Ateizm ya da tanrıtanımazlık, tüm tanrılara,
dinlere, metafizik, hayali, ruhani varlıklara inancı, var olan gerçekliği inanç yoluyla
açıklamayı, bu inançlara dayalı bir devlet yönetimini, eğitimi ve dayatmayı
reddeden felsefi düşünce akımıdır.
Ateizmin kökeni ilk dinlerin ve
onların ortaya koyduğu tanrı düşüncesinin ortaya çıkışına kadar uzanır.
Ateizmin izleri Antik Çağ’da MÖ 6.
ve 5. yüzyıllarda Yunan ve Hint materyalizmlerinde görülür.
“Ateist”in
anlamı Antik Yunan boyunca değişiklik göstermiştir. Erken dönem Hıristiyanları,
kendi tanrılarına inanmadıkları için paganlar tarafından ateist olarak
yaftalanmıştır hatta Roma İmparatorluğu
döneminde, Roma tanrılarını reddettikleri için idam edilmişlerdir. Hıristiyanlığın
Roma tarafından kabul edildiği 381 yılından sonra ise yeni egemen dine aykırı
olanlar suç işlemiş sayılmıştır, Orta Çağ’da korkunç cezalar uygulanmıştır.
Rönesans
Aydınlanma’sından sonra, Fransız İhtilali,
ateizmi kapalı salon sohbetlerinden halkın içerisine taşımıştır. Devrim, pek
çok din adamını ve özellikle de ruhban sınıfı Fransa’dan kovmuştur.
19.
yüzyılda pek çok ateist ve din karşıtı felsefeye sahip düşünür, bütün güçlerini
siyasi ve toplumsal devrime adadılar. Onların bu çabaları 1848 devrimlerini kolaylaştırdı ve yükselen uluslar
arası sosyalist harekete öncülük etti.
19.
yüzyılın ikinci yarısında pek çok ünlü Alman filozof tanrısal olguları
reddetti. Ludwig Feuerbach,Arthur Schopenhauer, Karl Marx, Friedrich Engels ve Friedrich Nietzsche bunların başlıcalarıydı.
Maddeci
öğretinin geniş kitleler tarafından anlaşılmasına önemli katkıları olan Marksist filozof Georges Politzer felsefenin temel
sorununu "Ya madde
(varlık, doğa) başı sonu olmayan, sonsuz ilktir, ve ruh (düşünce, bilinç)
bundan türemiştir. Ya da ruh (düşünce, bilinç) başı sonu olmayan, sonsuz
ilktir, ve madde (varlık, doğa) bundan türemiştir."[51] şeklinde
özetler. Politzer'e göre burada birinci yanıt felsefi maddeciliğin temelini, ikinci yanıt ise felsefi idealizmden gelen
bütün öğretilerin temelini oluşturur.
Kelime anlamı olarak
maddecilik demek olan materyalizm, madde dışında hiçbir gerçekliğin olmadığını
savunan felsefi görüştür. Ateizmin de en temel felsefi dayanağı olan
materyalizm, madde temeline dayandığı için ruh, cin, peri, tanrı, şeytan gibi
doğaüstü (madde üstü) tüm kavramları reddeder. (Vikipedi)
Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri’nde şöyle diyor:
İnsanlık tarihi boyunca dünyayı açıklamak için iki tutum
benimsenmiştir:
bunlardan biri, bir ya da birkaç üstün ruha, doğaüstü
güçlere başvuran bilime karşı tutumdur; öteki ise olgulara ve deneylere dayanan
bilimsel tutumdur.
İdealistler ileri sürüyorlar:
1. Maddeyi yaratan
ruhtur;
2. Madde bizim
dışımızda mevcut değildir, o halde bizim için bir yanılsamadan başka bir şey
değildir;
3. Şeyleri yaratan
bizim fikirlerimizdir.
Materyalistler ise
bunun tam tersini ileri sürüyorlar.
1. Ruhu yaratan
maddedir ve bilimsel olarak, asla maddesiz ruh görülmedi.
2. Madde, her ruhun dışında vardır ve
maddenin kendine
özgü bir
varlığı olduğundan, varolmak için ruha gereksinme
duymaz,
dolayısıyla idealistlerin söylediklerinin tersine,
şeyleri
yaratanlar, bizim fıkirlerimiz değildir, biz fikirlerimizi
şeylerden
alırız.
3. Biz, dünyayı
tanımak yeteneğindeyiz, maddeden ve
dünyadan edindiğimiz fikirler, giderek daha doğru oluyorlar,
çünkü bilimlerin yardımıyla daha önce bildiklerimizi
kesinleştirebildiğimizi ve bilmediklerimizi de
bulabildiğimizi
doğrularlar.
İdealistler, tanrının
bütün sonsuzluk boyunca varolmuş
olduğunu ve hiçbir değişikliğe uğramadığı için her zaman
aynı kaldığını söylerler. Tanrı, salt ruhtur, tanrı için
zaman
ve uzay (mekan) mevcut değildir. O, maddenin yaratıcısıdır.
Bilimin kaynaklarına
inildiği zaman, görülür ki, ilk insanlar,
tanrı fikrini, kafalarında, büyük bilgisizliklerinden
dolayı, ve bu bilgisizlik ortasında uydurdular.
Peki, bilim, ruhun
maddeyi yaratmış olmasını düşünmemize
izin verir mi? Hayır.
Salt bir ruh
tarafından yaradılış fikri, anlaşılmaz bir şeydir,
çünkü biz, deney ve gözlemimizde böyle bir şey tanımıyoruz.
Bunun olanaklı olabilmesi için, idealistlerin dedikleri
gibi, ruhun maddeden önce yalnız başına varolması
gerekecekti,
oysa bilim bunun olanak-dışı olduğunu ve hiçbir zaman
maddesiz bir ruh olmadığını bize tanıtlıyor. Tersine,
ruh (akıl) her zaman maddeye bağlıdır ve özellikle insan
ruhu (aklı), fikirlerimizin ve düşünmemizin kaynağı olan
beyne bağlıdır. Bilim, fikirlerin boşluk içinde
varolduklarını
kavramamıza izin vermiyor...
Doğa bilimleri, yeryüzünün insanın da, başka herhangi
bir canlı varlığın da varolmadığı, varolamadığı bir durumda
da, varolduğunu kesin olarak doğrular. Organik madde, çok
sonradan gelen bir olgudur, uzun bir evrimin ürünüdür.
(V. İ. Lenin, Materyalizm ue Ampiryohritisizm, s. 72.)
Bilimler, bize,
maddenin zaman ve uzay içinde varolduğunu
tanıtlarken, aynı zamanda maddenin hareket halinde
olduğunu da öğretirler. Çağdaş bilimlerin bize sağladıkları
bu son belginlik çok önemlidir, çünkü, maddenin hareket
yeteneği
bulunmadığı, yani eylemsiz olduğu yolundaki eski teoriyi
yıkmaktadır.
Hareket maddenin
varoluş biçimidir. ... Hareketsiz madde,
maddesiz hareket denli akıl almaz bir şeydir.
(Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 116.)
Biliyoruz ki, dünya,
bugünkü durumuyla, her alanda
uzun bir evrimin ürünü, bu bakımdan, yavaş ve sürekli bir
hareketin ürünüdür. O halde, maddenin varlığını ortaya
koyduktan sonra, kesinlikle belirtelim ki: Evren hareket
halindeki maddeden başka bir şey değildir ve bu hareket
halindeki
madde, uzay ve zamandan başka bir şeyin içinde hareket
edemez.
(V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 189.)
Şu halde, tanrı
ruhunun varolabilmesi için bir beyin olması
gerekecekti. Bunun içindir ki, maddeyi, dolayısıyla insanı
yaratan tanrı değildir, ama ruh-tanrıyı yaratmış olan
insan beyni biçimindeki maddedir, diyebiliriz.
Gösterilen bu
gerçeklerden şu sonuç çıkıyor ki, tanrı fikri,
evrenin yaratıcısı bir salt ruh fikri anlamsızdır; çünkü,
zaman ve uzay dışında bir tanrı, varolamayacak bir şeydir.
Zaman dışında
varolan, yani hiçbir an varolmayan, ve
uzay dışında varolan, yani hiçbir yerde varolmayan bir
tanrıya
inanmak için, idealist gizemciliğine katılmak, bu nedenle
hiçbir bilimsel denetimi kabul etmemek gerekir.
Maddenin ruh tarafından yaratıldığını ileri sürmekle,
yani son ısrarda, tanrının varlığını ileri sürmekle ve
tanrıbilimleri
savunmakla sonuçlanan bütün idealist felsefelere
karşı, materyalistler, bilimlere dayanarak, ruhu (aklı,
düşünceyi, duyguyu, bilinci), maddenin
yarattığını, maddenin yaradılışını açıklamak için tanrı
varsayımına
gereksinme bulunmadığını ileri sürer ve kanıtlarlar.
Tanrıyı insanın yaratmış olduğunu gördüğümüz halde, onlar,
insanı
tanrının yarattığını ileri sürerler. Gene biz, gerçekte, tam
tersinin
doğru olduğunu görürken, onlar, maddeyi, ruhun yarattığını
iddia
ederler. İşte burada, şeylere bakışı, bakış açısını öylesine
tersine
çeviriş vardır ki, bunu belirtmek zorundayız.
Tanrı,
onların teorisinin son sözü, son yanıtı, vardığı sonuçtur,
ve
bunun içindir ki, ruh-madde sorunu, son tahlilde, idealist
mi, yoksa materyalist mi, kim haklı, tanrı mı, bilim mi?
biçimine konur.
Sonuçta, Tanrı ile bilim arasında bir seçim yapmamız
gerekiyor.
Dünyanın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek
isteyen bu materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle
birlikte
aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, marksizm de bilimlerden
çıkmıştır, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evrim
gösterir.
Materyalizm, evrenin bilimsel açıklamasından başka bir şey
değildir.
Bilim materyalisttir, materyalizm bilimseldir.
Marx ve Engels'ten önce de, birçok kez ve değişik biçimlerde
materyalist felsefeler ortaya çıktı. Ama, 19. yüzyılda
bilimler ileriye doğru büyük bir adım attıklarından, Marx
ve Engels, çağdaş bilimlerden yola çıkarak, bu eski
materyalizmi
yenilediler ve bize, diyalektik materyalizm denilen ve
marksizmin temelini oluşturan çağdaş materyalizmi sundular.
Marksizm, yalnızca toplum hakkında değil, ama
aynı zamanda evrenin kendisi hakkında genel bir anlayışı
içerir.
Diyalektik Materyalizm, evreni doğaüstü güçler gibi yabancı
hiçbir şey katmadan açıklamanın felsefesidir.
Diyalektik Materyalizme göre madde öncesiz ve sonrasızdır
(ezeli-ebedi), doğa yasaları ve madde,
bilinç dahil her şeyin kaynağıdır, bu ise bir yaratıcı fikrini gereksiz kıldığı
gibi bilimdışı kılar, doğaüstü güçler, bilimin yasalarına ilkelerine, yöntemine
ve verilerine aykırıdır. Dolayısıyla materyalizm,
ateizmin dayandığı temel argümanlardan birisidir ve Ateizmi içerir. Bu nedenle
materyalizmin ateizmle çok sıkı bir ilişkisi vardır.
Diyalektik Materyalizm, Marksizmin felsefi temelidir,
Sosyalizm/Komünizm de Marksizmin sosyo-ekonomik, siyasal toplum modelidir ve
Diyalektik Materyalizme ve Ateizme dayanır.
Sosyalizm ve Din Lenin (Özet)
..din,
halkı uyutmak için afyon niteliğindedir.
Din, sermaye kölelerinin insancıl
düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir
çeşit ruhsal içkidir.
Ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış demektir. Fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel önyargıları bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmeye çalışır. Bugünün proletaryası, din bulutuna karşı savaşta bilimden yararlanan ve işçileri bu dünyada daha iyi bir yaşam adına kavga vermek için birleştirerek öteki dünya inancından kurtaran sosyalizmin yanında yer alır.
Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz açısından dini kişisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir.
Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen bağımsız, aynı düşüncedeki kişilerin oluşturduğu kurumlar niteliğinde olmalıdır. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaşların ise kiliseye feodal bağımlılıklarının sürdüğü, (bügüne kadar ceza yasalarımızda ve hukuk kitaplarımızda yer alan) engizisyon yasalarının var olduğu ve uygulandığı, insanları inançları ya da inançsızlıkları nedeniyle cezalandırdığı, insanların vicdan özgürlüğünü baltaladığı ve kilisenin şu ya da bu afyonlamasıyla hükümetten gelir ya da mevki sağladığı utanç verici geçmişe son verilebilir. Sosyalist proletaryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrılmasıdır.
Ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış demektir. Fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel önyargıları bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmeye çalışır. Bugünün proletaryası, din bulutuna karşı savaşta bilimden yararlanan ve işçileri bu dünyada daha iyi bir yaşam adına kavga vermek için birleştirerek öteki dünya inancından kurtaran sosyalizmin yanında yer alır.
Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz açısından dini kişisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir.
Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen bağımsız, aynı düşüncedeki kişilerin oluşturduğu kurumlar niteliğinde olmalıdır. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaşların ise kiliseye feodal bağımlılıklarının sürdüğü, (bügüne kadar ceza yasalarımızda ve hukuk kitaplarımızda yer alan) engizisyon yasalarının var olduğu ve uygulandığı, insanları inançları ya da inançsızlıkları nedeniyle cezalandırdığı, insanların vicdan özgürlüğünü baltaladığı ve kilisenin şu ya da bu afyonlamasıyla hükümetten gelir ya da mevki sağladığı utanç verici geçmişe son verilebilir. Sosyalist proletaryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrılmasıdır.
Sosyalist proletaryanın partisi açısından, din kişisel bir konu
değildir.
Partimiz, işçi sınıfının kurtuluşu adına bir araya gelmiş sınıf bilinçli, ileri
savaşçıların toplandıkları bir yerdir. Böylesi bir birlik dinsel inanç
biçiminde ortaya sürülen sınıf bilinci yoksunluğuna, bilgisizliğe ve geri
kafalılığa kayıtsız kalamaz ve kalmamalıdır. Din diye tanımlanan ve halkın
üzerine indirilen koyu sisle, sözlerimizi ve yazılarımızı kullanarak tamamen
ideolojik silahlarla savaşabilmek için kilisenin kaldırılmasını istiyoruz. Rus
Sosyal Demokrat İşçi Partisini, işçilerin her türlü dinsel uyutmacadan
kurtulması adına mücadele etmek için kurduk. Bizim için ideolojik mücadele
kişisel bir sorun değil, bütün Partinin, bütün proletaryanın sorunudur.
Madem ki durum böyledir, o halde Programımızda ateist olduğumuzu neden açıklamıyoruz? Hıristiyanların ve öteki dinlere
inananların partimize girmesini neden yasaklamıyoruz?
Bu soruya verilecek cevap, din sorununun burjuva demokratları tarafından ortaya konuluşu ile Sosyal Demokratlar (Marksistler-b.n.) tarafından ortaya konuluşu arasındaki ayrımı belirleyecektir.
Bizim Programımız tamamen bilimsel, dahası materyalist dünya görüşü temeli üzerindedir. Bu nedenle Programımızın açıklanması demek, din sisinin gerçek tarihsel ve ekonomik kökenlerinin açıklanmasını da zorunlu kılacak demektir. Propagandamız kaçınılmaz olarak ateizm propagandasını, gerekli bilimsel yayımların yapılmasını, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladığı ve kovuşturduğu yazıların Parti çalışmalarımızın bir dalı haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engels'in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevirilmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır.
Bu soruya verilecek cevap, din sorununun burjuva demokratları tarafından ortaya konuluşu ile Sosyal Demokratlar (Marksistler-b.n.) tarafından ortaya konuluşu arasındaki ayrımı belirleyecektir.
Bizim Programımız tamamen bilimsel, dahası materyalist dünya görüşü temeli üzerindedir. Bu nedenle Programımızın açıklanması demek, din sisinin gerçek tarihsel ve ekonomik kökenlerinin açıklanmasını da zorunlu kılacak demektir. Propagandamız kaçınılmaz olarak ateizm propagandasını, gerekli bilimsel yayımların yapılmasını, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladığı ve kovuşturduğu yazıların Parti çalışmalarımızın bir dalı haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engels'in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevirilmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır.
İşte bu nedenle
Programımızda ateist olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız. İşte bu nedenle, eski
önyargılarını henüz sürdüren proleterlerin Partimize katılmalarını
engellemiyoruz ve engellememek zorundayız. Biz her zaman bilimsel dünya
görüşünü öğütleyeceğiz ve çeşitli "Hıristiyanlar"ın
tutarsızlıklarıyla savaşacağız. Fakat
bu hiçbir zaman, yeri olmadığı halde din sorununun birinci plana alınması demek
değildir. Yine bu hiçbir zaman, gerçekten devrimci ekonomik ve siyasal mücadele
güçlerinin üçüncü sınıf görüşler ya da anlamsız fikirler nedeniyle
birbirlerinden kopmasına, siyasal önemlerini kaybetmesine, ekonomik gelişim
karşısında bir yana itilivermesine göz yummamız da demek değildir.
Dinin devletten ayrılması açısından,
devrimci proletarya dini gerçekten kişisel bir sorun durumuna getirmeyi
başaracaktır. Ve ortaçağ kalıntısı küflenmiş görüşlerden arınmış, bu siyasal düzende,
proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması
için açık ve yaygın mücadele verecektir.
Novaya Zihn
Sayı: 28, 3 Aralık 1905
Novaya Zihn
Sayı: 28, 3 Aralık 1905
İşçi Partisinin Din Karşısında Tutumu - V. I. Lenin
(Özet)
Sosyal-demokrasi, tüm dünya
görüşünü bilimsel sosyalizm, yani Marksizm temeline dayandırır. Marksizmin
felsefi temeli, Marks ve Engels tarafından da birçok kez açıklandığı gibi,
Fransa’daki 18. yüzyıl materyalizminin ve Almanya’da (19. yüzyılın ilk yarısı)
Feuerbach’ın tarihsel geleneklerini tümüyle devralmış olan diyalektik
materyalizmdir –bu tümüyle tanrıtanımaz ve tüm dine kesinkes düşman olan bir
materyalizmdir. Marks’ın elyazmalarını okuduğu Engels’in Anti-Dühring’inin tümünün, tutarlı bir
materyalist olmayışından ötürü ve dine ve dinsel felsefeye açık kapı bıraktığı
için materyalist ve tanrıtanımaz Dühring’in bir suçlaması olduğunu anımsayalım. Engels’in Ludwig Feuerbach üzerine denemesinde, Feuerbach’ın dini
yıkmak için değil de, onu yenilemek, yeni, “yüceltilmiş” bir din bulmak vb.
için dine karşı mücadelesinden ötürü onu suçlamasını anımsayalım. Din, halkın afyonudur –Marks’ın bu özdeyişi din konusundaki tüm
Marksist görüşün temel taşıdır. Marksizm her zaman bütün modern
dinlere ve kiliselere, ve her dinsel örgütü, sömürüyü savunmaya ve işçi
sınıfını sarhoş etmeye yarayan burjuva gericiliğinin aracı olarak bakmıştır.
…herhangi bir dine karşı polis yöntemleriyle savaşmanın tümüyle bırakılmasını savunan Alman sosyal-demokrasisinin esaslarından biri olmuştur. “Din kişisel bir sorundur”; Erfurt programındaki (1891) bu ünlü madde, sosyal-demokrasinin bu siyasal taktiklerini özetlemekteydi.
Bu taktikler, şimdi bir alışkanlık haline gelmiştir; bunlar Marksizmin ters yönde, oportünizm yönünde yeni bir çarpıtılmasının doğmasına yol açmışlardır.
…herhangi bir dine karşı polis yöntemleriyle savaşmanın tümüyle bırakılmasını savunan Alman sosyal-demokrasisinin esaslarından biri olmuştur. “Din kişisel bir sorundur”; Erfurt programındaki (1891) bu ünlü madde, sosyal-demokrasinin bu siyasal taktiklerini özetlemekteydi.
Bu taktikler, şimdi bir alışkanlık haline gelmiştir; bunlar Marksizmin ters yönde, oportünizm yönünde yeni bir çarpıtılmasının doğmasına yol açmışlardır.
Marksizm materyalizmdir. Böyle
olduğuna göre, 18. yüzyıl Ansiklopedicilerinin materyalizmi ya da Feuerbach’ın
materyalizmi kadar dinin amansız düşmanıdır. Bundan hiç kuşku yok.
“Korku tanrıları yarattı.”
Sermayenin kör gücünden –kör, çünkü halk yığınları tarafından önceden
görülemez– proleterin ve küçük mülk sahibinin yaşamlarının her adımında “ani”,
“beklenmedik”, “raslantısal”, yıkım, yokolma, yoksulluk, fuhuş, açlıktan ölüm
getirme tehdidinde bulunan ve getiren bir güçten korku- işte modern dinin, eğer
bir anaokulu materyalisti olarak kalmak istemiyorsa materyalistin, her şeyden
önce, aklından çıkarmaması gereken böylesine bir kökü vardır.
Hiçbir eğitsel kitap, kapitalist
zor çalışma koşullarıyla ezilen ve kapitalizmin kör yıkıcı kuvvetlerinin
insafına terkedilmiş yığınların zihninden, bu yığınların kendileri, birleşmiş,
örgütlü, planlı ve bilinçli bir yoldan dinin bu köküne karşı savaşmayı, her
türlü biçimleri içerisinde sermayenin düzenine karşı savaşmayı öğrenmedikçe
söküp çıkaramaz.
Bu, dine karşı eğitsel kitapların zararlı ya da gereksiz olduğu mu demektir? Hayır, böyle bir şey diyen yok. Bu demektir ki, sosyal-demokrasinin tanrıtanımaz propagandası, onun temel görevine, sömürülen yığınların sömürenlere karşı sınıf mücadelelerinin gelişmesine bağlı kılınmalıdır.
Bu, dine karşı eğitsel kitapların zararlı ya da gereksiz olduğu mu demektir? Hayır, böyle bir şey diyen yok. Bu demektir ki, sosyal-demokrasinin tanrıtanımaz propagandası, onun temel görevine, sömürülen yığınların sömürenlere karşı sınıf mücadelelerinin gelişmesine bağlı kılınmalıdır.
Tanrıtanımazlığın teorik
propagandası, yani proletaryanın bazı kesimleri arasındaki dinsel inançların
yıkılması, ve bu kesimlerin sınıf mücadelesinin başarısı, ilerlemesi ve
koşulları arasına kesin bir çizgi çekmek, diyalektik düşünmemek, değişebilir ve
göreli bir sınırı, mutlak bir sınıra dönüştürmek demektir; gerçek yaşama
ayrılmaz bir biçimde bağlanmış olan bir şeyi zorla koparmak demektir. Bir örnek alalım.
Belli bir bölgede ve belli bir sanayi dalındaki proletarya, tutalım ki, epeyce
sınıf bilincine ulaşmış sosyal-demokrat ve kuşkusuz tanrıtanımaz ileri bir
kesimle, kırlıkla ve köylülükle bağlarını daha sürdürmekte olan, tanrıya
inanan, kiliseye giden, ya da hatta –diyelim bir hıristiyan işçi sendikasını
örgütleyen– yerel papazın doğrudan etkisi altında olan geri işçiler olarak
ikiye bölünmüş olsunlar. Ayrıca, tutalım ki, bu yöredeki ekonomik mücadele
bir greve yol açtı. Grev hareketinin başarısını her şeyin üstünde tutmak, bu
mücadelede işçilerin tanrıtanımazlar ve hıristiyanlar olarak bölünmelerine
şiddetle karşı koymak, böylesine bölünmelere karşı şiddetle direnmek bir
Marksistin görevidir. Böyle durumlarda, tanrıtanımaz
propaganda gereksiz ve zararlı olabilir –geri kesimleri ürkütme, seçimlerde bir
sandalye yitirme vb. yolunda dar kafalıca bir korku açısından değil de, modern
kapitalist toplum koşulları altında, hıristiyan işçileri sosyal-demokrasiye ve
tanrıtanımazlığa açık tanrıtanımazlık propagandasından yüz kere daha iyi
dönüştürecek olan sınıf mücadelesinin gerçek ilerlemesi açısından. Böyle bir anda ve böyle durumlarda
tanrıtanımazlığı öğütlemek, yalnızca işçilerin grev hareketine katılıp
katılmamaları yönünden bölünmeleri yerine, tanrıya inanıp inanmamalarına göre
bölünmelerini isteyen papazın ve papazların ellerine koz vermek olacaktır. Ne
pahasına olursa olsun, tanrıya karşı savaş ilanını öğütleyen bir anarşist,
aslında papazlara ve burjuvaziye yardım ediyor olacaktır (zaten anarşistler
pratikte hep burjuvaziye yardım ederler). Bir Marksist,
materyalist, yani bir din düşmanı olmak zorundadır, ama bir diyalektik
materyalist, yani dine karşı mücadeleyi, soyut bir yolda değil, yabancı salt
teorik, hiçbir zaman değişmeyen, bir öğüt temeli üzerinde değil de, somut bir
yolda, pratikte sürdürülen ve her şeyden daha çok ve daha iyi, yığınları
eğitebilen sınıf mücadelesi temeli üzerinde dinle mücadele eden bir kimse olmak
zorundadır.
Bir
Marksist, somut durumu bir tüm olarak görebilme yeteneğinde olmalıdır,
anarşizmle oportünizm arasındaki sınırı (bu sınır göreli, hareketli, ve
değişkendir, ama vardır) her zaman saptama yeteneğinde olmalıdır. Ve o, ne anarşistin, soyut, sözde kalan ama gerçekte boş
“devrimciliğine”, ne de dine karşı mücadeleden ürken, bunun kendi görevi
olduğunu unutan, tanrıya inançla uzlaşan, ve sınıf mücadelesinin çıkarları ile
değil de, kimseyi incitmeyen, kimseyi itmeyen, ve kimseyi ürkütmeyen küçük ve
yavan endişelerle, “yaşa ve bırak yaşasınlar” şeklindeki hikmet dolu bir
kuralla yolunu çizen vb., vb. küçük-burjuva oportünizmi ve dar kafalılığına ya
da liberal aydınlara karşı yenik düşmemelidir.
. Proletaryanın partisi devletin,
dinin kişisel sorun olduğunu ilan etmesini ister, ama halkın afyonuna karşı
mücadeleyi, dinsel boş inançlara vb.’ye karşı mücadeleyi “kişisel bir sorun”
olarak görmez. Oportünistler, sosyal-demokrat partinin dini kişisel bir sorun
olarak gördüğü anlamında konuyu çarpıtmaktadır!
Ama alışılmış oportünist çarpıtmaya ek olarak (Duma grubumuz din konusundaki konuşmayı incelerken yaptığı tartışmada bu hiç de açıklığa kavuşturulmamıştı), bugün Avrupa sosyal-demokratlarını, din sorununda, eğer deyim yerindeyse, aşırı bir umursamazlık içine iten, özel tarihsel koşullar vardır. Bu koşullar iki yanlı bir nitelik taşımaktadır. Birincisi, dinle savaşma görevi tarihsel olarak devrimci burjuvazinin bir görevidir ve Batı’da bu görev, büyük ölçüde burjuva demokrasisi tarafından, onun devrimleri döneminde ya da onun feodalizme ve ortaçağcılığa saldırıları döneminde yerine getirmiştir (ya da ele alınmıştır). Hem Fransa’da, hem de Almanya’da dine karşı bir burjuva savaşı geleneği vardır, ve bu, sosyalizmden çok önceleri (Ansiklopediciler, Feuerbach) başlamıştır. Rusya’da bizim burjuva demokratik devrim koşulları yüzünden, bu görev de hemen hemen tümüyle çalışan sınıfın omuzlarına yüklenmiştir. Küçük-burjuva (Narodnik) demokrasisi ülkemizde bu anlamda (Vekhi’nin yeni tüylenen Kara-Yüz Kadetlerinin, ya da Kadet Kara-Yüzlerinin sandığı gibi) pek fazla bir şey yapmamışlar, Avrupa’da yapılmış olanlarla karşılaştırıldığında çok az şey yapmışlardır.
Öte yandan dine karşı burjuva savaşı geleneği, Avrupa’da anarşizm –ki Marksistlerin uzun zamandan beri yineleyerek açıkladıkları gibi, burjuvaziye bütün “şiddeti” ile saldırmasına karşın, burjuva dünya görüşünün yanında yer alır– tarafından bu savaşın özellikle burjuva çarpıtılmasına yol açmıştır.
Ama alışılmış oportünist çarpıtmaya ek olarak (Duma grubumuz din konusundaki konuşmayı incelerken yaptığı tartışmada bu hiç de açıklığa kavuşturulmamıştı), bugün Avrupa sosyal-demokratlarını, din sorununda, eğer deyim yerindeyse, aşırı bir umursamazlık içine iten, özel tarihsel koşullar vardır. Bu koşullar iki yanlı bir nitelik taşımaktadır. Birincisi, dinle savaşma görevi tarihsel olarak devrimci burjuvazinin bir görevidir ve Batı’da bu görev, büyük ölçüde burjuva demokrasisi tarafından, onun devrimleri döneminde ya da onun feodalizme ve ortaçağcılığa saldırıları döneminde yerine getirmiştir (ya da ele alınmıştır). Hem Fransa’da, hem de Almanya’da dine karşı bir burjuva savaşı geleneği vardır, ve bu, sosyalizmden çok önceleri (Ansiklopediciler, Feuerbach) başlamıştır. Rusya’da bizim burjuva demokratik devrim koşulları yüzünden, bu görev de hemen hemen tümüyle çalışan sınıfın omuzlarına yüklenmiştir. Küçük-burjuva (Narodnik) demokrasisi ülkemizde bu anlamda (Vekhi’nin yeni tüylenen Kara-Yüz Kadetlerinin, ya da Kadet Kara-Yüzlerinin sandığı gibi) pek fazla bir şey yapmamışlar, Avrupa’da yapılmış olanlarla karşılaştırıldığında çok az şey yapmışlardır.
Öte yandan dine karşı burjuva savaşı geleneği, Avrupa’da anarşizm –ki Marksistlerin uzun zamandan beri yineleyerek açıkladıkları gibi, burjuvaziye bütün “şiddeti” ile saldırmasına karşın, burjuva dünya görüşünün yanında yer alır– tarafından bu savaşın özellikle burjuva çarpıtılmasına yol açmıştır.
sosyal-demokratlar, burjuva ve
bismarkçı papaz aleyhtarlığına karşı, dine karşı mücadeleyi sosyalizm için
mücadeleye bağlı kılarak karşı çıkmak zorundaydılar.
Rusya’da koşullar gayet farklıdır. Proletarya, burjuva demokratik devrimimizin önderidir. Onun partisi de, eski resmî din ve onu yeniden canlandırma ya da onu yeni ya da farklı bir biçimde ortaya koymak vb. yolundaki her türlü girişim de dahil olmak üzere bütün ortaçağ kalıntılarına karşı mücadelenin ideolojik önderi olmalıdır.
Rusya’da koşullar gayet farklıdır. Proletarya, burjuva demokratik devrimimizin önderidir. Onun partisi de, eski resmî din ve onu yeniden canlandırma ya da onu yeni ya da farklı bir biçimde ortaya koymak vb. yolundaki her türlü girişim de dahil olmak üzere bütün ortaçağ kalıntılarına karşı mücadelenin ideolojik önderi olmalıdır.
Mayıs 1909
Marks,
Engels, Marksizm,
Sol Yayınları, 1. baskı, s.276-289
Eytişimsel Özdekçilik (Diyalektik Materyalizm)
(Orhan Hançerliolu-Felsefe Sözlü)
Her türlü gelişmenin genel yasalarını saptayan bilim...
Eytişimsel
özdekçilik’le; idealizm olduğu kadar materyalizm de aşılmıştır, metafizik
olduğu kadar eytişim de aşılmıştır.
Tek ve biricik dünya görüşü eytişimsel özdekçiliktir.
Bu dünya görüşü eytişimseldir; çünkü doğasal, toplumsal ve
bilinçsel tüm olaylara yaklaşma ve onları inceleyip kavrama yöntemi eytişimdir;
bu dünya görüşü özdekçidir; çünkü doğasal, toplumsal ve bilinçsel tüm olayları
yorumlayışı özdekçidir. Eytişimsel özdekçiliğin bilimselliği, bilimsel verilere
dayanmasından ve ancak bilimsel verilerle biçimlenmesinden ileri gelir.
Bilimseldir, çünkü bilimle çelişmez, tersine bilimsel sonuçlarla upuygundur.
Bilimseldir, çünkü evrene, fantastik peşin yargılarla değil, evrene özgü gerçek
ilişkileri çözümleyerek yaklaşır. Bilimseldir, çünkü evrenin bilimle
bilinebileceğini savunur. Bilimseldir, çünkü hiçbir boş inanç ve gericilikle
bağdaşmaz.
Görüldüğü gibi bu bilimsellik kimilerinin sandığı gibi
yakıştırılmış bir bilimsellik değil, bilime dayanan ve bilimi savunan, bilimle
güçlenen ve bilimin gelişmesiyle oluşan bir kuramın gerçek bilimselliğidir.
Gerek idealizmin ve gerek ham materyalizmin bilimsel olmadıkları ise doğa
bilimlerine ters düşen kavramlarından ve yorumlarından kolaylıkla anlaşılır.
‘’Bilimin her gelişmesinde eytişimsel özdekçi bilgilerin geçerliliği yeniden
denetlenmeli ve geliştirilmelidir.’’.
Eytişimsel özdekçilik, gelişme olgusunun genel yasalarının
bilimidir, öylesine ki bilimsel gelişme olgusunu bütün öğretiler içinde tek
başına temsil eder. Her bilim, gerçeğin farklı alanlarındaki gelişmesini ancak
o alanlarda geçerli özel yasalara bağlar, eytişimsel özdekçilikse bizzat
gelişme olgusunu genel yasalara bağlar. Bu genel yasalar kurgusal varsayımlar
değil; bizzat doğanın, toplumun ve bilincin işleyişinden çıkarılmış ve onlara
uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır.
Bu yasalar, karşıtların birliği ve savaşımı yasası,
nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası, olumsuzlanmanın
olumsuzlanması yasası adlarıyla anılırlar.
Bu yasalar, evrende var olan her şeyin, bizzat nasıl devinip
geliştiğinin, süreklilikte kesintinin, ve karşıtların birdenbire dönüşümlerle,
nasıl aşıldığının, eskinin yıkılıp yeninin, gelişmenin, ve ilerlemenin nasıl
oluştuğunun anahtarını verir. Eytişimsel özdekçilik hem bilme ve hem de
yapmanın öğretisi olmakla, kuramla kılgının (teoriyle pratiğin) bağımlılığını
da ortaya koymuştur. Kuramsız kılgı ve kılgısız kuram olmaz. Kılgı kuramla
başarılı olduğu gibi kuram da kılgıdan yansır. s.109,110
Çağdaş özdekçilik,
Eytişimsel ve tarihsel özdekçilik (Diyalektik ve tarihsel materyalizm)‘tir. Bir
ustanın deyişiyle: ‘’Özdekçi dünya görüşü, doğaya olduğu gibi bakmak, onu
hiçbir şey ihmal etmeden (ve katmadan N.) olduğu gibi kavramaktır’’.
Eytişim, doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının
çatışması ve aşılmasıyla durmaksızın devindiren ve geliştiren süreçtir.
Eytişimsel ve
tarihsel özdekçiliğin doğaya ve topluma yaklaşma ve onu kavrama yöntemi eytişimseldir,
çünkü:
1-Metafiziğin tam
tersi olarak, doğayı; birbirinden bağımsız ve birbirine ilgisiz soyutlanmış
nesne ve olayların rastlantısal bir yığını olarak değil, birbirine organik
olarak bağlı ve bağımlı birtürden nesne ve olayların kaynaşmış bir bütünü
(rastlantı ve zorunluluğun birlikte ürünü N.T) olarak görür.
2-Metafiziğin tam
tersi olarak, doğanın, devimsizlik ve değişmezlik içinde değil, her an değişip
yenileşen ve gelişen bir süreç olduğunu ilerisürer.
3-Metafiziğin tam
tersi olarak, gelişme sürecinin, basit bir büyüme süreci olmayıp, niceliksel
değişmelerden niteliksel değişmelere sıçramalarla geçen bir süreç olduğunu
savunur.
4- Metafiziğin tam
tersi olarak, gelişmenin, alt olandan üst olana doğru sarmal bir gelişim
izleyerek gerçekleştiğini ve bunun nesne ve olayların özündeki çelişmelerden
doğduğunu, eski ve yeni arasındaki çatışmanın son çözümlemede yeniye yol ve yön
verdiğini meydana koyar.
Özdekseldir, çünkü:
İdealizmin tam tersi
olarak, özdeğin bilinçten (öznel ya da evrensel bir bilinçten, ruhtan,
Tanrı’dan N.T) önceliğini ve bağımsızlığını, devinen olayların devinen özdeğin
farklı biçimleri olduğunu, olayların ve nesnelerin bağlılıklarıyla
bağımlılıklarının özdeğin gelişme yasası olduğunu ve evrensel gelişmenin bu
nesnel yasaya göre oluştuğunu ilerisürer.
İdealizmin tam tersi
olarak, özdeksel dünyanın, düşüncede ve algılarda varolmayıp nesnel bir
gerçeklik olarak varbulunduğunu ve düşünceyle özdeğin ayrıştırılamayacağı gibi
aynılaştırılamayacağını da savunur.
İdealizmin tam tersi
olarak, evrenin ve yasalarının bilinebileceğini ve bilgi sürecinin evrensel
yaşamla birlikte pratikle doğrulanarak sonsuzca gelişeceğini saptar.
Bütün bu yanılgılar
eytişimsel düşüncenin yoksunluğu sonucudur. Hemen tümü doğabilimcisidir ve
felsefeyi bir hilekarlık saymaktadırlar. Felsefenin doğabilimsiz, doğabiliminin
felsefesiz kavranamayacağı yolundaki diyalektik düşünceyi kavrayamamışlardır.
Bir usta şöyle der:
‘’Her büyük bilimsel buluşta ve doğabilimlerindeki her dönüşümde özdekçilik
yeniden ele alınacak, derinleştirilecek, temel kavramları doğrulanıp geliştirilecektir.
‘‘
’’çağdaş fizik doğum sancıları çekmekte ve eytişimsel özdekçiliği
doğurmaktadır’’.
Eytişimsel özdekçi
felsefe, özdekçi tarih anlayışıyla tümlenmiş ve somutlanmıştır. Orhan
Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü,s.307-316
Görüldüğü gibi Ateizm, Materyalizm/Sosyalizm/Marksizm ve
bilim birbirine aykırı olmadığı gibi tam tersi ayrılamaz şekilde bağlı olduğu
halde neden ayrı ayrı akımlardır?
Çünkü
ateistler, materyalizm/sosyalizm/komünizmi, materyalist/sosyalist/komünistler
de Ateizmi dışlarlar!
Bunlar neden birbirlerini
dışlarlar?
Dinsel inancı olanlar materyalizmi ve sosyalizm/komünizmi
dinsiz, ahlaksız olduğu gerekçesiyle reddederler.
Ateistler ise sosyalizmi baskı ve şiddet içerdiği, dogmatik
olduğu gerekçeleriyle reddederler.
Ateistler, dini tek başına bütün kötülüklerin tek kaynağı,
bilim ve eğitimi de tek çare olarak görürler, çoğunluğu kapitalist/liberalist
ve milliyetçidirler, kapitalizmle sorunları yoktur, ya da kapitalizmi
emperyalizme indirgerler, bu yüzden dinin yanı sıra sosyalizm/komünizmle de
mücadele ederler. Agnostikler ve deistler de bu konuda Ateistlerle aynı
düşüncededir. Ateistlerin birçoğu da bilinçsizdir, birçoğu aslında Deist ya da
Agnostik olduğu halde kendisini Ateist sanır.
Sosyalistler de bütün kötülüklerin kaynağını yalnızca
kapitalizm/ emperyalizmde görürler, din ve milliyetçilikle mücadeleyi
dışlarlar, üstelik çoğu bunları korur ve destekler, yalnızca kapitalizm ve
emperyalizme karşı sınıf mücadelesi verilmesi gerektiğini, din ile mücadelenin
bu hareketi böleceğini, sosyalist devrimden sonra din ve milliyetçiliğin
kapitalist kaynakları kurumasıyla bunların zamanla kendiliğinden ortadan
kalkacağını ileri sürerler. Oysa bu düşünce sosyalistlerin başarıya ulaşamamalarının en önemli
nedenlerinden ve büyük yanlışlarından biridir.
Bilim ve eğitim tek başına çare olamaz, bunların toplumsal
yapıyı etkileyebilmesi için bunların yanı sıra felsefi, sosyo-ekonomik, siyasal
doğru bir görüş ve mücadele de gereklidir.
Ateizmin de Sosyalizmin de doğru ve yanlış tarafları vardır,
doğruları alınıp yanlışları atılarak bir sentezi yapıldığında sorunların,
kötülüklerin kaynağının hem kapitalizm/emperyalizm hem de din ve milliyetçilik
olduğu, bunların tümüyle birlikte mücadele etmek gerektiği ortaya çıkar.
Dinsel inançların evrimsel sıralaması ilkel inançlar, Teizm,
Deizm, Panteizm, Agnostisizm ve Ateizm şeklindedir. Bu sıraya dikkat
edildiğinde bu konudaki evrim Bir ruh/Tanrı inancını ve bir dinsel inancı kabul
etmekten her ikisini de reddetmeye varır.
Bu Tanrısal/dinsel inanç evreleri belli toplumsal yapı
evrelerine denk düşer; Teizm köleci toplum ve din devletleri evresine, Deizm,
panteizm ve Agnostisizm Aydınlanma ve onun devlet şekli olan milli devletler ve
milliyetçilik evresine, Ateizm ise Sosyalizm/komünizm evresine denk düşer. Ateizm,
Tanrısal ve dinsel inançlar konusunda varılacak son noktadır, bu konuda daha
ötesi yoktur. Tanrısal ve dinsel inançlar tarihe karıştığında ise Ateizmin de
bir işlevi kalmayacak, o da tarihe karışacaktır.
Ancak bu sıralamalar ve denk düşmeler arasında elbette
keskin sınırlar yoktur, Milli devletler
evresinde milliyetçilere denk düşen din hakkındaki görüşler deizm, Panteizm,
Agnostisizm olsa da ateizm görülebilir, bunlar dinsel görüşte ileri bir aşamaya
ulaşmış ama milliyetçi olmakla geri kalmış ve sosyalizme ulaşamamış olanlardır.
Aynı şekilde sosyalistlerde de Agnostisizm, deizm, Panteizm hatta teizm bile
görülebilir, bunlar da aydınlanma yaşamadan, kendi okuyup araştırması,
sorgulaması ve eleştirmesiyle sosyalizme ve Ateizme varmamış, örgütlemelerle,
ezbere, bilinçsiz bir şekilde sosyalist olmuş ama dinsel inançlar hakkındaki
görüşte geri kalmış olanlardır.
Ateistlerin geneli materyalizm ve Sosyalizm/ Komünizmi bir
tutarlar, aralarında bir fark görmezler, materyalizm denilince
sosyalizm/komünizm denmiş gibi tepki gösterirler. Oysa bunlar birbirlerine
bağlı olsa da aynı şey değildirler. Diyalektik Materyalizm, evrenin tanrısal
bir doğaüstü güce dayanmayan, bilime dayanan bir açıklaması olan felsefedir,
Sosyalizm/Komünizm ise bu felsefenin sosyo-ekonomik siyasal modelidir,
Sosyalizm/Komünizmin felsefi temeli diyalektik materyalizmdir. Ancak, ikisinde
de zamanla değişiklikler, gelişmeler olabilir, özellikle de Sosyalizm/Komünizmde
zamanla değişime, gelişime ve koşullara göre değişiklikler, gelişmeler olması
kaçınılmazdır. Bunların birini kabul eden, diğerini de olduğu gibi kabul etmek
zorunda değildir, her ikisinin de bazı kısımlarını kabul edebilir, bazı
kısımlarını reddedebilir!
Diyalektik Materyalizm/Sosyalizm/Komünizm Ateizmi içerdiği
gibi Enternasyonalizmi, Hümanizmi, Feminizmi (kadın-erkek eşitliği),
doğaseverliği, hayvanseverliği de içerir,
çünkü bunlara aykırı olmadığı gibi özü bunları gerektirir.
Kitlelerin
sosyalizme karşı çıkışlarının en büyük nedenlerinden biri sosyalizmin özünde
dinsiz ve milliyetsiz oluşudur. Sosyalizm/Komünizm sınıfların, sömürünün,
dinlerin, etnik kimliklerin, ırk ve cinsiyet ayrımın, doğa tahribatının,
devletin (bildiğimiz devlet şekillerinin) olmadığı bir dünyayı öngörür ve
hedefler.
Din kapitalizmden çok önce ortaya çıkmasına rağmen
Kapitalizmin de değeridir. Milli devlet de kapitalizmin tipik devlet şeklidir.
Kapitalizmin en önemli değerleri din ve milliyettir, bu
değerlerin temelinde ise ekonomik ilişkiler, ihtiyaçlar ve çıkarlar vardır. Din
ve milliyetçilik, kapitalist alt yapının üst yapısıdır, bu üst yapı bu alt
yapının koruyucusu ve sürdürücüsüdür. Dolayısıyla kapitalizmin değerleriyle, onun
korucularıyla mücadele edilmeden, üstelik de korunup desteklenerek Kapitalizm
aşılamaz!
Avrupa’da
kapitalizme geçerken feodal sistemin hem alt yapısına hem de üst yapısı olan
dinsel sisteme karşı mücadele verilmiştir. Marks, Almanya'da dinin eleştirisi
bitmiştir der. Tam olarak din ve eleştirisi bitmese de Sosyalizm de Avrupa’da,
din konusunda aydınlanma yaşandıktan sonra ortaya çıkmıştır ve aydınlanmayla
dinin kitleler üzerindeki etkisi kırıldığından günümüz Avrupa’sında İslam
ülkelerindeki kadar din ile mücadeleye gerek yoktur. Fakat İslam ülkeleri bu
aydınlanmayı henüz yaşamamıştır, Türkiye’de de halen ağır bir şekilde devam
ediyor, bu toplum din devletine geri götürülmek isteniyor ve adım adım
uygulanıyor. Sosyalizm,
din ve dinsel geri gidiş görmezlikten gelinerek, alt yapı ve üst yapıya karşı
mücadeleden birini ihmal ederek, kapitalizmin ve milliyetin yanı sıra din
konusunda da kitleleri aydınlatmadan, bu konuda aydınlanma yaşanmadan,
sosyalizmin değerlerinden olan dinsizlik ve milliyetsizlik benimsetilmeden başarıya
ulaşamaz! Ateizm de diyalektik ve tariksel materyalist/sosyalist/komünist
ideolojiden, kapitalizme emperyalizme karşı enternasyonalist sınıf
mücadelesinden kopuk bir şekilde yalnızca dinlerle mücadele edilerek başarıya
ulaşamaz!
Kaynaklar:
Vikipedi-Ateizm
Felsefenin Başlangıç İlkeleri –G. Politzer
Sosyalizm ve Din - Lenin,
İşçi
Partisinin Din Karşısında Tutumu - Lenin
Orhan Hançerlioğlu-Felsefe Sözlüğü
Nilüfer Tekin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder