21 Mart 2014 Cuma

Hristiyanlıkta Kadın 1


Fiziksel ve zihinsel evrimsel biyolojik farklılıklar, hem insan-hayvan arasında hem insanlar arasında hem de kadın-erkek cinsleri arasındaki eşitsizlikçi ezen-ezilen sınıf farklılaşmalarının tohumlarını atmıştır. Kültürel evrimsel eşitsizlikler, bu biyolojik evrimsel eşitsizlikler üzerine gelişmiş, güçlü güçsüzü, erkek de kadını bir mal gibi sahiplenmiş ve ezmiştir. Bu nedenle, kadın erkek eşitsizliği, erkek egemenliği, fiziksel ve zihinsel olarak güçlünün güçsüzü, erkeğin de kadını ezmesi, sosyo-ekonomik sınıflardan önce de vardır. Ancak, çocuğun kadın ve erkeğin cinsel birleşimiyle doğduğunun anlaşılması, çocuk doğurmanın yalnızca kadının bir özelliği olmayıp erkeğin de çocuğun doğmasındaki rolünün anlaşılması, üstelik kadının çocuğa yalnızca hamilelikte taşıyıcılıktan öte kalıtsal bir katkısının olmadığının sanılması üzerine mal varlığının, maddi, ekonomik birikimin aile içinde kalması amacıyla, artı üretime geçilip sınıfların oluşması ve ailenin ekonomik bir birim haline gelmesiyle birlikte bu eşitsizlikler dinsel bir kılıfa büründürülerek çok daha fazla artmış ve sağlama alınmıştır.


Göçebe çoban toplulukların, erkek kültürü ve erkek değerleri, cinsel eşitsizlikçi ahlak ilişkileri, hemen hemen olduğu gibi ilk göçebelerin sözlü örf, adet ve geleneklerinden yerleşik uygar toplumların yazılı yasalarına ve geleneğine geçirilecektir. Tevrat kutsal kitabını oluşturan yazılar bu gelişmelerin kanıtlarını ve tarihçesini vermektedir.

Bu denli eşitsiz ilişkilerin sorun çıkarmadan toplumda birlik sağlanabilmesi
ancak, ezilenlerin algılarının değiştirilmesiyle olanaklıdır. Bunun yolu da, bireyin çıkarlarıyla toplumun çıkarının, sınıfların çıkarlarıyla toplumsal çıkarın, efendinin çıkarıyla kölelerinin çıkarlarının çıkarlarının çatışmayıp çakıştığını kabul ettirmektir. Sınıflı toplumda dinsel ideoloji işte bu işlevi görecektir.

Gerçekten, dinsel ideolojinin yazıya geçirilmiş ilk biçiminde (Enuma Eliş Sümer/Babil yaratılış mitosu içinde) bunun yapıldığını görüyoruz. Önce, çoğu tarımsal üretimle ilgili doğa güçleri, eşitsizlikçi toplumun çalışmayan çalıştıran katmanının insanlarından, işlerini kendi yapmayıp buyrukla yaptıran yöneticilerinden esinlenilerek, aşkınözneleştirilmişlerdir. Sonra tanrıların (aşkınöznelerin) insanları kendilerine hizmet edecek kullar (köleler) olarak yarattıkları söylenmiştir. Böylece, düşünen, eylemlerini düşünerek, kendi istenciyle yürüten gerçek özne niteliği, insandan alınıp tanrılara yüklenmiştir.

Dincilerin yönettiği, tapınak çevresinde gelişen Mezopotamya kent devletlerinde, ideolojiye de dinsel biçim verildi. En olgun anlatımı Enuma Eliş Babil Yaratılış Destanı içinde bulunan bu ideolojiye göre insan, tanrılara hizmet (kulluk) etmek için yaratılmıştır.
Mitosta tanrılar efendilere, yöneticilere, kullar uyruklara, kölelere benzetilmişti. Böylece kurulan tanrı-kul eşitsizlikçi ilişki kalıbı, esinlenilen sınıflı toplumun eşitsizlikçi ilişkilerinin açıklanması, aklanması, “gönüllü kulluk” yoluyla yeniden üretilmesi işlevini görecekti.

Dinsel ideolojinin tanrı-kul eşitsizliği ve tanrı karşısında kulların eşitliği biçimindeki bu formatı, çoktanrıcılıktan (Musevilik, Hıristiyanlık-Müslümanlık evrelerini içerecek olan) tektanrıcılığa geçirilecekti. 

Tarih, doğal ve toplumsal savaşım ve gelişme süreci’dir. Toplumsal olayların temeli maddi koşullardır ve ekonomiktir. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak, toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. Tarihi tanrı ya da üstün insanlar değil, insanlar (toplum) yapar. Tarihi belirleyen, ekonomik çıkarlar için yapılan savaşımlardır. İnsanların düşüncelerinin altında maddi sınıf çıkarları yatmaktadır. Ekonomik süreçler, sınıf mücadelelerinin temelini oluşturur. Düşünce, insanın maddi yaşamının bilinçsel yansımasıdır. Önce yaşanılır, sonra bu yaşanılanların düşünceleri edinilir. Ama düşünce bir kez varlaştı mı, yığınları etkisi altına alarak özdeksel güçler haline gelip maddi koşulları değiştirir. Maddi koşullar bilinci belirler, bilinç de maddi koşulları etkiler. Bu bağlamda koşullar dinleri oluşturmuş ve dinlere yansımış, ancak dinler de koşulları etkilemiştir. Kadının durumu da dinlere yansımış, kadını dinler aracılığıyla baskı altına alma yoluna gidilmiştir.
Rab verdiği söz uyarınca Sara’ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi. Sara hamile kaldı; İbrahim’in yaşlılık döneminde, tam Tanrı’nın belirttiği zamanda ona bir erkek çocuk doğurdu… (Sara), İbrahim’e ‘Bu cariyeyle oğlunu kov’ dedi, ‘Bu cariyenin oğlu (İsmail), oğlum İshak’ın mirasına ortak olmasın.’21 (Tekvin 21/1-10)
"Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."


Hıristiyanlığın İsa’nın mesellerinde yansıtılan “köle ahlakı” 

Ermiş Pavlus’un mektuplarında okunup benimsenen uyrukçu, köleci ve cinsiyet ayrımcı ahlak 

St. (ermiş) Pavlus, kimi yazarlarca Hıristiyanlığın asıl kurucusu sayılan örgütleyici, gizli kilise örgütlerine yazdığı (İncil’e alınan) mektuplarında uyrukların yöneticilere, kölelerin efendilerine, kadınların erkeklere karşı takınmaları gereken iyi tutumlarla ve kaçınmaları gereken kötü davranışlarla ilgili ahlak ilkelerini şöyle saptamıştır.

(28) Uyruklara (tebaaya) seslenirken: 

“Herkes, üzerinde olan hükümetlere tabi olsun; çünkü Allah (2000 tarihli Kutsal Kitap başlıklı çeviride “Tanrı”) tarafından olmayan hükümet yoktur; ve onlar Allah tarafından tanzim olunmuştur. Bundan dolayı hükümete mukavemet eden Allah’ın tertibine karşı durmuş olur; ve karşı duranlar aleyhlerine hüküm alırlar... Hükümetten korkmamak ister misin? İyi olanı yap... çünkü sana iyilik için [yönetimler] Allah’ın hizmetçisidir. Fakat kötü olanı yaparsan, kork; çünkü kılıcı boş yere taşımıyor. Allah’ın hizmetçisidir, kötülük yapana gazap için intikamcıdır. Bunun için, yalnız gazaptan ötürü değil, fakat vicdandan ötürü tabi olmak lazımdır. Çünkü bunun için de vergiler eda edersiniz.”

Kullara (kölelere) seslenirken:
“Ey kullar, göze görünür hizmetle insanları hoşnut eder gibi değil, fakat Mesih’in [İsa’nın] hizmetçileri gibi Allah’ın iradesini candan yaparak, ve insanlara değil Rabbe [Efendi’ye] oluyor gibi iyi niyetle hizmet ederek, ve gerek kul, gerek hür, herkesin ne iyilik yaparsa, Rab tarafından onu alacağını bilerek, bedene göre olan efendilerinize, [ruhunuzun efendisi] Mesih’e hizmet eder gibi, yüreğinizin sadeliğinde korku ve titreme ile hizmet edin. Ve efendiler, onların ve sizin Rabbiniz[in] göklerde olduğunu ve onun indinde şahsa itibar olunmadığını [kullarına karşı eşitsiz davranmadığını - A.Ş.] bilerek, tehdidi bırakıp kendilerine aynı şeyleri [?] yapın.”

Kadınlara seslenirken:
“Fakat bilmenizi isterim, her erkeğin başı Mesih ve her kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden her erkek, başını küçük düşürür... eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin, fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek Allah’ın sureti ve izzeti [değeri, yüceliği] olduğu için başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı.” 29


Hıristiyanlığın İsa’nın mesellerinde yansıtılan “köle ahlakı” 

İsa’nın peygamberliğine, “Rabbin ruhu üzerimdedir. Çünkü fakirlere müjdeyi [“İncil”i] vazetmek için beni o meshetti. Beni esirlere [kölelere] azatlık ve ... ezilenleri kurtuluşa kavuşturmaya... gönderdi” sözleriyle başladığı yazılıdır. Bu kurtuluşun nasıl gerçekleştirileceğini ise şu sözlerle anlattığı belirtilmiştir: “Bir yerde [Tevrat’ta] göz yerine göz, diş yerine diş denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: kötüye karşı koyma ve senin sağ yanağını kim vurursa, ona ötekini de çevir... abanı alandan gömleğini esirgeme.” (26)

Nietzsche böyle bir inancı “köle ahlakı” olarak nitelemede haksız değildi. (27)


Alâeddin Şenel 
Ahlak, ahlaksızlık ve etik I sayı 108
Ahlâk kuramları sayı 110



İnsanlığın dinsel inançlar evresine geçişiyle birlikte hemen her şey bu inançlarla ilişkilendirilmiştir, tüm yeniliklere dinsel anlamlar yüklenmiş, tüm gizli ya da açık örgütler, günümüzde parti dediğimiz örgütlenmeler de dinsel bir karakterde mezhep ya da din olarak ortaya çıkmıştır. Yeni bir din de, eskisini yadsıdığı, yenilikler,  yeni hak ve özgürlükler getirdiği, dolayısıyla gelişmeye, ilerlemeye katkıda bulunduğu ölçüde başlangıçta devrimci bir karakter taşır.

Hristiyanlık, İsa’nın liderliğinde bir kısım ilerici Yahudilerin hem Roma egemenliğine,  hem de kendilerine etnik, kültürel ve dinsel olarak yabancı bu kültürden etkilenerek Musevi/Yahudi kültürünün katılıklarına, yozlaşmasına, baskılarına, geriliklerine bir tepkisi olarak ortaya çıkışı, hem de Batılıların çok Tanrıcılıktan, daha ileri bir evre olan tek Tanrıcılığa geçişi anlamında Marks ve Engels’in de belirttiği gibi kendi dönemine göre devrimci bir karakterde doğmuştur. (Marx ve Engels, Din Üzerine, “İlkel Hıristiyanlığın Tarihine Katkı”.)( Engels, “Fransa’da Sınıf Savaşları”na Önsöz)

Hristiyanlık, Helenistik bir dindir; tek tanrılı Musevi/Yahudi kültürü ile çok tanrılı ve daha gelişmiş Antik Yunan kültürü ve bu kültürden etkilenmiş Roma kültürünün, bu kültürler ve dinlerin karşılaşmaları, birbirlerinden etkilenmeleri ve çatışmalarından doğan bir dindir, tek Tanrıcılıkla stoacılığın dinsel bir sentezidir. Hristiyanlık, başlangıçta bir Yahudi/Musevi mezhebi olarak ortaya çıkmış, Yahudilerin tamamına yakını tarafından reddedilmiş ama Batı dünyasında yaygınlaşarak yeni bir din haline gelmiştir.

Günümüzde Hristiyan mezhepleri

Latin kültürünün egemen olduğu Batı Roma Katolik
Grek kültürünün egemen olduğu Doğu Roma ise Ortodokstur.

Yoğunlaşan bu tepkiler üzerine bir Alman papazı olan Martin Luter’le birlikte dinde reform isteyen bir hareket başladı. Bunun sonucunda da Katolik Kilisesi’nden bir kopuş daha yaşandı ve 16. yüzyılda Protestan mezhebi ortaya çıktı.


Hristiyan Felsefesinin etkileştiği inanç ve Felsefeler

Roma Felsefesi

Felsefe, Roma’ya MÖ 155 yılında Romalıların Makedonya’yı fethedip Yunanistan’ı tehdit ettiği sıralarda Stoacı Diogenes, Peripatosçu Kritolaos ve Akademiacı Karneades’in Atina elçileri olarak Roma’ya gelmeleri ve orada konferanslar vermeleriyle girmiştir.

Yavaş yavaş Roma’ya akan tüm Yunan öğretileri içinden ancak iki öğreti tutunabiliyor: Stoacılık ve Epikurosçuluk. Orhan Hançerlioğlu Felsefe Sözlüğü


Logos

Ussal yasa...
Kök analamıyla ilgili olarak us ve bu usa dayanan söz, yasa, düzen, bilgi, bilim anlamlarını da dilegetirir. Yunanca legein sözcüğü ‘söylemek’ anlamındadır, bu yüzden  Hıristiyan ve İslam tanrıbilimcileri ‘logos’ deyimini ‘tanrısal söz’ anlamında kullanmışlardır.

Logos deyimini terimleştiren antikçağ Yunanlılarının en seçkin düşünürü Herakleitos’tur.
Herakleitos’un dilinde, logos, ‘doğa yasası’dır‘; evrendeki düzenliliği, yasalılığı, uyumu o sağlar.
Herakleitos, bu evrensel birliği ‘logos’ kavramıyla dilegetirir; ‘’logos, insanların hepsinde ve her şeyde ortaktır, ortaklaşa olana uymalı. Ama logos ortaklaşa olduğu halde, çokluk, kendilerine özgü düşünceleri varmış gibi yaşar

Bundan da öte o, Herakleitos’un açıklıkla belirttiği gibi bir ‘değişme yasası’dır. Herakleitos onu evrensel değişmenin, sürekli oluşun yasası olarak ilerisürüyor ve bir anlamda tanrısal değişmezliğe karşı çıkar.
Evrensel birlik, çatışmalar ve çelişmelerle sürüpgiden bir oluşma içinde, evrensel bir uyum (Yu. Harmonia)’da belirir: ‘’Birbirine karşı olan, birlikte giden, birbirinden ayrılanlardan en güzel uyarlık’’ der
Varlık bu sürekli devim’den ayrılamaz, ne var ki bu öz’ü ve gerçek’i ancak bilgeler görebilirler, bilge olmayanlarsa biçim ve görünüş’e aldanırlar.

Herakleitos’un verdiği anlam, Anaksagoras’ın başkavramı olan ‘nous’ (anlak, zeka)’dan farlıdır. Nous bir düzenleyici olarak evrenden önce de vardır ve evrene dışarıdan gelir. Logos’sa evrenle birliktedir ve bizzat evrensel oluşun içindedir.

Platon ve Aristoteles logos deyimini ‘mantıksal temel’ anlamında kullanmışlardır. Platon’ a göre bilgi, logos’ta temellenir. İdea’lar, hem düşünceler (Yu. Logoi) hem de bu düşüncelerin ilksiz ve sonsuz nesne (Yu. Onta)’leridir. Düşünce’yle nesne arasındaki özdeşlik bu yüzdendir, yani düşünce nesnesine her ikisi de İdealarda temellendiği için uygundur.

Antikçağ Yunan felsefesinde bu terime tanrısal bir anlam veren Stoacılar olmuştur, onlara göre doğada içkin bulunan tanrısallık koinos logos (Evrensel us)’tur.

Yeniplatoncular, özellikle Philon, bu anlamı güçlendirmişler ve onu ‘tanrısal söz’ ve ‘evrensel güç’ deyimleriyle nitelemişlerdir.

Hıristiyan tanrıbilimcilerin ‘söz’ anlayışı, Stoa ve yeniplatoncular yolundan gelmektedir. Hıristiyan inancına göre logos, insan kılığına giren İsa’da gerçekleşen ‘tanrısal söz’dür.

Böylelikle ‘evrensel değişirlik yasası’nı dilegetiren Herakleitos’un başkavramı logos, tam karşıt bir anlama dönüşmüş olmaktadır. Her şey akar, geçer, değişir der Herakleitos; evrende kalıcı olan hiçbir şey yoktur. Bu sürekli evrensel değişirlik logos’ça düzenlenmiştir, ‘logos’ yasasına göre olup bitmektedir.

Ortaçağ skolastiği, özellikle Augustinus, logos kavramını ‘tanrısal ışık (eşdeyişle bilgi kaynağı, yani bizzat tanrı) anlamında kullanır.

Hegel vb. gibi yeni idealistlerin evrensel us, evren ruhu, saltık düşünce, kavram vb. gibi deyimlerle bizzat tanrı’yı dilegetirirler. S.236,  Orhan Hançerlioğlu Felsefe Sözlüğü


Logos

MÖ 6. yüzyılda yaşamış Heraklitus şöyle der: “Baba ve oğul aynıdır” (“Orpheus and Greek religion” W.K. Guthrie 227) Aynı ifade İncil’de İsa’ya şöyle uyarlanmıştır:

Yu 10:30 “Ben ve Baba biriz.”


LOGOS
1: 1 Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. 2 Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. 3 Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı.

İsa Mesih’in evrenselliği Logos (kelam, söz) kelimesi ile ifade edilir[5]. İsa Mesih başlangıçtan beri var olan, Tanrı ile beraber olan ve yaratılışta etkin olan Söz’dür. 1:1 ayeti ile Tekvin 1:1 ayeti arasında bir paralellik vardır. Aynı şekilde 8:58 ayetinde yine aynı fikri görmekteyiz:

8: 58 İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim doğmadan önce ben varım" dedi.[6]

Logos[7] kelimesi Yunan felsefesine ait bir sözcük olmakla beraber Yaratılışa baktığımızda dünyanın ve içindekilerin Tanrı’nın sözü ile yaratıldığını görüyoruz. Yani Logos Tanrı’nın söylediğini yerine getiriyor, yani Tanrı isteğinin yerine getirilmesini ve yaratılışını Logos aracılığı ile gerçekleştiriyor:

Mezmur 33: 6 Gökler RAB'bin sözüyle,
Gök cisimleri ağzından çıkan solukla yaratıldı.[8]
Tekvin 1: 3 Tanrı, «Işık olsun» diye buyurdu ve ışık oldu.
Tekvin 1: 6 Tanrı, «Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın» diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu...

Yaratılışa dikkatle baktığımızda Tanrı her şeyi Logos ile yaratıyor (Tekvin 1:1-26).

Yuhanna Logos’tan bahsederken O’na bir kişilik atfeder. 

Logos beden almıştır ve aramızda yaşamıştır, (1:14) ve insanlar Yaşam Sözü olan Logos’tan işitmiş, duymuş, Logos’u görmüş, dokunmuş ve paydaşlıkta bulunmuşlardır. Onlar Logos ile paydaşlıkta bulunduklarında bunun anlamı Baba ve insan olmuş Logos olan Oğul (İsa Mesih) ile paydaşlıkta bulunduklarıdır (I.Yuhanna 1:1-4).

Eski Ahit’te Rab’bin Sözü kelimeleri yaklaşık 250 defa kullanılmıştır (Tekvin 1:3; Mezmur 33:6). Logos kavram olarak Eski Ahit’te “Rab’bin Sözü” ifadesinden gelmiştir. Eski Ahit’te“Rab’bin Sözü” ifadesinin işaret ettiği şey Yuhanna Müjdesindeki “Logos” kelimesi ile aynı karakter özelliği göstermektedir:[9]
İşaya 45: 23 Kendi üzerime ant içtim,
Ağzımdan çıkan söz doğrudur, boşa çıkmaz:
Her diz önümde çökecek,
Her dil bana ant içecek.

Kutsal Yazılar Eski Ahitte bahsi geçen LOGOS’un İsa Mesih olduğuna dikkatimizi çeker:
Filipililer 2: 10-11 Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin.

Logos’u bir kişi olarak gösteren acaba yeni bir şey mi öğretmektedir? Ancak Eski Ahit’in de aynı şekilde Logos’tan bir kişi olarak bahsettiğini görmekteyiz:[10]
Mezmur 119: 50 Acı çektiğimde beni avutan budur,
Sözün bana yaşam verir.
İşaya 55: 11 Ağzımdan çıkan söz de öyle olacaktır.
Bana boş dönmeyecek,
İstemimi yerine getirecek,
Yapması için onu gönderdiğim işi başaracaktır.

Yuhanna Müjdesi LOGOS hakkında öğretirken İsa Mesih’e odaklanıp bize şu gerçekleri öğretir:

1-) Logos sonsuzlukta (önceden beri) vardır (1:1)
2-) İsa Mesih (Logos) Tanrı’yla birliktedir ve Tanrı’dır (1:1).
3-) İsa Mesih, yaratılışın aracısıdır (1:3, I.Korintliler 8:6; Koloseliler 1:16
4. Logos insan oldu (1:14).

Yani Kutsal Kitap kendisini bütün Grek felsefelerinden ayırıyor. Tanrı çok yüksek olduğu halde dünyamıza inip insan oldu.

5. Logos insan olarak yaşamı (1:4); ışığı (1:4-5); lütfu, gerçeği ve yüceliği (1:14) ve Tanrı’nın kendisini bile (1:18) açıklıyor.




Stoacılık

Antikçağ Yunan felsefesinin kamutanrıcı (Panteist N.) ve özdekçi doğa öğretisi...
Stoacılığın kurucusu Kıbrıs’lı Zenon’dur (İ.Ö. 336-264). Ancak stoacılık yüzyıllar ve kuşaklar boyunca işlenmiş ve gelişmiş bir öğretidir. Eski stoa Zenon, Kleantes (İ.Ö. 331-233) ve Krisippos’un (İ.Ö. 280-206) öğretilerini kapsar. Orta stoa Panitios (İ.Ö. 180-110) ve Poseidonios’un (İ.Ö.135-51 öğretilerinde belirir. Roma stoasının temsilcileriyse Cicero (İ.Ö. 106-43), Annaeus Seneca (3-65), Epiktetos (50-130) ve Marcus Aurelius’tur (121-180).
İmparator Marcus Aurelius (İ.S. 121-180) da, Seneca gibi, ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor. Bir yandan da, Epiktetos gibi, sert bir ahlakçıdır

Hristiyanlığın ortaya çıktığı dönemlerde Romalılara hakim olan felsefe olan Stoacılık,  Hıristiyanlıkla savaşmış ve Hıristiyanlığı birçok bakımlardan etkilemiş bir öğretidir. Hıristiyan felsefesinin patristik döneminde kilise babaları, Hıristiyanlığın ilk düşünsel savunmalarını stoacılığa karşı yapmışlardır. Hıristiyanlık, bu savaşta kazanabilmek pahasına, ilkelerinden birçoğunu stoacılığa bağışlamak zorunda kalmıştır.

Stoacılığın büyük ilkesi doğaya uygun davranmak’tır. Doğa, eşdeyişle her şey tanrıdır. (vahdet-i vücut, panteizm).

Doğa özdektir (madde). Asıl gerçek; cisimsel olan, özdeksel olandır. Çünkü ancak özdeksel olan etkin ve edilgin olabilir. İlk nedenin de etkin ve edilgin olması gerektiğine göre özdeksel olması lazımdır. Bilgeliğe teorik ve pratik erdemi elde ederek varılır.
Teorik erdem, nesnelerin kendiliği üstünde doğru bilgi edinmektir. Pratik erdem, usa uygun davranmaktır. Bu iki erdem birbirlerine sıkıca bağlıdırlar. Nesnelerin kendiliği üzerinde doğru bilgi edinilmezse usa uygun davranılamaz. Bilge, kendi kendine yeterlidir. Doğalaşan bilge bir kaya parçasının mutluluğuna erişmiştir, artık onu hiçbir şey sarsamaz ve yıkamaz. Tasarımlardan (katalepsis) ve sanılardan (doxa) kurtulmuş bir akıl, açık seçik doğa bilgisini (episteme) edinebilir. Açık seçik doğa bilgisi de insana yaşamak ve mutlu olmak için en doğru ölçüyü verecektir... Her türlü acılar, hastalıklar ve ölüm doğaldır; bunlara karşı kayıtsız kalmak ve sabırla katlanmak gerekir. Oysa insansal yanılmalar, kötülükler, öldürmeler, iğrenilmesi ve savaşılması gereken şeylerdir. Doğru düşünmesini ve doğaya uygun davranmasını bilen insan hiçbir davranışında yanılmaz, bütün bedensel tutkularını yenebilir. Doğadan gelen her şeye boyun eğmeli, insandan gelen her şeye karşı koymalıdır. Doğru düşünen kişi, doğalaşmış ve bundan ötürü de tanrılaşmış kişidir ki insanın ereği böylesine bir doğru düşünmeye varmak olmalıdır.
Stoa dininin ana ilkesi, doğa yasalarına boyun eğmek ve evrensel düzene uymaktır. Doğal ölçü, insanı bağımsızlığa ve eşitliğe götürür. İnsanlar arasındaki ayrılıklar, doğaya aykırı ve yapma (sunî) ayrılıklardır. İnsanları çeşitli alanlarda birbirlerinden ayırmış olan insansal ölçüler, doğal ölçü karşısında silinip gitmek zorundadırlar. Doğanın, eşdeyişle aynı babanın çocukları olan insanlar kardeştirler ve bundan ötürü de birbirlerine eşit ve özgürdürler. Aynı doğaya bağlı olmak, bireyi insanlığa (hümanizm) ve evren yurttaşlığına (kozmopolitizm) götürür...


Stoacılık, halka inmemiş olmakla beraber, okur yazar sınıfları geniş çapta etkilemiş bir dindir. Dinsel kuralları, tapma biçimleri, din adamları vardır. Bu dine bağlı olanlar uzun sakal bırakırlar ve uzun mantolar giyerlerdi.


Antikçağ Yunan bölünemezciliği (Atomculuğu)’nun büyük ve güçlü ürünü Epikurosçuluk’tur. Epikurosçuluğun büyük ürünü de ‘Latin özdekçiliği’nin başlıca temsilcisi Lukretius’dur. Özdekçilik böylelikle eski Yunan’dan eski Roma’ya geçmiş bulunmaktadır. Bu öylesine bir geçiştir ki, yüzyıllarca sonra Batı’yı uyandıracak ve özdekçilik anlayışına geniş boyutlar kazandıracaktır. İdealizme pek yakışan bir güçlüler egemenliğinin vatanı olan Roma’da Lukretius, Roma’nın bütün görkemine direnen sağlam bir tohum gibidir. Roma egemenlerinin çıkarlarına uygun düşen dinsel ve gizemsel felsefenin temsilcileri Cicero, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’un bütün çabalarına karşın bu tohum gittikçe verimli olmaktan alıkonulamamıştır. Benjamin Farrington, Epikuros’un Tanrıları ve Roma Devleti adlı yazısında şöyle der (The Modern Quarterly, sayı 3, c. 1, Londra, s.214): ‘’Epikurosçuların ona karşı duydukları taparcasına sevgi Cicero’nun hoşuna gitmiyordu. Tusculenedes, İ.Ö. 45 yılında Epikurosçuluğun Roma’da yayılışına  öfkeleniyor, başka bir felsefenin önerilmesini amaçlıyordu’’. Epikuros özdekçiliği’nin Roma’da yayılışının başlıca etkenleri, onun ilk çeviricisi Amafinius’le Lukretius’dür. (Bilinmesi gerekir ki Lukretius, Roma’da kendisinden hiç söz edilmemek yoluyla baltalanmıştır. Kimi incelemecilere göre bu susku, örgütlenmiş ve bilinçli bir suskudur. Çağımızda da uygulanan bu yöntem bir dereceye kadar etkendir. Nitekim Lukretius’un kişiliği ve yaşamı üstüne bu yüzden hemen hiçbir bilgi kalmadığı gibi, yazılarının çoğu da yitip gitmiştir). (Felsefe Sözlüğü-Orhan Hançerlioğlu, s.344-347)

Hıristiyan Felsefesi

Hıristiyanlık, temelde, ilkel bir kamulculuk anlayışı içinde İsâ’nın söylediği birkaç şiirli sözden ibarettir.
Bir Yahudi mezhebi olarak ortaya Çıkan Hıristiyanlığın dogmaları, gerçekte, Yahudiliğin dogmalarıdır.
Bu yalın sözlere felsefesel bir temel bulmak gerekiyordu. İlk yıllarda Yunan stoacılığıyla savaşmak zorunda kalan Hıristiyan kilisesi babaları, bu düşünsel temeli, önce Platon öğretisinde, sonra da Aritoteles öğretisinde buldular.
Bu bakımdan denilebilir ki Hıristiyan felsefesi, antikçağ Yunan idealizminin Hıristiyanlık dini ölçüleri içinde bir devamından ibarettir. Kaldı ki Hıristiyanlık, Yunan stoacılığında içkin bulunmaktadır.

Hıristiyanlığın tanrısı: Parmenides’in varlık, Sokrates-Platon’un iyi idesi, Aristoteles’in ilkneden, Plotinos’un bir düşüncelerinin karma ürünüdür.

Bundan başka bir İngiliz tarihçisi, Edward Gibbon da The Decline and Fall of the Roman Empire adlı yapıtında, yaptığı araştırmalar sonunda Platon’un gizli bir logos öğretisi (İng. Logos Doctrine)’ini bulduğunu, Hıristiyanlığa temel olduğu kuşkusuz bulunan bu öğretinin çoktanrıcı tepkiye karşı gizli tutulduğunu ve Platon’un öğrencilerine gizlice okutulduğunu, kulaktan kulağa gelen bu öğretinin İskenderiyeli Yahudi dinbilimci Phile tarafından açıklandığını ve Phile tanrıbiliminin de Hıristiyan tanrıbilimcilerin başlıca kaynaklarından biri olduğunu ilerisürmüştür. (Bk. İbid, c 1, s. 572 vd.). Platon’un bu öğretisi, Platon sisteminde gerçekten de bir boşluk olarak kalmış bulunan, soyut İdealar dünyasından somut özdeksel dünyaya nasıl geçildiğini açıklamaktadır. Platon’a göre bu geçiş bir yaratan’ın gücüyle olmuştur, yaratan (eşdeyişle Tanrı) ruhsal bir güçtür, bu ruhsal güç yaratılış yoluyla özdeksel yaratılan’ı kendi varlığından çıkarmıştır. Yaratan-yaratılış-yaratılan üçlüğü, Hıristiyan baba-oğul-kutsal ruh üçlüğünün temeli olduğu gibi Aristoteles erekçiliğinin de temelidir. (Felsefe Sözlüğü-Orhan Hançerlioğlu, s.162, 163)

Grekleri Şarap Tanrısı Dionysos

Dionysos’a ilk defa kuzey ve doğu Yunanistan’da tapılmaya başlanmıştı, Yunanistan’a ilk defa, Homer İlyada’yı yazdığı zamanlarda MÖ 800 gibi geldiği tahmin edilir. Son derece popüler bir Tanrı idi, Roma’dan Mısıra tanırırdı ve kendisine ibadet edilirdi. Dionysos kültü (Roma’da “Bacchus” diye de bilinir), İsa’nın hikayeleri üzerinde derin etki bırakan gizem kültlerinden biriydi.

Çarmıha gerilen pagan Tanrısı Dionysos (Bacchus):http://img118.imageshack.us/img118/3811/dionysussf2.jpg

MÖ 300 ve MS 100 arasında Terapeutae ve Esseniler gibi “gizemli” ve hellenistik yahudi grupların olduğunu biliyoruz bu grupların önceden beri Yunan/Pagan gizemlerini bir şekilde yahudi inancıyla uzlaştırma uğraşında olduklarını gösteren pek çok kanıt vardır. Örneğin Diaspora yahudileri pagan ruhsallığına oldukça ilgi duyan bir topluluktu. Yahudiler, Paganlar tarafından pek çok kez fethedildi. MÖ 2. yüzyılda kültürel asimilasyon en üst noktasına ulaşmıştı. Kudüs’te Dionysos Yahudilerin Tanrısı ile ilişkilendirilmeye başlamıştı (Hengel M. “Jews Greeks and the Barbarians”, 71), Yahudi filozoflar pagan bilgelerden aldıkları felsefelerle kendi kutsal yazılarını yorumlaya başlamıştı. Yahudi bilgeleri, kendi dinlerini başka dinlerle uzlaştırmaya çalışıyordu. Hatta çeşitli Hellenistik Yahudi kitaplarının dahi türediği bilinmektedir. Enok’un kitabında pek çok pagan motif kullanılmıştır. Aristes’in mektubu isimli yahudi metninde Zeus ile Yehova “bir” olarak gösterilmiştir! Hellenistik Yahudiler orijini itibariyle daha çok bir kabile Tanrısı olan Yehova’yı Platon’un felsefeleleri ışığında yeniden yorumluyordu. Pek çok yahudi, kendi anadillerini ve kültürlerini dahil terkederek Yunanca’yı benimsemişlerdi.

Sonuç olarak Yahudi toplumu İskenderiye’de karşılaşmış olduğu yüksek pagan kültürünün etkisine girmekten kurtulamamıştı.

İlk Gnostikler, hellenileşmiş mistik yahudilerden başkası değildi, İsa mitini de bütün bu “uzlaştırma” çabaları içinde Pagan gizemleri ile Yahudi dinini “uyumlu” hale getirmek için oluşturmuşlardı böylece hem “yahudilik” inkar edilmiyor. Yeni oluşturulan din “yahudiliğin devamı, tamamlanması” şeklinde lanse edililiyor, hem de Yahudi kitaplarında beklenen Mesih, İsa miti aracılığıyla Pagan Tanrılarına dönüştürülüyordu. Başka bir deyişle mistik Pagan gizemleri, Yahudiler için “ulaşılabilir” hale getiriliyordu. İncil’de İsa’nın “yahudi” kökenini gösterebilmek için, uzun soy ağaçları (çelişkili) verilmektedir. Böylece onun “yahudilerin beklediği mesih” olduğu gösterilmeye çalışılır ancak bir taraftan da onun aslına Davud’un oğlu olduğu gibi bir de “TANRI’NIN OĞLU” olduğu, öldüğü ve ölümden dirildiği göğe yükseldiği belirtilir. Bu şekilde de Pagan gizemleri yahudi kılıfına sokulmuş bir biçimde öğretilmeye çalışılır. Böylece pagan Tanrıları gizemleri, yahudiler için hazır hale gelmiştir.

Gnostiklerin çeşitli ruhsal gizemleri yahudilere daha kolay anlatabilmek için oluşturduğu İsa miti, sonrasında pek çok farklı ve birbiriyle çelişen hristiyan ekollerinin doğmasına sebep olmuştu ancak mistik bireyci gnostikler yerine, gnostiklerin hazırladığı miti daha sonra “tarihsel” olarak kabul eden literalistler kazanan taraf olmuştu.

Hazırlayan: Gerçeği düşündünüz mü?


Hristiyanlık, aslında yahudiliğin hellenileştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir.
İncil’deki bölümlerin hepsi Grek pagan dinleri etkisinde Grekçe yazılmış metinlerdir. Ama bütün incillerin arasından Grek pagan etkilerinin, gizem kültleri etkilerinin en çok görüldüğü İncil “Yuhanna incili”dir.Pavlus’un mektupları da aynı şekilde Grek pagan inançlarından büyük oranda etkilenmiştir.Bu incili paganlıktan dönmüş kişilerin yazdığı sanılmaktadır(olasılıkla Efesliler)

Greklerin pagan Dionysos ve Attis kültüdür.

İncilin yazarları da aynı teolojiyi İsa’ya uyarladılar, böylece İsa’nın da ölmesi günahları bağışlatmak için kurban olması gerekiyodu.Yani pagan dininden alıp hristiyanlığa koydular.(ilk önce Pavlus bu pagan fikrini hristiyanlığa geçirdi)
Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi.Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi,pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir.
Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.
Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir,kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir.Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.
Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu, çok şaşalıydı.Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi.Haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor.
Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir

Mitracılık

Milattan sonra birinci yüzyıl ile dördüncü yüzyıl arası Roma İmparatorluğu askerleri arasında yaygınlaşmıştır.
Mitra'nın en belirgin tasvirleri kayadan doğması ya da kurban edilecek bir boğa olarak görülmektedir.
"Mitra" ifadesi en eski olarak, Hinduizm dininde Vedalarda kullanılmıştır. Daha sonra çeşitli versiyonları türemiştir. Sonradan türeyen versiyonlarından en önemlileri Pers Mitraizmi ve Roma Mitraizmi'dir. Roma mitraizminin Hıristiyanlık dinini doğrudan etkilediği iddia edilmektedir.
Mitracılığın tarihi MÖ1400 yıllarına kadar uzanır. Mitra o yıllarda Hintlerin diniydi... Fakat o zamanlardan sonra geniş bir alana yayılmış ve tarihin her döneminde yerleştiği yerin de kültüründen etkilenerek büyümüştür...
Daha sonra Mitraizm Romalıların inançlarından da etkilenerek Romalıların resmi dini oldu..
Mitraizm Hristiyanlığı sadece 1 yönden etkilemiştir...O da Mitraların kullandığı resimlerle Mısır Güneş diskinden gelen yine katoliklerin kullandığı azizlerin arkasındaki hale biçimli betimlemedir ve birkaç tane daha resimdir Bu işlem dördüncü yüzyıla kadar yapılmamıştır yani bu betimleme işlemi Hristiyanlık doğduktan en az 200 yıl sonra yapılmıştır..Benzerlik bundan ibarettir... İnanış biçimlerinde ibadetlerde hiçbir benzerlik söz konusu değildir..

Bugünkü bazı bilim adamlarına ve bulgulara göre Mitraizm aslında Hristiyanlıktan etkilenmiştir..Mitraizm zaten doğduğundan beri yerleştiği yerin kültürünün de etkisiyle değişmiştir..



Hristiyanlıktan Önce Yahudiler

İsa’nın doğduğu yıllarda, daha önce Babilliler, Persler, Mısırlılar, Suriyeliler, Makabilerin egemenliği altında yaşayan Yahudiler birçok esaretten sonra İ.Ö 63 yılından beri de Romalıların egemenliği altında yaşıyorlardı.

M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Romalı kumandanı Pompey tarafından işgal edildi.
Pompey, MÖ 63 yılında Kudüs'ü ele geçirdiğinde tapınağa hakaret etti. Josephus'a göre (Roma İmparatorunun maiyetinde yaşıyordu), Pompey tapınaktan ya da hazinesinden hiç bir şey almamıştı ancak Tapınağın kutsal alanına girmesine engel olan bir rahipleri öldürttü. Pompey Yahudileri dağıttı, şehri ve Mescid-i Aksa’yı yaktı, yıktı. Romalılar Yahudilerin tapınaklarını tahrip etmişler, kurban, sünnet gibi dinsel geleneklerini yasaklamışlardı.

Roma güçlenmeye başladığında, bir müşteri-kral olarak Herod’u başa koydu. Büyük Herod, kendini şehrin güzelleşip gelişmesine adadı.
MÖ 19 yılında, Kral Herod tapınak kompleksinin tamirine başladı. İkinci tapınağın temelleri dahi Romalılarca tahrip edildiğinden dolayı daha büyük ve daha geniş tamamen yeni bir tapınak yapılmasını emretti.[5]
Duvarlar, Kuleler, Saraylar yaptı ve Tapınağın bulunduğu alanı genişletti. Herod yönetiminde Tapınağın bulunduğu alan iki kat genişledi.
Roma döneminde dil Grekçeydi. Romalılar yönetimleri altında bulunan her yere yollar yaptılar. Bu da Müjde’nin her yere ulaşması bakımından oldukça iyi bir gelişme idi. Roma’nın bu dönemi içinde savaş olmadığı için insanlar daha sakin bir dönem yaşadı.

Roma işgali Yahudi tarihinin en karanlık bir kesitini temsil eder.

Bu konuyla ilgili siyonist düşünürler Romalıların İsrailoğullarını sadece İsrail topraklarından çıkarmak değil, Yahudilikten’de çıkarmak istediklerini iddia ederler. Tüm bu sıkıntılar Yahudiler arasında isyan, başkaldırı ve savaşların çıkmasına sebep olmuştur.

Yahudiler, kendilerini kurtaracak ve arzulanan Yahudi birliğini kurarak, Romanın boyunduruğundan kurtaracak, İşaya, Miha, Zefanya ve Ezekyel dahil, peygamber ve kitapların tescil ettiği Yahudi “inancının 13 prensibin”den birisi olan kurtarıcı Mesih beklentisine girerler.


Yahudiler, bir yandan bu fiziksel ve kültürel egemenlikten kurtulma yollarını ararken diğer yandan bir kültür ve inanç çatışması yaşamaya, birbirleriyle de çatışmaya, inançlarında geçen kurtarıcı mesihi beklemeye başlamışlardır. Bu arada birçok Mesih ve mezhep ortaya çıkmıştır.

Sahte mesih mücadelesinin verildiği bu karanlık dönemde Yahudilerin üç büyük gruba bölünmüş olduğunu görülür:

1. Sadusiler; (politik gücü elinde tutanlar)Sözlü Kanunu reddederek, Roma’ya sadakat yemini eden varlıklı kesim;
2.  Farisilerdir(Ferisiler)(dinsel gücü elinde tutanlar) Tora’ya ve Sözlü Kanuna sadık coğunluğu temsil edenler;
3. Zilotlar: Roma’ya karşı intihar savaşı yapmayı teklif edecek kadar fanatiktirler.

Bu mezheplerin insanlığın Mesih tarafından kurtarılacağını belirten vaazlarına, sıradan insanların acı dolu yılların sona erdiği müjdesini duyma umuduyla onların vaaz ve dualarına katılarak alaka duyup taraftar olduklarını’da görmekteyiz. Bu vaizlerin en efsanevi olanı Yeoşua’dır ki o’daha sonra tarihte Christ (Mesih’in Yunanca’sı) diye anılarak, tarihe Hıristiyanlığın propogandacısı olarak geçecektir.

Bütün bu dönemin sıkıntıları İsrail halkının Kurtarıcı Mesih özlemini en üst noktaya taşımıştır. İşte İsa’nın Mesihliği de böyle bir dönemde ortaya çıkmıştır.

Luka 2: 10‑11Melek ise onlara, «Korkmayın!» dedi. «Size, tüm halk için büyük sevinç kaynağı olacak bir müjde getiriyorum: bugün size, Davut’un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih’tir.




Hristiyanlıktan Önce Yahudi, Kudüs ve Tapınak Tarihi


Kudüs'teki tapınak tepesinde bir biri ardınca inşaa edilmiş iki farklı tapınak bulunur:
Süleyman Mabedi aşağı yukarı MÖ 10. yüzyılda (960 civarı) Musa'ya ait Çadır Tapınağın yerine inşaa edilmişti. Tapınak MÖ 586 yılında Nebukadnezar komutasındaki Babilliler tarafından tahrip edilmiştir.

İkinci tapınak Cyrus'un Musevilerin Babil Sürgününden dönmelerine izin vermesinden sonra inşaa edilmiştir. Dönüş, MÖ 537 yılında gerçekleşmiş olup birkaç kez yaşanan gecikmeden sonra tapınak MÖ 516 yılında tamamlanabilmiştir. Tapınak tepesindeki mabed 150m x 50m ölçülerindeydi.[4].
İkinci tapınak, General Titus komutasındaki Roma İmparatorluğu'na bağlı birlikler tarafından 70yılında tahrip edilmiştir. 

Büyük İskender Pers İmparatorluğu’nu işgal ettiğinde, Kudüs ve Yehuda, Makedon kontrolü altına girdi ve zaman içinde Batlamyos Hanedanlığının (Mısır) kontrolüne girdi. Milattan önce 198 yılında, Beşinci Batlamyos, Kudüs ve Yehuda’yı, üçüncü Antiokos yönetimindeki Selevkos’a kaybetti. Selevkos, Kudüs’ü tekrar Hellenik şehir devleti haline sokmaya çalıştı. Milattan önce 168 yılında, Mattatias ve beş oğlunun Antiokos Efifanes’e karşı gerçekleştirdiği, Makabi isyanıyla Hasmonean Krallığını kurdu ve milattan önce 152 yılında Kudüs’ü başkent yaptı.

Roma döneminde dil Grekçeydi. Yahudilerin pek çoğu da diğer uluslar gibi Grekçe kullanmaya başladılar.


İsa Mesih'in muhtemelen İbranice anladığı bir gerçektir, buna karşın onun ana dili İbranice değil Galile Aramicesidir. Grekçe o zamanın ortak diliydi, ve bu yüzden filistin bölgesinde yaygın bir şekilde kullanılıyordu. Uzmanlar marangoz olan İsa Mesih'in Grekçe'yi çok iyi biliyor olduğunu söylüyorlar. Belirli zamanlarda onun öğretisi Aramice ve diğer zamanlarda Grekçe oluyordu (Örneğin Markos 7:26-30)
 İncil'in Aramiceden çevrilmiş olarak değil, ama ortak kullanılan Grekçe ile yazıldığı çok nettir. Ortak Grekçe o zamanda en çok anlaşılır ya da bilinir dil olduğu için, Kutsal Kitap için en uygun dildi. http://www.answering-islam.org/turkce/sorular-cevaplar/ibranicearamiceyadagrekce.html


M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Romalı kumandanı Pompey tarafından işgal edildi.
Pompey, MÖ 63 yılında Kudüs'ü ele geçirdiğinde tapınağa hakaret etti. Josephus'a göre (Roma İmparatorunun maiyetinde yaşıyordu), Pompey tapınaktan ya da hazinesinden hiç bir şey almamıştı ancak Tapınağın kutsal alanına girmesine engel olan bir rahipleri öldürttü. Pompey Yahudileri dağıttı, şehri ve Mescid-i Aksa’yı yaktı, yıktı. Böylece Yahudiler, Roma Devleti hakimiyetine girdiler.

Pompey bir süre sonra tüm gücünü kaybetti ve avlanan bir kaçak olarak öldü. Bu olay pek çok Musevi tarafından ilahi bir cezalandırma olarak kabul edilir. 

Roma güçlenmeye başladığında, bir müşteri-kral olarak Herod’u başa koydu. Büyük Herod, kendini şehrin güzelleşip gelişmesine adadı.
MÖ 19 yılında, Kral Herod tapınak kompleksinin tamirine başladı. İkinci tapınağın temelleri dahi Romalılarca tahrip edildiğinden dolayı daha büyük ve daha geniş tamamen yeni bir tapınak yapılmasını emretti.[5]
Duvarlar, Kuleler, Saraylar yaptı ve Tapınağın bulunduğu alanı genişletti. Herod yönetiminde Tapınağın bulunduğu alan iki kat genişledi.
Roma döneminde dil Grekçeydi. Romalılar yönetimleri altında bulunan her yere yollar yaptılar. Bu da Müjde’nin her yere ulaşması bakımından oldukça iyi bir gelişme idi. Roma’nın bu dönemi içinde savaş olmadığı için insanlar daha sakin bir dönem yaşadı.

Herod’un ölümünden kısa bir süre sonra, Milattan sonra 6 yılında, Yehuda Roma şehirlerinden (Iudaea) birinin parçası oldu [74].

Fakat Roma yönetimi, Birinci Yahudi-Roma Savaşıyla muhalefete uğradı ve bu muhalefet 70 yılında İkinci Tapınağın yıkılmasıyla sonuçlandı.

66-73 yılları arasındaki Birinci Yahudi-Roma savaşı sonunda darmadağın olan Yahudilerin durumuna rağmen, Roma imparatorlarının koyduğu kanunlar Yahudileri ikinci bir ayaklanma için kışkırttı. Yahudiler için bardağı taşıran son damla ise İmparator Hadrian'ın koyduğu yasalardı; bu yasalara göre Yahudilerin Kudüs'e girişi yasaklanıp Kudüs'ün yerine Aelia Capitolina isimli bir Roma şehri inşa edilecekti.

Bar Kohba Ayaklanması (132-136)

130'da İmparator Hadrian, Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Yahudilere sıcak davranıp şehri tekrar kurma sözü verdi. Önceleri bu duruma sevinen bölgedeki Yahudiler, İmparatorun kutsal tapınağın olduğu yere Jüpiter tapınağını inşa etmek istediğini öğrenince ihanete uğradıklarını hissettiler. [1]

Bölgeye VI Ferrata birliği ilave edildi. 131'de bölgenin valisi Tineius Rufus, Kudüs'ün bulunduğu yere Aelia Capitolina isimli şehri kurma projesine başladı."Tapınağı sabanlamak" günah olduğundan Yahudiler Roma'ya sırt çevirdi. Helenistik felsefeye göre vücudu bozmak yanlış olduğundan Romalılar sünneti yasaklayınca Yahudilerle Roma İmparatorluğu arasındaki gerginlik daha da arttı.

Yahudiye topraklarında Roma İmparatorluğu'na karşı yapılmış üçüncü büyük ayaklanması ve Yahudi-Roma savaşları'nın sonuncusudur.

Dönemin Yahudilerince "mesihvari özellikleri bulunan" Şimon Bar Kohba bu ayaklanmanın lideriydi. Ayaklanma sonucunda Yahudiye'nin bazı bölümlerinde iki yıl süreyle bağımsız bir ülke kurulması başarılmasına rağmen en nihayetinde Roma 12 birlikli ana ve yedek ordularıyla bu devleti yıktı. Roma, Yahudilerin (9 Av bayramı hariç) Kudüs'e girmesini yasakladı.

Birinci ayaklanmadan 60 sene sonra gerçekleşen bu ikinci ayaklanmayla Yahudiler ömrü 3 sene sürecek olan bağımsız bir devlet kurmayı başardı.

Musevilerin, 132-135 yılları arasında Romalılara karşı giriştikleri son isyan sırasında Kudüs, 132 yılında başlayıp üç yıl süren Bar Kokhba Ayaklanmasında, bir kez daha Yehuda’nın başkenti oldu.
İki buçuk yıl bağımsız bir devlet olmayı başaran bu devletin hükümdarlığını Şimon Bar Kohba yaptı ve devlet başkanı ünvanına sahip oldu. "İsrail'in kurtuluş çağı" ilan edildi, belgeler imzalanıp yüklü miktarda gümüş ve bakır paralar basıldı.

Simon bar Kokhba ve Rabbi Akiva tapınağı yeniden kurmayı denediler
Bu dönemde Sanhedrin'in başkanlığını Rabbi Akiva yapıyordu ve Tanrı'ya kurban adakları tekrar başladı.
ancak bar Kokhba'nın isyanı başarısız oldu ve Museviler Kudüs'ten çıkartıldılar.

Yahudiler'i ayaklanmaların kaynağı olarak gören Hadrian, Yahudiliği kökten silmeye çalıştı. Tora (Tevrat) kanunlarını ve İbrani takvimini yasakladı ve dini liderleri öldürttü. Yahudiler'in kutsal yazıtlarını Tapınak Dağı'nda törenlerle yaktı. Tapınağın olduğu yere biri kendisi ve biri Jüpiter olmak üzere iki heykel diktirdi.

İmparator Hadrian, Iudaea Şehrini, komşu şehirlerle birleştirerek, Yehuda adını yok edip, Syria Palaestina’yı kurdu. Kudüs’ü Romalı bir şehir haline getirip, adını Aelia Capitolina olarak değiştirdi[75].
Yahudiliği hafızalardan silmek için bölgenin adını haritadan sildi. Bölgenin adını Yahudiye'den, zamanında Yahudiler'in azılı düşmanları olan Filistlerden esinlenerek Suriye Filistini koydu,[8][9] ve Filistin adı bugüne kadar devam etti. Kudüs'ü pagan şehrine çevirip Yahudiler'in şehre yılda bir kez dışında girmesini yasakladı.
. Bu kurallar [76][77][78] bütün Yahudileri etkiledi ve böylece şehrin kalıcı laikleşmesini sağlamayı amaçladı[79]. Yahudilerin şehre girmemesi Milattan sonra 4. Yüzyıla kadar sürdü.

Uzun vadede etkileri ve Tarihi önemi[değiştir | kaynağı değiştir]
I. Konstantin savaşın yasını Ağlama Duvarı'nda tutmak için senede bir defaya mahsus olmak üzere (9 Av'da) Kudüs'ün kapılarını Yahudilere açtı. Yahudiler, yaklaşık 2000 yıl dağınık halde yaşarken, bölgedeki Yahudi nüfusu dönemden döneme farklılıklar gösterdi.
Modern tarihçilere göre, Bar Kohba isyanı, Yahudi tarihini etkileyen önemli bir unsurdur; büyük kayıplar yüzünden bu yıldan başlayarak Yahudi diasporası başlamıştır. Aynı tarihçiler,Birinci Yahudi-Roma savaşı'na kıyasla bu ayaklanma sonrasında daha çok Yahudinin öldürüldüğünü, sürüldüğünü veya köle olarak satıldığını belirtilir. Bu olaylardan sonra Yahudiliğin dini merkezi bu bölgeden Babil'e kaydı. Celile'de 2-4. yy arasında Kudüs Talmudu derlendi

İsa'yı mesih olarak kabul eden Yahudiler Bar Kohba ayaklanmasını desteklemedi; buna rağmen bu Yahudilerin de Kudüs'e girişi yasaklandı. Savaşın sonunda Hıristiyanlıkla Yahudilik arasında belirgin farklılıklar oluşmaya başladı.
Bar Kohba yerine İsa'yı kendilerine mesih seçen Yahudiler'in bu dönemde (dini açıdan) Yahudilerden kopup Hıristiyanlığı başlattıkları düşünülür.


M.S. 1. yüzyıl içerisinde cereyan eden ve Kral Herod tarafından başlatılan zulümlerin ardından, tarihe büyük isyan olarak geçen ve Yahudiler adına intihar anlamına gelen Roma’ya karşı başkaldırı hareketi Bar Kohba isyanıyla birlikte, Yahudilerin manevi olarak zayıf düşmelerine vesile olup, 19 asır süren sürgün hayatı ve Hiristiyan zulümlerine maruz bırakan zemini hazırlamıştır.


İsa

Bazı araştırmacılara göre İsa, Roma İmparatoru Augustus zamanında (MÖ 27 - MS 14) Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinin (günümüzdeki Filistin’in bölgesi) kuzeyindeki  Celile bölgesindeki Nasıra kasabasında, M.Ö.4'te bir Yahudi olan Meryem'den evlilik dışı dünyaya gelmiştir.Meryem Yusufla evlenmiştir.

İsanın doğumu

Matta 1

İsa Mesih’in Doğumu
18 İsa Mesih’in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf’la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem’in Kutsal Ruh’tan gebe olduğu anlaşıldı. 
19Nişanlısı Yusuf, doğru bir adam olduğu ve onu herkesin önünde utandırmak istemediği için ondan sessizce ayrılmak niyetindeydi. 
20Ama böyle düşünmesi üzerine Rab’bin bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: “Davut oğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh’tandır. 
21Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.”
22Bütün bunlar, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: 
23“İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacaklar.” İmmanuel, Tanrı bizimle demektir.
24Yusuf uyanınca Rab’bin meleğinin buyruğuna uydu ve Meryem’i eş olarak yanına aldı. 
25Ama oğlunu doğuruncaya dek Yusuf ona dokunmadı. Doğan çocuğun adını İsa koydu.


Matta 2

Yıldızbilimcilerin Ziyareti
2İsa’nın Kral Hirodes devrinde Yahudiye’nin Beytlehem Kenti’nde doğmasından sonra bazı yıldızbilimciler doğudan Yeruşalim’e gelip şöyle dediler: “Yahudiler’in Kralı olarak doğan çocuk nerede? Doğuda O’nun yıldızını gördük ve O’na tapınmaya geldik.”
3Kral Hirodes bunu duyunca kendisi de bütün Yeruşalim halkı da tedirgin oldu. 
4Bütün başkâhinleri ve halkın din bilginlerini toplayarak onlara Mesih’in nerede doğacağını sordu. 
5“Yahudiye’nin Beytlehem Kenti’nde” dediler. “Çünkü peygamber aracılığıyla şöyle yazılmıştır:
 
6‘Ey sen, Yahuda’daki Beytlehem,
Yahuda önderleri arasında hiç de en önemsizi değilsin!
Çünkü halkım İsrail’i güdecek önder
Senden çıkacak.’ ”
7Bunun üzerine Hirodes yıldızbilimcileri gizlice çağırıp onlardan yıldızın göründüğü anı tam olarak öğrendi.
8“Gidin, çocuğu dikkatle arayın, bulunca bana haber verin, ben de gelip O’na tapınayım” diyerek onları Beytlehem’e gönderdi.
9Yıldızbilimciler, kralı dinledikten sonra yola çıktılar. Doğuda görmüş oldukları yıldız onlara yol gösteriyordu, çocuğun bulunduğu yerin üzerine varınca durdu. 
10Yıldızı gördüklerinde olağanüstü bir sevinç duydular. 
11Eve girip çocuğu annesi Meryem’le birlikte görünce yere kapanarak O’na tapındılar. Hazinelerini açıp O’na armağan olarak altın, günnük ve mür sundular. 
12Sonra gördükleri bir düşte Hirodes’in yanına dönmemeleri için uyarılınca ülkelerine başka yoldan döndüler.
Mısır’a Kaçış
13 Yıldızbilimciler gittikten sonra Rab’bin bir meleği Yusuf’a rüyada görünerek, “Kalk!” dedi, “Çocukla annesini al, Mısır’a kaç. Ben sana haber verinceye dek orada kal. Çünkü Hirodes öldürmek için çocuğu aratacak.”
14Böylece Yusuf kalktı, aynı gece çocukla annesini alıp Mısır’a doğru yola çıktı. 
15Hirodes’in ölümüne dek orada kaldı. Bu, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: “Oğlumu Mısır’dan çağırdım.”
16Hirodes, yıldızbilimciler tarafından aldatıldığını anlayınca çok öfkelendi. Onlardan öğrendiği vakti göz önüne alarak Beytlehem ve bütün yöresinde bulunan iki ve iki yaşından küçük erkek çocukların hepsini öldürttü.
17Böylelikle Peygamber Yeremya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelmiş oldu:
 
18“Rama’da bir ses duyuldu,
Ağlayış ve acı feryat sesleri!
Çocukları için ağlayan Rahel
Avutulmak istemiyor.
Çünkü onlar yok artık!”
Nasıra’ya Dönüş
19-20 Hirodes öldükten sonra, Rab’bin bir meleği Mısır’da Yusuf’a rüyada görünerek, “Kalk!” dedi, “Çocukla annesini al, İsrail’e dön. Çünkü çocuğun canına kıymak isteyenler öldü.”
21Bunun üzerine Yusuf kalktı, çocukla annesini alıp İsrail’e döndü. 
22Ama Yahudiye’de Hirodes’in yerine oğlu Arhelas’ın kral olduğunu duyunca oraya gitmekten korktu. Rüyada uyarılınca Celile bölgesine gitti. 
23Oraya varınca Nasıra denen kente yerleşti. Bu, peygamberler aracılığıyla bildirilen, “O’na Nasıralı denecektir” sözü yerine gelsin diye oldu.



Hırıstiyan tarihçi ve teorisyenlerin çoğu, İsa'nın Celileli bir öğretmen ve marangoz olduğu, şifa dağıttığı, Yahya peygamber tarafından vaftiz edildiği, "halkı isyana teşvik etmek" suçuyla, Yahudi din adamlarının tahriklerine kanan Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinin valisi Pontius Pilatus'un emri ile Kudüs'te çarmıha gerildiği konusunda hemfikirdir.
(Bununla birlikte az sayıda tarihçi ve araştırmacı kutsal kitaplarda bahsi geçen ve tarihi dokümanlarda ismine rastlanılmayan İsa'nın mitolojik bir karakter olabileceğini düşünmektedirler.)(vikipedi)

Hristiyanlar tarafından İsa’nın gerçekten yaşamış ve peygamberlik etmiş bir olduğu iddia edilir, bunu bazı araştırmacılar da kabul eder ve savunur. http://www.incilturk.com/MAKALELER/incil_nasil_yazildi.htm


Yahudilerin yüzyıllardır beklediği Mesih olduğunu ilerisüren İsa’ya ilk inananlar bir grup Yahudiydi. İsa’nın Yahudilerin mevcut dindarlık anlayışlarını eleştirmesi, ona inanmayan diğer Yahudileri rahatsız etti. Buna Romalı idarecilerin kendileri için bir tehdit oluşturacağı endişesi de eklenince bazı Yahudi din adamlarının teşviki ve Roma'nınYahudiye eyaletinin valisi Pontius Pilatus'un emri ile Kudüs'te çarmıha gerildi (M.S. 29-M.S.36).




Hristiyanlıkta, Kitab-ı Mukaddes denilen Eski Antlaşma  (Tevrat ve Zebur) ve Yeni Antlaşma'yı kapsayan
kitaplar kabul edilir, ancak Hristiyanlığın asıl kendi döneminde oluşan ve esas aldığı kitap ise Yeni Antlaşma'dır.

İsa, Yahudi halkıyla yapıldığına inanılan Eski Antlaşmayı kaldırmaya değil, blakis onu tamamlamaya geldiğini söyler:

 “ben şeriatı kaldırmaya değil, bilakis tamamlamaya geldim”

Kutsal Yasa
17 “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. 
18Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. 
19Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak. 
20Size şunu söyleyeyim: Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler’inkini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz!”


Hristiyanlığın asıl kitabı olan Yeni Antlaşma, İsa’nın ölümünden 50 yıl kadar sonra Havariler(İsa'nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlendirdiği yardımcıları) ve havarilerin çevresindeki Hristiyan din adamları tarafından kitap haline getirilen Yeni Antlaşmadır. Yeni Antlaşma, ilk dört kitap olan Matta, Markos, Luka e Yuhanna İncillerinden ve Havarilerin kiliselere yazdıkları mektuplardan oluşur.  İncil kelimesi gerçekte Yeni Antlaşma’nın ilk dört kitabını (bölümünü) karşıladığı halde, bazen Yeni Antlaşma'nın tamamı için de kullanıldığı olur.

Yeni Antlaşma’nın başında yer alan dört İncil’in hepsi de İ.S. birinci yüzyıl bitmeden önce yazılmıştır.
Yazılan ilk İncil Markos İncil’i İ.S. 58 yıllarında yazılmıştır.


(MattaMarkosLuka ve Yuhanna) Genel kabule göre bunlar İsanın ölümünden 60-70 yıl sonra, I. yüzyılda yazılmışlardır.

Hristiyan kaynaklarının aktardığına göre, İsa'nın havarileri ve onların yakın çevresinde yer alan kişiler İsa'nın öğretilerini anlatmayı sürdürdüler. Öğrencilerin önderi konumundaki Petrus Roma'da yaşamaktaydı. Onun yakın çalışma arkadaşı Markos büyük olasılıkla Petrus'un anlattıklarını bir araya getirerek İsa'nın yaşamını anlatan en eski İncil kitapçığını yazmıştır (M.S. 50-60 yılları). Diğer İncil yazarları İsa'nın öğrencisi Matta Levi ve Pavlus'un yakın çalışma arkadaşı doktor Luka, Markos'un yazdığı metni geliştirerek değişik alıcılara göndermek üzere İsa'nın yaşam öyküsünden kesitleri yazmışlardır. Her iki kitapçığın da 70 yılları dolayında yazıldığı düşünülmektedir. Yine İsa'nın öğrencisi olan Yuhanna ise İncil'ini 85 yılından sonra kaleme almıştır. İncil'lerin yazım tarihleri ile hangi dilde yazıldığına dair güvenilir bir bilgi yoktur.(vikipedi)
Hristiyan kaynaklarına göre, İsa'nın çarmıhta öldürülmesi ve üç gün sonra diriltilerek göğe yükseltilmesi havarileri ve diğer öğrencileri arasında büyük etki yarattı. Havariler İsa'nın göğe alınışından sonra bir süre Filistin'de kaldılar. Ancak hem Yahudi muhafazakârlar hem de Romalılar'dan gördükleri baskılar nedeniyle dünyanın değişik yerlerine göç etmek zorunda kaldılar. Bunun sonuçlarından biri de Hıristiyanlığın yayılması oldu.Havarilerden Petrus Roma'da, Bartalmay Ermenistan'da, Yehuda (Taday) ve Yurtsever Simun Pers topraklarında öldürülmüşlerdir [2]

İncil’in Dili

İsa’nın genellikle kullandığı dil büyük olasılıkla Aramiceydi. Bu dil, o zamanda Filistinde yaşayan Yahudiler’in ve Suriye ile Mezepotamya’nın bir çok bölgelerinde yaşayanların ana diliydi. Aramice, sami dillerinden olup İbranice ve Arap diliyle akrabadır. İsa’nın Aramice sözcük ve deyimlerinden bazıları İncil’de asıl şekliyle korunmuştur.
Oysa İnciller , Yeni Antlaşma’nın diğer kısımlarıyla birlikte, Aramice değil, Grekçe yazılmıştır. İsa’nın ve ilk öğrencilerinin Aramice sözleri bize şimdiki şekliyle erişmeden önce Grekçe’ye çevrilmiştir. Bu neden böyle oldu?
Birinci sebebi, Büyük İskender’in fetihlerinden beri (İ.Ö. 336-323) Filistin, Hellenistik dünyanın bir parçası olmuştu. Anadili Aramice olan Filistinliler bile, o zamandan sonraki kuşaklarda Hellenistik kültürün birçoğunu benimsememişlerdi. Din ya da yurtseverlik nedeniyle birçok kişi Grekçe konuşmamayı tercih ettiyse de, o dili iyi anlayabilirlerdi. Filistinli Yahudiler’in çoğu herhalde İbranice de anlarlardı; ancak kutsal bir dil sayıldığından, evden veya çarşıdan daha çok sinagoglarda kullanılırdı. Bazen Yeni Antlaşma “İbranice’den” söz ettiği zaman, Aramice’yi kastetmektedir. Örneğin, İsa’nın çarmıhta başı üzerinde asılan suç yaftasında “Yahudiler’in Kralı” sözünün İbranice, Latince ve Grekçe olarak yazıldığını anlatıyor. (Yuhanna 19:19-20). Burada sözü geçen İbranice (yahut Aramice) ve Grekçe’den başka, neden Latince de yazılsın? Latince, Roma ordusunun resmi diliydi de ondan. Platus Yahudiye’deki Roma ordusunun komutanı olduğundan, suçluları çarmıha germe işini yerine getiren kendi askerleriydi.
İkinci sebebi, İncil Grekçe’den başka dil bilmeyenler arasından hemen yayıldı. Bu yayılış, ilk önce Filistin’in kendisinde (örneğin, çoğunlukla Grekçe konuşulan Sezariye’den), sonra Suriye’de ve Anadolu’da (özellikle Grekçe konuşulan büyük Antakya kentinde) ve Doğu Akdeniz’in diğer ülkelerinde oldu. Bu ülkelerde en çok konuşulan ve anlaşılan dil Grekçeydi. Kudüs’ten ve Filistin’in Aramice konuşulan başka merkezlerinden uzaklaşır uzaklaşmaz, İsa’nın Elçileri’nin ve diğer İncil vaizlerinin kullandıkları dil Grekçeydi. O zaman Grekçe konuşulan Tarsus kentinde doğan Pavlus, kentte yaygın konuşulan dili öğrenmeden önce kendi muhafazakar Yahudi ailesinin ortamında Aramice öğrendi. Ama ister istemez Tanrı’nın Paganlara (çok tanrılılara) gönderdiği elçi olarak mektup yazmak için Grek dilini kullanmak zorundaydı. İncil yalnızca Yahudiler için değil, herkes için olduğuna göre, Hıristiyanlığ’ın temel yazıları, İncil’in yayıldığı bölgelerde en çok kullanılan dillerde, yani Grekçe olarak yazılıp yayımlandı. İ.S. ikinci yüzyıldan itibaren İnciller ve diğer Yeni Antlaşma yazılarının bazıları, Aramice’nin bir şekli olan Süryani dilinde yayımlandı, ama bu Süryanice Yeni Antlaşma, Grekçeden çevrilmiştir.



İsa’nın kadınlarla ilgili tutumu, yaşadığı kültürel ortam dikkate alındığında genel olarak olumludur. Yeni Ahid’de verilen bilgilere göre İsa’nın etrafında, onun sohbetlerini ve tavsiyelerini dinleyen, ona yardımcı olan kadınların olduğu görülmektedir (günümüzde İsa’nın bu kadınlardan Mecdelli Meryem (Maria Magdalena) ile evlendiği iddia edilmektedir).

Mecdelli Meryem (Maria Magdalena)


Magdalalı Meryem,Yeni Ahit'e göre İsa'nın takipçilerinden biridir. Markos ve Yuhanna İncillerine göre, öldükten ve gömüldükten sonra dirilen İsa'yı ilk gören kişidir.

Bir diğer inanışa göre ise Maria Magdalena ya da Mecdelli Meryem, fahişelik yaptığı gerekçesiyle taşlanmak istenen, ama İsa’nın bu taşlamayı önlediği ve bu olaydan sonra azize olan kadındır. (Vikipedi)


Gnostisizm’de Maria Magdalena

Kadınların kurtuluşu sorununa ilk dönem kilisesinden farklı bir şekilde bakan bir başka isim de Valentinius’dur.
Valentinius (İ.S 100-160) Mısır da doğup İskenderiye’de eğitim gören, Valentinianizm olarak bilinen erken dönem Gnostik hareketin lideridir. Onun ve takipçilerinin oluşturdukları Hakikat İncili adlı bir İncil metni de vardır. Hareket ikinci yüzyılda faaliyet gösteren radikal eşitlikçi bir Hristiyan akım olarak da kabul edilir.

Kadını kurtuluş konusunda erkekle eşit bir konuma yükseltirler. Zira onlara göre kurtuluşun ana şartı, yukarıda ifade edüdiği üzere ayrılığın ortadan kaldırılmasıdır. Erkeğin kadına, kadınınsa erkeğe ihtiyacı vardır. Biri olmadan (ruhsal ya da fiziksel prensipten) diğerinin kendi başma kurtulması imkânsızdır. Yine Valentinci ekolün önemli metinlerinden birisi olan Mecdelli Meryem’in İncüinde (The Gospel of Mary Magdalene) Mecdelli Meryem’in şahsında kadının havarisel otoritesini ortaya koyarlar. Petrus, Meryem’e, İsa’mn onu diğer kadınlardan daha fazla sevdiğini, başkalarıyla paylaşmadığı bügüeri onunla paylaştığım bu yüzden İsa’dan duyduklarım kendüerine aktarmasını ister..
Valentianizmin bu çıkışına karşın genel olarak Mecdelli Meryem İncillerde silik bir kadın figür olarak yer alır. Hatta ondan günahkâr bir kadm olarak söz edilir. Valentianizmin aksine ondan İsa'nın yanındaki en yakın sırdaşı ya da havarisi olarak söz edilmez. İncillere göre İsa’nın havarileri yalnızca erkeklerden müteşekkildir. Dolayısıyla bu durum, İncillerin kadına bakışıyla uyumludur. Kadın, bütün Hıristiyan tarihi boyunca hep ikincil konumda kalmış ve çoğu zaman kötülükle vasıflandırılmıştır. İncillerde İsa'nın çok yakınında olan kadınlardan söz edilmiş ve İsa'nın çarmıh ve dirilişine şahit olanların yine bu kadınlar olduğu belirtilmiş olmasına rağmen orda bile kadınlar ısrarla geri planda kalmıştır. Kadınların havariliğinden ya da İsa'nın mesajını taşıyıp taşımadıklarından söz edilmemiştir. Çarmıh ve diriliş esnasında İsa'nın yanında olduğu belirtilen Mecdelli Meryem gibi kadınların kanonikierin aksine apokrif metinlerde yüceltildiği görülmektedir.


İsa tutuklandığında erkek havariler kaçışırken, kadınlar direnerek çarmıha kadar ona eşlik ettiler. İsa’nın dirilişine ilk tanıklık eden ve inanan Marya Magdalena oldu. Marya Magdalena, Joanna, Susana İsa’ya ilk inananlardan olup, ona büyük destek verdiler. Marya veMartha İsa’yı evlerinde ağırlar, ona büyük bir misafirperverlik gösterirlerdi.

İsa’nın ölümünden sonraki ilk yüzyılda hristiyanların çoğu kadındı.
Paulus mektuplarındaPrisca, Junia, Julia ve Nereus’un kızkardeşinin misyonerlik faaliyetlerinden övgüyle söz etmektedir. Paulus Prisca ve kocasının onu korumak için hayatlarını tehlikeye attıklarını bildirmektedir. Junia’yı çalışmalarından ötürü havari olarak ilan etmiştir. Marya ve Persis gayretli çabalarından ötürü övülmektedir.
Euodia ve Syntyche’yi takipçileri olarak ilan etmiştir.
İlk hristiyanlar kiliseleri olmadığından, evlerde toplanan küçük gruplardı. Bu “ev-kilise”lerin liderleri kadınlardı. Thyatira’lı Lydia, Laodicea’lı Nympha gibi kadınlar, evlerinde toplanan bu grupların sekreterlik işlerini yürütmek gibi önemli roller üstlenmişlerdi.
Paulus, Phoebe adlı kadının vaazlar verdiğini, kehanetlerde bulunduğunu anlatmaktadır. Kadınlar vaaz vermek, eğitim yapmak, topluluklara konuşmak gibi dini görevleri başarıyla yürütürlerdi

Bir çok kaynakta Marya Magdalena İsa’dan sonra erken dönem hristiyanlığın önderi olarak gösterilmektedir. Mısır yazmalarında Marya Magdalene örnek bir mürid, havarilerin havarisi olarak tanımlanmaktadır. Marya Magdalena bir çok eserde erkek havarilerle birlikte tek kadın havari olarak gösterilmiştir. İsa’nın onun için öğretisini en iyi anlayan mürit dediği söylenir.
Marya Magdalena İsa’nın Sophia’sı olarak tanımlanmıştır. O, dirilişten sonra İsa ile konuşan on iki erkek ve yedi kadından biridir. “Gospel of Philip”de, Marya Magdalenaİsa’nın izinden yürüyen üç Marya den biri olarak yazılmıştır. Aynı esere göre Marya Magdalena İsa’nın en çok sevdiği ve sık sık öptüğü(!) havarisidir.

Gospel of Thomas 114: “Petrus, `Meryem gitsin çünkü kadınlar sonsuz yaşamı hak etmiyor’ dedi. İsa da “Bak ben Meryem`e bir erkek olmayı öğreteceğim ve o da aranızda yaşayan bir ruh olabilecek. Kadınlardan her kim kendini erkek yapabilirse göklerin krallığına girecektir” http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/arastirma-dosyalarimiz/1125-dinlerde-kadn

İsa’nın karısı!

19/09/2012 tarihli bir habere göre  araştırmacıların elde ettiği  bir papirüs parçasında İsa’nın kadınlardan biri için “karım” dediği, bu kadının da Magdalalı Meryem  olduğu ileri sürülmektedir. Söz konusu kişi Meryem olmasa bile, satırlarda geçen “karım” sözü yüzünden, Katolik inancındaki cinsel perhiz görüşünün sarsılacağı belirtiliyor.”

'İsa'nın Gömüldüğü Mağara' adlı bir belgeselde, 27 yıl önce Kudüs'te yapılan bir kazıda Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in, Hz. İsa'nın evlendiği iddia edilen Maria Magdalena'nın ve İsa'nın oğlu Yahuda'nın mezarlarının bulunduğu, kazıda bulunan altı tabut üzerinde Maria, Yusuf oğlu İsa (Jesus son of Joseph), İsa oğlu Yahuda da (Judah son of Jesus yazdığı, dolayısıyla Maria Magdelena’nın İsa’nın karısı olduğu ve bir de çocukları olduğu da iddia ediliyor.

İncillerde İsa’nın evliliğinden bahsedilmediğine göre İsa o dönemde evlilik dışı bir ilişki yaşamış olabilir, dolayısıyla toplumun tabularını, bağnazlıklarını benimsemeyen, bunları değiştirmek  isteyen, bunlara karşı çıkabilen biri olmalı.



Nilüfer Tekin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder