Fiziksel ve zihinsel evrimsel biyolojik farklılıklar, hem
insan-hayvan arasında hem insanlar arasında hem de kadın-erkek cinsleri
arasındaki eşitsizlikçi ezen-ezilen sınıf farklılaşmalarının tohumlarını atmıştır.
Kültürel evrimsel eşitsizlikler, bu biyolojik evrimsel eşitsizlikler üzerine
gelişmiş, güçlü güçsüzü, erkek de kadını bir mal gibi sahiplenmiş ve ezmiştir. Bu
nedenle, kadın erkek eşitsizliği, erkek egemenliği, fiziksel ve zihinsel olarak
güçlünün güçsüzü, erkeğin de kadını ezmesi, sosyo-ekonomik sınıflardan önce de
vardır. Ancak, çocuğun kadın ve erkeğin cinsel birleşimiyle doğduğunun
anlaşılması, çocuk doğurmanın yalnızca kadının bir özelliği olmayıp erkeğin de
çocuğun doğmasındaki rolünün anlaşılması, üstelik kadının çocuğa yalnızca
hamilelikte taşıyıcılıktan öte kalıtsal bir katkısının olmadığının sanılması
üzerine mal varlığının, maddi, ekonomik birikimin aile içinde kalması amacıyla,
artı üretime geçilip sınıfların oluşması ve ailenin ekonomik bir birim haline
gelmesiyle birlikte bu eşitsizlikler dinsel bir kılıfa büründürülerek çok daha
fazla artmış ve sağlama alınmıştır.
Göçebe çoban toplulukların, erkek kültürü ve erkek
değerleri, cinsel eşitsizlikçi ahlak ilişkileri, hemen hemen olduğu gibi ilk
göçebelerin sözlü örf, adet ve geleneklerinden yerleşik uygar toplumların
yazılı yasalarına ve geleneğine geçirilecektir. Tevrat kutsal kitabını oluşturan yazılar bu
gelişmelerin kanıtlarını ve tarihçesini vermektedir.
Bu denli eşitsiz ilişkilerin sorun çıkarmadan toplumda
birlik sağlanabilmesi
ancak, ezilenlerin algılarının değiştirilmesiyle
olanaklıdır. Bunun yolu da, bireyin çıkarlarıyla toplumun çıkarının, sınıfların
çıkarlarıyla toplumsal çıkarın, efendinin çıkarıyla kölelerinin çıkarlarının
çıkarlarının çatışmayıp çakıştığını kabul ettirmektir. Sınıflı toplumda dinsel
ideoloji işte bu işlevi görecektir.
Gerçekten, dinsel ideolojinin yazıya geçirilmiş ilk
biçiminde (Enuma Eliş Sümer/Babil yaratılış mitosu içinde) bunun yapıldığını
görüyoruz. Önce, çoğu tarımsal üretimle ilgili doğa güçleri, eşitsizlikçi
toplumun çalışmayan çalıştıran katmanının insanlarından, işlerini kendi
yapmayıp buyrukla yaptıran yöneticilerinden esinlenilerek,
aşkınözneleştirilmişlerdir. Sonra tanrıların (aşkınöznelerin) insanları
kendilerine hizmet edecek kullar (köleler) olarak yarattıkları söylenmiştir.
Böylece, düşünen, eylemlerini düşünerek, kendi istenciyle yürüten gerçek özne
niteliği, insandan alınıp tanrılara yüklenmiştir.
Dincilerin yönettiği, tapınak çevresinde gelişen
Mezopotamya kent devletlerinde, ideolojiye de dinsel biçim verildi. En olgun
anlatımı Enuma Eliş Babil Yaratılış Destanı içinde bulunan bu ideolojiye göre
insan, tanrılara hizmet (kulluk) etmek için yaratılmıştır.
Mitosta tanrılar efendilere, yöneticilere, kullar
uyruklara, kölelere benzetilmişti. Böylece kurulan tanrı-kul eşitsizlikçi
ilişki kalıbı, esinlenilen sınıflı toplumun eşitsizlikçi ilişkilerinin
açıklanması, aklanması, “gönüllü kulluk” yoluyla yeniden üretilmesi işlevini
görecekti.
Dinsel ideolojinin tanrı-kul eşitsizliği ve tanrı
karşısında kulların eşitliği biçimindeki bu formatı, çoktanrıcılıktan
(Musevilik, Hıristiyanlık-Müslümanlık evrelerini içerecek olan) tektanrıcılığa
geçirilecekti.
Rab verdiği söz uyarınca Sara’ya iyilik etti ve sözünü
yerine getirdi. Sara hamile kaldı; İbrahim’in yaşlılık döneminde, tam Tanrı’nın
belirttiği zamanda ona bir erkek çocuk doğurdu… (Sara), İbrahim’e ‘Bu cariyeyle
oğlunu kov’ dedi, ‘Bu cariyenin oğlu (İsmail), oğlum İshak’ın mirasına ortak
olmasın.’21 (Tekvin 21/1-10)
"Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf
savaşımları tarihidir."
Hıristiyanlığın İsa’nın mesellerinde yansıtılan “köle
ahlakı”
Ermiş Pavlus’un mektuplarında okunup benimsenen uyrukçu, köleci ve cinsiyet ayrımcı ahlak
St. (ermiş) Pavlus, kimi yazarlarca Hıristiyanlığın asıl kurucusu sayılan örgütleyici, gizli kilise örgütlerine yazdığı (İncil’e alınan) mektuplarında uyrukların yöneticilere, kölelerin efendilerine, kadınların erkeklere karşı takınmaları gereken iyi tutumlarla ve kaçınmaları gereken kötü davranışlarla ilgili ahlak ilkelerini şöyle saptamıştır.
(28) Uyruklara (tebaaya) seslenirken:
“Herkes, üzerinde olan hükümetlere tabi olsun; çünkü Allah (2000 tarihli Kutsal Kitap başlıklı çeviride “Tanrı”) tarafından olmayan hükümet yoktur; ve onlar Allah tarafından tanzim olunmuştur. Bundan dolayı hükümete mukavemet eden Allah’ın tertibine karşı durmuş olur; ve karşı duranlar aleyhlerine hüküm alırlar... Hükümetten korkmamak ister misin? İyi olanı yap... çünkü sana iyilik için [yönetimler] Allah’ın hizmetçisidir. Fakat kötü olanı yaparsan, kork; çünkü kılıcı boş yere taşımıyor. Allah’ın hizmetçisidir, kötülük yapana gazap için intikamcıdır. Bunun için, yalnız gazaptan ötürü değil, fakat vicdandan ötürü tabi olmak lazımdır. Çünkü bunun için de vergiler eda edersiniz.”
Kullara (kölelere) seslenirken:
“Ey kullar, göze görünür hizmetle insanları hoşnut eder gibi değil, fakat Mesih’in [İsa’nın] hizmetçileri gibi Allah’ın iradesini candan yaparak, ve insanlara değil Rabbe [Efendi’ye] oluyor gibi iyi niyetle hizmet ederek, ve gerek kul, gerek hür, herkesin ne iyilik yaparsa, Rab tarafından onu alacağını bilerek, bedene göre olan efendilerinize, [ruhunuzun efendisi] Mesih’e hizmet eder gibi, yüreğinizin sadeliğinde korku ve titreme ile hizmet edin. Ve efendiler, onların ve sizin Rabbiniz[in] göklerde olduğunu ve onun indinde şahsa itibar olunmadığını [kullarına karşı eşitsiz davranmadığını - A.Ş.] bilerek, tehdidi bırakıp kendilerine aynı şeyleri [?] yapın.”
Kadınlara seslenirken:
“Fakat bilmenizi isterim, her erkeğin başı Mesih ve her kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden her erkek, başını küçük düşürür... eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin, fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek Allah’ın sureti ve izzeti [değeri, yüceliği] olduğu için başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı.” 29
Hıristiyanlığın İsa’nın mesellerinde yansıtılan “köle
ahlakı”
İsa’nın peygamberliğine, “Rabbin ruhu üzerimdedir. Çünkü fakirlere müjdeyi [“İncil”i] vazetmek için beni o meshetti. Beni esirlere [kölelere] azatlık ve ... ezilenleri kurtuluşa kavuşturmaya... gönderdi” sözleriyle başladığı yazılıdır. Bu kurtuluşun nasıl gerçekleştirileceğini ise şu sözlerle anlattığı belirtilmiştir: “Bir yerde [Tevrat’ta] göz yerine göz, diş yerine diş denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: kötüye karşı koyma ve senin sağ yanağını kim vurursa, ona ötekini de çevir... abanı alandan gömleğini esirgeme.” (26)
Nietzsche böyle bir inancı “köle ahlakı” olarak
nitelemede haksız değildi. (27)
Alâeddin Şenel
Ahlak, ahlaksızlık ve etik I sayı 108
Ahlâk kuramları sayı 110
Ahlâk kuramları sayı 110
İnsanlığın dinsel inançlar evresine geçişiyle birlikte hemen
her şey bu inançlarla ilişkilendirilmiştir, tüm yeniliklere dinsel anlamlar
yüklenmiş, tüm gizli ya da açık örgütler, günümüzde parti dediğimiz
örgütlenmeler de dinsel bir karakterde mezhep ya da din olarak ortaya
çıkmıştır. Yeni bir din de, eskisini yadsıdığı, yenilikler, yeni hak ve özgürlükler getirdiği,
dolayısıyla gelişmeye, ilerlemeye katkıda bulunduğu ölçüde başlangıçta devrimci
bir karakter taşır.
Hristiyanlık, İsa’nın liderliğinde bir kısım ilerici
Yahudilerin hem Roma egemenliğine, hem de
kendilerine etnik, kültürel ve dinsel olarak yabancı bu kültürden etkilenerek
Musevi/Yahudi kültürünün katılıklarına, yozlaşmasına, baskılarına,
geriliklerine bir tepkisi olarak ortaya çıkışı, hem de Batılıların çok
Tanrıcılıktan, daha ileri bir evre olan tek Tanrıcılığa geçişi anlamında Marks
ve Engels’in de belirttiği gibi kendi dönemine göre devrimci bir karakterde
doğmuştur. (Marx ve Engels, Din Üzerine, “İlkel Hıristiyanlığın
Tarihine Katkı”.)( Engels, “Fransa’da Sınıf Savaşları”na Önsöz)
Hristiyanlık, Helenistik bir dindir; tek tanrılı
Musevi/Yahudi kültürü ile çok tanrılı ve daha gelişmiş Antik Yunan kültürü ve
bu kültürden etkilenmiş Roma kültürünün, bu kültürler ve dinlerin
karşılaşmaları, birbirlerinden etkilenmeleri ve çatışmalarından doğan bir
dindir, tek Tanrıcılıkla stoacılığın dinsel bir sentezidir. Hristiyanlık,
başlangıçta bir Yahudi/Musevi mezhebi olarak ortaya çıkmış, Yahudilerin
tamamına yakını tarafından reddedilmiş ama Batı dünyasında yaygınlaşarak yeni
bir din haline gelmiştir.
Günümüzde Hristiyan mezhepleri
Latin kültürünün egemen olduğu Batı Roma Katolik
Grek kültürünün egemen olduğu Doğu Roma ise
Ortodokstur.
Yoğunlaşan bu tepkiler üzerine bir Alman papazı olan
Martin Luter’le birlikte dinde reform isteyen bir hareket başladı. Bunun
sonucunda da Katolik Kilisesi’nden bir kopuş daha yaşandı ve 16. yüzyılda
Protestan mezhebi ortaya çıktı.
Hristiyan Felsefesinin etkileştiği inanç
ve Felsefeler
Roma Felsefesi
Felsefe, Roma’ya MÖ 155 yılında Romalıların
Makedonya’yı fethedip Yunanistan’ı tehdit ettiği sıralarda Stoacı Diogenes,
Peripatosçu Kritolaos ve Akademiacı Karneades’in Atina elçileri olarak Roma’ya
gelmeleri ve orada konferanslar vermeleriyle girmiştir.
Yavaş yavaş Roma’ya akan tüm Yunan öğretileri içinden
ancak iki öğreti tutunabiliyor: Stoacılık ve Epikurosçuluk. Orhan Hançerlioğlu
Felsefe Sözlüğü
Logos
Ussal yasa...
Kök analamıyla ilgili olarak us ve bu usa dayanan söz,
yasa, düzen, bilgi, bilim anlamlarını da dilegetirir. Yunanca legein sözcüğü
‘söylemek’ anlamındadır, bu yüzden
Hıristiyan ve İslam tanrıbilimcileri ‘logos’ deyimini ‘tanrısal söz’
anlamında kullanmışlardır.
Logos deyimini terimleştiren antikçağ Yunanlılarının
en seçkin düşünürü Herakleitos’tur.
Herakleitos’un dilinde, logos, ‘doğa yasası’dır‘;
evrendeki düzenliliği, yasalılığı, uyumu o sağlar.
Herakleitos, bu evrensel birliği ‘logos’ kavramıyla
dilegetirir; ‘’logos, insanların hepsinde ve her şeyde ortaktır, ortaklaşa
olana uymalı. Ama logos ortaklaşa olduğu halde, çokluk, kendilerine özgü
düşünceleri varmış gibi yaşar
Bundan da öte o, Herakleitos’un açıklıkla belirttiği
gibi bir ‘değişme yasası’dır. Herakleitos onu evrensel değişmenin, sürekli
oluşun yasası olarak ilerisürüyor ve bir anlamda tanrısal değişmezliğe karşı
çıkar.
Evrensel birlik, çatışmalar ve çelişmelerle sürüpgiden
bir oluşma içinde, evrensel bir uyum (Yu. Harmonia)’da belirir: ‘’Birbirine
karşı olan, birlikte giden, birbirinden ayrılanlardan en güzel uyarlık’’ der
Varlık bu sürekli devim’den ayrılamaz, ne var ki bu
öz’ü ve gerçek’i ancak bilgeler görebilirler, bilge olmayanlarsa biçim ve
görünüş’e aldanırlar.
Herakleitos’un verdiği anlam, Anaksagoras’ın
başkavramı olan ‘nous’ (anlak, zeka)’dan farlıdır. Nous bir düzenleyici olarak
evrenden önce de vardır ve evrene dışarıdan gelir. Logos’sa evrenle birliktedir
ve bizzat evrensel oluşun içindedir.
Platon ve Aristoteles logos deyimini ‘mantıksal temel’
anlamında kullanmışlardır. Platon’ a göre bilgi, logos’ta temellenir. İdea’lar,
hem düşünceler (Yu. Logoi) hem de bu düşüncelerin ilksiz ve sonsuz nesne (Yu.
Onta)’leridir. Düşünce’yle nesne arasındaki özdeşlik bu yüzdendir, yani düşünce
nesnesine her ikisi de İdealarda temellendiği için uygundur.
Antikçağ Yunan felsefesinde bu terime tanrısal bir
anlam veren Stoacılar olmuştur, onlara göre doğada içkin bulunan tanrısallık
koinos logos (Evrensel us)’tur.
Yeniplatoncular, özellikle Philon, bu anlamı
güçlendirmişler ve onu ‘tanrısal söz’ ve ‘evrensel güç’ deyimleriyle
nitelemişlerdir.
Hıristiyan tanrıbilimcilerin ‘söz’ anlayışı, Stoa ve
yeniplatoncular yolundan gelmektedir. Hıristiyan inancına göre logos, insan
kılığına giren İsa’da gerçekleşen ‘tanrısal söz’dür.
Böylelikle ‘evrensel değişirlik yasası’nı dilegetiren
Herakleitos’un başkavramı logos, tam karşıt bir anlama dönüşmüş olmaktadır. Her
şey akar, geçer, değişir der Herakleitos; evrende kalıcı olan hiçbir şey
yoktur. Bu sürekli evrensel değişirlik logos’ça düzenlenmiştir, ‘logos’
yasasına göre olup bitmektedir.
Ortaçağ skolastiği, özellikle Augustinus, logos
kavramını ‘tanrısal ışık (eşdeyişle bilgi kaynağı, yani bizzat tanrı) anlamında
kullanır.
Hegel vb. gibi yeni idealistlerin evrensel us, evren
ruhu, saltık düşünce, kavram vb. gibi deyimlerle bizzat tanrı’yı
dilegetirirler. S.236, Orhan
Hançerlioğlu Felsefe Sözlüğü
Logos
MÖ 6. yüzyılda yaşamış Heraklitus şöyle der: “Baba ve oğul aynıdır” (“Orpheus and Greek religion” W.K. Guthrie 227) Aynı ifade İncil’de İsa’ya şöyle uyarlanmıştır:
Yu 10:30 “Ben ve Baba biriz.”
LOGOS
1: 1 Başlangıçta Söz vardı. Söz
Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. 2 Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi.
3 Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz
olmadı.
İsa Mesih’in evrenselliği Logos (kelam, söz)
kelimesi ile ifade edilir[5]. İsa Mesih başlangıçtan beri var olan,
Tanrı ile beraber olan ve yaratılışta etkin olan Söz’dür. 1:1 ayeti ile Tekvin
1:1 ayeti arasında bir paralellik vardır. Aynı şekilde 8:58 ayetinde yine aynı
fikri görmekteyiz:
8: 58 İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim
doğmadan önce ben varım" dedi.[6]
Logos[7] kelimesi Yunan felsefesine ait bir
sözcük olmakla beraber Yaratılışa baktığımızda dünyanın ve içindekilerin
Tanrı’nın sözü ile yaratıldığını görüyoruz. Yani Logos Tanrı’nın
söylediğini yerine getiriyor, yani Tanrı isteğinin yerine getirilmesini ve
yaratılışını Logos aracılığı ile gerçekleştiriyor:
Mezmur 33: 6 Gökler RAB'bin sözüyle,
Gök cisimleri ağzından çıkan solukla yaratıldı.[8]
Tekvin 1: 3 Tanrı, «Işık olsun» diye buyurdu
ve ışık oldu.
Tekvin 1: 6 Tanrı, «Suların ortasında bir kubbe
olsun, suları birbirinden ayırsın» diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu...
Yaratılışa dikkatle baktığımızda Tanrı her
şeyi Logos ile yaratıyor (Tekvin 1:1-26).
Yuhanna Logos’tan bahsederken O’na bir kişilik
atfeder.
Logos beden almıştır ve aramızda
yaşamıştır, (1:14) ve insanlar Yaşam Sözü olan Logos’tan
işitmiş, duymuş, Logos’u görmüş, dokunmuş ve paydaşlıkta
bulunmuşlardır. Onlar Logos ile paydaşlıkta bulunduklarında
bunun anlamı Baba ve insan olmuş Logos olan Oğul (İsa
Mesih) ile paydaşlıkta bulunduklarıdır (I.Yuhanna 1:1-4).
Eski Ahit’te Rab’bin Sözü kelimeleri
yaklaşık 250 defa kullanılmıştır (Tekvin 1:3; Mezmur
33:6). Logos kavram olarak Eski Ahit’te “Rab’bin
Sözü” ifadesinden gelmiştir. Eski Ahit’te“Rab’bin Sözü” ifadesinin
işaret ettiği şey Yuhanna Müjdesindeki “Logos” kelimesi ile aynı karakter
özelliği göstermektedir:[9]
İşaya 45: 23 Kendi üzerime ant içtim,
Ağzımdan çıkan söz doğrudur, boşa çıkmaz:
Her diz önümde çökecek,
Her dil bana ant içecek.
Kutsal Yazılar Eski Ahitte bahsi geçen LOGOS’un İsa
Mesih olduğuna dikkatimizi çeker:
Filipililer 2: 10-11 Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında
gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba
Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin.
Logos’u bir kişi olarak gösteren acaba yeni bir şey mi
öğretmektedir? Ancak Eski Ahit’in de aynı şekilde Logos’tan bir kişi
olarak bahsettiğini görmekteyiz:[10]
Mezmur 119: 50 Acı çektiğimde beni avutan budur,
Sözün bana yaşam verir.
İşaya 55: 11 Ağzımdan çıkan söz de öyle
olacaktır.
Bana boş dönmeyecek,
İstemimi yerine getirecek,
Yapması için onu gönderdiğim işi başaracaktır.
Yuhanna Müjdesi LOGOS hakkında öğretirken
İsa Mesih’e odaklanıp bize şu gerçekleri öğretir:
1-) Logos sonsuzlukta (önceden beri) vardır (1:1)
2-) İsa Mesih (Logos) Tanrı’yla birliktedir ve
Tanrı’dır (1:1).
3-) İsa Mesih, yaratılışın aracısıdır (1:3,
I.Korintliler 8:6; Koloseliler 1:16
4. Logos insan oldu (1:14).
Yani Kutsal Kitap kendisini bütün Grek felsefelerinden
ayırıyor. Tanrı çok yüksek olduğu halde dünyamıza inip insan oldu.
5. Logos insan olarak yaşamı (1:4); ışığı
(1:4-5); lütfu, gerçeği ve yüceliği (1:14) ve Tanrı’nın kendisini bile (1:18)
açıklıyor.
Stoacılık
Antikçağ Yunan felsefesinin kamutanrıcı (Panteist N.)
ve özdekçi doğa öğretisi...
Stoacılığın kurucusu Kıbrıs’lı Zenon’dur (İ.Ö.
336-264). Ancak stoacılık yüzyıllar ve kuşaklar boyunca işlenmiş ve gelişmiş
bir öğretidir. Eski stoa Zenon, Kleantes (İ.Ö. 331-233) ve Krisippos’un (İ.Ö.
280-206) öğretilerini kapsar. Orta stoa Panitios (İ.Ö. 180-110) ve
Poseidonios’un (İ.Ö.135-51 öğretilerinde belirir. Roma stoasının
temsilcileriyse Cicero (İ.Ö. 106-43), Annaeus Seneca (3-65), Epiktetos (50-130)
ve Marcus Aurelius’tur (121-180).
İmparator Marcus Aurelius (İ.S. 121-180) da, Seneca
gibi, ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor. Bir yandan da, Epiktetos gibi, sert bir
ahlakçıdır
Hristiyanlığın ortaya çıktığı dönemlerde Romalılara
hakim olan felsefe olan Stoacılık,
Hıristiyanlıkla savaşmış ve Hıristiyanlığı birçok bakımlardan etkilemiş
bir öğretidir. Hıristiyan felsefesinin patristik döneminde kilise babaları,
Hıristiyanlığın ilk düşünsel savunmalarını stoacılığa karşı yapmışlardır.
Hıristiyanlık, bu savaşta kazanabilmek pahasına, ilkelerinden birçoğunu
stoacılığa bağışlamak zorunda kalmıştır.
Stoacılığın büyük ilkesi doğaya uygun davranmak’tır.
Doğa, eşdeyişle her şey tanrıdır. (vahdet-i vücut, panteizm).
Doğa özdektir (madde). Asıl gerçek; cisimsel olan,
özdeksel olandır. Çünkü ancak özdeksel olan etkin ve edilgin olabilir. İlk
nedenin de etkin ve edilgin olması gerektiğine göre özdeksel olması lazımdır.
Bilgeliğe teorik ve pratik erdemi elde ederek varılır.
Teorik erdem, nesnelerin kendiliği üstünde doğru bilgi
edinmektir. Pratik erdem, usa uygun davranmaktır. Bu iki erdem birbirlerine sıkıca
bağlıdırlar. Nesnelerin kendiliği üzerinde doğru bilgi edinilmezse usa uygun
davranılamaz. Bilge, kendi kendine yeterlidir. Doğalaşan bilge bir kaya
parçasının mutluluğuna erişmiştir, artık onu hiçbir şey sarsamaz ve yıkamaz.
Tasarımlardan (katalepsis) ve sanılardan (doxa) kurtulmuş bir akıl, açık seçik
doğa bilgisini (episteme) edinebilir. Açık seçik doğa bilgisi de insana yaşamak
ve mutlu olmak için en doğru ölçüyü verecektir... Her türlü acılar, hastalıklar
ve ölüm doğaldır; bunlara karşı kayıtsız kalmak ve sabırla katlanmak gerekir.
Oysa insansal yanılmalar, kötülükler, öldürmeler, iğrenilmesi ve savaşılması
gereken şeylerdir. Doğru düşünmesini ve doğaya uygun davranmasını bilen insan
hiçbir davranışında yanılmaz, bütün bedensel tutkularını yenebilir. Doğadan
gelen her şeye boyun eğmeli, insandan gelen her şeye karşı koymalıdır. Doğru
düşünen kişi, doğalaşmış ve bundan ötürü de tanrılaşmış kişidir ki insanın
ereği böylesine bir doğru düşünmeye varmak olmalıdır.
Stoa dininin ana ilkesi, doğa yasalarına boyun eğmek
ve evrensel düzene uymaktır. Doğal ölçü, insanı bağımsızlığa ve eşitliğe
götürür. İnsanlar arasındaki ayrılıklar, doğaya aykırı ve yapma (sunî)
ayrılıklardır. İnsanları çeşitli alanlarda birbirlerinden ayırmış olan insansal
ölçüler, doğal ölçü karşısında silinip gitmek zorundadırlar. Doğanın, eşdeyişle
aynı babanın çocukları olan insanlar kardeştirler ve bundan ötürü de
birbirlerine eşit ve özgürdürler. Aynı doğaya bağlı olmak, bireyi insanlığa
(hümanizm) ve evren yurttaşlığına (kozmopolitizm) götürür...
Stoacılık, halka inmemiş olmakla beraber, okur yazar
sınıfları geniş çapta etkilemiş bir dindir. Dinsel kuralları, tapma biçimleri,
din adamları vardır. Bu dine bağlı olanlar uzun sakal bırakırlar ve uzun
mantolar giyerlerdi.
Antikçağ Yunan bölünemezciliği (Atomculuğu)’nun büyük
ve güçlü ürünü Epikurosçuluk’tur. Epikurosçuluğun büyük ürünü de ‘Latin
özdekçiliği’nin başlıca temsilcisi Lukretius’dur. Özdekçilik böylelikle eski
Yunan’dan eski Roma’ya geçmiş bulunmaktadır. Bu öylesine bir geçiştir ki,
yüzyıllarca sonra Batı’yı uyandıracak ve özdekçilik anlayışına geniş boyutlar
kazandıracaktır. İdealizme pek yakışan bir güçlüler egemenliğinin vatanı olan
Roma’da Lukretius, Roma’nın bütün görkemine direnen sağlam bir tohum gibidir.
Roma egemenlerinin çıkarlarına uygun düşen dinsel ve gizemsel felsefenin
temsilcileri Cicero, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’un bütün çabalarına
karşın bu tohum gittikçe verimli olmaktan alıkonulamamıştır. Benjamin
Farrington, Epikuros’un Tanrıları ve Roma Devleti adlı yazısında şöyle der (The
Modern Quarterly, sayı 3, c. 1, Londra, s.214): ‘’Epikurosçuların ona karşı
duydukları taparcasına sevgi Cicero’nun hoşuna gitmiyordu. Tusculenedes, İ.Ö.
45 yılında Epikurosçuluğun Roma’da yayılışına
öfkeleniyor, başka bir felsefenin önerilmesini amaçlıyordu’’. Epikuros
özdekçiliği’nin Roma’da yayılışının başlıca etkenleri, onun ilk çeviricisi
Amafinius’le Lukretius’dür. (Bilinmesi gerekir ki Lukretius, Roma’da
kendisinden hiç söz edilmemek yoluyla baltalanmıştır. Kimi incelemecilere göre
bu susku, örgütlenmiş ve bilinçli bir suskudur. Çağımızda da uygulanan bu
yöntem bir dereceye kadar etkendir. Nitekim Lukretius’un kişiliği ve yaşamı
üstüne bu yüzden hemen hiçbir bilgi kalmadığı gibi, yazılarının çoğu da yitip
gitmiştir). (Felsefe Sözlüğü-Orhan Hançerlioğlu, s.344-347)
Hıristiyan Felsefesi
Hıristiyanlık, temelde, ilkel bir kamulculuk anlayışı
içinde İsâ’nın söylediği birkaç şiirli sözden ibarettir.
Bir Yahudi mezhebi olarak ortaya Çıkan Hıristiyanlığın
dogmaları, gerçekte, Yahudiliğin dogmalarıdır.
Bu yalın sözlere felsefesel bir temel bulmak
gerekiyordu. İlk yıllarda Yunan stoacılığıyla savaşmak zorunda kalan Hıristiyan
kilisesi babaları, bu düşünsel temeli, önce Platon öğretisinde, sonra da
Aritoteles öğretisinde buldular.
Bu bakımdan denilebilir ki Hıristiyan felsefesi,
antikçağ Yunan idealizminin Hıristiyanlık dini ölçüleri içinde bir devamından
ibarettir. Kaldı ki Hıristiyanlık, Yunan stoacılığında içkin bulunmaktadır.
Hıristiyanlığın tanrısı: Parmenides’in varlık,
Sokrates-Platon’un iyi idesi, Aristoteles’in ilkneden, Plotinos’un bir
düşüncelerinin karma ürünüdür.
Bundan başka bir İngiliz tarihçisi, Edward Gibbon da
The Decline and Fall of the Roman Empire adlı yapıtında, yaptığı araştırmalar
sonunda Platon’un gizli bir logos öğretisi (İng. Logos Doctrine)’ini bulduğunu,
Hıristiyanlığa temel olduğu kuşkusuz bulunan bu öğretinin çoktanrıcı tepkiye
karşı gizli tutulduğunu ve Platon’un öğrencilerine gizlice okutulduğunu,
kulaktan kulağa gelen bu öğretinin İskenderiyeli Yahudi dinbilimci Phile
tarafından açıklandığını ve Phile tanrıbiliminin de Hıristiyan
tanrıbilimcilerin başlıca kaynaklarından biri olduğunu ilerisürmüştür. (Bk.
İbid, c 1, s. 572 vd.). Platon’un bu öğretisi, Platon sisteminde gerçekten de
bir boşluk olarak kalmış bulunan, soyut İdealar dünyasından somut özdeksel
dünyaya nasıl geçildiğini açıklamaktadır. Platon’a göre bu geçiş bir yaratan’ın
gücüyle olmuştur, yaratan (eşdeyişle Tanrı) ruhsal bir güçtür, bu ruhsal güç
yaratılış yoluyla özdeksel yaratılan’ı kendi varlığından çıkarmıştır.
Yaratan-yaratılış-yaratılan üçlüğü, Hıristiyan baba-oğul-kutsal ruh üçlüğünün
temeli olduğu gibi Aristoteles erekçiliğinin de temelidir. (Felsefe
Sözlüğü-Orhan Hançerlioğlu, s.162, 163)
Grekleri Şarap Tanrısı Dionysos
Dionysos’a ilk defa kuzey ve doğu Yunanistan’da tapılmaya başlanmıştı, Yunanistan’a ilk defa, Homer İlyada’yı yazdığı zamanlarda MÖ 800 gibi geldiği tahmin edilir. Son derece popüler bir Tanrı idi, Roma’dan Mısıra tanırırdı ve kendisine ibadet edilirdi. Dionysos kültü (Roma’da “Bacchus” diye de bilinir), İsa’nın hikayeleri üzerinde derin etki bırakan gizem kültlerinden biriydi.
Çarmıha gerilen pagan Tanrısı Dionysos (Bacchus):http://img118.imageshack.us/img118/3811/dionysussf2.jpg
MÖ 300 ve MS 100 arasında Terapeutae ve Esseniler gibi
“gizemli” ve hellenistik yahudi grupların olduğunu biliyoruz bu grupların
önceden beri Yunan/Pagan gizemlerini bir şekilde yahudi inancıyla uzlaştırma
uğraşında olduklarını gösteren pek çok kanıt vardır. Örneğin Diaspora
yahudileri pagan ruhsallığına oldukça ilgi duyan bir topluluktu. Yahudiler,
Paganlar tarafından pek çok kez fethedildi. MÖ 2. yüzyılda kültürel asimilasyon
en üst noktasına ulaşmıştı. Kudüs’te Dionysos Yahudilerin Tanrısı ile
ilişkilendirilmeye başlamıştı (Hengel M. “Jews Greeks and the Barbarians”, 71),
Yahudi filozoflar pagan bilgelerden aldıkları felsefelerle kendi kutsal
yazılarını yorumlaya başlamıştı. Yahudi bilgeleri, kendi dinlerini başka
dinlerle uzlaştırmaya çalışıyordu. Hatta çeşitli Hellenistik Yahudi
kitaplarının dahi türediği bilinmektedir. Enok’un kitabında pek çok pagan motif
kullanılmıştır. Aristes’in mektubu isimli yahudi metninde Zeus ile Yehova “bir”
olarak gösterilmiştir! Hellenistik Yahudiler orijini itibariyle daha çok bir
kabile Tanrısı olan Yehova’yı Platon’un felsefeleleri ışığında yeniden
yorumluyordu. Pek çok yahudi, kendi anadillerini ve kültürlerini dahil
terkederek Yunanca’yı benimsemişlerdi.
Sonuç olarak Yahudi toplumu İskenderiye’de karşılaşmış olduğu yüksek pagan kültürünün etkisine girmekten kurtulamamıştı.
İlk Gnostikler, hellenileşmiş mistik yahudilerden başkası değildi, İsa mitini de bütün bu “uzlaştırma” çabaları içinde Pagan gizemleri ile Yahudi dinini “uyumlu” hale getirmek için oluşturmuşlardı böylece hem “yahudilik” inkar edilmiyor. Yeni oluşturulan din “yahudiliğin devamı, tamamlanması” şeklinde lanse edililiyor, hem de Yahudi kitaplarında beklenen Mesih, İsa miti aracılığıyla Pagan Tanrılarına dönüştürülüyordu. Başka bir deyişle mistik Pagan gizemleri, Yahudiler için “ulaşılabilir” hale getiriliyordu. İncil’de İsa’nın “yahudi” kökenini gösterebilmek için, uzun soy ağaçları (çelişkili) verilmektedir. Böylece onun “yahudilerin beklediği mesih” olduğu gösterilmeye çalışılır ancak bir taraftan da onun aslına Davud’un oğlu olduğu gibi bir de “TANRI’NIN OĞLU” olduğu, öldüğü ve ölümden dirildiği göğe yükseldiği belirtilir. Bu şekilde de Pagan gizemleri yahudi kılıfına sokulmuş bir biçimde öğretilmeye çalışılır. Böylece pagan Tanrıları gizemleri, yahudiler için hazır hale gelmiştir.
Gnostiklerin çeşitli ruhsal gizemleri yahudilere daha kolay anlatabilmek için oluşturduğu İsa miti, sonrasında pek çok farklı ve birbiriyle çelişen hristiyan ekollerinin doğmasına sebep olmuştu ancak mistik bireyci gnostikler yerine, gnostiklerin hazırladığı miti daha sonra “tarihsel” olarak kabul eden literalistler kazanan taraf olmuştu.
Hazırlayan: Gerçeği düşündünüz mü?
Sonuç olarak Yahudi toplumu İskenderiye’de karşılaşmış olduğu yüksek pagan kültürünün etkisine girmekten kurtulamamıştı.
İlk Gnostikler, hellenileşmiş mistik yahudilerden başkası değildi, İsa mitini de bütün bu “uzlaştırma” çabaları içinde Pagan gizemleri ile Yahudi dinini “uyumlu” hale getirmek için oluşturmuşlardı böylece hem “yahudilik” inkar edilmiyor. Yeni oluşturulan din “yahudiliğin devamı, tamamlanması” şeklinde lanse edililiyor, hem de Yahudi kitaplarında beklenen Mesih, İsa miti aracılığıyla Pagan Tanrılarına dönüştürülüyordu. Başka bir deyişle mistik Pagan gizemleri, Yahudiler için “ulaşılabilir” hale getiriliyordu. İncil’de İsa’nın “yahudi” kökenini gösterebilmek için, uzun soy ağaçları (çelişkili) verilmektedir. Böylece onun “yahudilerin beklediği mesih” olduğu gösterilmeye çalışılır ancak bir taraftan da onun aslına Davud’un oğlu olduğu gibi bir de “TANRI’NIN OĞLU” olduğu, öldüğü ve ölümden dirildiği göğe yükseldiği belirtilir. Bu şekilde de Pagan gizemleri yahudi kılıfına sokulmuş bir biçimde öğretilmeye çalışılır. Böylece pagan Tanrıları gizemleri, yahudiler için hazır hale gelmiştir.
Gnostiklerin çeşitli ruhsal gizemleri yahudilere daha kolay anlatabilmek için oluşturduğu İsa miti, sonrasında pek çok farklı ve birbiriyle çelişen hristiyan ekollerinin doğmasına sebep olmuştu ancak mistik bireyci gnostikler yerine, gnostiklerin hazırladığı miti daha sonra “tarihsel” olarak kabul eden literalistler kazanan taraf olmuştu.
Hazırlayan: Gerçeği düşündünüz mü?
Hristiyanlık, aslında yahudiliğin
hellenileştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir.
İncil’deki bölümlerin hepsi Grek pagan dinleri
etkisinde Grekçe yazılmış metinlerdir. Ama bütün incillerin arasından Grek
pagan etkilerinin, gizem kültleri etkilerinin en çok görüldüğü İncil “Yuhanna
incili”dir.Pavlus’un mektupları da aynı şekilde Grek pagan inançlarından büyük
oranda etkilenmiştir.Bu incili paganlıktan dönmüş kişilerin yazdığı
sanılmaktadır(olasılıkla Efesliler)
Greklerin pagan Dionysos ve Attis kültüdür.
İncilin yazarları da aynı teolojiyi İsa’ya
uyarladılar, böylece İsa’nın da ölmesi günahları bağışlatmak için kurban olması
gerekiyodu.Yani pagan dininden alıp hristiyanlığa koydular.(ilk önce Pavlus bu
pagan fikrini hristiyanlığa geçirdi)
Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi.Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi,pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir.
Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.
Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir,kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir.Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.
Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu, çok şaşalıydı.Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi.Haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor.
Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir
Hristiyanlığın ikinci kaynağı ise Mitracılık idi.Bu da Dionysos kültü gibi bir gizem kültü idi,pek çok bilim adamı ve yazar Mitraizmin hristiyanlığı doğrudan etkilediğini söylemektedir.
Bazı hikayelerde bazı ayrıntı farklılıları olsa da Roma Mitrasının da Hristiyan İsası ile benzeşen pek çok yönü vardır.
Mitracılığın Roma versiyonunda (İran değil sadece Roma Mitra versiyonlarında Mitra ölür ve dirilir) Mitra ölüp dirilmiştir,kendini insanlık uğruna “feda” etmiştir.Dirilişi pagan taraftarları tarafından kutlanmıştır.
Ayrıca genel olarak pagan dini inanırlarının önderlerinin giyim tarzları da bugünkü katolik ve ortodokslarınkine benziyordu, çok şaşalıydı.Tapınaklarının süslemeleri de bugünkü katolik ve ortodokslarınki gibi çok süslü ve görkemli idi.Haç ve “balık” sembollerinin zaten pagan kökenli oldukları biliniyor.
Çeşitli hristiyan sanatları resimleri de direkt Mitracılık ve Dionysos sanatlarından ayrıca çeşitli pagan Yunan dini sanatlarından gelir
Mitracılık
Milattan sonra birinci yüzyıl ile dördüncü yüzyıl
arası Roma İmparatorluğu askerleri arasında
yaygınlaşmıştır.
Mitra'nın en belirgin tasvirleri kayadan doğması ya da
kurban edilecek bir boğa olarak görülmektedir.
"Mitra" ifadesi en eski olarak, Hinduizm dininde Vedalarda kullanılmıştır.
Daha sonra çeşitli versiyonları türemiştir. Sonradan türeyen versiyonlarından
en önemlileri Pers Mitraizmi ve Roma Mitraizmi'dir. Roma mitraizminin Hıristiyanlık dinini doğrudan etkilediği iddia
edilmektedir.
Mitracılığın tarihi MÖ1400 yıllarına kadar uzanır.
Mitra o yıllarda Hintlerin diniydi... Fakat o zamanlardan sonra geniş bir alana
yayılmış ve tarihin her döneminde yerleştiği yerin de kültüründen etkilenerek
büyümüştür...
Daha sonra Mitraizm Romalıların inançlarından da
etkilenerek Romalıların resmi dini oldu..
Mitraizm Hristiyanlığı sadece 1 yönden
etkilemiştir...O da Mitraların kullandığı resimlerle Mısır Güneş diskinden
gelen yine katoliklerin kullandığı azizlerin arkasındaki hale biçimli
betimlemedir ve birkaç tane daha resimdir Bu işlem dördüncü yüzyıla kadar
yapılmamıştır yani bu betimleme işlemi Hristiyanlık doğduktan en az 200 yıl
sonra yapılmıştır..Benzerlik bundan ibarettir... İnanış biçimlerinde
ibadetlerde hiçbir benzerlik söz konusu değildir..
Bugünkü bazı bilim adamlarına ve bulgulara göre
Mitraizm aslında Hristiyanlıktan etkilenmiştir..Mitraizm zaten doğduğundan beri
yerleştiği yerin kültürünün de etkisiyle değişmiştir..
Hristiyanlıktan Önce Yahudiler
İsa’nın doğduğu yıllarda, daha önce Babilliler,
Persler, Mısırlılar, Suriyeliler, Makabilerin egemenliği altında yaşayan
Yahudiler birçok esaretten sonra İ.Ö 63 yılından beri de Romalıların egemenliği
altında yaşıyorlardı.
M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Romalı kumandanı Pompey
tarafından işgal edildi.
Pompey, MÖ 63 yılında Kudüs'ü ele geçirdiğinde tapınağa hakaret
etti. Josephus'a göre
(Roma İmparatorunun maiyetinde yaşıyordu), Pompey tapınaktan ya da hazinesinden
hiç bir şey almamıştı ancak Tapınağın kutsal alanına girmesine engel olan bir
rahipleri öldürttü. Pompey Yahudileri dağıttı, şehri ve Mescid-i Aksa’yı yaktı,
yıktı. Romalılar Yahudilerin tapınaklarını tahrip etmişler, kurban, sünnet gibi
dinsel geleneklerini yasaklamışlardı.
Roma güçlenmeye başladığında, bir müşteri-kral olarak
Herod’u başa koydu. Büyük Herod, kendini şehrin güzelleşip gelişmesine
adadı.
MÖ 19 yılında, Kral Herod tapınak
kompleksinin tamirine başladı. İkinci tapınağın temelleri dahi Romalılarca
tahrip edildiğinden dolayı daha büyük ve daha geniş tamamen yeni bir tapınak
yapılmasını emretti.[5]
Duvarlar, Kuleler, Saraylar yaptı ve Tapınağın
bulunduğu alanı genişletti. Herod yönetiminde Tapınağın bulunduğu alan iki kat genişledi.
Roma döneminde dil Grekçeydi. Romalılar yönetimleri
altında bulunan her yere yollar yaptılar. Bu da Müjde’nin her yere ulaşması
bakımından oldukça iyi bir gelişme idi. Roma’nın bu dönemi içinde savaş
olmadığı için insanlar daha sakin bir dönem yaşadı.
Roma işgali Yahudi tarihinin en karanlık bir kesitini
temsil eder.
Bu konuyla ilgili siyonist düşünürler Romalıların
İsrailoğullarını sadece İsrail topraklarından çıkarmak değil, Yahudilikten’de
çıkarmak istediklerini iddia ederler. Tüm bu sıkıntılar Yahudiler arasında
isyan, başkaldırı ve savaşların çıkmasına sebep olmuştur.
Yahudiler, kendilerini kurtaracak ve arzulanan Yahudi
birliğini kurarak, Romanın boyunduruğundan kurtaracak, İşaya, Miha, Zefanya ve
Ezekyel dahil, peygamber ve kitapların tescil ettiği Yahudi “inancının 13
prensibin”den birisi olan kurtarıcı Mesih beklentisine girerler.
Yahudiler, bir yandan bu fiziksel ve kültürel
egemenlikten kurtulma yollarını ararken diğer yandan bir kültür ve inanç
çatışması yaşamaya, birbirleriyle de çatışmaya, inançlarında geçen kurtarıcı
mesihi beklemeye başlamışlardır. Bu arada birçok Mesih ve mezhep ortaya
çıkmıştır.
Sahte mesih mücadelesinin verildiği bu karanlık
dönemde Yahudilerin üç büyük gruba bölünmüş olduğunu görülür:
1. Sadusiler; (politik gücü elinde tutanlar)Sözlü
Kanunu reddederek, Roma’ya sadakat yemini eden varlıklı kesim;
2.
Farisilerdir(Ferisiler)(dinsel gücü elinde tutanlar) Tora’ya ve Sözlü
Kanuna sadık coğunluğu temsil edenler;
3. Zilotlar: Roma’ya karşı intihar savaşı yapmayı
teklif edecek kadar fanatiktirler.
Bu mezheplerin insanlığın Mesih tarafından
kurtarılacağını belirten vaazlarına, sıradan insanların acı dolu yılların sona
erdiği müjdesini duyma umuduyla onların vaaz ve dualarına katılarak alaka duyup
taraftar olduklarını’da görmekteyiz. Bu vaizlerin en efsanevi olanı Yeoşua’dır
ki o’daha sonra tarihte Christ (Mesih’in Yunanca’sı) diye anılarak, tarihe
Hıristiyanlığın propogandacısı olarak geçecektir.
Bütün bu dönemin sıkıntıları İsrail halkının Kurtarıcı
Mesih özlemini en üst noktaya taşımıştır. İşte İsa’nın Mesihliği de böyle bir
dönemde ortaya çıkmıştır.
Luka 2: 10‑11Melek ise onlara, «Korkmayın!» dedi.
«Size, tüm halk için büyük sevinç kaynağı olacak bir müjde getiriyorum: bugün
size, Davut’un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab
olan Mesih’tir.
Hristiyanlıktan Önce Yahudi, Kudüs ve
Tapınak Tarihi
Kudüs'teki tapınak tepesinde bir biri ardınca inşaa
edilmiş iki farklı tapınak bulunur:
Süleyman Mabedi aşağı yukarı MÖ 10. yüzyılda (960
civarı) Musa'ya ait Çadır Tapınağın yerine inşaa edilmişti. Tapınak MÖ 586 yılında Nebukadnezar komutasındaki
Babilliler tarafından tahrip edilmiştir.
İkinci tapınak Cyrus'un
Musevilerin Babil Sürgününden dönmelerine
izin vermesinden sonra inşaa edilmiştir. Dönüş, MÖ 537 yılında
gerçekleşmiş olup birkaç kez yaşanan gecikmeden sonra tapınak MÖ 516 yılında tamamlanabilmiştir. Tapınak tepesindeki mabed
150m x 50m ölçülerindeydi.[4].
İkinci tapınak, General Titus komutasındaki Roma İmparatorluğu'na bağlı birlikler tarafından 70yılında
tahrip edilmiştir.
Büyük İskender Pers İmparatorluğu’nu işgal ettiğinde, Kudüs ve
Yehuda, Makedon kontrolü altına girdi ve zaman içinde Batlamyos Hanedanlığının (Mısır)
kontrolüne girdi. Milattan önce 198 yılında, Beşinci Batlamyos, Kudüs ve
Yehuda’yı, üçüncü Antiokos yönetimindeki Selevkos’a
kaybetti. Selevkos, Kudüs’ü tekrar Hellenik şehir devleti haline sokmaya çalıştı.
Milattan önce 168 yılında, Mattatias ve beş oğlunun Antiokos Efifanes’e karşı
gerçekleştirdiği, Makabi isyanıyla Hasmonean Krallığını kurdu ve milattan önce
152 yılında Kudüs’ü başkent yaptı.
Roma döneminde dil Grekçeydi. Yahudilerin pek çoğu da
diğer uluslar gibi Grekçe kullanmaya başladılar.
İsa Mesih'in muhtemelen İbranice anladığı bir
gerçektir, buna karşın onun ana dili İbranice değil Galile Aramicesidir. Grekçe
o zamanın ortak diliydi, ve bu yüzden filistin bölgesinde yaygın bir şekilde
kullanılıyordu. Uzmanlar marangoz olan İsa Mesih'in Grekçe'yi çok iyi biliyor
olduğunu söylüyorlar. Belirli zamanlarda onun öğretisi Aramice ve diğer
zamanlarda Grekçe oluyordu (Örneğin Markos 7:26-30)
İncil'in Aramiceden çevrilmiş olarak değil, ama
ortak kullanılan Grekçe ile yazıldığı çok nettir. Ortak Grekçe o zamanda en çok
anlaşılır ya da bilinir dil olduğu için, Kutsal Kitap için en uygun dildi. http://www.answering-islam.org/turkce/sorular-cevaplar/ibranicearamiceyadagrekce.html
M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Romalı kumandanı Pompey
tarafından işgal edildi.
Pompey, MÖ 63 yılında Kudüs'ü ele geçirdiğinde tapınağa hakaret
etti. Josephus'a göre
(Roma İmparatorunun maiyetinde yaşıyordu), Pompey tapınaktan ya da hazinesinden
hiç bir şey almamıştı ancak Tapınağın kutsal alanına girmesine engel olan bir
rahipleri öldürttü. Pompey Yahudileri dağıttı, şehri ve Mescid-i Aksa’yı yaktı,
yıktı. Böylece Yahudiler, Roma Devleti hakimiyetine girdiler.
Pompey bir süre sonra tüm gücünü kaybetti ve avlanan
bir kaçak olarak öldü. Bu olay pek çok Musevi tarafından ilahi bir cezalandırma olarak kabul edilir.
Roma güçlenmeye başladığında, bir müşteri-kral olarak
Herod’u başa koydu. Büyük Herod, kendini şehrin güzelleşip gelişmesine
adadı.
MÖ 19 yılında, Kral Herod tapınak
kompleksinin tamirine başladı. İkinci tapınağın temelleri dahi Romalılarca
tahrip edildiğinden dolayı daha büyük ve daha geniş tamamen yeni bir tapınak
yapılmasını emretti.[5]
Duvarlar, Kuleler, Saraylar yaptı ve Tapınağın
bulunduğu alanı genişletti. Herod yönetiminde Tapınağın bulunduğu alan iki kat
genişledi.
Roma döneminde dil Grekçeydi. Romalılar yönetimleri
altında bulunan her yere yollar yaptılar. Bu da Müjde’nin her yere ulaşması
bakımından oldukça iyi bir gelişme idi. Roma’nın bu dönemi içinde savaş
olmadığı için insanlar daha sakin bir dönem yaşadı.
Herod’un ölümünden kısa bir süre sonra, Milattan sonra
6 yılında, Yehuda Roma şehirlerinden (Iudaea) birinin parçası oldu [74].
Fakat Roma yönetimi, Birinci Yahudi-Roma Savaşıyla
muhalefete uğradı ve bu muhalefet 70 yılında İkinci Tapınağın yıkılmasıyla
sonuçlandı.
66-73 yılları arasındaki Birinci
Yahudi-Roma savaşı sonunda darmadağın olan Yahudilerin durumuna
rağmen, Roma imparatorlarının koyduğu kanunlar Yahudileri ikinci bir ayaklanma
için kışkırttı. Yahudiler için bardağı taşıran son damla ise İmparator Hadrian'ın koyduğu
yasalardı; bu yasalara göre Yahudilerin Kudüs'e girişi yasaklanıp
Kudüs'ün yerine Aelia Capitolina isimli bir Roma şehri inşa
edilecekti.
Bar Kohba Ayaklanması (132-136)
130'da İmparator Hadrian,
Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Yahudilere sıcak davranıp şehri tekrar kurma
sözü verdi. Önceleri bu duruma sevinen bölgedeki Yahudiler, İmparatorun kutsal
tapınağın olduğu yere Jüpiter tapınağını
inşa etmek istediğini öğrenince ihanete uğradıklarını hissettiler. [1]
Bölgeye VI Ferrata birliği ilave edildi. 131'de bölgenin valisi Tineius Rufus, Kudüs'ün
bulunduğu yere Aelia Capitolina isimli şehri
kurma projesine başladı."Tapınağı sabanlamak" günah olduğundan
Yahudiler Roma'ya sırt çevirdi. Helenistik
felsefeye göre vücudu bozmak yanlış olduğundan Romalılar sünneti yasaklayınca
Yahudilerle Roma İmparatorluğu arasındaki gerginlik daha da arttı.
Yahudiye topraklarında Roma İmparatorluğu'na karşı yapılmış üçüncü
büyük ayaklanması ve Yahudi-Roma savaşları'nın sonuncusudur.
Dönemin Yahudilerince "mesihvari özellikleri
bulunan" Şimon
Bar Kohba bu
ayaklanmanın lideriydi. Ayaklanma sonucunda Yahudiye'nin
bazı bölümlerinde iki yıl süreyle bağımsız bir ülke kurulması başarılmasına
rağmen en nihayetinde Roma 12 birlikli ana ve yedek ordularıyla bu devleti
yıktı. Roma, Yahudilerin (9 Av bayramı
hariç) Kudüs'e
girmesini yasakladı.
Birinci ayaklanmadan 60 sene sonra gerçekleşen bu
ikinci ayaklanmayla Yahudiler ömrü 3 sene sürecek olan bağımsız bir devlet
kurmayı başardı.
Musevilerin, 132-135 yılları arasında Romalılara karşı giriştikleri son
isyan sırasında Kudüs, 132 yılında başlayıp üç yıl süren Bar Kokhba
Ayaklanmasında, bir kez daha Yehuda’nın başkenti oldu.
İki buçuk yıl bağımsız bir devlet olmayı başaran bu
devletin hükümdarlığını Şimon Bar Kohba yaptı ve devlet başkanı ünvanına sahip
oldu. "İsrail'in kurtuluş çağı" ilan edildi, belgeler imzalanıp yüklü
miktarda gümüş ve bakır paralar basıldı.
Bu dönemde Sanhedrin'in
başkanlığını Rabbi Akiva yapıyordu ve Tanrı'ya kurban adakları tekrar başladı.
ancak bar Kokhba'nın isyanı başarısız oldu ve
Museviler Kudüs'ten çıkartıldılar.
Yahudiler'i ayaklanmaların kaynağı olarak gören
Hadrian, Yahudiliği kökten silmeye çalıştı. Tora (Tevrat) kanunlarını ve İbrani
takvimini yasakladı ve
dini liderleri öldürttü. Yahudiler'in kutsal yazıtlarını Tapınak Dağı'nda
törenlerle yaktı. Tapınağın olduğu yere biri kendisi ve biri Jüpiter olmak
üzere iki heykel diktirdi.
İmparator Hadrian, Iudaea Şehrini, komşu şehirlerle
birleştirerek, Yehuda adını yok edip, Syria Palaestina’yı kurdu.
Kudüs’ü Romalı bir şehir haline getirip, adını Aelia Capitolina olarak
değiştirdi[75].
Yahudiliği hafızalardan silmek için bölgenin adını
haritadan sildi. Bölgenin adını Yahudiye'den,
zamanında Yahudiler'in azılı düşmanları olan Filistlerden esinlenerek Suriye Filistini
koydu,[8][9] ve Filistin adı bugüne kadar devam etti. Kudüs'ü pagan şehrine
çevirip Yahudiler'in şehre yılda bir kez dışında girmesini yasakladı.
. Bu kurallar [76][77][78] bütün
Yahudileri etkiledi ve böylece şehrin kalıcı laikleşmesini sağlamayı amaçladı[79].
Yahudilerin şehre girmemesi Milattan sonra 4. Yüzyıla kadar sürdü.
I. Konstantin savaşın
yasını Ağlama Duvarı'nda tutmak için senede bir defaya mahsus
olmak üzere (9 Av'da)
Kudüs'ün kapılarını Yahudilere açtı. Yahudiler, yaklaşık 2000 yıl dağınık halde
yaşarken, bölgedeki Yahudi nüfusu dönemden döneme farklılıklar gösterdi.
Modern tarihçilere göre, Bar Kohba isyanı, Yahudi
tarihini etkileyen önemli bir unsurdur; büyük kayıplar yüzünden bu yıldan
başlayarak Yahudi diasporası başlamıştır. Aynı tarihçiler,Birinci Yahudi-Roma savaşı'na kıyasla bu
ayaklanma sonrasında daha çok Yahudinin öldürüldüğünü, sürüldüğünü veya köle
olarak satıldığını belirtilir. Bu olaylardan sonra Yahudiliğin dini merkezi bu
bölgeden Babil'e kaydı. Celile'de 2-4. yy arasında Kudüs Talmudu derlendi
İsa'yı mesih olarak kabul eden Yahudiler Bar Kohba ayaklanmasını
desteklemedi; buna rağmen bu Yahudilerin de Kudüs'e girişi yasaklandı. Savaşın
sonunda Hıristiyanlıkla Yahudilik arasında belirgin farklılıklar oluşmaya başladı.
Bar Kohba yerine İsa'yı kendilerine mesih seçen
Yahudiler'in bu dönemde (dini açıdan) Yahudilerden kopup Hıristiyanlığı
başlattıkları düşünülür.
M.S. 1. yüzyıl içerisinde cereyan eden ve Kral Herod
tarafından başlatılan zulümlerin ardından, tarihe büyük isyan olarak geçen ve
Yahudiler adına intihar anlamına gelen Roma’ya karşı başkaldırı hareketi Bar
Kohba isyanıyla birlikte, Yahudilerin manevi olarak zayıf düşmelerine vesile
olup, 19 asır süren sürgün hayatı ve Hiristiyan zulümlerine maruz bırakan
zemini hazırlamıştır.
İsa
Bazı araştırmacılara göre İsa, Roma İmparatoru Augustus zamanında
(MÖ 27 - MS 14) Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinin (günümüzdeki
Filistin’in bölgesi) kuzeyindeki Celile
bölgesindeki Nasıra kasabasında, M.Ö.4'te bir Yahudi olan Meryem'den evlilik
dışı dünyaya gelmiştir.Meryem Yusufla evlenmiştir.
İsanın doğumu
Matta 1
İsa Mesih’in Doğumu
18 İsa Mesih’in doğumu şöyle oldu:
Annesi Meryem, Yusuf’la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem’in
Kutsal Ruh’tan gebe olduğu anlaşıldı.
19Nişanlısı Yusuf, doğru bir adam olduğu
ve onu herkesin önünde utandırmak istemediği için ondan sessizce ayrılmak
niyetindeydi.
20Ama böyle düşünmesi üzerine Rab’bin
bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: “Davut oğlu Yusuf, Meryem’i kendine
eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh’tandır.
21Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa
koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.”
22Bütün bunlar, Rab’bin peygamber
aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu:
23“İşte, kız gebe kalıp bir oğul
doğuracak; adını İmmanuel koyacaklar.” İmmanuel, Tanrı bizimle demektir.
24Yusuf uyanınca Rab’bin meleğinin
buyruğuna uydu ve Meryem’i eş olarak yanına aldı.
25Ama oğlunu doğuruncaya dek Yusuf ona
dokunmadı. Doğan çocuğun adını İsa koydu.
Matta 2
Yıldızbilimcilerin Ziyareti
2İsa’nın Kral Hirodes devrinde
Yahudiye’nin Beytlehem Kenti’nde doğmasından sonra bazı yıldızbilimciler
doğudan Yeruşalim’e gelip şöyle dediler: “Yahudiler’in Kralı olarak doğan çocuk
nerede? Doğuda O’nun yıldızını gördük ve O’na tapınmaya geldik.”
3Kral Hirodes bunu duyunca kendisi de
bütün Yeruşalim halkı da tedirgin oldu.
4Bütün başkâhinleri ve halkın din
bilginlerini toplayarak onlara Mesih’in nerede doğacağını sordu.
5“Yahudiye’nin Beytlehem Kenti’nde”
dediler. “Çünkü peygamber aracılığıyla şöyle yazılmıştır:
6‘Ey sen, Yahuda’daki Beytlehem,
Yahuda önderleri arasında hiç de en önemsizi değilsin!
Çünkü halkım İsrail’i güdecek önder
Senden çıkacak.’ ”
Yahuda önderleri arasında hiç de en önemsizi değilsin!
Çünkü halkım İsrail’i güdecek önder
Senden çıkacak.’ ”
7Bunun üzerine Hirodes yıldızbilimcileri
gizlice çağırıp onlardan yıldızın göründüğü anı tam olarak öğrendi.
8“Gidin, çocuğu dikkatle arayın, bulunca
bana haber verin, ben de gelip O’na tapınayım” diyerek onları Beytlehem’e
gönderdi.
9Yıldızbilimciler, kralı dinledikten
sonra yola çıktılar. Doğuda görmüş oldukları yıldız onlara yol gösteriyordu,
çocuğun bulunduğu yerin üzerine varınca durdu.
10Yıldızı gördüklerinde olağanüstü bir
sevinç duydular.
11Eve girip çocuğu annesi Meryem’le
birlikte görünce yere kapanarak O’na tapındılar. Hazinelerini açıp O’na armağan
olarak altın, günnük ve mür sundular.
12Sonra gördükleri bir düşte Hirodes’in
yanına dönmemeleri için uyarılınca ülkelerine başka yoldan döndüler.
Mısır’a Kaçış
13 Yıldızbilimciler gittikten sonra
Rab’bin bir meleği Yusuf’a rüyada görünerek, “Kalk!” dedi, “Çocukla annesini
al, Mısır’a kaç. Ben sana haber verinceye dek orada kal. Çünkü Hirodes öldürmek
için çocuğu aratacak.”
14Böylece Yusuf kalktı, aynı gece
çocukla annesini alıp Mısır’a doğru yola çıktı.
15Hirodes’in ölümüne dek orada kaldı.
Bu, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu:
“Oğlumu Mısır’dan çağırdım.”
16Hirodes, yıldızbilimciler tarafından
aldatıldığını anlayınca çok öfkelendi. Onlardan öğrendiği vakti göz önüne
alarak Beytlehem ve bütün yöresinde bulunan iki ve iki yaşından küçük erkek
çocukların hepsini öldürttü.
17Böylelikle Peygamber Yeremya
aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelmiş oldu:
18“Rama’da bir ses duyuldu,
Ağlayış ve acı feryat sesleri!
Çocukları için ağlayan Rahel
Avutulmak istemiyor.
Çünkü onlar yok artık!”
Ağlayış ve acı feryat sesleri!
Çocukları için ağlayan Rahel
Avutulmak istemiyor.
Çünkü onlar yok artık!”
Nasıra’ya Dönüş
19-20 Hirodes öldükten sonra,
Rab’bin bir meleği Mısır’da Yusuf’a rüyada görünerek, “Kalk!” dedi, “Çocukla
annesini al, İsrail’e dön. Çünkü çocuğun canına kıymak isteyenler öldü.”
21Bunun üzerine Yusuf kalktı, çocukla
annesini alıp İsrail’e döndü.
22Ama Yahudiye’de Hirodes’in yerine oğlu
Arhelas’ın kral olduğunu duyunca oraya gitmekten korktu. Rüyada uyarılınca
Celile bölgesine gitti.
23Oraya varınca Nasıra denen kente
yerleşti. Bu, peygamberler aracılığıyla bildirilen, “O’na Nasıralı denecektir”
sözü yerine gelsin diye oldu.
Hırıstiyan tarihçi
ve teorisyenlerin çoğu, İsa'nın Celileli bir
öğretmen ve marangoz olduğu, şifa dağıttığı, Yahya peygamber
tarafından vaftiz edildiği,
"halkı isyana teşvik etmek" suçuyla, Yahudi din adamlarının
tahriklerine kanan Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinin
valisi Pontius Pilatus'un emri ile Kudüs'te çarmıha
gerildiği konusunda hemfikirdir.
(Bununla birlikte az sayıda tarihçi ve
araştırmacı kutsal kitaplarda bahsi geçen ve tarihi
dokümanlarda ismine rastlanılmayan İsa'nın mitolojik bir karakter olabileceğini
düşünmektedirler.)(vikipedi)
Hristiyanlar tarafından İsa’nın gerçekten yaşamış ve
peygamberlik etmiş bir olduğu iddia edilir, bunu bazı araştırmacılar da kabul
eder ve savunur. http://www.incilturk.com/MAKALELER/incil_nasil_yazildi.htm
Yahudilerin yüzyıllardır beklediği Mesih olduğunu
ilerisüren İsa’ya ilk inananlar bir grup Yahudiydi. İsa’nın Yahudilerin mevcut
dindarlık anlayışlarını eleştirmesi, ona inanmayan diğer Yahudileri rahatsız
etti. Buna Romalı idarecilerin kendileri için bir tehdit oluşturacağı endişesi
de eklenince bazı Yahudi din adamlarının teşviki ve Roma'nınYahudiye eyaletinin
valisi Pontius Pilatus'un emri ile Kudüs'te çarmıha
gerildi (M.S. 29-M.S.36).
Hristiyanlıkta, Kitab-ı Mukaddes denilen Eski Antlaşma
(Tevrat ve Zebur) ve Yeni Antlaşma'yı kapsayan
kitaplar kabul edilir, ancak Hristiyanlığın asıl kendi
döneminde oluşan ve esas aldığı kitap ise Yeni Antlaşma'dır.
İsa, Yahudi halkıyla yapıldığına inanılan Eski
Antlaşmayı kaldırmaya değil, blakis onu tamamlamaya geldiğini söyler:
“ben şeriatı
kaldırmaya değil, bilakis tamamlamaya geldim”
Kutsal Yasa
17 “Kutsal Yasa’yı ya da
peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz
kılmaya değil, tamamlamaya geldim.
18Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök
ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya
da bir nokta bile yok olmayacak.
19Bu nedenle, bu buyrukların en
küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin
Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve
başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak.
20Size şunu söyleyeyim: Doğruluğunuz din
bilginleriyle Ferisiler’inkini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği’ne asla
giremezsiniz!”
Hristiyanlığın asıl kitabı olan Yeni Antlaşma, İsa’nın
ölümünden 50 yıl kadar sonra Havariler(İsa'nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle
görevlendirdiği yardımcıları) ve havarilerin çevresindeki Hristiyan din
adamları tarafından kitap haline getirilen Yeni Antlaşmadır. Yeni Antlaşma, ilk
dört kitap olan Matta, Markos, Luka e Yuhanna İncillerinden ve Havarilerin
kiliselere yazdıkları mektuplardan oluşur.
İncil kelimesi gerçekte Yeni Antlaşma’nın ilk dört kitabını
(bölümünü) karşıladığı halde, bazen Yeni Antlaşma'nın tamamı için de
kullanıldığı olur.
Yeni Antlaşma’nın başında yer alan dört İncil’in hepsi
de İ.S. birinci yüzyıl bitmeden önce yazılmıştır.
Yazılan ilk İncil Markos İncil’i İ.S. 58 yıllarında
yazılmıştır.
(Matta, Markos, Luka ve Yuhanna)
Genel kabule göre bunlar İsanın ölümünden 60-70 yıl sonra, I. yüzyılda
yazılmışlardır.
Hristiyan kaynaklarının aktardığına göre, İsa'nın
havarileri ve onların yakın çevresinde yer alan kişiler İsa'nın öğretilerini
anlatmayı sürdürdüler. Öğrencilerin önderi konumundaki Petrus Roma'da yaşamaktaydı.
Onun yakın çalışma arkadaşı Markos büyük olasılıkla Petrus'un anlattıklarını bir
araya getirerek İsa'nın yaşamını anlatan en eski İncil kitapçığını yazmıştır
(M.S. 50-60 yılları). Diğer İncil yazarları İsa'nın öğrencisi Matta Levi ve
Pavlus'un yakın çalışma arkadaşı doktor Luka, Markos'un yazdığı
metni geliştirerek değişik alıcılara göndermek üzere İsa'nın yaşam öyküsünden
kesitleri yazmışlardır. Her iki kitapçığın da 70 yılları dolayında yazıldığı
düşünülmektedir. Yine İsa'nın öğrencisi olan Yuhanna ise İncil'ini 85 yılından
sonra kaleme almıştır. İncil'lerin yazım tarihleri ile hangi dilde yazıldığına
dair güvenilir bir bilgi yoktur.(vikipedi)
Hristiyan kaynaklarına göre, İsa'nın çarmıhta
öldürülmesi ve üç gün sonra diriltilerek göğe yükseltilmesi havarileri ve
diğer öğrencileri arasında büyük etki yarattı. Havariler İsa'nın göğe
alınışından sonra bir süre Filistin'de kaldılar. Ancak hem Yahudi muhafazakârlar
hem de Romalılar'dan
gördükleri baskılar nedeniyle dünyanın değişik yerlerine göç etmek zorunda
kaldılar. Bunun sonuçlarından biri de Hıristiyanlığın yayılması oldu.Havarilerden Petrus Roma'da, Bartalmay Ermenistan'da, Yehuda (Taday)
ve Yurtsever Simun Pers topraklarında
öldürülmüşlerdir [2]
İncil’in Dili
İsa’nın genellikle kullandığı dil büyük olasılıkla
Aramiceydi. Bu dil, o zamanda Filistinde yaşayan Yahudiler’in ve Suriye ile
Mezepotamya’nın bir çok bölgelerinde yaşayanların ana diliydi. Aramice, sami
dillerinden olup İbranice ve Arap diliyle akrabadır. İsa’nın Aramice sözcük ve
deyimlerinden bazıları İncil’de asıl şekliyle korunmuştur.
Oysa İnciller , Yeni Antlaşma’nın diğer kısımlarıyla
birlikte, Aramice değil, Grekçe yazılmıştır. İsa’nın ve ilk öğrencilerinin
Aramice sözleri bize şimdiki şekliyle erişmeden önce Grekçe’ye çevrilmiştir. Bu
neden böyle oldu?
Birinci sebebi, Büyük İskender’in fetihlerinden beri
(İ.Ö. 336-323) Filistin, Hellenistik dünyanın bir parçası olmuştu. Anadili
Aramice olan Filistinliler bile, o zamandan sonraki kuşaklarda Hellenistik
kültürün birçoğunu benimsememişlerdi. Din ya da yurtseverlik nedeniyle birçok
kişi Grekçe konuşmamayı tercih ettiyse de, o dili iyi anlayabilirlerdi.
Filistinli Yahudiler’in çoğu herhalde İbranice de anlarlardı; ancak kutsal bir
dil sayıldığından, evden veya çarşıdan daha çok sinagoglarda kullanılırdı.
Bazen Yeni Antlaşma “İbranice’den” söz ettiği zaman, Aramice’yi kastetmektedir.
Örneğin, İsa’nın çarmıhta başı üzerinde asılan suç yaftasında “Yahudiler’in
Kralı” sözünün İbranice, Latince ve Grekçe olarak yazıldığını anlatıyor.
(Yuhanna 19:19-20). Burada sözü geçen İbranice (yahut Aramice) ve Grekçe’den
başka, neden Latince de yazılsın? Latince, Roma ordusunun resmi diliydi de
ondan. Platus Yahudiye’deki Roma ordusunun komutanı olduğundan, suçluları
çarmıha germe işini yerine getiren kendi askerleriydi.
İkinci sebebi, İncil Grekçe’den başka dil bilmeyenler
arasından hemen yayıldı. Bu yayılış, ilk önce Filistin’in kendisinde (örneğin,
çoğunlukla Grekçe konuşulan Sezariye’den), sonra Suriye’de ve Anadolu’da
(özellikle Grekçe konuşulan büyük Antakya kentinde) ve Doğu Akdeniz’in diğer
ülkelerinde oldu. Bu ülkelerde en çok konuşulan ve anlaşılan dil Grekçeydi.
Kudüs’ten ve Filistin’in Aramice konuşulan başka merkezlerinden uzaklaşır
uzaklaşmaz, İsa’nın Elçileri’nin ve diğer İncil vaizlerinin kullandıkları dil
Grekçeydi. O zaman Grekçe konuşulan Tarsus kentinde doğan Pavlus, kentte yaygın
konuşulan dili öğrenmeden önce kendi muhafazakar Yahudi ailesinin ortamında
Aramice öğrendi. Ama ister istemez Tanrı’nın Paganlara (çok tanrılılara)
gönderdiği elçi olarak mektup yazmak için Grek dilini kullanmak zorundaydı.
İncil yalnızca Yahudiler için değil, herkes için olduğuna göre,
Hıristiyanlığ’ın temel yazıları, İncil’in yayıldığı bölgelerde en çok
kullanılan dillerde, yani Grekçe olarak yazılıp yayımlandı. İ.S. ikinci
yüzyıldan itibaren İnciller ve diğer Yeni Antlaşma yazılarının bazıları,
Aramice’nin bir şekli olan Süryani dilinde yayımlandı, ama bu Süryanice Yeni
Antlaşma, Grekçeden çevrilmiştir.
İsa’nın kadınlarla ilgili tutumu, yaşadığı kültürel ortam
dikkate alındığında genel olarak olumludur. Yeni Ahid’de verilen bilgilere göre
İsa’nın etrafında, onun sohbetlerini ve tavsiyelerini dinleyen, ona yardımcı olan
kadınların olduğu görülmektedir (günümüzde İsa’nın bu kadınlardan Mecdelli
Meryem (Maria Magdalena) ile evlendiği iddia edilmektedir).
Mecdelli Meryem (Maria Magdalena)
Magdalalı Meryem,Yeni Ahit'e göre İsa'nın
takipçilerinden biridir. Markos ve Yuhanna İncillerine göre, öldükten ve
gömüldükten sonra dirilen İsa'yı ilk gören kişidir.
Bir diğer inanışa göre ise Maria Magdalena ya da
Mecdelli Meryem, fahişelik yaptığı gerekçesiyle taşlanmak istenen, ama İsa’nın
bu taşlamayı önlediği ve bu olaydan sonra azize olan kadındır. (Vikipedi)
Gnostisizm’de Maria Magdalena
Kadınların kurtuluşu sorununa ilk dönem kilisesinden
farklı bir şekilde bakan bir başka isim de Valentinius’dur.
Valentinius (İ.S 100-160) Mısır da doğup
İskenderiye’de eğitim gören, Valentinianizm olarak bilinen erken dönem Gnostik
hareketin lideridir. Onun ve takipçilerinin oluşturdukları Hakikat İncili adlı
bir İncil metni de vardır. Hareket ikinci yüzyılda faaliyet gösteren radikal eşitlikçi
bir Hristiyan akım olarak da kabul edilir.
Kadını kurtuluş konusunda erkekle eşit bir konuma
yükseltirler. Zira onlara göre kurtuluşun ana şartı, yukarıda ifade edüdiği
üzere ayrılığın ortadan kaldırılmasıdır. Erkeğin kadına, kadınınsa erkeğe ihtiyacı
vardır. Biri olmadan (ruhsal ya da fiziksel prensipten) diğerinin kendi başma
kurtulması imkânsızdır. Yine Valentinci ekolün önemli metinlerinden birisi olan
Mecdelli Meryem’in İncüinde (The Gospel of Mary Magdalene) Mecdelli Meryem’in
şahsında kadının havarisel otoritesini ortaya koyarlar. Petrus, Meryem’e,
İsa’mn onu diğer kadınlardan daha fazla sevdiğini, başkalarıyla paylaşmadığı
bügüeri onunla paylaştığım bu yüzden İsa’dan duyduklarım kendüerine aktarmasını
ister..
Valentianizmin bu çıkışına karşın genel olarak
Mecdelli Meryem İncillerde silik bir kadın figür olarak yer alır. Hatta ondan
günahkâr bir kadm olarak söz edilir. Valentianizmin aksine ondan İsa'nın
yanındaki en yakın sırdaşı ya da havarisi olarak söz edilmez. İncillere göre
İsa’nın havarileri yalnızca erkeklerden müteşekkildir. Dolayısıyla bu durum,
İncillerin kadına bakışıyla uyumludur. Kadın, bütün Hıristiyan tarihi boyunca
hep ikincil konumda kalmış ve çoğu zaman kötülükle vasıflandırılmıştır.
İncillerde İsa'nın çok yakınında olan kadınlardan söz edilmiş ve İsa'nın çarmıh
ve dirilişine şahit olanların yine bu kadınlar olduğu belirtilmiş olmasına
rağmen orda bile kadınlar ısrarla geri planda kalmıştır. Kadınların
havariliğinden ya da İsa'nın mesajını taşıyıp taşımadıklarından söz edilmemiştir.
Çarmıh ve diriliş esnasında İsa'nın yanında olduğu belirtilen Mecdelli Meryem
gibi kadınların kanonikierin aksine apokrif metinlerde yüceltildiği
görülmektedir.
İsa tutuklandığında erkek havariler kaçışırken,
kadınlar direnerek çarmıha kadar ona eşlik ettiler. İsa’nın dirilişine ilk
tanıklık eden ve inanan Marya
Magdalena oldu. Marya Magdalena, Joanna, Susana İsa’ya ilk inananlardan olup, ona büyük destek
verdiler. Marya veMartha İsa’yı evlerinde ağırlar, ona büyük bir
misafirperverlik gösterirlerdi.
İsa’nın ölümünden sonraki ilk yüzyılda hristiyanların
çoğu kadındı.
Paulus mektuplarındaPrisca, Junia, Julia ve Nereus’un kızkardeşinin misyonerlik faaliyetlerinden övgüyle söz etmektedir. Paulus Prisca ve kocasının onu korumak için hayatlarını tehlikeye attıklarını bildirmektedir. Junia’yı çalışmalarından ötürü havari olarak ilan etmiştir. Marya ve Persis gayretli çabalarından ötürü övülmektedir.
Euodia ve Syntyche’yi takipçileri olarak ilan etmiştir.
Paulus mektuplarındaPrisca, Junia, Julia ve Nereus’un kızkardeşinin misyonerlik faaliyetlerinden övgüyle söz etmektedir. Paulus Prisca ve kocasının onu korumak için hayatlarını tehlikeye attıklarını bildirmektedir. Junia’yı çalışmalarından ötürü havari olarak ilan etmiştir. Marya ve Persis gayretli çabalarından ötürü övülmektedir.
Euodia ve Syntyche’yi takipçileri olarak ilan etmiştir.
İlk hristiyanlar kiliseleri olmadığından, evlerde
toplanan küçük gruplardı. Bu “ev-kilise”lerin liderleri
kadınlardı. Thyatira’lı Lydia, Laodicea’lı Nympha gibi kadınlar,
evlerinde toplanan bu grupların sekreterlik işlerini yürütmek gibi önemli
roller üstlenmişlerdi.
Paulus, Phoebe adlı kadının vaazlar verdiğini,
kehanetlerde bulunduğunu anlatmaktadır. Kadınlar vaaz vermek, eğitim
yapmak, topluluklara konuşmak gibi dini görevleri başarıyla yürütürlerdi
Bir çok kaynakta Marya
Magdalena İsa’dan sonra
erken dönem hristiyanlığın önderi olarak gösterilmektedir. Mısır
yazmalarında Marya
Magdalene örnek bir
mürid, havarilerin havarisi olarak tanımlanmaktadır. Marya Magdalena bir çok eserde erkek havarilerle birlikte tek kadın
havari olarak gösterilmiştir. İsa’nın onun için öğretisini en iyi anlayan mürit
dediği söylenir.
Marya Magdalena İsa’nın Sophia’sı olarak tanımlanmıştır. O, dirilişten sonra
İsa ile konuşan on iki erkek ve yedi kadından biridir. “Gospel
of Philip”de, Marya
Magdalenaİsa’nın izinden yürüyen üç Marya den biri olarak yazılmıştır. Aynı esere göre Marya Magdalena İsa’nın en
çok sevdiği ve sık sık öptüğü(!) havarisidir.
Gospel of Thomas 114: “Petrus,
`Meryem gitsin çünkü kadınlar sonsuz yaşamı hak etmiyor’ dedi. İsa da “Bak ben Meryem`e bir erkek olmayı öğreteceğim ve o da
aranızda yaşayan bir ruh olabilecek. Kadınlardan her kim kendini erkek
yapabilirse göklerin krallığına girecektir” http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/arastirma-dosyalarimiz/1125-dinlerde-kadn
İsa’nın karısı!
19/09/2012 tarihli bir habere göre araştırmacıların elde ettiği bir papirüs parçasında İsa’nın kadınlardan
biri için “karım” dediği, bu kadının da Magdalalı Meryem olduğu ileri sürülmektedir. Söz konusu kişi
Meryem olmasa bile, satırlarda geçen “karım” sözü yüzünden, Katolik inancındaki
cinsel perhiz görüşünün sarsılacağı belirtiliyor.”
'İsa'nın Gömüldüğü Mağara' adlı bir belgeselde, 27 yıl
önce Kudüs'te yapılan bir kazıda Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in, Hz. İsa'nın
evlendiği iddia edilen Maria Magdalena'nın ve İsa'nın oğlu Yahuda'nın
mezarlarının bulunduğu, kazıda bulunan altı tabut üzerinde Maria, Yusuf oğlu
İsa (Jesus son of Joseph), İsa oğlu Yahuda da (Judah son of Jesus yazdığı,
dolayısıyla Maria Magdelena’nın İsa’nın karısı olduğu ve bir de çocukları
olduğu da iddia ediliyor.
İncillerde İsa’nın evliliğinden bahsedilmediğine göre
İsa o dönemde evlilik dışı bir ilişki yaşamış olabilir, dolayısıyla toplumun
tabularını, bağnazlıklarını benimsemeyen, bunları değiştirmek isteyen, bunlara karşı çıkabilen biri olmalı.
Hristiyanlıkta Kadın 2
Hristiyanlıkta Kadın 3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder