum Teorisinin Olusumu). s. 299
[7] Herbert Marcuse, age. s. 284
[8] Herbert Marcuse, age. s. 298
[9] Iring Fetshcer, Marx’in alintisini bu sekilde alintisina itiraz edenler var.
[10] Karl Marx, Kapital 1, s. 360, dipnot 26
[11] Kempski, Einführung für Auguste Comte Die positive Philosophie im Auszug, s. XXII
[12] Auguste Comte, Rede..., s. 137
[13] Yani Çag kavrami ile Comte; Fransiz Devrim(1789) sonrasi dönemi kastediyor.
[14] Auguste Comte, Rede..., s. 181
[15] Auguste Comte, Rede..., s. 187-188
[16] Auguste Comte, Rede..., s. 188
[17] Auguste Comte, Rede..., s. 185
[18] Auguste Comte, Rede..., s. 185
[19] Iring Fetscher, Comte, Rede . s. 241 dipnot. 15
[19] Auguste Comte, Rede..., s. 187-188
[20] Auguste Comte, Rede..., s. 191
[21] Auguste Comte, Rede..., s. 193

Haber Tarihi : 8/4/2008
Haber Editörü : Özgür Medya
Haber Kaynağı : Özel

Modernizm ve Postmodernizm-Yener Orkunoğlu

Modernizm ve Postmodernizm





Bazi düsünürler, modernitenin sona erdigini ve postmodernitenin basladigini ileri sürmekte, modernitenin basarisiz oldugundan hareket ederek, postmodern bir çaga girdigimizi savunmaktadirlar. Postmodernizm hakkinda yazilan kitaplara göz attigimizda, modern, modernlik, modernite, modernizm, modernlesme, modernizasyon gibi kavramlara çok sik rastlamaktayiz. Postmodernizm, kendini anti-modern olarak tanimlar. Bu nedenle postmodernizmin ne oldugunu açiklamadan önce modernite ve modernizm konusunu ele almak gerekir.

Modernite konusunda o kadar farkli tanimlar var ki, hepsini kisa bir yazi içinde aktarmak mümkün degil. Modernite konusunda bazi yazarlarin tanimlarina bir göz attiktan sonra, moderniteden ne anladigimi açiklamaya çalisacagim.

Muhafazakar Fransiz sosyologu Allain Tourraina’ye göre modernlik, akilcilik ve öznellesme demektir. Kimine göre ise, modernlik, akilcilasma ve öznellesmenin gitgide birbirinden daha çok ayrilmasidir. Modernligin, özgürlük ve özerklik olmak üzere iki temel söyleme dayandigini savunanlar da var. ‘Modernlik söylemi en saglam sekilde özgürlük ve özerklik düsüncesine dayanir’ diyen Peter Wagner, modernligin birbirine zit iki söylemine dikkat çeker: ‘Bunlar, biri özgürlesme söylemi, öbürü disiplin altina alma söylemi’dir.[1]

Kimine göre, modernite, bilimsel düsüncenin egemenligidir. Kimine göre, dine dayanan bir devlet yerine, ulusal kimlige dayanan modern bir ulus-devletin ortaya çikmasidir. Örnegin John Mc Gowan’a göre, ‘Modernite herhangi bir dis otorite yada tanrisal köken olmaksizin kendi kendine ürettigi ilkelere dayanarak mesrulugunu temellendirme”dir.[2]

Modernite ve modernizm kavramlari konusunda ortak tanimlamalar yok. Çogu zaman bu iki kavram (Modernite ve Modernizm) ayni anlamda kullanilmaktadir. Bazi yazarlar ise, modernite ve modernizm kavramlarinin özdes olmadiklarini savunuyorlar. Hatta bazi yazarlar, modernite, modernizm ve modernlesme kavramlarinin da birbirinden ayri oldugunu ileri sürüyorlar. Örnegin, modernite ve modernizm arasindaki ayrimi bir yazar söyle dile getiriyor: ‘Içinde yasadigimiz dönem ‘modern’, modernite olarak degil, modernizm bazinda anlasilmalidir. Genellikle modernitenin on altinci ve on yedinci yüzyillarda basladigi kabul edilirken, modernizm sanatlarda on dokuzuncu yüzyilin sonunda baslayan bir paradigma degisikligi olarak görülür.’[3]

Demek ki, modernite konusunda görüsleri üç ana dala ayirmak mümkün: Birinci görüse göre, modernite, 15. Yüzyilda baslayan ve günümüze kadar devam eden bir toplumsal süreçtir; Ikinci görüse göre, toplumdaki modernlesmenin sonucu olarak dogan kültürel bir süreçtir; Üçüncü görüs ise moderniteyi, öznellik süreci olarak görür. Öznellik sürecini, aklin zaferine yol açan hümanizm, akilcilik çaginin baslangici olarak degerlendirir.

Modernite, modernizm ve modernlesme konusunda çok farkli yorum ve görüsler olmasina karsin, sözcükler konusunda ortak yanlari görmek mümkün. Bu ortak yanlar söyle tanimlanabilir:

Modernite tüm toplumsal sürecin bütün (ekonomik, siyasal, kültürel, estetik, düsünsel vb.) alanlardaki dönüsümlerinin tümünü içerir.

Modernizm , yalnizca kültür, sanat ve estetik alandaki dönüsümleri kapsar.

Modernlesme ise ekonomik, siyasal ve teknik alanlardaki kurumsal altyapisal degisimler demektir.



MARX VE MODERN BURJUVA TOPLUMU

Marx ise, ‘Modern çag’ terimi yerine modern burjuva toplumu veya kapitalizm terimlerini kullanir. Modern burjuva toplumunda çelisik iki sürecin gündemde oldugunu söyle dile getirir Marx: ‘Günümüzde her olgu karsitina gebe görünmektedir...Neredeyse her teknik basari bir ahlaki çöküntüyü beraberinde getirir gibi durmaktadir. Kisi dogayi egemenligine aldikça kendi benzerlerinin esiri olmaya baslamaktadir.. Tüm kesiflerimiz, tüm ilerlemeler maddi güçlere hayat ve akil vermekten öteye gitmemekte, kisiyi maddi bir güç düzeyine indirgemektedir. Toplumun yeni güçleri onlara egemen olacak ve onlari çalistiracak olan yeni insanlari beklemektedir. Bu yeni insanlar isçilerdir. Asri zamanlarin makineler gibi yeni bir ürünü olan isçiler. Burjuvaziyi, aristokrasiyi ve felaket tellallarini çaresiz birakan isaretler eski bir dostumuzu, topragin altinda onca hizla çalismasini bilen bir köstebegi müjdelemektedir: Devrim ‘.[4]

Marx’a göre modern çagin (Kapitalizmin) en belirgin özellikleri, sürekli degisim, geçicilik ve belirsizliktir. Harvey, bu konuda Marx’in düsüncesini söyle özetler: ‘Marx, bütün bu devrimci alt-üst olusu, parçalanmayi ve bitmek bilmeyen güvensizligi ayakta tutan ve çerçeveleyen tek bir bütünsel ilke oldugunun altini israrla çizer. Bu ilke onun çok soyut biçimde ifade ettigi gibi ‘hareket halinde deger’dir; daha basit bir biçimde söylenirse, kar elde etmek için hep ayni yollar arayan sermayenin huzursuz ve araliksiz bir biçimde dolasimidir’.[5]

Modern toplumdaki çeliskili iki süreci gözlemlemesi, Marx’i tüm diger Aydinlanma filozoflarindan ayirir. Aydinlanma filozoflari, kapitalist modernligin herkese yarar getirecegini savunuyorlardi. Marx ve Engels, Aydinlanma filozoflarinin bu tezlerinin tutarsiz olduklarini ortaya koydular. Çünkü kapitalist modernlik, esas olarak herkese degil, toplumun küçük azinligini olusturan burjuva sinifina yariyordu. Örnegin; sanayilesmeyle birlikte isçilerin (Kadin, çoluk çocuk vb.) nasil yoksulluklastiklarini ve burjuvazinin de nasil sermaye birikimi sagladigini ortaya koydular. Sanayilesme ve ekonomik büyümeyle sinif çeliskisinin azalmadigini gösterdiler. Marx, moderniteye (Kapitalizme) hem üretim açisindan, hem de sinif çeliskisi açisindan yaklasti.

Marx, modernitenin hem özgürlestirici, hem de baskici yanini gördü. Aydinlanma filozoflari, modern çagi, yalnizca aklin egemenligine indirgediler. Aklin egemenligi konusunda Engels sunlari söyler: ‘Aklin egemenligi, burjuvazinin idealize edilmis egemenliginden baska bir sey degildir’[6] Ama bundan hareket ederek, modern kapitalist toplumu yalnizca aklin egemenligine indirgemek dogru olmaz. Çünkü bununla ekonomik esitsizligi ve sinifsal çeliskileri açiklamak mümkün degildir. Marx, moderniteyi aklin zaferine indirgemez. O, modern kapitalist toplumdaki sinif sömürüsünün nasil gerçeklestigini açiklar.

Modern çaga tek yanli yaklasan Aydinlanma filozoflari su görüsten hareket ettiler: Tanri yerine insanin, inanç yerine aklin ve bilimin düsüncenin merkezine oturtulmasi iki sonuç doguracaktir. Ilerleme ve Egitim.

Bu düsünürlere göre, bilim sayesinde ekonomik-teknik ‘ilerleme’ olacakti, akil sayesinde ise yiginlarin kültürel egitimi saglanacakti. Ekonomik refah ve kültür ise insanligi mutluluga ve kurtulusa götürecekti. Aydinlanma filozoflari, kapitalist sanayinin gelismesine ragmen isçilerin yogun sömürüsünü görmüyorlardi. Onlara göre, akil ve bilim tüm sorunlar çözecekti.

Aklin ve bilimin egemenligini kurmak ise, aydinlanmis bir azinligin görevidir. Aydinlanma düsünürlerinin aydinlara merkezi rol vermesinin nedeni budur. Aydinlanma filozoflari yalnizca bilgiye önem verdiler, aydinlarin rolüne isaret ettiler. Bu görüsün tek yanli oldugu ortadadir. Çünkü ezilen kitlelerin ‘eylemi’ dikkate alinmamaktadir. Halk, toplumsal degismenin öznesi ve devindiricisi degil, nesnesi olarak algilanmaktadir. Özellikle seçkinci düsünen aydinlar arasinda yaygin olan bu yanlis anlayis, ezilen kitlelerin devrimci rollerine önem vermez. Bu anlayisa göre, degismenin öznesi aydinlardi; ‘Cahil halk’ ise aydinlar tarafindan egitilecek nesne olarak görülüyordu. Aydinlanma felsefesinin özü, bilim ve egitim yoluyla insanin degistirilecegine dayanir. Ama insanin egitim isini bir avuç aydina ve bir avuç aydin araciligiyla da devlete verir. Aydinlanma filozoflari, bilimin ve aklin egemenligini ön planda tuttular. Toplumdaki sinif çeliskilerini dikkate almadilar.



POSTMODERNIZM

Postmodernizmi tam anlamiyla belirlemek veya tanimlamak zordur. Çünkü postmodernist yazar ve düsünürlerin görüsleri arasinda farkliliklar bulunmaktadir. Kimilerine göre postmodernizm, meta-anlatilara [7] inanmazliktir (Lyotard). Kimine göre ‘Radikallesmis modernite’(A. Giddens), kimine göre ’Geç kapitalizmin mantigidir’(F. Jameson). E.Gellner’e göre postmodernist akim, göreceligin, yasayan ve günümüzde karsimiza çikan bir türüdür. Postmodernizmi ’Gösteri toplumunun’ (G. Debord) kültürü olarak ele alanlar var. Alman filozofu Habermass’a göre postmodernizm ‘Yeni muhafazakarlik’tir. Kimilerine göre postmodernizm, sag-sol, dogru-yanlis, bilim-din gibi karsitliklari asmaya çalisan bir düsüncedir.

Görüldügü gibi postmodernizm konusunda ortak bir görüs yoktur. Postmodernizm içinde alabildigine degisik felsefe egilimleri bir araya gelmektedir. Birbirinden son derece farkli konumlar yada tutumlar göze çarpar. Bu nedenle postmodernizmi, kendi içinde bütünlügü olmayan eklektik felsefi düsüncelerin toplami olarak görmek daha dogrudur. Zaten bütünlük, sistem, homojen, birlik, evrensellik kavramlarini reddeden postmodernistler için bu dogaldir. Postmodernist düsünürler arasinda farkliliklarin olmasi, bizzat postmodernizmin bir özelligidir. Çünkü postmodernizm, bölünmüslük, farkliliklarin taninmasi, heterojenlik üzerine kurulmustur. Bütünlük, birlik vb. kavramlar postmodernizmin amaçlarina terstir.

En çok sorulan sorulardan biri sudur: Postmodernizm modernizmden radikal bir kopus mudur yoksa modernizmin degisik biçimde bir devami midir?

Bilimin dogasinda yeni bir degisme oldugunu iddia eden Lyotard için postmodernizm, modernizmden kopustur.

Postmodernizm kavrami çesitli anlamlarda kullanilmaktadir. Bu anlamlari söyle siralayabiliriz:

■Modernizmin devami olarak postmodernizm: Bu anlamda postmodernizm modernizmin ‚radikal’ devamidir.
■· Modernizmin karsiti ve onun asilmasi olarak postmodernizm: Yasadigimiz çag, modernizmin asildigi ve onun karsiti bir çagdir. Modernitenin ideolojilerden, üsluplarindan ve pratiklerinden net bir kopus yasanmaktadir.
■· Kapitalizmin yeni bir asamasi olarak postmodernizm: Kapitalizmin yeni bir safhasi olarak tanimlanmakta. Sanayi ötesi, tüketim toplumu, ulus ötesi ve milletler üstü gibi kavramlarla ifade edilmektedir.
■Modernizmin kültür ve sanat alaninda degisimlerin ifadesi olarak postmodernizm.
Postmodernizm ne bir ‘Okul’dur, ne bir teori, ne de bir hareket. Modernizme tepki temelinde ortaya çikan, ilkesizligi ve kuralsizligi savunan bir düsünce biçimidir. Postmodernizmi savunanlar, bu düsüncenin insani özgürlestirecegini iddia etmektedirler. Gerekçeleri ise söyle: Modernitenin ileri sürdügü teoriler veya modeller, ‘Tek dogru’, ‘Tek gerçek’ ‘Tek düsünce’ gibi söylemle ortaya çikarlar. Insan özgürlügünü dislarlar. Bu nedenle modernitenin tüm teori ve modellerine karsi olmak gerekir.

Postmodernizm, çesitli düsünce biçimlerini içermektedir. Belirli kurali ve belli bir sistematigi yoktur. ‘Bütün’ü ve ‘Sistemi’ reddetmektedir. Bu çesitli yorumlara ragmen postmodernizm degerlendirilmesinde iki egilimi saptamak mümkün: Birinci egilime göre postmodernizm, modernizm sonrasi demektir; yani postmodernizm, modernizmin baska düzlemde devamidir; ikinci egilime göre ise postmodernizm, anti-modernizmdir, modernizmin reddidir, modernizme karsittir.

Postmodernizmin önemli özelliklerinden biri, bulanik olmasi, açik olmamasidir. Ernst Gellner postmodernizmin açik sözlü olmadigina dikkat çekiyor:

‘Postmodernizm günümüze özgü bir akimdir. Simdiden güçlenmis, moda haline gelmistir. Bunlar bir yana, bu postmodernizmin ne menem bir sey oldugu hala açik degildir. Gerçekten de postmodernizmin göze çarpan özellikleri arasinda açikliga rastlamak olanaksizdir. Genellikle postmodernizm, açik sözlülügü bir ilke haline getirmemistir. Ama bu kadarla kalmaz. Açikça konusmayi firsat düstükçe reddeder. Her sey bir yana, açik olan su ki, postmodern inancin 39 ilkesi ya da postmodernist manifesto diye bir sey yok ki, ona bakip içerdigi tasarimlari tam anlamiyla belirleyebildigimizden emin olalim’.[8]



POSTMODERN DÜSÜNCENIN ÖZELLIKLERI



Bu yazida postmodern düsüncenin bütün özelliklerini ele almak olanakli degil.[9] Sadece üç özelligini çok kisa ele alacagim.. Bütünsellik, Özne-Insan ve Nesnel Gerçeklik Sorunu.

Bütünselci Ve Evrenselci Düsüncelerin Reddi:

Postmodern düsünürlerin çogu, bütünselci ve evrenselci düsüncelerin tehlikeli oldugunu ileri sürmüslerdir. Postmodernist düsünceye göre bütünselci düsünce ya baskicidir yada hayalidir. Bu nedenle bütünselligi ve evrenselligi aklimizdan bile geçirmeyelim. Harvey hakli olarak su soruyu sorar: Dünyayi ‘Bütünsellik olarak resmetmek bosuna bir umutsa, o zaman nasil olur da dünya ile iliskimizde tutarli ve anlamli biçimde davranmayi bekleyebiliriz?’ [10].

Peki postmodernizm bütünselligi neden reddeder? Bu sorunun cevabinin Goethe’nin su düsüncesinde sakli oldugunu görürüz: ‘Çürümüs ve yikilmaya yüz tutmus tarihi dönemlerde, çok belirgin, bir öznel gericilik göze çarparken, bütün ilerici dönemlerde dünyayi kendi bütünselligi içinde ve oldugu gibi kavramak gerçegi görülmektedir.‘[11]

Dünya tarihi incelendiginde, bütün ilerici dönemlerde dünyayi kendi bütünselligi içinde kavrama çabasi agir basar.

Toplumu degistirme amaci olanlar, o toplumu bütünlügü içinde kavramaya çalisirlar. Çünkü ancak bütünsellik içinde kavranan bir gerçeklik degistirilebilir. Alman filozofu Hegel’in felsefesi, evrenselligi ve bütünselligi içeren bir felsefe idi. Hegel, feodalizme karsi yürütülen ilerici burjuva demokratik devrimin sonuçlarini felsefi olarak ifade ettigi için evrensel ve bütünlükçü bir felsefe sistemi kurmustu. Bütünselligin reddedilmesinin arkasinda tutuculuk, degisime olan inançsizlik gizlidir. Postmodernist düsünürlerin kötümser ve nihilist olmalari rastlanti degil.

Bütünlügü degistirme amacini tasimayanlar, bütünlügü kavrama çabasina girismezler. Çünkü bütünü dönüstürme amaci yoksa, bütünü kavrama çabasi da gereksiz hale gelir. Goethe’nin de vurguladigi gibi, kötü kosullari degistirmek isteyenler bütünlügü kavrama çabasina girisirler. Bütünsellik bilgisine ihtiyaç duyulmasinin arkasinda bütünlügü degistirme amaci yatmaktadir. Hatta bu çabaya girisenleri totaliter olmakla suçlarlar. Bütünlügü kavrama çabasinin reddedilmesi, gerçek amaçlari açiga çikarir. Bütünlügü parçalamak, gerçegi taninmaz hale getirmektedir. Örnegin bir fotograf paramparça edilerek, o fotograftaki cisim taninmaz hale getirilebilir.

Adorno’nun sosyoloji konusunda söyledikleri ögreticidir: ‘Sosyolojinin elestirel toplum teorisini birakisi, teslimiyetçidir. Toplumsal bütünün degistirilmesinden ümitsizlige düsüldügü için kavranmaya da cüret edilmemektedir’[12].

Bütünlük kavraminin reddedilmesi postmodern entelektüellerin ruh halini yansitir. Terry Eaglaton, toplumsal degisim geregi duymayan entelektüellerin tavrini söyle dile getirir:‘Totalite fikri karsisinda benimsenen kuskucu tavir büyük ölçüde, kendi toplumsal kosullarini daha kapsamli bir çerçeve içerisine oturtmak için üzerlerinde herhangi özel bir baski hissetmeyen entelektüellerden kaynaklanmaktadir’.[13]

Ama bütünlügün reddedilmesi, teorik bir sorun degil, stratejik bir sorundur da. Bu konuda T. Eaglaton sunlari yaziyor:’Anti-totalite teorik bir sorundan ziyade stratejik bir sorun olabilir: Bir tür totaliter sistem olabilir pekala, ama politik eylemlerimiz sistemi tümüyle çökertmeyecegi için, yelkenlerimizi rüzgara göre ayarlamamiz ve daha mütevazi olmakla birlikte daha olanakli projelere agirlik vermemiz tavsiye edilir....Totalite karsisinda açik tutum, ister soldan ister sagdan gelsin, genellikle epeyce açik bir sahtekarliktir. Çogunlukla da, belli bazi totalitelerden kusku duyulurken bazilarinin da benimsenmesini ifade eden bir kuskuculuga dönüsür. Totalitelerin bazi türleri –hapishaneler, patriyarsi, beden, mutlakiyetçi politik düzenler- kabule sayan tartisma basliklari olurken, baska türleri –üretim tarzlari, toplumsal formasyonlar, ögreti sistemleri- usulce sansürlenirler’.[14]

Özne olarak Insanin Yok olmasi:

Postmodern düsünceye göre, günümüzde insan özne olarak yok olmustur. Postmodernizm insani çaresiz olarak görür. Insanin kendi kosullarini düzeltme istenci ve özgürlügü olmayan bir varlik olarak degerlendirir. Kaderinin insanin elinde olmadigi görüsünü yaymaya çalisir.

Bütünlügü reddeden postmodernizm, bütünlügü degistirme gücünde olan insanin ve öznenin yok oldugunu iddia eder. Zaten ideolojiler ve teoriler yok olmussa, insanin tarihsel görevi de sona ermistir. Fedakarlik gerektiren tarihsel görevler sona ermisse, tarihi yapacak özneye de gerek yoktur. Bugüne kadar belirli ‘tarihsel görevler‘ için fedakarlik hüsranla sonuçlanmissa, ‘tarih yapmaya‘ kalkismak anlamsiz olur. Postmodernizm, herhangi bir ideoloji için bireyin fedakarlik yapmasini ‘Aptallik‘ olarak görür.

Nesnel Gerçeklik Sorunu:

Postmodernist düsünürlerin çogunlugu, bilincimizden bagimsiz nesnel gerçekligin varligini kabul etmezler. Onlara göre insandan bagimsiz dis dünya ve maddi bir gerçeklik yoktur; öznel çikarlarimiz ve perspektiflerimiz vardir. Gerçek olan subjektif istemlerimizdir. Gerçeklik özneldir, sadece bireylere göre degisen imajlar vardir. Her bireyin kendi öznel gerçekligi vardir. Dis dünya ve gerçeklik, ‘Sosyal ve dilsel bir yapi’ dan baska bir sey degildir.

Böylesi düsüncelerden hareket eden postmodernistlere göre fikirler, teoriler gerçekligin yansimalari degil, bizzat gerçekligin kendisidir. Derrida, ‘Metnin disinda hiç bir sey yoktur’ düsüncesini ileri sürerek, nesnel gerçekligi reddetmektedir.

Gerçekligi degistirme gibi bir sorunu olmayan bir düsünce tarzinin nesnel gerçekligin varligini inkar etmesi rastlanti degil. Çünkü nesnel gerçekligin kabul edilmesi, nesnel gerçegi dönüstürme olanagi yaratir. Nesnel gerçegi dönüstürme diye bir sorunu olmayan bir felsefe sunu ileri sürecektir: Nesnel gerçek yoktur, olsa bile onu kavrayamayiz. Aklimizin olanaklariyla aklimizin disindaki nesnel gerçekligi kavramak mümkün degildir. Nesnel gerçeklik yoksa, nesnel gerçekligin bilgisi de olamaz. Postmodernizm, dis gerçekligin bilinemeyecegini ve temsil edilemeyecegini savunur. Dis gerçekligin nesnel olarak bilinecegi iddiasinin yanlis oldugunu ileri sürer.

SONUÇ

Postmodernizm nedir sorusuna verilecek en genel ve kisa cevabimiz sudur: Postmodernizm, modernizmden hem radikal bir kopus, hem de onun devamidir. Postmodernizm, hem radikal hem de muhafazakardir. Birey, kimlik, kültür alaninda radikal, sistemi degistirme alaninda muhafazakardir. Politik bakimdan muhalif, ekonomik bakimdan isbirlikçidir. Sorular sorma yönünden zengin, gerçek cevaplar verme açisindan yoksuldur.

Postmodernist düsünürler, tikel alanlarda anarsist, genel alanlarda kapitalist-sistemin savunucularidir. Gerçeklikten kaçarlar. Gerçekligi olusturan nedenleri gizlemeye ugrasirlar. Bilinç felsefesinden kaçip dil felsefesine siginirlar, her seyi dil oyunlarina indirgerler. Tüm bilgi biçimlerini esitleme çabasinda olduklarindan, bilim ve din arasindaki ayrimi ortadan kaldirmaya çalisirlar. Evrensele ve genellestirmelere karsi olduklari için teori ve bilim düsmanligi yaparlar. Tarihsel gelismenin bütünüyle kavranamayacagini savunduklarindan tarihsel olaylarin eklektik yorumuna saplanip kalirlar.

Postmodernizm, geçmis yüzyillarda kapitalizmin yarattigi tüm olumlu degerlerin inkari ve Rönesans, Reformasyon ve Aydinlanma dönemlerinde yaratilan sanat, felsefe, siyasal teori ve kurumlarin elestirilmesidir. Postmodernizm, geçmis olumlu seyleri elestirmekle sinirlandirmaz kendini. Ayni zamanda, çürüyen kapitalizme uygun, sanat, felsefe ve siyasal teori ve kurum anlayislari gelistirmeye çalisir.. Postmodernizm, yeni dönemin burjuva ideolojisinin bir biçimidir.

Postmodernizm, özgürlük ve esitlik adina, dogruyu yanlisla, güzeli çirkinle, iyiyi kötü ile esitler. Dogru-yanlis, iyi-kötü ve güzel-çirkin arasindaki ayrimlari geçersiz hale getirir. Bu ise elestiri mantigini öldürür. Eger dogru veya yanlis diye bir sey yoksa, elestirilecek bir sey yoktur. Elestiri bitmistir. Dogru olanin, iyinin ve güzelin ne oldugu bilinmezse degisim ve gelisim neye göre olacaktir? Bu ayrimlarin olmadigi yerde degisim ve gelisim olabilir mi?

Postmodernistler, genellikle çogulculuktan yana gibi görünürler. Ama diger yandan bazi dünya görüslerinin ve ideolojilerin baskici olduklarini iddia ederek, bu görüs ve ideolojileri dislarlar. Hem çogulcu oldugunu iddia etmek, hem de bazi görüsleri dislamak postmodernizmin çeliskisidir. Postmodern düsünürler, özne olarak insanin çözüldügünü, yok oldugunu iddia ederler. Özneyi yok eden postmodernizmin özgürlükçülügü sahtedir. Özgürlesecek özne ölmüsse , özgürlükçü oldugunu iddia etmek ikiyüzlülüktür..





Yener Orkunoğlu

Kaynaklar:

[1] Peter Wagner, Modernligin Sosyolojisi, s. 27

[2] Aktaran, Gencay Saylan, Postmodernizm, s. 43

[3] Modernite mi Moderniz mi? M. Weber ve günümüz toplumsal teorisi. SCOTT LASH (Çeviren Mehmet Küçük) (Modernite Versus Postmodernite, derleme Mehmet Küçük) s. 47-73

[4] Marx, Aktaran Lefebvre, Modernite Üzerine Tezler. S. 137 (Modernizm Serüveni-Derleyen Enis Batur) içinde.

[5] D. Harvey, Postmodernligin Durumu. s.128

[6] Engels, Anti-Dühring s. 67

[7] Meta-anlatilar sözcügü ile kastettigi sudur: Ideolojiler, yani dünyayi ve toplumu bir bütünlük olarak algilayan teoriler ve düsünce sistemleri, bakis açilari. Aklin tüm dogruyu bulabilecegi ve insanligi kurtulusa götürecegi iddiasi ve bu temelde tüm faaliyetleri düzenleme ideali ve ideolojisi.

[8] Ernst Gellner, Postmodernizm Islam ve Us, s. 41

[9] Daha genis bilgi için bkz. Yener Orkunoglu, NIETZSCHE ve POSTMODERNIZMIN GERÇEK YÜZÜ’ Ceylan Yayinlari, 2007

[10] David Harvey, Postmodernligin Durumu, s. 68. (Çev. Sungur Savran) Metis Yayinlari

[11] Aktaran E. From.Marksin Insan Anlayisi. S.78 Aritan Yayinlari

[12] Adorno, aktaran Ahmet Çigdem, Bir Imkan Olarak Modernite s.32. Iletisim yayinlari

[13] Terry Eaglaton, Postmodernizmin yanilsamalari s. 23

[14] Terry Eaglaton, a.g.e s. 24.





Haber Tarihi : 5/4/2008

Haber Editörü : Özgür Medya

Haber Kaynağı : Özel

İSMAİL BEŞİKÇİ’nin GÖRÜŞLERİNİN ELEŞTİRİSİ

İSMAİL BEŞİKÇİ’nin GÖRÜŞLERİNİN ELEŞTİRİSİ

Yener ORKUNOĞLU

‘Yanlış bir argümanın ilacı, daha iyi bir argümandır. Fikirlerin bastırılması değil."

Carl Sagan


İsmail Beşikçi, geçmişte ’Kürdistan bir Sömürgedir’ diyerek ezen ulusun bir aydını olarak Türkiye’deki ‘Resmi İdeoloji’ye karşı çok kararlı bir çıkış yaptı. Bu çıkış çok cesurca bir çıkıştı. Düşüncesini savunma uğruna yıllarca bedel ödedi. Kararlılığı, cesareti ve mücadelesi sayesinde Kürt halkının saygınlığını kazandı.

Önce önemli bir şeyi saptayalım. Bu yazıdaki Beşikçiye yönelik eleştiri, onun saptamlarına karşı değildir. Sorun Beşikçi’nin saptamasında değil, ileri sürdüğü çözüm önerilerindedir. Bu satırların yazarı Kürdistan’ın bir ‘iç sömürge’ olduğunu düşünen ve savunan biridir. Ama çözüm önerileri farklıdır. Bu satırların yazarı, İsmail Beşikçi’yi bir panele çağırarak, İsmail Beşikçi’nin görüşlerini açıklama olanağı yaratmak istedi. Beşikçi, ilke olarak yurtdışına çıkmak istemediğinden, böylesi bir panele katılamayacağını belirtti.

İsmail Beşikçi’nin kişiliğine karşı saygım var. Kendisini Kürt davasına adamış bir kişi. Saygınlığı nedeniyle İsmail Beşikçi’ye eleştiriler yöneltmek, çok hassas bir şeydi. Uzun dönem bu konuda eleştirilerimi erteledim. Ama son dönemlerde Beşikçi, daha çok konuşur hale geldi.

Düşüncelerini daha sıkça ifade etmeye başladı. İşin bir diğer yanı da şu: Beşikçi, Resmi ideolojiye karşı dururken, onun cesareti, dürüstlüğü ön plana kaydı. Görüşlerinin içeriği biraz gölgede kaldı. Ne var ki son dönemlerde Öcalan’a yönelik eleştirileri nedeniyle görüşlerinin içeriği de daha belirgin bir hale geldi. Beşikçi karşısında kişisel saygımı koruyarak, onun bazı görüşlerinin eleştirisini yapmaya çalışacağım. PKK önderi Öcalan’ın görüşlerinin eleştirisini yer darlığı nedeniyle daha sonraki yazılarıma bırakacağım.

İlkin bir belirleme yapalım: Öcalan-Beşikçi tartışmasının nedeni kişisel değil ideolojiktir. Daha önceleri ideolojik bir farklılık yok gibiydi. Şimdi şöyle sorulabilir: Öcalan ve Beşikçi arasındaki farklılıklar nasıl ve neden ortaya çıktı?

Bilindiği gibi, Öcalan bir komplo ile yakalanıp Türkiye’ye teslim edildikten sonra, yeni bir strateji ve süreç içinde de yeni bir paradigma değişikliğine gitti. Bu paradigma değişikliğinin özü yeni bir ulus (demokratik ulus) anlayışının ortaya konulmasıdır. Bu anlayışa göre, var olan ulus-devletler, esas olarak belirli bir etnik-kimliği temel almaktadır ve etnik-kimliği temel alan milliyetçilik, ulus-devletin ideolojik harcıdır. Yeni paradigma temelinde, Öcalan ayrı bir ulus-devlet kurma projesinden vazgeçerek, demokratik bir ulusun yaratılmasını savunmaktadır. Bu çerçevede, demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm gibi düşünceler ortaya atar.

Öcalan’ın düşüncelerindeki değişim nedeniyle Beşikçi-Öcalan tartışması ortaya çıkar. Öcalan, Kürtlerin milliyetçilikten uzak durmaları gerektiğini söylerken, Beşikçi, Kürtlerin milliyetçi olması ve devlet kurmaları gerektiğini savunuyor. Ayrılıp Kürt devleti kurmaktan vazgeçmeyi eleştirerek şöyle diyor: ‘PKK büyük bir harekettir. PKK’nin çok büyük bir hareket olduğu da söylenebilir. Ama istemleri çok küçüktür. Çok çok küçüktür.’

Beşikçi’nin anlayışına göre PKK, Öcalan’ın yeni stratejisini (demokratik cumhuriyet vb.) kabul ederek, büyük bir hareket olmasına rağmen taleplerini küçültmüştür. Beşikçi, şu varsayımdan hareket etmektedir: Ayrı bir Kürt devleti kurmaktan vazgeçerek, tüm ulusların eşitliğine dayanan bir Demokratik Cumhuriyet istemek talepleri küçültmek demektir. Burada gizli bir varsayım daha vardır. Demokratik olmayan, ama ayrı olarak kurulmuş bir Kürt devleti, ulusların eşitliğini ve özgürce ifade edilmelerini mümkün kılan bir demokratik devletten daha üstündür.

Beşikçi, ayrı bir ulus-devlete sahip olmanın, milliyetçilikten arınmış demokratik cumhuriyetten daha üstün olduğu varsayımından hareket etmektedir. Ama görüşleri bu varsayımı ispatlamaktan uzaktır. Beşikçi, milliyetçi bir ideolojiye dayanan bir ulus-devletin, milliyetçilikten arınmış bir demokratik cumhuriyetten neden daha üstün olduğunu ortaya koymalıdır. Bu konuda gerekçelerini ileri sürmelidir. Yoksa görüşlerinin bilimsel bir değeri olmaz.

Şimdi şöyle bir durumu düşünelim. Diyelim ki, Türkiye’de yeni bir gelişme ortaya çıktı. Türk ve Kürt emekçileri, mücadele sonucu, ulusal kimlikten ayrılmış bir demokratik cumhuriyet kuruyor. Yani devletin ulusal kimlik ve dil üzerindeki tekeline son veriliyor. Resmi dil ve resmi kimlik ortadan kalkıyor. İsmail Beşikçi, böylesi bir cumhuriyeti hala, ayrı iki devletten daha geri mi buluyor? Bu noktada İsmail Beşikçi bir şey söylemiyor, susuyor

Lenin, tarımsal alanda feodalizmden kapitalizme geçişin iki yolu olduğunu söylüyordu. Bu iki yolu Prusya ve Amerikan tarzı olarak adlandırmıştı. Prusya tarzında, toprak ağaları iç başkalaşım yoluyla süreç içerisinde tarım kapitalistleri haline gelir. Bu nedenle Prusya tarzı ‚tepeden inme’ bir toprak devrimi olarak da adlandırılır. Amerikan tarzında ise, köylüler, devrim yoluyla toprak ağalarının elindeki topraklara el koyarak., bağımsız çiftçiler haline gelirler. Amerikan tipi devrim de ’aşağıdan yukarı’ bir devrim olarak adlandırılır

Ulus sorununda iki çözüm yolu vardır. Beşikçi-Öcalan tartışması farklı iki çözüm yolunun tartışılmasıdır. Beşikçi’nin önerisi elbette bir çözümdür. . Bu satırların yazarı, Kürtlerin ayrı bir devlet kurma hakkını reddetmiyor. Soru şudur: Türkiye ve Kürdistan’da ezilenlerin çıkarına en yakın olan çözüm nedir?

Bilindiği gibi, Almanya’nın ulusal birliğini Bismark gerçekleştirdi. Marks, Bismarck’ın gerçekleştirdiği işin ilerici bir iş olduğunu söyledi. Ama Bismark’ın yaptığını desteklemedi. Neden? Çünkü Bismark, ulusal birliği ‘aşağıdan’ değil ‘yukarıdan’ yapmıştı, yani demokratik değildi. Marks, Bismark’ı destekleyen sosyalistleri de ‘kraliyet sosyalisti’ olarak eleştirmişti. Bu örnek umarım hep vurgu yapmak istediğim ince ayrımı anlaşılır kılmıştır. Bu bakış açısından bakıldığında, bir Kürt devletinin kurulması Türkiye Cumhuriyeti’nde şu andaki mevcut koşullara göre ilerici bir adım olabilir. Ama bu onun her koşulda desteklenmesi anlamına gelmez, ayrıca birçok Türk şovenistinin yaptığı gibi, ona karşı olmayı da gerektirmez.

Marx’ın bize verdiği mesaj şudur: Tarihsel bakımdan her ilerici hareket desteklenilmek zorunda değil. Çünkü aynı zamanda bunun nasıl gerçekleştiğine, yani aşağıdan bir çözüm mü, yukarıdan bir çözüm mü olduğuna da bakmak gerekir..

Bu satırların yazarı, ulusal sorunun çözümünde iki yolun olduğunu düşünüyor. Biri eski paradigmaya dayanan, ulus-devlet anlayışından hareket eden, 20. yüzyılda ileri sürülen çözüm; ikincisi, ulusal kimliği temel almayan, ulusal kimlikten ayrılmış demokratik bir ulus anlayışına dayanan çözüm. Bizce İsmail Beşikçi’nin önerisi ‘aşağıdan’ çözüm yolundan ziyade, ‘yukarıdan’ çözüm yoluna yakındır. İsmail Beşikçi, 20. yüzyılın eskimiş ulus-anlayışıyla Kürt sorununa yaklaşırken, Öcalan yeni bir demokratik ulus anlayışıyla Kürt sorununa yaklaşmaktadır. Ortada birbirine zıt olan iki paradigma vardır.

Beşikçi, 1920’li yılların düşüncelerinden sıyrılamamıştır. Bunun nedeni İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerin arkasındaki pozitivizmdir. Bunu gelecek yazıda ele alacağız.
09.12.2008 / ortaklikicin.blogspot.com / Gomanweb


POZİTİVİZMİN ETKİSİNDEKİ BEŞİKÇİ
Yener ORKUNOĞLU
Bilimsel analizin iki temel özelliği var: 1) Tanrıyı işe katmamak; 2) Mutlak olandan kaçınmak. Burjuva sosyolojisinin bir versiyonunu savunan Beşikçi, ‘mutlak’ olandan hareket eder. Örneğin o, ulusları, değişmez ve mutlak bir olgu olarak ele almaktadır. Beşikçi’nin bu görüşünü tekrar etmekte yarar var. Şöyle diyordu: “Doğada örneğin bir kaya nasıl “kaya” olarak algılanıyorsa, toprak olarak algılanmıyorsa, sosyal bilimlerde de örneğin Alevi, “Alevi” olarak, Müslüman, “Müslüman” olarak, Kürt ise “Kürt” olarak algılanmalıdır.’
Burjuva sosyolojisi olarak pozitivizm, topluma doğaya yaklaşır gibi yaklaşır. Bu şu demektir: Nasıl ki, doğanın yasaları değiştirilemezse, toplumun yasaları da değiştirilemez. Dolayısıyla pozitivizm, toplumu, toplumu ve toplumsal yaşamdaki olgu ve ilişkileri tasvir etmekle sınırlar kendini. Bu nedenle burjuva sosyolojisi, olguların tasviri ile yetinir. Pozitivizm, ’olgu’ları temel alır. Olguların nasıl ortaya çıktığını incelemez. Sadece ’olgu’ üzerine yoğunlaştığı için, olguların tarihi ve geleceği onu ilgilendirmez. Bir başka deyişle, Toplumsal değişim, bir toplumdan diğerine geçiş, değişim ve bu geçişin yasaları burjuva sosyolojisinin ilgi alanın dışındadır.
İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşleri burjuva sosyolojisine (pozitivizme) dayanmaktadır. Beşikçi’nin düşüncelerini daha anlaşılır kılabilmek için, bu yazımızda pozitivizm konusunu ele almak durumundayız.
Pozitivizm Nedir?
Pozitivizm kavramından önce ‘pozitif felsefe’ kavramı vardı. Pozitif felsefe, esas olarak 19. yüzyıldaki negatif felsefeye karşıt olarak doğdu. ‘Pozitif felsefe’ kavramını terminolojiye kazandıran Fransız düşünür August Comte’dir. (Pozitivim hakkında daha geniş bilgi için August Comte Kimdir ve Pozitivizm Nedir başlıklı incelememe bakılabilir. Bu inceleme BİLİM ve GELECEK dergisinin Ağustos 2008 tarihinde yayınlandığı gibi, iki sitede da yayınlandı.)
Dolayısıyla Comte’nin pozitivizm anlayışını burada bütün yönleri ile ele almayacağız. Comte pozitivizminin bir kaç önemli noktasına dikkat çekmeye çalışacağım.

1. Pozitivizm, burjuva düzeni içinde ilerlemeyi savunur.
2. Pozitivizm, eleştirel akla savaş açar.
3. Pozitivizm, din ile uzlaşma yolları arar.
4. Pozitivizm, iktidarı burjuvaziye bırakırken, proletaryaya ahlaklı davranışı öğretir.

Şimdi bu noktaları açalım:
1. Comte, düzen içinde ilerlemeden yanadır.
Comte’ye göre, muhafazakarlar, düzeni korumak isterken ilerlemeye karşıdırlar. Negatif felsefeden etkilenen düşünceler de ilerlemeden yana iken düzene karşıdırlar. Oysa burjuva toplumunda yaşanan anarşiye karşı bir cevap bulunabilir. Comte’ye göre, burjuva düzenini rahatsız eden düşüncelerden kurtulmadan, burjuva düzeni korunamaz. Comte, ‘restorasyon konseptlerine, reçetelerine başvurmadan, modern burjuva düzeni sürdürmek’ için nelerin gerekli olduğunu araştırır, burjuva toplumundaki anarşi sorununa kendisi açısından bir cevap verir: Düzen ve İlerlemeyi uzlaştırmak. Bir başka deyişle, devrime son vermek, ama devrimin kazanımlarına sahip çıkmak. Comte’nin düzen-ilerleme konusundaki görüşü toplumsal yaşamda statik-dinamik ilişkisi içinde incelendiğinde şu açığa çıkar: Comte, toplumdaki ilerlemeden bahseder, ama onun için esas olan, düzendir, toplumun statiğidir. Comte, düzen sınırları içinde ilerlemeden yanadır. Bir başka deyişle, ilerleme düzene bağlıdır, ilerlemenin yönü düzen tarafından belirlenir. Comte, devrime ve devrimci döneme son vermek ister. Comte’nin ‘İlerleme’ konusundaki görüşü, devrimi reddeden, ama reformları savunan sosyal demokrasiye zemin hazırlamıştır.
İsmail Beşikçi’de kapitalist düzen sınırları içinde, değişim ve reformdan yanadır.

2. Pozitivizm, eleştirel akla karşıdır.
Pozitivizm, aydınlanma’nın eleştirel düşüncelerine ve felsefelerine karşı bir düşünce akımı olarak doğdu. Pozitivizmin toplumsal temeli konusunda şu söylenebilir: İktidara yerleşmiş burjuvazinin artık eleştirel düşünceye ihtiyacı yoktu. I. Napolyon, kendine yönelen eleştirileri etkisiz hale getirmek için, eleştiri yöneltenleri ‘ideolog’ olarak küçümser. Napolyon, ideolog sözcüğüne, boş konuşan, geveze anlamında olumsuz bir anlam yükler.
Pozitivizm, eleştirel aklın sorgulayıcı ve eleştirel gücünü bir kenara bırakır. Aklımızı, verili gerçeklikleri kabul etmeye zorlar. Aklımızın, verili olgulara ve gerçekliklere boyun eğmesini ister. Verili gerçekleri sorgulayan akılcılığa karşı tavır alır.
İsmail Beşikçi, Türkiye Cumhuriyetinin Resmi İdeojisini eleştirmekte ve sorgulamaktadır. Türk milliyetçiliğini eleştirmektedir. ’Türklerin milliyetçiliği ve devleti varsa, Kürtlerin de milliyetçiliği ve devleti olmadır’ biçiminde bir mantık yürütmektedir. Ama milliyetçiliğin kendisine karşı değildir. Milliyetçiliği ve ulus devleti verili bir olgu olarak görmektedir. Aklımızı, milliyetçilik ve ulus devlet vb. olgularını kabul etmeye zorlamaktadır. Aklımızın, milliyetçilik ve ulus devlet vb gibi verili olgulara ve gerçekliklere boyun eğmesini istemektedir.

3. Pozitivizm, din ile uzlaşma yolları arar.
Pozitivizmin kurucusu Comte, ömrünün sonuna doğru dine yönelir. ‘İnsanlık Dini’ yaratmaya çalışır. ‘İnsan ilişkilerinin ilahi bir Tanrı tarafından yönetildiğini’ ileri süren Katolik din adamı Bossuet’i ‘büyük Bossuet’ olarak över. Dinle uzlaşma yollarını arar, toplumsal düzenin oturabilmesi için dine sığınır. Comte’ye göre ‘toplum biliminden’, ‘toplumsal düzene’ geçmek için, kilise örgütleri, şölenler, kutsama ayinleri göreve çağrılmalıdır. Ona göre yalnızca dinsel pozitivizm olmadan, pozitiv siyaset ahlâka bağlanamaz. Dolayısıyla, pozitivizmin siyasal anlayışı, dinsel pozitivizm olmadan gerçekleşemez. Comte’nin düşüncesinin özü şematik olarak şöyle ifade edilebilir: ‘ilke olarak dinsel kaynaklı sevgi, temel olarak düzen ve amaç olarak da ilerleme’
İsmail Beşikçi ‚’Aleviliğin İslam’la hiçbir ilişkisi yoktur’ başlıklı yazısında, Aleviliğin, İslam’dan ayrı bir din olduğunu göstermeye çalışıyor. Aleviliğin, İslam’dan ayrı bir din olduğunu savunmayan Alevileri de kafa karışıklığı içinde olmakla suçlamaktadır. (Bu konuda Demir Küçükaydın’ın İsmail Beşikçi’ye yönelik eleştirilerini dile getirdiği kitabına gönderme yapmakla yetineceğim.) Bilim adamı olarak, Beşikçi, dinin kendisine karşı tavır alacağına, Alevi dininin ayrı bir din olduğunu ispatlamaya çalışır. Pozitivizmin, din ile uyuştuğunu yukarıda ifade etmiştim.

4. Pozitivizm, iktidarı burjuvaziye bırakırken, proletaryaya ahlaklı davranışı öğretir.
Comte ve okulu, ‘Sermayecilerin ebedi bir gereklilik olduğunu’ ispat etmeye çalışmıştı. Öte yandan Comte ve onun zamanındaki düşünürlerin karşılaştığı bir sorun vardı: Modern toplumda ahlaki ve düşünsel bir anarşi ve karmaşa vardır. Bu karmaşa farklı fikirlerin doğmasına neden olur. Comte’ye göre politik ve ekonomik iktidar burjuvazinin elinde olmalı. Proletarya politik güç olmak için uğraşmamalı, toplumda manevi bir güç olmalı. ‘Burjuvaziye iktidar, proletaryaya ahlak! İşte Comte’nin tüm düşüncesi bu sözlerde yansır.
Fransız düşünür Sarte ve arkadaşlarının Camus’a yönelik bir eleştirisi vardı: Camus, 'Efendinin önünde, hep başkaldıran bir esir olarak kalmak istiyor.’ Bu düşünce Comte için geçerlidir. Comte, burjuvaziye diklenen, ama onun önünde hep esir olmak isteyen bir düşünürdür.
Şimdi şöyle bir soru sorulabilir. Tüm bu anlatılanların İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşleri ile ne ilgisi var?
İsmail Beşikçi’nin burjuva düzeni karşısındaki tutumunun açıklığa kavuşması gerektiğine inanıyorum. Beşikçi’nin kapitalist düzene itirazı var mıdır? O Kürt burjuvazisi için ayrı ulusal devlet altından iktidara kavuşmasını savunurken, emekçiler için ne düşünüyor?
Comte-Durkheimer okulunun görüşlerini Türkiye’ye ilk sokmaya başlayan düşünürlerden biri, Ziya Gökalp’dir. Ziya Gökalp’in sosyolojinde milliyetçilik ve din iki temel unsurdur. İsmail Beşikçi’nin sosyolojisinde de milliyetçilik ve din önemli rol oynamaktadır. İsmail Beşikçi’ye bu eleştirilerimiz, kimileri tarafından haksız ve insafsız bir eleştiri olarak algılanabilir. İsmail Beşikçi son dönemde yazdıkları (Alevilik, Milliyetçilik vb.) ve röportajları gerçekten son derece düşündürücüdür.
İsmail Beşikçi, kapitalizmin sonuçlarına değil de, temellerine itirazı var mıdır? Kişi ve konumları açısından Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi birbirlerine zıt iki kişiliklerdir ve konumları birbirinden oldukça farklıdır. Örneğin Ziya Gökalp iktidara çok yakın olan bir kişi ve iktidarın hizmetinde olan bir kişiydi. Oysa Beşikçi, iktidarın gazabına uğramış bir insandır. Bu açıdan bu iki insan birbiri ile karşılaştırılamaz.
Ama sosyolojik görüşleri açısından Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi pekala birbiriyle karşılaştırılabilir. Örneğin Beşikçi, milliyetçilik ve din konusunda Ziya Gökalp’in görüşleri ile kendi görüşleri arasındaki farkları bize açıklayabilir. Beşikçinin sosyolojisi hangi noktalarda Ziya Gökalp’in sosyolojiyle farklılıklar içermektedir? Beşikçi bunları açıklayarak hem bazı kafa karışıklıklarının da önüne geçmiş olur, hem de eleştirilere cevap vermiş olur.


31.12.2008 / Komün insiyatifi mail grubu / Gomanweb

http://www.123people.de/ext/frm?ti=personensuche%20telefonbuch&search_term=yener%20orkunoglu&search_country=DE&st=suche%20nach%20personen&target_url=http%3A%2F%2Fwww.ozgurmedya.org%2Farticledetail.asp%3FAuthorID%3D24%26ArticleID%3D1696§ion=bing&wrt_id=214


POZİTİVİZMİN ETKİSİNDEKİ BEŞİKÇİ
Yener ORKUNOĞLU
Bilimsel analizin iki temel özelliği var: 1) Tanrıyı işe katmamak; 2) Mutlak olandan kaçınmak. Burjuva sosyolojisinin bir versiyonunu savunan Beşikçi, ‘mutlak’ olandan hareket eder. Örneğin o, ulusları, değişmez ve mutlak bir olgu olarak ele almaktadır. Beşikçi’nin bu görüşünü tekrar etmekte yarar var. Şöyle diyordu: “Doğada örneğin bir kaya nasıl “kaya” olarak algılanıyorsa, toprak olarak algılanmıyorsa, sosyal bilimlerde de örneğin Alevi, “Alevi” olarak, Müslüman, “Müslüman” olarak, Kürt ise “Kürt” olarak algılanmalıdır.’
Burjuva sosyolojisi olarak pozitivizm, topluma doğaya yaklaşır gibi yaklaşır. Bu şu demektir: Nasıl ki, doğanın yasaları değiştirilemezse, toplumun yasaları da değiştirilemez. Dolayısıyla pozitivizm, toplumu, toplumu ve toplumsal yaşamdaki olgu ve ilişkileri tasvir etmekle sınırlar kendini. Bu nedenle burjuva sosyolojisi, olguların tasviri ile yetinir. Pozitivizm, ’olgu’ları temel alır. Olguların nasıl ortaya çıktığını incelemez. Sadece ’olgu’ üzerine yoğunlaştığı için, olguların tarihi ve geleceği onu ilgilendirmez. Bir başka deyişle, Toplumsal değişim, bir toplumdan diğerine geçiş, değişim ve bu geçişin yasaları burjuva sosyolojisinin ilgi alanın dışındadır.
İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşleri burjuva sosyolojisine (pozitivizme) dayanmaktadır. Beşikçi’nin düşüncelerini daha anlaşılır kılabilmek için, bu yazımızda pozitivizm konusunu ele almak durumundayız.
Pozitivizm Nedir?
Pozitivizm kavramından önce ‘pozitif felsefe’ kavramı vardı. Pozitif felsefe, esas olarak 19. yüzyıldaki negatif felsefeye karşıt olarak doğdu. ‘Pozitif felsefe’ kavramını terminolojiye kazandıran Fransız düşünür August Comte’dir. (Pozitivim hakkında daha geniş bilgi için August Comte Kimdir ve Pozitivizm Nedir başlıklı incelememe bakılabilir. Bu inceleme BİLİM ve GELECEK dergisinin Ağustos 2008 tarihinde yayınlandığı gibi, iki sitede da yayınlandı.)
Dolayısıyla Comte’nin pozitivizm anlayışını burada bütün yönleri ile ele almayacağız. Comte pozitivizminin bir kaç önemli noktasına dikkat çekmeye çalışacağım.

1. Pozitivizm, burjuva düzeni içinde ilerlemeyi savunur.
2. Pozitivizm, eleştirel akla savaş açar.
3. Pozitivizm, din ile uzlaşma yolları arar.
4. Pozitivizm, iktidarı burjuvaziye bırakırken, proletaryaya ahlaklı davranışı öğretir.

Şimdi bu noktaları açalım:
1. Comte, düzen içinde ilerlemeden yanadır.
Comte’ye göre, muhafazakarlar, düzeni korumak isterken ilerlemeye karşıdırlar. Negatif felsefeden etkilenen düşünceler de ilerlemeden yana iken düzene karşıdırlar. Oysa burjuva toplumunda yaşanan anarşiye karşı bir cevap bulunabilir. Comte’ye göre, burjuva düzenini rahatsız eden düşüncelerden kurtulmadan, burjuva düzeni korunamaz. Comte, ‘restorasyon konseptlerine, reçetelerine başvurmadan, modern burjuva düzeni sürdürmek’ için nelerin gerekli olduğunu araştırır, burjuva toplumundaki anarşi sorununa kendisi açısından bir cevap verir: Düzen ve İlerlemeyi uzlaştırmak. Bir başka deyişle, devrime son vermek, ama devrimin kazanımlarına sahip çıkmak. Comte’nin düzen-ilerleme konusundaki görüşü toplumsal yaşamda statik-dinamik ilişkisi içinde incelendiğinde şu açığa çıkar: Comte, toplumdaki ilerlemeden bahseder, ama onun için esas olan, düzendir, toplumun statiğidir. Comte, düzen sınırları içinde ilerlemeden yanadır. Bir başka deyişle, ilerleme düzene bağlıdır, ilerlemenin yönü düzen tarafından belirlenir. Comte, devrime ve devrimci döneme son vermek ister. Comte’nin ‘İlerleme’ konusundaki görüşü, devrimi reddeden, ama reformları savunan sosyal demokrasiye zemin hazırlamıştır.
İsmail Beşikçi’de kapitalist düzen sınırları içinde, değişim ve reformdan yanadır.

2. Pozitivizm, eleştirel akla karşıdır.
Pozitivizm, aydınlanma’nın eleştirel düşüncelerine ve felsefelerine karşı bir düşünce akımı olarak doğdu. Pozitivizmin toplumsal temeli konusunda şu söylenebilir: İktidara yerleşmiş burjuvazinin artık eleştirel düşünceye ihtiyacı yoktu. I. Napolyon, kendine yönelen eleştirileri etkisiz hale getirmek için, eleştiri yöneltenleri ‘ideolog’ olarak küçümser. Napolyon, ideolog sözcüğüne, boş konuşan, geveze anlamında olumsuz bir anlam yükler.
Pozitivizm, eleştirel aklın sorgulayıcı ve eleştirel gücünü bir kenara bırakır. Aklımızı, verili gerçeklikleri kabul etmeye zorlar. Aklımızın, verili olgulara ve gerçekliklere boyun eğmesini ister. Verili gerçekleri sorgulayan akılcılığa karşı tavır alır.
İsmail Beşikçi, Türkiye Cumhuriyetinin Resmi İdeojisini eleştirmekte ve sorgulamaktadır. Türk milliyetçiliğini eleştirmektedir. ’Türklerin milliyetçiliği ve devleti varsa, Kürtlerin de milliyetçiliği ve devleti olmadır’ biçiminde bir mantık yürütmektedir. Ama milliyetçiliğin kendisine karşı değildir. Milliyetçiliği ve ulus devleti verili bir olgu olarak görmektedir. Aklımızı, milliyetçilik ve ulus devlet vb. olgularını kabul etmeye zorlamaktadır. Aklımızın, milliyetçilik ve ulus devlet vb gibi verili olgulara ve gerçekliklere boyun eğmesini istemektedir.

3. Pozitivizm, din ile uzlaşma yolları arar.
Pozitivizmin kurucusu Comte, ömrünün sonuna doğru dine yönelir. ‘İnsanlık Dini’ yaratmaya çalışır. ‘İnsan ilişkilerinin ilahi bir Tanrı tarafından yönetildiğini’ ileri süren Katolik din adamı Bossuet’i ‘büyük Bossuet’ olarak över. Dinle uzlaşma yollarını arar, toplumsal düzenin oturabilmesi için dine sığınır. Comte’ye göre ‘toplum biliminden’, ‘toplumsal düzene’ geçmek için, kilise örgütleri, şölenler, kutsama ayinleri göreve çağrılmalıdır. Ona göre yalnızca dinsel pozitivizm olmadan, pozitiv siyaset ahlâka bağlanamaz. Dolayısıyla, pozitivizmin siyasal anlayışı, dinsel pozitivizm olmadan gerçekleşemez. Comte’nin düşüncesinin özü şematik olarak şöyle ifade edilebilir: ‘ilke olarak dinsel kaynaklı sevgi, temel olarak düzen ve amaç olarak da ilerleme’
İsmail Beşikçi ‚’Aleviliğin İslam’la hiçbir ilişkisi yoktur’ başlıklı yazısında, Aleviliğin, İslam’dan ayrı bir din olduğunu göstermeye çalışıyor. Aleviliğin, İslam’dan ayrı bir din olduğunu savunmayan Alevileri de kafa karışıklığı içinde olmakla suçlamaktadır. (Bu konuda Demir Küçükaydın’ın İsmail Beşikçi’ye yönelik eleştirilerini dile getirdiği kitabına gönderme yapmakla yetineceğim.) Bilim adamı olarak, Beşikçi, dinin kendisine karşı tavır alacağına, Alevi dininin ayrı bir din olduğunu ispatlamaya çalışır. Pozitivizmin, din ile uyuştuğunu yukarıda ifade etmiştim.

4. Pozitivizm, iktidarı burjuvaziye bırakırken, proletaryaya ahlaklı davranışı öğretir.
Comte ve okulu, ‘Sermayecilerin ebedi bir gereklilik olduğunu’ ispat etmeye çalışmıştı. Öte yandan Comte ve onun zamanındaki düşünürlerin karşılaştığı bir sorun vardı: Modern toplumda ahlaki ve düşünsel bir anarşi ve karmaşa vardır. Bu karmaşa farklı fikirlerin doğmasına neden olur. Comte’ye göre politik ve ekonomik iktidar burjuvazinin elinde olmalı. Proletarya politik güç olmak için uğraşmamalı, toplumda manevi bir güç olmalı. ‘Burjuvaziye iktidar, proletaryaya ahlak! İşte Comte’nin tüm düşüncesi bu sözlerde yansır.
Fransız düşünür Sarte ve arkadaşlarının Camus’a yönelik bir eleştirisi vardı: Camus, 'Efendinin önünde, hep başkaldıran bir esir olarak kalmak istiyor.’ Bu düşünce Comte için geçerlidir. Comte, burjuvaziye diklenen, ama onun önünde hep esir olmak isteyen bir düşünürdür.
Şimdi şöyle bir soru sorulabilir. Tüm bu anlatılanların İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşleri ile ne ilgisi var?
İsmail Beşikçi’nin burjuva düzeni karşısındaki tutumunun açıklığa kavuşması gerektiğine inanıyorum. Beşikçi’nin kapitalist düzene itirazı var mıdır? O Kürt burjuvazisi için ayrı ulusal devlet altından iktidara kavuşmasını savunurken, emekçiler için ne düşünüyor?
Comte-Durkheimer okulunun görüşlerini Türkiye’ye ilk sokmaya başlayan düşünürlerden biri, Ziya Gökalp’dir. Ziya Gökalp’in sosyolojinde milliyetçilik ve din iki temel unsurdur. İsmail Beşikçi’nin sosyolojisinde de milliyetçilik ve din önemli rol oynamaktadır. İsmail Beşikçi’ye bu eleştirilerimiz, kimileri tarafından haksız ve insafsız bir eleştiri olarak algılanabilir. İsmail Beşikçi son dönemde yazdıkları (Alevilik, Milliyetçilik vb.) ve röportajları gerçekten son derece düşündürücüdür.
İsmail Beşikçi, kapitalizmin sonuçlarına değil de, temellerine itirazı var mıdır? Kişi ve konumları açısından Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi birbirlerine zıt iki kişiliklerdir ve konumları birbirinden oldukça farklıdır. Örneğin Ziya Gökalp iktidara çok yakın olan bir kişi ve iktidarın hizmetinde olan bir kişiydi. Oysa Beşikçi, iktidarın gazabına uğramış bir insandır. Bu açıdan bu iki insan birbiri ile karşılaştırılamaz.
Ama sosyolojik görüşleri açısından Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi pekala birbiriyle karşılaştırılabilir. Örneğin Beşikçi, milliyetçilik ve din konusunda Ziya Gökalp’in görüşleri ile kendi görüşleri arasındaki farkları bize açıklayabilir. Beşikçinin sosyolojisi hangi noktalarda Ziya Gökalp’in sosyolojiyle farklılıklar içermektedir? Beşikçi bunları açıklayarak hem bazı kafa karışıklıklarının da önüne geçmiş olur, hem de eleştirilere cevap vermiş olur.

31.12.2008 / Komün insiyatifi mail grubu / Gomanweb


Yener Orkunoğlu

Yazıları:

http://www.gomanweb.com/2008_gomanweb/YAZARLAR-(YENI)/yener-orkunoglu.htm


http://www.123people.de/ext/frm?ti=personensuche%20telefonbuch&search_term=yener%20orkunoglu&search_country=DE&st=suche%20nach%20personen&target_url=http%3A%2F%2Fwww.ozgurmedya.org%2Farticledetail.asp%3FAuthorID%3D24%26ArticleID%3D1696§ion=bing&wrt_id=214