23 Ekim 2010 Cumartesi

Laiklik ve Türban





Laiklik


1961 Anayasası’nın 19. maddesindeki ve 1982 Anayasası’nın 24. maddesindeki laiklik tanımı şöyledir:

‘Kimse, devletin sosyal, iktisadî, siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya şahsî çıkar veya nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.’

Laiklik, egemenliğin gökyüzünden yeryüzüne indirilip tanrının hakimiyetinden halkın hakimiyetine, otokratik devletten demokratik devlete, din devletinden hukuk devletine, ümmetten millete, kuldan bireye, tabadan hak ve söz sahibi vatandaşa geçerek dinin devlet yönetiminden alınıp bireyin vicdanına hapsedilmesidir.

Laiklik ve Demokrasi

Din devleti yani laik olmayan devlet demokratik de olamaz, laiklik demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Dini oluşturan kuralların, sözlerin ve taleplerin tanrıdan geldiğine inanıldığı için din, yapısı gereği sorgulanamaz, değiştirilemez, herkesin inanması, uyması gerekir, inanmayanlar, uymayanlar dinsizlikle suçlanır, cezalandırılır. Dolayısıyla din, yapısı gereği, dinsel yönetime yönelik siyasal, toplumsal ve ekonomik bir kurumdur.

Herhangi bir dinsel ve mezhepsel inanç özgürlüğünün kullanılabilmesi için devletin herhangi bir dininin ve mezhebinin olmaması gerekir. Çünkü devletin bir dini olması demek yönetimde bu dinin kurallarına dayanması ve vatandaşlarından bu kurallara uymasını istemek devletin vatandaşlarını bu dine zorlaması demektir. Devlet, başka din ve mezhepten olan ya da dinsiz olan tek bir kişi bile olsa bu vatandaşını bu dine zorlamış olur. Devletin bir dininin olmasının anlamı budur.

Laik Devlet

Laik devlet, dine, dinsel kurallara değil, bilime, insan hak ve özgürlüklerine, medeni yasalara ve hukuka dayanan devlettir. Dolayısıyla laik devlet, din devletinden dinsiz devlete geçiştir. Yani laik devlet dinsiz devlettir.

Ancak devletin dinsiz olması, vatandaşlarının dinsiz olmasını gerektirmez. Vatandaşların dinsel inancı olabilir, ancak laik olmak zorundadırlar. Yani resmi hizmet verenler ve öğrenciler dinsel inancın gereklerini resmi alana taşıyamazlar ve başkalarının dinsel inançlarına karışamazlar, kendi inançlarını başkalarına dayatamazlar.

Laik bir devlette iktidar ve yönetim talebine yönelik, siyasal olan din, siyaset dışı kalmalıdır. Çünkü siyasi partiler devlet yönetimine talip olmak için vardırlar ve devlet, dini kurallara göre yönetilemez. Yani siyasi partiler siyasetlerinde hiçbir şekilde herhangi bir dini inancı kullanamaz ve din üzerinden siyaset yapamaz, dinsel partiler olamaz.

Laik devlette dinsel kurallar, ibadet, tören ve kıyafet resmi alana ve eğitim kurumlarına taşınamaz, sokulamaz, resmi alanda dinsel inançların gerekleri yapılamaz ve inanç ve ibadetlerin gereğine uygun hale getirilemez. Laik bir devletin bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı ve eşleri, devleti dini kıyafetle temsil edemez, dini sözler sarf edemez, dini tören düzenleyemez, resmi olarak dini törenlere katılamaz.

Laik devlet, dini eğitim yapamaz, eğitimde dini inanç kullanamaz, ibadet yeri yapamaz, din görevlisi bulunduramaz.

Laik bir devlet dinsel eğitim, ibadethane gibi hizmetler veremez, bunlara ödenek ayıramaz.

Laik devlet başka dine ve mezhebe inanan ya da hiçbirine inanmayanların vergilerini yalnızca Sünni İslam yararına ve herhangi bir din ve mezhep yararına harcayamaz.

Diyanet kurumu olsa da görevi, dini baskıyı ve kötüye kullanmaları önlemek anlamında dini kontrol etmek olmalıdır.

Laikliğin iki yönü

Laikliğin iki yönü vardır; birincisi hiçbir dine ve tanrıya inanmama özgürlüğü, diğeri ise herhangi bir dinin ve mezhebin doğaüstü inançlarına inanma ve inancının gereklerini yapabilme özgürlüğüdür.

Laiklik asıl olarak birinci yönü olan inanmama özgürlüğü için konmuş bir yasadır. Çünkü laiklik ortaya atılana kadar ikinci yönü olan inanma özgürlüğü zaten hep vardı ama hiçbirine ve tanrıya inanmama özgürlüğü yoktu. Yani laiklik, çoğunluğun inandığı dinden ve mezhepten başka bir dine, mezhebe inanabilme ve asıl olarak da hiçbirine inanmama özgürlüğüdür.

Laikliğin bu iki yönü laiklik ilkelerine iki şekilde yansımıştır. Birincisi, laik devlette bir dinin gereklerini yerine getirebilme özgürlüğü vardır. İkincisi laik bir devlette bir dinin gereklerini resmi alana sokma yasağı da vardır. Laikliği herkesin kendisine göre yorumlaması ve tartışmanın kaynağı da asıl olarak laikliğin birbiriyle çelişir görünen bu iki ilkesidir.

Laikliğin bu iki ilkesi birbiriyle çelişir gibi görünse de aslında bir çelişki değil, ikinci ilkenin birinci ilkeyi kısıtlaması, kontrol etmesi ve tamamlamasıdır. Yani laik bir devlette bir dinin ve mezhebin gereklerini yerine getirme özgürlüğü vardır ancak bu özgürlük laik devletin özüne uygun olarak resmi alan için geçerli değildir.

Ancak TC. de dahil henüz laikliğin gereği gibi yerleşip uygulanmadığı devletlerde dinin ve diyanetin başını örtmeyenleri Kuran’a dayanarak cehennemde yanacaklarını söyleyip, korkutarak tehdit etmesi, dine ve kapanmaya zorlaması ile resmi hizmet verenlerin ve öğrencilerin başı açık olması gerektiği belirtilen kıyafet yönetmeliği arasında bir çelişki vardır. Devletin bir kurumu başörtüsü konusunda baskı yaparken başka bir kurumu başın açık olması konusunda baskı yapamaz.

Bu yüzden laik bir devlette diyanet işleri başkanlığı olsa bile görevi toplu dinsel ibadet, tören, din bilgisi öğretimi gibi etkinlikleri kontrol altında tutarak vatandaşları cehennemle korkutup dine zorlamak değil, vatandaşları cehennemle korkutulmaktan, dini baskılardan ve din duygularının sömürülmesinden korumak olmalıdır.

Başını örtenlerin özgür iradeleriyle başını örttükleri de doğru değildir, çünkü korkuyla yapılan korkuyla yapılır özgür iradeyle değil.

Laikliği ve laikliğin iki yönünü başörtüsüne indirgersek laiklik, hem başını örtmeme özgürlüğü hem de örtme özgürlüğüdür. Ama asıl olarak örtünme değil örtünmeme özgürlüğüdür. Laik devlette örtünme özgürlüğü resmi hizmet verenlerin ve öğretmen ve öğrencilerin dışındakiler için geçerlidir.

Atatürk devleti laik hale getirebilmek için o dönem koşullarına göre elinden geleni yapmıştır. Atatürk laiklikliği tam olarak getirememişse de 1948 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan, “İmam Hatip okulu açmak, din derslerini zorunlu hale getirmek, Kuran kursu açmak, cemaatlere hoşgörülü olmak, daha sonra da saygılı olmak, türbanı üniversiteye sokmak, kamusal alana sokmak” gibi karşı devrim uygulamalarıyla laiklik tamamen kaldırılma aşamasına getirilmiştir.

Yaılması gereken Atatürk’ün getirebildiği yenilikleri, ilerlemeyi yok edip bu toplumu daha geri olan din devletine geriye götürmek değil, Atatürk’ü de aşıp ileriye götürmektir.

Nilüfer Tekin